Her şeyi değiştirmeye cüret et!* – Genç Komünarlar

2. Ortadoğu Gençlik Konferansı 20 – 22 Şubat tarihleri arasında yüzlerce genç temsilcinin katılımıyla ve çeşitli sunumlarla Kobane’de gerçekleştirildi. Genç Komünarlar’ın bu konferansta yaptığı değerlendirme aşağıdadır:

***

Bugün direnişin ve zaferin sembolü, 21. yy’ın Stalingradı Kobane’de yapılan bu buluşma mekanın kattığı değerle birlikte daha da bir anlamlanmıştır. Aslında konferansın amacı ve hedefi mekanın kendisinde gizlidir. Kobane faşist çetelerin saldırısı altındayken, dört bir yanı kuşatılmışken, olmakta olanın seyri değişti, tarihin akışı bir başka yöne döndü yüzünü: Direnişin ve özgürlüğün yoluydu bu yön. Ortadoğu halklarının çocuğuyla yaşlısıyla birlikte karşı duruşu ve mücadelesiydi zaferi getiren. Bir avuç insanın gösterdiği irade, bölgeyi aşarak bir serhıldana, dünya çapında bir seferberliğe dönüştü.

Türkiye’de bu tarihi direnişle ortaklığı en önden yaşayan, Türkiye devrim mücadelesini sahici bir boyuta taşıyanların dinamizmi gençlikti. Üniversite kampüslerinden, lise sıralarından, mahallesinden, şantiyesinden çıkıp gelen bu gençler Gezi barikatlarını Kobane mevzilerine taşıdı. Tarihselliğinin içinden yaptı bunu. Nasıl ki daha önce Türkiyeli devrimci gençler, Filistin halkıyla birlikte savaştılarsa ve mücadeleyi bir başka boyuta taşıdılarsa, alışılagelmiş yetersiz dar sınırlara sıkıştırılmış devrimciliği reddettilerse, işte öyle bir reddediş ve arayışla bu görevi omuzladılar. Bu gençlik huysuzdu; normları kabul etmiyordu; öğütleri, kuralları, eskimeye yüz tutmuş perspektifleri tanımayan, aslında özgürlüğün önünde sınır tanımayan, arayışının peşine düşen bir gençlikti. Tıpkı diğer yerlerde, geldiğiniz topraklarda olduğu gibi.

Devrimci dinamizmi ve potansiyeli en hızlı gören ve ona temas etme cüretini gösterenler gençler olagelmiştir. Yakın tarihe bakalım; Wall Street eylemleri, Yunanistan’da Alexis’in öldürülmesiyle alevlenenen isyan silsilesi, Meksika’da Şili’de, Fransa’da isyanı ve direnişi örgütleyenler, İspanya’da öfkeliler… her yerde zaptedilemeyen gençliği görürüz. Mısır, İran, Filistin, dünyanın dört bir yanından kendini ve özgürlüğünü aramak için gelen, Rojava’da enternasyonal devrimci dayanışmayı ören gençler…

Şimdi bütün bunları şöylece bir hatırladıktan sonra esas gündemimize gelelim. Sormamız gereken çok soru ve o soruların cevaplarına giden ipuçlarını veren birçok halka var. Peki bugünün dünyası ne durumda, “biz”liğimiz nereden geliyor, bugün bizi bir araya getiren sadece coğrafik yakınlık mıdır, neden gençlik vurgusu yapılmaktadır, gençliğin rolü ve misyonu nedir ve daha sıralanacak bir çok soru. Burası en azından doğru soruları sorabilmemizin bir birikimini sağlayabilir bizler için.

Bugünün dünyası büyük bir sistem krizi içerisinde. 2008’de başlayan sermayenin kriz hali, neoliberal rejim krizi hala devam etmekte. Daha önce hiç olmadığı kadar yoksulluk, işsizlik, baskı, savaş var her yerde. Devletler başvurdukları her çözüm planında altüst oluyor. Mevcut rejimler devamlarını sağlayabilmek için ya daha fazla baskı ve sömürü politikaları izliyorlar ya da sınırlar içinde refah artırıcı önlemleri sınırdışı savaşlarla finanse etmeye çalışıyorlar. Faşist, ırkçı, dinci söylemlere sarılıyorlar. Bakın sadece Ortadoğu’da değil tüm ülkelerde faşist söylemlerin hegemonyasını, faşist çeteleri ve faşist diktatörlük oluşumlarının adımlarını görebilirsiniz. Ancak faşist yönetimler ve savaşla ayakta kalmaya devam edebilirler, çünkü kitlelerin öfkesinde boğulmamaları için asıl düşmanı bulanıklaştırıp yani iktidarı ve sermayeyi görünmez kılıp, kendi yarattıkları günah keçilerine, dış düşmanlara ihtiyaçları var. Göçmen karşıtlığı, ırkçılık, anti islamcılık, mezhep karşıtlığı, erkek egemenlikçi politika ve yaklaşımlar, söylemler onlar için bir nefes alanı olabiliyor. Kriz halinin evrenselliği ve ortaklığı, dış dünyaya kapalı sanal “biz”ciklerle görünmez kılınıyor. Toplumsallığın dinamikleri sahte yapıtaşları üzerine çarpık bir şekilde inşa edilmeye çalışılıyor. Ortadoğu tümden mültecileştiriliyor, halkların ortaya koyduğu irade ve direnişler emperyalist planlara paravan ediliyor ya da o planlar içerisinde sönümlendiriliyor. Bugün doğduğumuz topraklarda yaşayamaz haldeyiz, göç etmek zorunda bırakılıyoruz. Çocuklarımız, kardeşlerimiz mültecileşmeyi tek seçenek görüp ya denizlere dökülüyorlar ya da kapitalist çarkların içinde en vahşi ve insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışıyorlar, sermayenin kanlı dişlilerinde katlediliyorlar. Hesaplanamaz, kayıt dışı bir emek gücü dolaşıyor. Tam da bu kan ve vahşet tablosu içinde Ortadoğu, tarihin bir cilvesi olarak, dünya dengelerinin yeniden kurulmaya çalışıldığı alan haline gelmiştir. Enerji kaynakları ve enerji geçiş yolları açısından tarihsel önemi içerisinde Ortadoğu’yu incelemek ve anlamak bu yüzden önemlidir.

Peki biraz olsun somutlaştırmaya çalıştığımız bu tabloda, bahsedilen “biz” kimdir, bu “biz” hangi dinamikler ve hangi ortaklıklar üzerine kendini varetmektedir ya da varetmelidir?

Farklı kültürlerden, farklı toplumsal ilişkilerden geliyoruz. Ancak Ortadoğu’ya bakarsanız eğer sömürgeciliğin, yabancılaşma ve ayrıştırma politikalarının etkileri ve küfünü hafifçe bir silkelersek ortak medeniyetler diyarı olduğunu, Ortadoğu halklarının tarihinin Sykes Picot anlaşmasında belitirilen cetvelle çizilen sınırlarca belirlenmediğini görürsünüz. Müthiş bir çeşitlilik ve çoğulluk vardır Ortadoğu’da. Ortak bir tarih, ortak bir direniş vardır. Bu tarihselliği tekrar ortaya çıkarmak ve bilince çıkarmak gereklidir bugün. Ortadoğu kimlikleşme ve emek mücadelelerinin artık çok yüksek oranda bir potansiyel olması durumundan patlama durumuna geçmiştir. Küresel sermayenin bölgede at koşturur türden özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra iyice kaynayan kazana dönen, savaşın sisteme içkin olağanüstü olağanlaştığı bölgede, on yıllardır süren bu istikrarlı istikrarsızlığa başkaldırış isyan türünden uyanışlarla bölge halkları ve emekçilerinin cevap verdiklerini deneyimledik.

Peki bütün bu anlatııklarımızın içinde gençlik nerede durmaktadır? Gençlik tüm devrim süreçlerinde en aktif ve dinamik bir özne olarak tarihte yerini almıştır. devrimci isyan geleneğini her dem diri tutan ve ona rengini verenin Gençlik olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Bu bir yanıyla gençliğin henüz kapitalist üretim ilişkilerine ve kapitalist toplum ilişkilerine tam anlamıyla adapte olmayışı ile ilgilidir. Henüz “uysallaştırılamamıştır”. Aile bağları ve okulda verilen eğitimlerle dizginlenmeye çalışılsa da bu böyledir. Gençliğin kimlik arayışı ve kendini varetme isteği gerilimlerle ilerlemeye devam eder. Toplumsal hareketlerin seyrine bakarsak görebileceğimiz gibi piyasadaki dalgalanmalarla gençliğin huzursuzluğu bir orantı içindedir, bir ilişki vardır. Gençliğin biyo-toplumsal koşulları itibariyle cüret ve cesaret,, düzendışılık ve kuralsızlığı, arayış ve kendini varetme istegi eğer devrimci bir zeminde şekil alırsa, sahici sorular sahici cevapları aramaya yönelirse orada bambaşka bir seyir olacaktır, olmuştur. Şimdilerde yeniden popülerleşen ve bağlamından kopartılan bir kelime daha açıklayıcı olabilir: Gençlikdepremi, youthquake. Gençlerin etkisi ve hareketiyle ortaya çıkan önemli bir kültürel, siyasi ve toplumsal değişim”. literatürde bu kelimeye neden ihtiyaç duyulduğu önemlidir. Ve bugün kapitalist dünyada gençlerin payına düşen, geleceksizlik, çalınan hayaller, anlamsızlık, işsizlik ve kölelikten başka bir şey değildir. Ait olduğumuz toplumsal ilişkilere göre bu durum farklı yollarda seyretmektedir, çözümü göç yolaarında aramak, yozluk içinde akan yaşamlar, fizyolojik ve düşünsel olarak uyuşmak, iyi bir iş vs vs. bunların hiçbiri sahici çözümler değildir, sistemin kendini hedef tahtasından kurtarma yöntemleridir. Sahici olan çözüm ise bize bütün bunları dayatanlara ve zihniyetlerine karşı mücadele etmektir. Var olma çabamız ve isteğimizi ancak özgürlük arayışıyla birleştirebilirsek gerçekleştirebiliriz.

Söylediklerimizin somutlaşması için mücadele deneyimlerini paylaşmak iyi olacaktır. Mücadele deneyimlerinin paylaşılması ve değerlendirilmesi bizlere yeni kapılar ve alanlar açar. Türkiye’de devlet çarpık ve asimetrik bir gelişime sahiptir. Ortadoğu’da alışık olunan şekilde askeri darbelerle dolu bir tarihe sahiptir. Bugün faşist devlet AKP’nin başkanlık rejimiyle kurumsallaşmasını bir üst düzlemde gerçekleştirmiştir. Son haliyle bakacak olursak, bugün, yarı açık cezaevine dönüştürülmüş bir devlettir Türkiye. Başta ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kürt halkı olmak üzere, akademisyenlerinden gazetecilerine, öğrencilerinden işçisine toplumun her kesimine dönük müthiş bir baskı ve tutuklama furyası var. Ekonomik kriz, tarihte hiç olmadığı seviyede. Halk yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geliyor. Bu cendere her yönden zorlanmak, kırılmak zorunda. Ve isyan ve direniş dinamiklerini en güçlü taşıyan kesim Kürdüyle Türküyle, işçisi işsizi, öğrencisiyle GENÇLİKtir.

Türkiye’de Gezi direnişi hala bir motivasyon kaynağı olarak hafızalarda yer alıyor. Gezi’ye gidilen süreçte Türkiye’de öğrenci gençliğin uzun süredir görülmemiş bir hareketliği ve kitleselliği vardı. Üniversitelerde liselerde AKP’nin kadın karşıtı politikalarına, bir bütün olarak toplumu hedefleyen baskıcı, tektipleştirici politika ve uygulamalarına ve işsizliğe karşı direnişler militan çizgide gelişerek devam etti. Öğrenci hareketi tüm direniş odaklarıyla temas kurarak canlılık katıyordu. İşçi grevlerine katılımı, kamu yaşamına dair düzenlemeler, özellikle kadına yönelik şiddete karşı yapılan güçlü kadın direnişleri ile toplumsal muhalefet, özgürlük talebi etrafında birleşmişti. Aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi ile devletin yürütmüş olduğu “çözüm süreci”nin etkisi ile şovenizm ve ırkçılık zehri ile daha az sersemlemiş olan Türk halkının sahici gündemleri gün yüzüne çıkma fırsatını bulmuştur. Böylesi bir süreçte kimsenin tahmin etmediği bir an ve şekilde tüm meydanlarda tüm toplumsal kesimlerin özgürlük talebi etrafında sokağa döküldüğü, meydanları tuttuğu Gezi direnişi yaşandı. Arap ayaklanmalarında olduğu gibi gençliğin sosyal medya üzerinden yaptığı örgütlenmeler ve çağrılarla direnişin organizasyonu ve ilerleyişi sağlandı. Barikatlar kuruldu. Polis ve kolluk kuvvetleri meydanlardan çekilmek zorunda kaldı. Sermaye grupları arasındaki çelişkiler açığa çıktı. Kullanılan tüm şiddete, direnişte şehit düşen ve yaralanan onca insana rağmen direniş devam etti. Komünler kuruldu, toplumsal tüm alanlar direnişle birlikte yaşadı. Kitlelerin kendi gücünü görmesi ve yapabileceklerini keşfetmesi açısından muazzam bir deneyimdi. Ancak sonrasında önderlik boşluğundan dolayı çok parçalılık gibi nedenlerle de birlikte direniş daha fazla devam ettirilemedi. Öte yandan, toplumsal duyarlılık canlılığını korumaya devam etti. O canlılık içinde gelişen Kobane direnişi gençlik üzerinde bambaşka bir etki yarattı. Ve Türkiye devrimci hareketi, “başka” bir dünyayı tekrar hatırlamış oldu. Ancak değişen dengeler faşist devletin giderek kurumsallaşması ile, bir bir kaybedilen mevzilerle, uygulanan olağanüstü baskı karşısında, öfke yerini çekimserliğe ve yenilgi psikolojisine bıraktı. Sonrasında gelişen özyönetim direnişleri Gezi’nin “bu daha başlangıç” sloganını, “ne olursa olsun sonu muhteşem olacak” sloganına akıttı. Arap baharı, Gezi, Podemos (Öfkeliler), Kobane direnişi ile başlayan Rojava devrimci potansiyeli, bugün sarı yelekliler, kırmızı yelekliler vb. vb hepsi üzerine söylenecek çok şey var. Ancak bizim için önemli olan bu direnişlerde gençliğin oynadığı rol ve bu isyan dalgalarına süreklilik kazandırabilecek yöntem ve perspektifler.

Bu isyanların hiçbiri muhteşem devrimci örgütlülükler, olanaklar içinde gelişmedi. Birgün önceden o isyanın barikatlarını kuran, savaşını veren insanlara söylenseydi böylesi bir direniş olacağı, muhtemelen örgütlü örgütsüz hiçbir güç inanmazdı. Sadece içinde olduğumuz andan bakarak geleceği kurgulayamayız. işte işin önemli kısmına geliyoruz. Tüm bir Ortadoğu, emperyalist işgal planlarıyla sarsılır ve (iça ve dışa göçle) mültecileştirilirken, gerici ve faşist iktidarlar baskı ve zoru olağanüstü bir hale getirmiş, yasal ve çete oluşumları ile toplumu adeta sürekli kamçılarken, biz gençler ne yapacağız? Geleceğe dair umutlarımız ve hayallerimiz egemenlerin sermaye savaşlarına kurban edilirken, sessizce oturmamızı bekleyenlere karşı ne yapacağız?

Ortadoğu bugün düğümlerin düğümüdür, çelişkilerin tümünü en çıplak haliyle barındırmakta ve yaşamaktadır. Tarihi itibariyle de tüm bu çelişkiler ülkelerle belirli toplumsal gruplarla sınırlı tutulamazlar, burada olanı bölgesel ele almalıyız.

Bugüne gelene kadar Ortadoğu’da yaşanan kitlesel direnişlerde gençliğin öncü rolü önemlidir bu potansiyel gözden kaçırılmamalıdır. Yer yer yaşanan başarısızlıklar ve tarihin ağırlığı karşısında, gençlik kendi tarihini yeniden bilince çkarmalı, kendi gücünü ve potansiyelini açığa çıkarabilmelidir. Bölgenin sahip olduğu devrimci dinamikleri açığa çıkarmalı ve onlara temas etmelidir, bu temas noktaları genişleyerek bölgeyi sarabilmelidir.

Gençliğin rolünü oynayabilmesinde, kadın özgürlük mücadelesinin önemini gözardı etmemeliyiz. Egemenlerin en zayıf yerlerinden biri kadın özgürlük mücadelesidir. Ortadoğu gerçekliği içinde kadın özgürlük mücadelesine hak ettiği önemi vermeli, gençliğin burada öncü rol oynamasını sağlamalıyız.

Kriz anları muhteşem devrimci olanaklara sahiptir, bunu yeni mücadele arayışları ve asi ruhuyla devrimci duruma sıçratabilecek olan gençliğin ta kendisidir. Sykes Picot anlaşmasının Ortadoğu halklarına dayattığı kimliksel ve coğrafik sınırları aşarak bir mücadele hattı örme noktasında ısrarcı olmalıyız.

Günümüz Ortadoğusu’nda yaşanmış ayaklanma ve isyanların deneyimleri üzerine basarak yükselmeliyiz. Çok parçalı mücadele alanlarını gençliğin dinamizmiyle buluşturabiliriz. Mevcut olana hapsolmamalı, egemenlerin önümüze koyduğu seçenekler içinden birini seçmek yerine gerçek taleplerimizle alternatifimizi yaratabilmeliyiz.

*Sarı Yelekliler’in öne çıkan sloganı

Kaynak: Komün Gücü