HDP kongresinden yeni çıktık. Gerek kongre öncesi gerekse de kongre sonrası HDP’ye yönelik bir takım öneri, eleştiri ve değerlendirmeler yapıldı, yapılıyor. Bu eleştiri ve önerilerin fazlaca bir kısmı HDP’nin yapısal problemlerine(daha fazlası olmalı) ve politik yönelimlerine dair yapıldı; HDP’deki hantallaşma, bürokratikleşme, sokak eylemliliğinin zayıflaması ve tabanının seçmenleştirilmesi ya da hem Kürt hem Türk liberal kanatların parti yönetiminde ağırlık kazanması gibi.
Ancak daha az, daha cılız konuşulan ise bir bütün olarak Kürt Özgürlük Hareketinin değişen paradigması; bölgede ve ülkede yürüttüğü siyasetin ekseni, bu eksen üzerinden HDP’ye biçtiği rol, bu rol üzerinden yöneldiği ittifak arayışları ve tabi ki sosyalist sol ile ilişkileri. Buna karşılık sosyalist solun okumaları ve bu okumalar neticesinde Kürt Özgürlük Hareketinin yeni paradigmasının köşe taşlarını görme ve bunun üzerinden Kürt Özgürlük Hareketi ile ittifak zeminini yeniden biçimlendirme konularıydı.
Bu yazıda biraz konunun bu boyutunu ele alacağım. Niyetim salt HDP’yi eleştirmek, onun politik yönelimlerini ve yapısal problemlerini ele almak değil. Bunu daha önce değişik vesilelerle yapmıştık. Niyetim Kürt Özgürlük Hareketinin değişen paradigmasını, yeni ittifak arayışlarını ve HDP’ye biçtiği misyonu eleştirmek de değil. Niyetim sol açısından süreci anlamak ve solun pozisyonuna dair birkaç kelam etmektir.
Ulusal kurtuluş mücadelesi ve PKK
Kürt Özgürlük Hareketi 30 yılı aşkın bir süredir bilfiil savaşıyor. Bu savaş hem çeyrek asrı aşkın bir süredir yüksek yoğunlukta seyrediyor hem de çok kritik bir bölgede ve çok geniş bir alanda yürütülüyor. Bu çapta bir savaşın sürdürülmesinin hele ki bir ulusal kurtuluş mücadelesiyse (her ne kadar Türkiye Kürdistanı çıkışlı da olsa- dört ayrı ülke toprağında yürütülüyor) geniş bir siyasal esneme kabiliyetine sahip olması, farklı cephelerde farklı zamanlarda ve farklı düzeyde mücadele yöntemleri tercih etmesi, yaslandığı Kürt ulusal kimliğinin değişik sosyo ekonomik ideolojik bileşenlerinin hassasiyetlerini kavraması ve gözetmesi, mücadele ettiği değişik coğrafyalardaki güç dengelerini gözetmesi, farklı ittifaklar kurması ve müzakere koşullarını yaratmak ya da oluşan müzakere koşullarını değerlendirmesi oldukça zaruridir.
Kürt özgürlük mücadelesinin başlayıp bugüne vardığı sürede dünyada çok şey değişti. Reel sosyalizm çöktü, önce tek kutuplu dünya oluştu sonra yeniden Rusya’nın ve Çin’in başını çektiği yeni bir kutup şekillendi. Ortadoğu’da diktatörler devrildi, haritalar değişti. Irak Kürt özerk yönetimi oluştu ve yeniden çok kutuplu hale gelen dünyanın orta doğusunda yeni emperyalist kapışmalar ve bu kapışmaların sahadaki karşılığı olarak yeni vekalet savaşları yaşandı, yaşanıyor. Sırasıyla Saddam’ın, Mübarek’in ve Kaddafi’nin devrilmesi bu ülkelerin sınırlarını değiştirecek türden iç savaşlara açık hale getirilmesi Irak’ta özerk Kürt bölgesinin oluşturulması, sonrasında Suriye’nin uzun bir iç savaş girdabına sokulması DAİŞ ve NUSRA gibi gerici örgütlenmelerin Ortadoğu halklarının başına tebelleş edilmesi gibi keskin siyasal değişimler kısa sayılacak bir zaman içinde oldu, oluyor. Önemli bazı siyasal çalkalanmalar Kürt Özgürlük Hareketinin ana muhatabı Türkiye tarafında da yaşandı.
Kürt Özgürlük Hareketinin bugün bir sıkışma yaşasa da bugüne kadar böylesi bir atmosferde her defasında güçlenerek çıkması, dünyadaki – bölgedeki köklü değişikliklere yönelik etkili refleksler sergileyebilmesi ve Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesiyle birlikte bölgede etkili bir aktör olarak varlığını kurması, kendisi açısından ekonomik ve insani maliyeti büyük olan (DAİŞ ile) savaşa girmesi, Rojava’da (bugün kendini tüketmekle yüz yüze olsa da) bir politik devrim gerçekleştirmesi, bugün iç savaşın sona yaklaştığı Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi oluşturmaya çok yakın olması tam da yukarıda bahsettiğimiz ve kendisini ulusal kurtuluş mücadelesi olma temeli üzerinden var eden politik esneklik ve bu esnekliğin sunduğu değişik ittifaklar kurmak – yürütmek kabiliyetidir. Ama elbette ki daha da önemli olanı savaşıyor olmasıdır.
Elbette bu savaşkanlığı, Marksist olmamakla birlikte önüne koyduğu komünal düzen perspektifi ve bir ulus olarak Kürtlerin kaderlerini tayin mücadelesinin öznesi olması ile Kürt Özgürlük Hareketi bölgede kayıtsız biçimde devrimci hareketlerin desteğini hak etmektedir. Daha da ötesinde bölge halklarının savaşın, mezhep siyasetinin ve emperyalist kuşatmanın içinde boğulmasının önüne geçmek için ve Kürt hareketinin DAİŞ çetelerine karşı yürüttüğü ve Rojava halklarıyla birlikte kanları pahasına kurduğu Rojava devrimini savunmak, Türkiyeli devrimcilerin hem ülke devriminin bir gereği olarak hem de bölgesel ve küresel enternasyonalist görevlerin bir gereği olarak bölgede – Rojava’da Kürt Özgürlük Hareketi ile siper yoldaşlığı yapmaktır.
Evet, Kürt Özgürlük Hareketi için Türkiye Devrimci Hareketi ile ilişkisi taktik değil stratejiktir. Bunun ötesinde siper yoldaşlığıdır; dolayısıyla Türkiye Devrimci Hareketi ile yoldaşlığını politik manevralarının ya da taktik kimi hamlelerinin konjoktürel ihtiyaçları üzerinden ele alıp niteliğini değiştirmez ama son kertede kendi reel politikerliğinin nesnesi haline istemeden de olsa getirebilir. Neticede bir ulusal kurtuluş mücadelesi -hele ki PKK Sovyetlerin çöküşüyle birlikte köklü bir paradigma değişikliğine gitmişken- son kertede savaştığı sistemler ile çelişkisini uzlaşır çelişki olarak tarif eder. Mücadele ettiği devletleri askeri olarak hedefleştirse de gerek devletin kendisiyle doğrudan müzakere etmesinin yolunu açık tutar, gerekse de devletin içindeki farklı iktidar klikleri ile temas etme olanaklarını değerlendirir. Örneğin PKK’nin demokratik modernite nitelemeli komünal toplum tasavvuru bile yürüttüğü mücadelenin ulusal kurtuluş mücadelesi esaslı olması dolayımı ile bugün Türk Devletiyle ve Suriye Devletiyle çözüm masaları kurmasına ve sürdürmesine engel olmamaktadır. Diğer taraftan sınıf siyaseti özneleri için devlet ile müzakere ve uzlaşma durumu asla söz konusu olamayacaktır.
Bu kadar çok cepheli bir savaşta, bu kadar uzun bir süre savaşmak durumunda olan bir ulusal kurtuluş öznesinin nesnel koşullar sebebiyle esneme hakkını ne kadar kullanacağı da elbette hepimizin malumu olacaktır.
Şimdi gelelim bir ulusal kurtuluş hareketi olarak Kürt Özgürlük Hareketinin Türkiye’deki pozisyonuna ve Türkiye Devrimci Hareketi ile yürüttüğü kesintisiz siper yoldaşlığına ve strateji ittifakına. Bununla beraber buradaki politik manevraları, reel politikerliği ve esneme payının devrimciler açısından anlamı ve bir ortak mücadele hattı olarak kurulan ve yürütülen demokratik alan faaliyeti HDP ye bakalım.
Şeffaf ittifak
“Yeni ittifakların olması gerektiğini savunan bir partiyiz. CHP’nin çekingenliğinden çıkması gerek. Cesarete ihtiyaç var bence. Biz kadınlar olarak tiyatro oyununda birlikte bu görüntüyü verdik, bu cesareti gösterdik. Bu cesareti herkesin göstermesi gerek. Bir dahaki seçimlerde daha açık daha şeffaf birlikteliklere ihtiyaç olacağını düşünüyorum.”
Pervin BULDAN (HDP Eşbaşkanı)
Kürt Özgürlük Hareketi uzun zamandır devlet ile müzakere olanaklarını zorlamakta, egemenler arasındaki çatışmalara müdahil olmaya, oralardan müzakereci olanaklar devşirmeye ve demokratik mücadele olanakları ile batıda bunun zorlayıcısı olmaktadır. 30 yılı aşkın süren savaşın hem Kürt Özgürlük Hareketi açısından hem de egemenler açısından düğümü de çözümü de bu müzakere olanağı/ olanaksızlığında somutlaşmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi için düğümü çözme iradesinin bağımsız ve güçlü tarafı olmak için bazı hamleler gerekmiştir.
Bu noktada HDP her şeyden önce Kürt Özgürlük Hareketi tarafından bir ‘’Türkiyelileşme’’ hamlesi olarak kuruldu. Bu ‘’Türkiyelileşme’’ elbette Kürt Özgürlük Hareketinin Türkiyelileşmesi değildi. Bütün Kürtlüğü ve Kürdistaniliği ile ana gövdesi ile farklı cephelerde savaşan Kürt Özgürlük Hareketinin Türkiye’de yürüttüğü demokratik alan siyasetini dönemsel ihtiyaçları üzerinden tasarımlamasıydı. Türkiyelileşme hamlesi meseleyi içeride çözme taktiğinin bir sonucuydu. En azından kısa ve orta vadede Misak-ı Milli’nin kabulüydü. Bunu yaparken sosyalist sola ihtiyacı vardı fakat Kürt hareketi için HDP asla kesintisiz biçimde düzen ile çatışmanın ve düzen dışı bir siyasetin merkezi olmayacaktı. Bunun yerine elbette bir biçimiyle Kürt kimlik siyaseti, bunu saracak biçimde Alevi vb. kimliklerin temsiliyeti ve bunun üzerinden özgürlükçülük siyaseti… İşte bunun adı da ‘’Radikal Demokrasi’’ olacaktı. HDP en az sözü de ekonomi meselesine dair söyledi söylüyor. Çoğu zaman söyleyince de Garo Paylan’ın ‘’Demokrasi olmadığı için yabancı yatırımcı gelmiyor’’ tespitleri ya da Erol Katırcıoğlu’nun hükümete Kapitalist düzenin uyulması gereken bazı kurallarının olduğunu ve bunlara uyması gerektiğini salık vermesi gerektiği türünden beyanlar oluyor.
Bununla beraber HDP, Türkiyeli Devrimciler ile Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik alandaki temasını daha çok salt seçim dönemleri ittifakları biçiminde ve sendikal faaliyet içindeki kesik ittifaklar biçiminde olmaktan çıkarıp, kalıcı ve tanımlı bir hale getirdi. Elbette solun bütün bileşenlerini HDP çatısı altında Kürt Özgürlük Hareketi ile buluşturmak mümkün olmadı ama HDP’nin oluşturduğu etki alanı ve devrimci siyasetteki daralma daha sağlam biçimde DHF, PARTİZAN gibi yapıların, EMEP, Halkevleri, TÖP, TİP gibi yapıların da daha mesafeli de olsa Kürt Özgürlük Hareketi ile HDP üzerinden çeşitli ittifaklar kurmasını olanaklı kıldı.
Halkların Demokratik Kongresi’nin iradesi ile 15 Ekim 2012’de kurulan HDP, kısa sürede toplumsal muhalefeti bünyesinde buluşturan önemli bir siyasi aktör oldu. Kurulduktan hemen sonra başlayan çözüm sürecinde üstlendiği misyonla programındaki radikal demokrasi hedefinin Kürt Özgürlük Hareketi için ne ifade ettiği de netleşti. Elbette Kürt Özgürlük Hareketinin HDP’ye yüklediği tek misyon müzakere misyonu değildi. Kürt hareketi HDP üzerinden Türkiyeli Devrimcilerle buluşmak, Türk metropollerde Kürt Özgürlük Hareketinin kapsama alanından çıkmış Kürt emekçi yığınlarla temas etmek- örgütlemek, yine Türkiyeli sol liberaller, sosyal demokratlar vb. kesimlerle temas ederek burjuva siyasetin derinliklerine temas ederek ittifak ve müzakere olanaklarını arttırmak ve elbette yürüttüğü savaşta rakibinin hareket kabiliyetini sınırlandıracak bir cephe gerisi toplumsal direnç noktası oluşturmaktı da. Yani HDP Kürt Özgürlük Hareketinin yeri geldiğinde müzakere aracı, yeri geldiğinde sosyalist sol ile birlikte cephe gerisini zayıflatma aracı, yeri geldiğinde ise liberal sol ve sosyal demokrasi gibi unsurlarla temas üzerinden burjuva siyasetindeki kamplaşma ve çatışmalara dahil olma, müdahale aracı olacaktı.
Ancak (EMEP’in de ayrılmasıyla da birlikte) HDP bileşenleri arasında az sayıda devrimci yapı vardı, hem HDP içinde hem de dışındaki devrimci yapılar çok zayıftı ve Türkiye Devrimci Hareketi de giderek kan kaybediyor, etkisizleşiyordu. Yani Kürt Özgürlük Hareketi HDP üzerinden sosyalist sol ile birlikte etkili bir cephe gerisi oluşturamadı. Tam tersine sosyalist solun zayıflığı ve önemli bir kısmının ulusalcılığa ve Kemalizm’e dümen kırması sebebiyle Kürt kimlik siyasetini aşan bir siyaset öremedi. Tam tersine başta Kürt kimlik siyaseti olmak üzere, kimlik siyaseti cennetine dönüştü. Bu haliyle etkili olan siyaset atmosferinin dışına çıkamadığı için kendisini kimlik siyaseti üzerinden var eden burjuva siyasetinin de bendini yıkamadı.
Türk metropollerindeki Kürt emekçi yığınlarla buluştu ve fakat bu buluşma da hem organik bir bağ olmadı hem de HDP’nin etkili bir emek siyaseti yürütememesi, pratik emek örgütlülüğüne ilişkin araçları oluşturamaması – kullanamaması ve sokakta etkisizleşmesi sebebiyle Kürt emekçi yığınları kimlik siyaseti temelli seçmenler haline getirdi.
Sol liberaller ile buluşma konusunda (solun etkisizliği sebebiyle de) oldukça başarılı oldu. Ama görünen o ki Kürt liberallerin de partideki varlığı artık kontrol edilebilir olmanın dışına çıktı. Yani HDP büyük oranda Kürt liberallerin ve Türk sol liberallerin dümen suyuna girdi ve bu kadarı istenenin biraz üstünde oldu. Böyle olunca da parti çok savruldu. Bu savrulmayı anlamak için kısa zaman önce HDP’nin yaptığı erken seçim çağrısını, Erdoğan’a darbe ihtimali uyarısını, iktidarın bir takım pis işleri sebebiyle ülke itibarının zedelendiği tespitini hatırlamak yeterli olacaktır.
HDP kurulmasıyla birlikte Çözüm sürecinin yürütülmesinin zemini görevini üstlendi. Çözüm sürecinin Şubat 2015’te Erdoğan tarafından bitirilmesi sonrasında Haziran genel seçimlerinde %13.12 oy ve 80 milletvekili ile meclise girdi. Ancak Erdoğan’ın seçim darbesi ile seçimlerin yenilenme kararı üzerine kurulan seçim hükümetine iki bakan vererek bütünüyle Kürt Özgürlük Hareketinin reel politikerliğinin bir aracı olduğunu gösterdi. Kasım seçimlerine geldiğimizde HDP’nin parlamento siyasetine fazlaca yönünü çevirmesi, savaş hükümetine bakan verme talihsizliğinde bulunması, AKP iktidarının yarattığı devlet terörü atmosferinde de sokaktan geri çekilmek zorunda kalması ve seçim barajını kıl payı geçmesi HDP’nin etkili ve kalıcı bir toplumsal muhalefet örebileceğine dair beklentileri ciddi biçimde azalttı.
Kürt Özgürlük Hareketinin AKP ile masayı devirmesi ve AKP’nin MHP’yi de yanına alarak hızla bir faşist rejim inşa etmesi üzerine HDP özellikle 16 Nisan referandum atmosferinde kendisini biçimlendiren ve temel refleksi AKP karşıtlığı olan, büyük oranda ulusalcı ve fakat heterojen bir durumda olan HAYIR kampına dahil oldu. Bunun devamı olarak da 29 Mart yerel seçimlerinde “Demokrasi adına, barış, özgürlük, adalet mücadelesinin yükselmesi için kimi yerlerde fedakarlık yapma kararı aldık. Bu fedakarlığı şu ya da bu parti lehine yapmıyoruz, demokrasi mücadelesi için yapıyoruz”. diyerek CHP ve İYP’nin başını çektiği ittifakın gizli bileşeni oldu. Ancak ne yerel seçimlerle demokrasi geldi, ne AKP – MHP iktidarı devrildi ne de ‘’Hayır’’ kampında HDP’ye yönelik gözle görünür bir tutum değişikliği yaşandı. Aksine HDP devlet terörüne maruz kalmaya devam etti ve neredeyse bütün belediyeleri ‘’Hayır’’ kampının üstü örtülü ‘’Evet’’i ile gasp edildi. Diğer taraftan yeni sistem ile bütünüyle etkisizleştirilen mecliste HDP’nin varlığı hem görünmez oldu hem de çıkmaza girdi.
Peki bütün bu olup bitenler HDP için ya da Kürt Özgürlük Hareketi için bu tercihten, politik yönelimden vazgeçmeyi gerektirir miydi? Solun geneline sorarsanız evet. Çünkü sosyalist sol, olanı anlamaya dönük çaba harcamak yerine kendince olması gerekeni söyleyip geçmekle meşgul. Ama elbette Kürt Özgürlük Hareketi için süreç neredeyse yeni başlıyor. Yani Kürt Özgürlük Hareketinin HDP’ye biçtiği misyon HDP’nin bazı yapısal bozulmalara ve bazı politik sendelemelere rağmen bu istikamette yürümeye devam edeceği anlamına geliyor. Elbette Kürt Özgürlük Hareketinin HDP üzerinden radikal solculuk, düzen dışı siyaset yapmaya niyeti yok. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi açısından HDP savaş gücü değildir ve kendisi hâlihazırda cephede savaş halindedir. Ama HDP’ye rolünü oynatmak için sosyalist sola ihtiyacı vardır.
Elbette sosyalist solun gerek bir bileşen olarak içeriden gerekse de kurduğu ittifaklar ile dışarıdan HDP’yi sola çekmeye dönük müdahaleleri olacaktır ve bu işin doğasıdır. Ancak müdahale ile beklenti aynı şey değildir. Beklenti yanlış ya da doğru değerlendirme sonucu oluşur müdahale öznenin varlık şartıdır.
Peki HDP’nin genel olarak bugünkü politik örgütsel pozisyonunun Kürt Özgürlük Hareketi açısından bir tercih ve planlama olduğu düşünüldüğünde ve HDP bileşeni sosyalist gurupların öznelliği ve Sol siyasetin nesnelliği düşünüldüğünde sol açısından bir içeriden bir müdahalenin varlığından ve gerçekçiliğinden bahsedebilir miyiz? HDP bileşeni sosyalist sol açısından acaba kendisine ait olduğunu düşündüğü kürsüden Ali Babacan’ın mesajının okunması ya da kendisine ait olduğunu düşündüğü sandalyede Ahmet Davutoğlu’nun yardımcısının oturması ne ifade ediyor? Buna engel olmaya niyeti var mı? Varsa yapabileceğini düşünüyor mu?
HDP’nin son kongresinde Gelecek Partisi’nin genel başkan yardımcılığı düzeyinde temsil edilmesini ya da Ali Babacan’ın mesajının kürsüden okunmasının vb. durumların ana muhatabı bir ittifak partisi (TİP) başkanı ve milletvekili olarak orada bulunan Erkan Baş ya da yine bir ittifak milletvekili Oya Ersoy değil HDP bileşeni sosyalist yapılardır. Ya da 29 Mart yerel seçimlerindeki tavrı bugün yukarıda alıntıladığım Eşbaşkanın konuşmasına konu tavrının ana muhatabı HDP bileşeni sosyalist yapılardır. Evet HDP Kürt reel politikerliğinin bir gereği aracı ve sonucudur. HDP’nin büyük oranda politik ve örgütsel tercihleri bu reel politikerlik açısından günah değildir. Günahsa da bu Kürt Özgürlük Hareketinin günahıdır ve vebali onun politik esnekliği içinde elimine olacaktır. Ancak HDP bileşeni sosyalist yapılar için bu günahlar çok nettir. Bu günahların vebali kendi sırtındadır ve kamburu her geçen gün daha da büyümektedir. HDP belki bu yoklukta önemli bir toplumsal direnç merkezidir ve bazı biçimleriyle önemlidir. Ama HDP bileşenliği sosyalist yapılar açısından artık maalesef günahkar olmaktan ve ideolojik – politik bozulmanın ötesinde bir şey ifade etmemektedir/etmeyecektir.
HDP bileşeni sosyalist yapılar için partiyi solda tutmak ya da sola çekmek Kürt Özgürlük Hareketinin ihtiyaçları ve bileşen yapıların durumu ve parti içerisinde hakimiyetini iyice artırmış Kürt liberaller ve sol liberaller gözetildiğinde gerçekçilikten uzak bir temennidir. Bu gerçek dışılıkta ısrar yapıların kendini HDP içinde tutmaya dönük bahanesinden başka bir şey olmayacaktır.
HDP gereğinden fazla kimlik siyaseti yaparak, kadrolarını bileşenlerini ve tabanını kimlik siyasetinin düzeniçileştirici ve bölücü etkisine maruz bıraktı. Politik hattını her fırsatta farklılıkların ortak yaşam ülküsü üzerinden kurunca farklılıkların zenginliğini emek siyasetinin temeline dinamit olarak yerleştirdi. Burjuva siyaseti ile teması olağanlaştırararak hem yüzü kendine dönük kitlelerin uzun vadede devlet ile temasının yolunu açtı hem de şimdi şu anda bileşeni sosyalist yapıların düzen karşıtı siyaset üretememesine, iktidar perspektifinin zayıflamasına yol açtı. Burjuva parlamenter sınırların meşruiyetini arttırdı ve radikal demokrasi söylemiyle hem iktisadi hem de siyasi manada iyileştirilebilir kapitalizm olasılığını işledi. Burjuva siyasetinin kendisini din, milliyet vb. kimlik siyaseti üzerinden kurma çabasını farklılıkların emek eksenli siyaset ekseninde birleşerek parçalamasını sağlayamadığı gibi kendisi de abartılı bir kimlik siyaseti hattı tutturarak ezilenlerin sistemle yaşadığı temel ve büyük oranda uzlaşmaz çelişkinin kimlik hakları ve özgürlükler temelli uzlaşır çelişkilere evirilmesine sebep oldu. HDP bir biçimiyle kendisine biçilen misyonun bir sonucu olarak bunu yaptı belki de bir biçimiyle de içerdiği liberal unsurların gücüyle biraz abarttı.
Daha fazlası sayılabilir. Ama şurası gerçek ki; sınıf siyasetinden bütünüyle arınmış, içi boş bir AKP karşıtlığı ile malul, abartılı ve bölücü bir kimlik siyasetinin taşıyıcısı, ‘’fedakârlık’’ ruhu ile seçimci ve parlamento eksenli bir toplumsal muhalefet bırakın bileşeni sosyalist hareketi sıfırlamayı Kürt Özgürlük Hareketi açısından bile ileride bir handikaba dönüşecektir. Ama neyse ki Kürt Özgürlük Hareketi ile ilgili kısmı bu yazının konusu değildir.
Sosyalist yapılar olmaksızın HDP’nin ne olacağı temelde Kürt Özgürlük Hareketinin sorunudur. HDP olmaksızın sosyalist hareketin ne olacağı da temelde sosyalist hareketin sorunudur. HDP, sosyalist hareket için güçsüzlüğünün, yetersizliğinin kamufle alanı olamaz ya da sosyalist sol güçsüzlüğünün, yetersizliğinin bir sonucu olarak HDP’de bulunmayı kendince – kendi içinde temellendiremez. Oldu ki HDP bileşeni sosyalist hareketin bu haliyle HDP’nin istikametini değiştirmek, orada sınıf siyaseti üretmek ve kendisini yeniden HDP üzerinden kurma şansı maalesef yoktur. Diğer taraftan HDP’de olmamak Türkiyeli Devrimcilerin Kürt Özgürlük Hareketi ile siper yoldaşlığı yapmasına engel değildir. Bunu en iyi de biz dâhil diğer HDP bileşeni sosyalist yapıların bir kısmı bilmektedir!