« Artık daha fazla mağdur olmamaya ve kavga etmeye karar verdim. Bununla gurur duyuyorum. Başkaldırmış olmaktan korkuya teslim olmamaktan gurur duyuyorum. »
Sarı Yeleklilerin şubat ayındaki bir gösterisinden sonra hapsedilen Thomas’ın çarpıcı mektubu. Okuyalım ve okutalım.
Merhaba,
Benim adım Thomas. Şu anda hapis yatmakta olan çok sayıdaki sarı yelekliden biriyim. Fleury-Mérogis’te hapsedilişimden[1] bu yana 3 aya yakın bir süre geçti.
Paris’teki 13. Eyleme katılımım nedeniyle hiç de azımsanmayacak kadar çok şeyle suçlanıyorum:
- Bir başkasına ait olan malın, tahrip edilmesi ve bozulması
- Bir başkasına ait olan malın, insanlar için tehlikeli bir yolla tahrip edilmesi ve bozulması (bir Porsche’un kundaklanması)
- Bir malın, failler için tehlikeli bir yolla, sahibinin bir kamu otoritesi olma özelliği nedeniyle tahrip edilmesi ve bozulması (Silahlı Kuvvetler Bakanlığı)
- Kamusal bir görevle işlevsel olarak ya da estetik amaçla görevlendirilmiş bir malın tahrip edilmesi ve bozulması (bir polis aracına ve bir cezaevi aracına yönelik saldırılar)
- “İki yönde yükselen şiddeti (ordu ve kamu otoritesini elinde bulunduranlar) takip eden ve 8 günü aşmayan işgöremezlik (Silah, daima aynı polis aracının üzerinde bulunan bir inşaat bariyeriydi. Yaralanmadan kaynaklı 2 gün izin)
- Cezai ehliyeti haizken kamu otoritesini temsil eden bir şahsa yönelik şiddet
- İnsanlara karşı şiddet eylemlerinin hazırlanması ya da malların tahrip edilmesi ve bozulması amacıyla kurulan bir topluluğa katılım.
Biraz abartılı olan bu ithamların içindeki fiillerin bir kısmını gerçekten işledim… Bunları üstleniyorum. Bunu yazmanın hapiste biraz daha fazla kalmama neden olabileceğinin bilincindeyim ve mahkemede eylemlerini dile getirmeyerek olası bir temyizde bunlardan bahsetmeyi tercih edenleri çok iyi anlıyorum.
Bu uzun suç listesi ve tanımlar okuduğunda azgın bir deli olarak addedilebilirim değil mi? Bu zaten medyada hakkımda söylenenlerle bu şekilde. Nihayetinde beni oldukça pratik bir kelime ile tanımlayıverdiler: “çapulcu”. Çok basit. “Bu tip neden serserilik yaptı? – Çünkü o bir çapulcu, bu çok açık”. Her şey söyleniyor, daha görülebilecek bir şey kalmadı, anlaşılabilecek hiçbir şey yok. Bazılarının “çapulcu” olarak doğduğuna inanmak… Bu, böyle bir alışverişin neden bir başkasını hedeflendiğini sormamızı engeller; hele ki, eğer şans eseri bu davranışlar, en azından bunu yapma riski olanlara bir anlam ifade etmezse.
Çapulculuk yaftası yapıştırılmış olmak benim için zaten yeterince ironik; çünkü hayatta en çok değer verdiğim şey, kesinlikle, inşa etmektir.
Marangozluk, yapı iskeleti kurmak, duvarcılık, su tesisatçılığı, elektrikçilik, lehimcilik… Arızalanan her türlü şeyi tamir etmek, döşeme taşlarından bir evi tamamlayana kadar inşa etmek, işte bu beni işim. Öte yandan, inşa ettiğim hiçbir şeyin bir bankaya ya da bir polis aracına benzemediği doğrudur.
Asla şiddet yanlısı bir kimse olmadığım halde bazı medya organlarında beni gaddar olarak da tanıttılar. Hatta yumuşak bir insan olduğum da söylenebilir, öyle ki bu özelliğim, ergenliğim süresince bana hayatı epey zorlaştırmıştır. Elbette hepimiz hayatta zor durumlardan geçer ve katılaşırız. Uysal koyun gibi yumuşak olduğumu ya da mağdur olduğumu söylemeye çalışmıyorum.
Polisten gelen “meşru”, yasal şiddeti gördüğümüzde artık masum değilizdir. Gözlerinin boşluğundaki kini gördüm ve ürpertici çağrılarını duydum: “Dağılın, evinize dönün!”. Sırayla gözaltıları, gaz bombalarını, dayaklarını gördüm. Kontrolleri, aramaları, tuzakları, tutuklamaları ve hapishaneleri gördüm. Kan içinde düşen insanları sakat kalanları gördüm. 9 Şubat’ta eylem yapan herkes gibi, ben de bir adamın elini gaz bombasının piminden çektiği anı hatırlıyorum. Sonrasında gaz nedeniyle hiçbir şey görmedim. Biz hepimiz boğuluyorduk. İşte o an, daha fazla kurban olmamaya ve artık kavga etmeye karar verdiğim andır. Bununla gurur duyuyorum. Başkaldırmış olmaktan korkuya teslim olmamaktan gurur duyuyorum.
Tabii ki, Sarı Yelekliler hareketinin bastırılması için hedefe konulan herkes gibi ben de ilk önce her gün barışçıl gösteriler yaptım. Sorunları daima yumruklardan ziyade konuşarak çözerim. Fakat bazı durumlarda çatışmanın gerekli olduğuna ikna olmuş durumdayım. Çünkü tartışma başlı başına büyük, bazen hile konusu olabilir ya da tahrif edilebilir. Gereken tek şey, tartışmayı düzenleyenin, soruları uygun terimlerle sormasıdır.
Bir yandan bize devletin kasasının boş olduğu söyleniyor ancak bankaların başlarının derde girdiğinde milyonlar ile onlara yardım ediliyor. Bize iklim sorunlarının temelinde yatan üretim ve tüketim sistemi katiyen konu edilmeksizin bir “ekolojik geçiş”ten söz ediliyor[2]. Biz, onlara sistemlerinin çöktüğünü haykıran milyonlarız, onlarsa bize nasıl sistemi kurtarıyormuş gibi yaptıklarını anlatıyorlar.
Aslında bütün bunlar doğruluk meselesi. Uysallığın doğru kullanımı, sözün doğru kullanımı, şiddetin doğru kullanımı…
Olayları ele almamız, bizi duvarların arasına hapsetmeye böylesine kararlı iktidarları savunmayı bırakmamız gerekiyor. Biraz ciddi olmalıyız, biraz olsun onurlu durmalıyız, bir dizi sistemin, örgütün ve şirketin hayatımızı da çevremiz gibi tahrip ettiğini görmeli ve bir gün onları zararsız hale getirmenin gerekli olacağını kabul etmeliyiz. Bu bize hareket etmeyi, iyi niyet göstermeyi ve bir seçim yapmayı dayatıyor: vahşi bir gösteri ya da düzenin korunması.
Bu anlamda, televizyonda birçok zırvalamaya tanık oluyorum, ancak özellikle bir tanesi bana çok hoyrat geliyor. Hayır, hiçbir gösterici “polisleri öldürme” derdinde değil. Sokak çatışmalarının niyeti polisin geri çekilmesini ve eylemlere saygı duymasını sağlamak: bizi saran ağdan çıkmak, bir üç alanı yaratmak ya da basitçe sokağı geri almak.
17 Kasım’dan beri silahlarını çıkarmakla tehdit edenler, şiddet uygulayanlar, silahsız ve savunmasız göstericileri öldürenler, boğanlar kendilerine çapulcu denenler değil, kolluk kuvvetleridir. Eğer medya bunun hakkında konuşmuyorsa, kavşaklarda ve sokaklarda olan yüz binlerce insan bunu biliyor. Şiddetlerinin ve tehditlerinin arkasında korkuları saklı. O doğru zaman geldiğinde ise genel bir devrim işten bile değil.
İsmimin medyada yer almasını hiçbir zaman istemedim, ama artık durum bu, bu gazetecilerden ve hüküm verenlerden kişisel hayatımı soyup sergiledikleri gibi benim sözlerime de kulak vermelerini bekliyorum[3]. İşte benim kısa hikayem. Poitou’nun küçük bir şehrinde geçen herkes kadar sıradan bir çocukluktan sonra aile ocağımdan ayrılarak (ki anne babamı çok severdim) büyükşehire taşındım ve aktif hayata katıldım. Para kazanmak ve çalışmak amacıyla değil, daha çok gezmek, yeni deneyimler edinmek, aşık olmak, delice şeyler yaşamak, macera içindi bu. 17 yaşında bunu hayal etmeyenler ciddi bir şekilde dürtülmeliler.
Orada benim için fakülte olanağı vardı ancak fakültedeki uyku ve hakim kayıtsızlık karşısında hızla hayal aleminden çıktım. Sonra şans eseri, emeklilerin eylemlerinin henüz başlarıydı, bir meclisin içine düştüm. Orada fakülteyi abluka altına almaya çalışan insanlar dikkatimi çekti. Bir binayı işgal etmek ve tersane işçilerine katılmak isteyen birkaç tanesiyle tanıştım. Ertesi gün Medef şubesini kapatmak için duvar örenlere ve soğuk küllerin üzerine “iktidar halka” yazanlara katıldım. İşte o gün bugün olduğum insan olarak doğdum.
Tarih okudum, devrim hakkında çok konuşma yapıldı ama ben cahil başımla konuşmak istemezdim. Fakat fakülteyi terk etmeye çok hızlı karar verdim. Sebebi basitti; sadece kitaplardan, derslerden çok daha fazla şey öğrenmemiz değil; aynı zamanda sosyal olarak yükselerek savaşmak istediğim bu sistemin mutlu bir mikro örneği olmak istemedim. Bu hakiki maceranın başlangıcıydı.
Sonra her şeyi tamir etmeyi ve inşa etmeyi öğrendiğim kırsal bir şehirde, arkadaşlarımla yaşamaya başladım. Bir şeyler satın almak için köle gibi çalışmak yerine her şeyi kendimiz üretmeye çalışıyorduk. Sanki biraz hippi yaşamı mı ne? Farkımız, bizim kendimizi, kendi yağında kavrulan küçük kozamıza gömerek dünyayı değiştiremeyeceğimizi bilmemizdi. Bu dönemde siyasal gündemle bağımı hep korudum, benim de eskiden olduğum gibi ilk kez bir harekete katılan insanlarla tanışmaya gittim.
Peki bugünden geriye 4 aydır Sarı Yeleklilerin içerisinde nasıl yer aldım? Bu, hayatımda hiç görmediğim kadar güzel ve güçlü bir hareket. Ruhum ve bedenimle hiç tereddüt etmeden ona katıldım. Gözaltına alındığım gün öğleden sonra, çok sayıda insan beni selamlamak, bana teşekkür etmek ya da kendime dikkat etmemi telkin etmek için bana geldi. Benim ve diğerlerinin işlediği, kınandığım tüm fiiller, gerçekten kolektif eylemlerdi. İşte bu tam olarak korkunun gücü ve bu sayede bizi baskı altına alıyorlar. Bizi birbirimize karşı kışkırtmaya çalışarak birer birer bastırıyorlar. İyi yurttaş kötü çapulculara karşı. Ancak çok açık ki ne sopa ne de hapis bu hareketi durdurabilecek gibi görünüyor. Bütün kalbim devam edenlerle.
Fleury-Meogis duvarlarının ardından, sarı yelekli Thomas.
[1] Yazar, Fransa ceza sisteminde olağan suç şüphesiyle 1 yıla kadar tutukluluğa imkan veren statüde (dépôt criminel) tutuklanmıştır. (Ç.N)
[2] Bu aynı zamanda, çevreyi kirletenlerin, fakirlikten, sahip oldukları 90 model kamyonete binip, onu kendi başlarına onarıp tamir etmelerinden rahatsız olan birçok resmi ekolojist için de geçerlidir. Hayır, her 4 yılda bir son model otomobil satın almak zorundalar.
[3] Öte yandan gazeteler hukukçu aile büyüklerimi aşağılamak için anlatıyorlar. Hatırlamak için hafızamı eşelemek zorunda kaldım. Daha doğrusu “organize bir çetenin aşağılık soygunu”. Carrofour marketinin tellerinin ardına geçerek çöplerdeki yiyecekleri toplayarak hem de. Biraz çürük bir itham bu ama şaka değil. Sadece cezai nitelemelerin bir illüzyonu.
Thomas’a destek komitesinin blog sayfası : https://comitedesoutienathomasp.home.blog/