Helikopter Kazası Ve İran’da Yaklaşan Seçimler-Mehmet Turan

Helikopter Kazası Ve İran’da Yaklaşan Seçimler

İran tarihi Kaçar Hanedanlığı ve Rus-İran savaşlarından 1906 Anayasal devrimine, Rıza Şah ve modern İran’dan Muhammed Rıza Şah dönemine, İslam Cumhuriyetinin kuruluşu ve Humeyni döneminden günümüze kadar derin değişimlerin tarihidir. Aynı zamanda sayısız kopmaların… Son helikopter kazası adeta bu sürekliliği doğrularcasına gerçekleşti diyebiliriz.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 19 Mayıs 2024 tarihinde Azerbaycan sınırında bir baraj açılışı sonrası Tahran’a dönerken helikopter kazası sonucu hayatını kaybetti. Dışişleri Bakanı da aynı helikopterdeydi.

1980’li yılların sonunda adı “Tahran Kasabına” çıkan Reisi ’nin ardından İran halkları pek gözyaşı dökmedi. O aynı zamanda Mahsa Âmini için başlatılan halk eylemlerinde 500 kişinin öldürülmesi ve onlarca kişinin idamından sorumlu bir liderdi.

Haziran 2021’de işbaşına gelen Reisi, asıl iktidar gücü olan Rehber (Dini Lider) ve Uzmanlar Meclisi’ne ( Dini lideri seçen mollalar meclisi) sadakatle bağlı itaatkâr bir kişilikti. Daha önce Ali Hamaney tarafından Yargı Erki başkanlığına atanan Reisi 1988’de binlerce siyasi mahkûmu idam eden “Ölüm Komitesi ”nin bir üyesi olarak tanınıyordu.

En baştan söylemek gerekirse bu eli kanlı katilin ölümü Cumhurbaşkanlığında doldurduğu yerden çok İran’ın geleceğindeki olası rolü açısından daha fazla yankı uyandırmıştır.

 Reisi dünyada uçak ya da helikopter kazasında ölen 24. Lider. /Ekonomi Diplomatik Gazetesi.

Ortadoğu’da Gazze merkezli savaşın tam ortasında, İsrail ile İran kendi savaş tarihlerinde birbirlerine ilk kez füze fırlattıkları bir zaman aralığında böylesi bir kaza haliyle birçok çevre tarafından pek olağan karşılanmadı. İlk akla gelen olağan şüpheliler elbette İsrail ve ABD idi. Ancak ne kadar gözü dönmüş bir devlet olsa da İsrail’in böylesi bir eylemde bulunması “ doğrudan savaş ilanı” olacağı için sonuçlarını kaldıramayacağı bir sabotaj olurdu. Kaldı ki olayın Azerbaycan dönüşü olması İsrail’in arasının gayet iyi olduğu İlham Aliyev ile ilişkisini bozabilirdi. Son olarak İsrail siyasileri ve mollaları öldürmüyor. Daha çok nükleer sistem ve füze teknolojisi çalışanları ile Kudüs Gücü gibi profesyonel özel savaş birliklerini hedef alıyor. ABD ise kendi içinde bölgeden çekilme tartışmalarının yapıldığı ve Amerikan seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde bu tarz bir eylemin arkasında olamazdı. Geriye iki seçenek kalıyordu. Ya gerçekten beklenmedik bir hava muhalefeti ya da İran devleti içinden bir gücün operasyonu gerçekleştirilmiş olduğuydu. Güçlü bir olasılık olan hava muhalefeti ya da pilotaj hatasını bir kenara koyarsak diğer seçeneğin gerçekleşmiş olması İran’ın kısa orta vadede kendi içinde özellikle bölge temelli ihtiyaç duyduğu bir yeniden yapılanma ile ilgili olabilir. Asıl mesele böyle bir ihtiyacın olup olmadığının ortaya konulmasıdır. Eğer böyle bir ihtiyaç hasıl olduysa elbette bu eylemi gerçekleştirmiş olabilirler. Bir devletin kendi liderini öldürdüğü görülmedik bir şey değil sonuçta! Panama ve Lübnan başkanlarından, J.F.Kennedy ve Turgut Özal’a, Ziya Ül-Hak’tan Burundi ve Ruanda cumhurbaşkanına kadar öldürülen birçok lider var. Çoğu da uçak veya helikopter kazasında!

Kazadan kısa bir süre sonra tartışmanın ekseninin Dini Lider Ali Hamaney’in veliahttı kim olacak şeklinde yön değiştirmesi, ister istemez kazanın bir an önce unutturulmak istendiğini düşündürüyor. Çünkü Reisi Hamaney’den sonra onun yerine gelmesi beklenen en kuvvetli adaydı. Kimi çevreler Hamaney’in kendisinden sonra koltuğunu oğlu Müçteba’ya bırakmak istediği için bu kazanın arkasında olabileceğini ileri sürseler de bu görüş, sistemin teokratik bir saltanatı andıracağından dolayı çok zayıftır.

Bazı çevrelerin meseleye “Acem sarayında entrika bitmez. Bir molla gider bir molla gelir” biçiminde yaklaşmasını ise olayın basite indirmesi olarak görüyoruz.

Nasıl gerçekleştiğinden bağımsız olarak bu olayı Mahsa Âmin ’inin katledilmesinden sonra gelişen kitlesel protestolar ve İsrail-Hamas çatışması ve bu çatışmayla bölgeselleşen savaştan bağımsız düşünmemek gerekir.

İran’da devleti yöneten, daha doğrusu iktidarı elinde tutan iki temel güç var. İdeolojik güç Rehber (Dini Lider) ve Mollalar (Uzmanlar Meclisi), askeri güç ise Devrim Muhafızları Ordusudur. Siyaset bu iki gücün şekillendirmesi ve onayıyla gerçekleşmektedir. Bu anlamda yeni Cumhurbaşkanı seçiminde belirleyici olacak yine bu güçlerdir. 1979 İran devriminden sonra Humeyni’nin ölümü ile bu iki güç kendilerini seçimlere kimlerin katılabileceği konusunda anayasal olarak karar verici bir güç düzeyine yükseltmişlerdir. Rakiplerin seçim öncesinde tasfiye edilerek halk iradesinin gasp edilmesinde dünyada eşi benzeri az bulunan bir seçim yasasıdır bu. Dini liderlik ve onun askeri gücü ülkenin mutlak hâkimi iken halkın seçtiği Cumhurbaşkanlığı makamı ikinci güçtür. Yanısıra Cumhurbaşkanının atadığı kabine ve halkın seçtiği parlamentonun tepesinde  “Anayasayı Koruyucular Konseyi “isimli fiilen Dini Liderliğe bağlı bir baskı ve sansür kurulu da vardır. İran devriminden sonra bölgede gelişen iç ve dış siyasi olaylara bakıldığında Cumhurbaşkanlığı seçimleri İran halklarının nefes alabildikleri tek demokratik seçenek gibi gözükmektedir. Ancak bu kısıtlı seçenek her daim mutlak gücün gölgesi altında yaşamaya mahkûm bırakılmıştır. Bu seçenekte bile İran halkları “kötünün iyisini” seçmeye zorlanmışlardır. Bu yüzden mevcut tepkilerini zaman zaman geriye kalan son seçenek ile seçimleri boykot ederek göstermek durumunda kalmışlardır. Mesela 2021’deki son seçimlerde Reisi yüzde 50’nin altında bir oyla seçilebilmiştir.

 28 Haziran 2024 İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ilk dört aday. Kaynak: İran Araştırmaları Merkezi (İRAM)

SÜREÇ VE YENİ SENARYOLAR

Önümüzdeki seçim açısından Hamaney ve Uzmanlar Meclisi’nin tercihi halkın teveccühünü alabilecek adayların önünün kesmek ve büyük ihtimalle Reisi profilinde sistemle çatışmayacak, rejimin ideolojisine sadık bir adayı öne çıkarması şeklinde olacaktır. Sandığa zaten inancını yitirmiş olan İran halkları için bu durum elbette yeni bir hayal kırıklığı yaratacak,  ama öte yandan sistemin meşruiyet krizini daha da görünür kılacaktır. İran egemenlik sistemi açısından böylesi kırılgan ve istikrara ihtiyaç duyulan bir dönemde başka türlü bir manevra ihtimali gözükmemektedir. Asıl kritik dönemeç ise artık çok yaşlanmış Ali Hamaney’in ölümünden sonra gerçekleştirilecek yeni dini liderin seçim süreci olacaktır. Bu noktada karşımıza çıkacak olan muhafazakâr ve reformcular arasındaki çatışmalardan ziyade muhafazakâr güçlerin kendi aralarındaki mücadeleler olacaktır. Reisi ‘nin ölümü içeride güç mücadelesini ateşleyebilir.

Reisi ‘nin ölümünün Türk-İran ilişkileri bağlamında çok büyük değişiklikler getirmeyeceği söylenebilir. Bu iki ülkenin 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan bu yana zımni olarak uyguladığı politika genellikle birbirlerinin hayati çıkarlarını önemseyen bir yaklaşım olmuştur. Ancak son yıllarda özellikle Kürt meselesinden kaynaklı TC’nin Süleymaniye’de Talabani’nin Kürdistan İşçi Partisi’ne olan desteğinin arkasında İran’ın da olduğunu düşünmesi, TC’nin Irak’ a doğru Katar ve BAE ile birlikte “kalkınma yolu” projesini gündemleştirmesi ve Karabağ savaşı sonrası Zengezur koridorunu açmak istemesi TC-İran ilişkilerinde yeni kriz duraklarını oluşturmaktadır. 22.06.2024