Sarı Yelekliler eylemlerinin Türkiye’de çokça tartşılmasının nedenlerinden biri de, politik ilgimizin odağında Fransa’nın eskiden beri yer kaplamasıdır. Eski kuşakların birinci yabancı dili Fransızcadır, kitap çevirilerinden politik gösterilere değin Fransa iklimi ülkemizi sürekli etkilemiştir.
22 Haziran 1871 tarihli Hakayık-ul Vekayı Gazetesi Paris Komünü ile ilgili haberinde “Paris’teki eşkıyanın kumandanı Karl Marx denilen ve hala Londra’daki Enternasyonal nam cemiyetin reisi bulunan pehlivandır.” yazıyor, ardından da Engels için “rahat yaşamasına rağmen kışkırtıcılık yapıyor” demeyi ihmal etmiyordu. Aynı tarihlerde padişah Abdülaziz’e karşı örgütlenme faaliyetlerine Paris’te devam ettiren Jön Türkler arasında, Komün için cephede savaşanlar bile vardı. Paris Komünü’nün düşmanı başbakan Thiers, aynı zamanda Cezayir Müslümanlarının da katiliydi. Müslümanların hatırına, başlarındaki kırmızı püsküllü feslerle Komün saflarında barikatların gerisinde yer tutacak olan birkaç Jön Türk, hiç bitmeyecek bir politik etkileşimin ilk örnekleri olduklarını bilmiyorlardı.
Türkiye’nin en üretken komünistlerinden olan Hikmet Kıvılcımlı’nın da Fransa ve Türkiye arasındaki kurduğu benzerlikler oldukça verimlidir. Bu yazıda, o analojileri kısaca hatırlatmak istedik.
Kıvılcımlı’ya göre 1970 yılındaki Türkiye, Batı’nın 1851 yılındaki hali gibidir; 1848 devrimlerinin yenik düştüğü ve diktatörlüklerin ülkeleri ele geçirdiği tarihler… Türkiye’nin ekonomik yapısı Çarlık Rusya’nın yapısı gibiyken, politik havası da tıpkı Fransa’ya benzer.
Napolyon savaşlarıyla I. Emperyalist Paylaşım Savaşı arasında paralellik kurar Kıvılcımlı. O yıllardaki Napolyoncu lümpenlik, Türkiye’deki Enver Paşa maceracılığını andırmaktadır. “Napolyon Bonapart avortonu (düşkünlüğü), Enver Paşa panturanizmi-panislamizm avantüriyeliği (maceracılığı) olmuştur.” Yalnızca isimler değil; olaylar da bu bakışı doğrular. Galip devletler için tek amaç başarılı olan sosyal devrimi yok etmektir. 1814’te Fransız burjuva devrimi boğmak amaçlanırken; 1917’de Sovyetler’de gerçekleşen sosyalist devrimi köşeye sıkıştırma gayesi güdülür.
Bu bakıştan hareketle, Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti, ister istemez Fransa’daki Restorasyon sürecini hatırlatır. Padişahın yerine Paşa geçmiş, Saltanatın adına Cumhuriyet denmiştir: “Toplumun egemen yapısı ve politikası; elifi elifine 1815-1851 Fransa’sında (36 yıl) ne idiyse, 1917-1970 Türkiye’sinde (53 yıl) tıpkı odur.” 27 Mayıs 1960’ta ordunun bir darbe yoluyla iktidara geçmesiyle 1830 devrimleri arasında rabıta vardır. Restorasyon dönemi(1814-1830) CHP iktidarındaki Tek parti dönemine tekabül eder. Dolayısıyla Türkiye’nin 18. Louis’i Mustafa Kemal; 10. Charles’i ise İsmet İnönü’dür.
Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs darbesi üzerine yazdıkları Türkiye solunda çokça eleştiri almıştır. Fransa ile Türkiye’yi kıyaslarken, Restorasyon sürecine son veren 1830 devrimleri ile 27 Mayıs arasında benzerlik kurar. Hatta Türkiye 1848 devrimleri arifesindedir. Böylesine bir devrimsel süreç söz konusu olmasına rağmen; politik ortamın 1851’deki gibi yani Bonapartizm öncesi bir halde olmasına hayıflanır. Kıvılcımlı’nın bu öngörüsü büyük oranda doğru çıkmıştır; 71 yılındaki büyük devrimci atılıma ve kopuşa rağmen gerici bir askeri darbe gerçekleşmiştir.
Başka bir paragrafta Kıvılcımlı, 27 Mayıs’taki kurumlarla bu sefer 1848 devrimlerinin organları arasında da benzerlik görür. “27 Mayıs’ın MBK’si, Fransa’da 24 Şubat 1848 Geçici Hükümeti oldu. 27 Mayıs’ın Kurucu Meclis’i, Fransa’da Mayıs 1848 Assemblé Nationale Constituante’ının tâ kendisidir.” Cemal Gürsel erken bir tarihte hastalanması ve görevini yapamayacak duruma gelmesi Türkiye’de Bonapartizmin yerleşmesini hızlandırmış ve Türkiye Bonapartizmi 1950’de Bayar-Menderes ikilisine, 1961’den sonra ise Gümüşpala-Demirel ikilisine düşmüştür. “Fransa’nın Temmuz Monarşisi denilen krallık çağı, Türkiye’nin DP-AP çağı oldu.”
Fark edileceği üzere, Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs’ı hangi devrime benzettiği net değildir. 1830 Devrimleri Restorasyon dönemine, 1848 devrimleri ise Temmuz Monarşisine son vermişti. Kıvılcımlı da bu çelişkiyi fark etmiş olacak ki, çizdiği tabloda ikili bir karşılaştırma yapmaktadır. Kıvılcımlı Türkiye Cumhuriyeti’nin 1919-1950 arasındaki kuruluş dönemini Restorasyon çağına benzeterek Kemalizmin sınıfsal zemininin tespiti noktasında epey ileri bir adım atar; ancak 27 Mayıs darbesi konusundaki zorlama 1848-1830 benzetmeleri aynı parlaklığa sahip değildir.
Kıvılcımlı’nın kendi çizdiği şema ve onun görüşlerini özetlediğimiz tablo ise şöyle:
Kaynak: Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal İnsan Yayınları, Nisan 2011