“Hükümet istifa” sloganı üzerine – Derya Doğan

Bu ülkenin tam orta yerinde bir fay kırıldı. Bir büyük deprem oldu. On binler toprak tarafından yutuldu, milyonlarca insan başını sokacak bir çatıdan mahrum, aç açıkta kaldı. Ama sadece bu değil, deprem bilinçlerde de fay hattını harekete geçirdi, bir kırılma yaşandı. Elbette kitlelerde yaşanan bu kırılmanın en büyüğü devlet algısında oldu.

Bir afette kendilerine el uzatacağını düşündükleri bir devletin olmadığını gördü işçi ve emekçiler. “Devlet nerede?” sorusunun havada asılı kalması, önce şaşkınlık sonra ise büyük bir öfke yarattı. İnsanlarda maddi yaşam koşulları ile bilinç durumu her zaman için üst üste düşmeyebilir. Buna en iyi örnek, belki de sınıfsal konum kaybı yaşayan insanlarda gözlemlenir. Yıkıcı proleterleştirme dalgalarının sonucu üretim araçlarını kaybeden ve proleterleşen kesimler, mülksüz olmalarına ve ücretli bir işe talim etmelerine rağmen hala eski sınıfsal konum ve kültürleri içerisinden düşünür. Hatta dertleri tasaları çalışıp birikim yapmak ve yeniden eski konumlarına dönmektir. Bir süre sonra bunun artık gerçekleşmesinin zor bir ütopya olduğunu fark ederler. Bunu tecrübe etmeleriyle birlikte yaşam koşullarının içerisinde düşünmeye başlarlar. Adım adım işçileştiklerinin ayırdına varırlar. 

Konumuza dönecek olursak; neoliberal kapitalizmin AKP’li yılları, devletteki dönüşümün tamamlandığı yıllardır. Artık devlet, tüm kamusal hizmetlerden soyunmuş, bu anlamda küçülmüş, diğer yandan baskı ve zor aygıtı olarak azmanlaşmış olarak vardır. Ancak bu realite, henüz toplumsal olarak bilinçlerde yer etmiş durumda değil. Emekçi sınıflar hala eski durumun içerisinden düşündükleri için adeta depremle birlikte devletin de enkazın altında kaldığı hissine kapıldılar. Bilinçlerdeki fay hattında yaşanan bu çatlağı büyütmek ve devletin neoliberal kapitalizmle birlikte çıplaklaşan sınıf düşmanı karakterini güçlü bir biçimde teşhir etmek elzemdir. Neoliberalizm, her tarafta emekçi halklar için büyük yıkımlara yol açtı, açıyor. Ama burada yaşanan ölçüde bir felaket/yıkım deprem kuşağında yer alan her ülkede yaşanmadı, yaşanmıyor. Tam da bu nedenle, bugün açığa çıkan tablo üzerinden, devletin neoliberal yeniden yapılandırma sürecinin yürütücüsü olan AKP iktidarını hedefe çakmak, onun şahsında temsil olan emekçi kitlelerdeki öfkeyi bilemek de bir o kadar elzemdir. Bu anlamda hiçbir çekinceye kapılmadan, kitlelerin bilincindeki sarsıntıyı derinleştirecek olan “hükümet istifa” sloganını yükseltmek, öbek öbek gelişen “hükümet istifa” sloganlarını bir hareket oluşturacak şekilde yaygınlaştırmak, sonuç alıcı bir eşiğe doğru ilerletmek devrimci güçlerin sorumluluğudur.

Neoliberalizm, ilksel birikimi üzerinde yükselir

Kapitalizmin şafağı, insanları zorla, kan ve vahşet eşliğinde, üretim ve geçim araçlarından koparmayı sağlayan çitleme ve mülksüzleştirme operasyonları ile anılır. Kapitalizm, çitleme ve mülksüzleştirme yoluyla bir yanda sermaye birikimini sağlarken bir yanda da üreticileri emeklerini satmaktan başka çaresi olmayan ücretli emekçilere dönüştürür. Bu süreci -ilksel birikimi- Marx, “sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir”1 diye tanımlar. “Tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gel”en ilksel birikime “ilk günah” der. Ancak Marx’ın diyalektiğini işlettiğimizde ilksel birikimin kapitalizmin ilk oluşum süreciyle –“ilk günah”la- sınırlı olmadığını görürüz. Çitleme ve mülksüzleştirme operasyonları kapitalizme içkindir. “Bu, genişletilmiş yeniden üretime dayalı sermaye birikiminde bir tıkanmanın söz konusu olmadığı koşullarda daha geri plandadır. Ancak kriz evrelerinde, özellikle yıkıcı proleterleştirme süreçlerinin yaşandığı koşullarda ise ön plana çıkar.”2 Neoliberalizm, ilksel birikimin daha önde ve belirgin olduğu bir evredir. Ve Türkiye’de AKP döneminde, ilksel birikimin büyük mülksüzleştirme ve çitleme operasyonlarıyla, emekçi halklara karşı büyük yıkıcılıkta yaşandığını söyleyebiliriz.

Neoliberal sermaye birikim rejimini, önündeki tüm sürtünme ve engelleri, hem (dayandığı kitle tabanı üzerinden) rıza üretme hem de zor yoluyla yok ederek tam gaz uygulayan AKP, bugün yaşanan felaketin baş sorumlusudur. İlksel birikimi en pervasız biçimde uyguladı. Bu felaket, kapitalizmin ürünüdür ve kim iktidar olursa olsun bunlar yaşanacaktı, denebilir. Evet doğal afetlerin emekçi sınıflar için can kaybı ve yıkıma yol açarken tekelci burjuvazi için yüksek kar oranları, yeni fırsat kapılarını açması, kapitalist sistemin doğası gereğidir. Önlenebilir olan birçok felaket, kapitalist sistemde, azami kar güdüsü nedeniyle önlenmez. Ancak Maraş depremi sonrası yaşanan tabloyu sadece bu şekilde açıklamak ve buradan politika oluşturmak; taktiğin alanını ortadan kaldırdığı gibi stratejik olanı taktiğin yerine geçirmek gibi bir sonuca yol açar.

“Hükümet istifa” sloganına mesafeli duruşların zayıf karnı

“Hükümet istifa” sloganına dönük devrimci hareket içerisinde çekinceli duruşların olduğunu biliyoruz. Bu çekince ile alınan tutumların, genel bir sistem eleştirisiyle sınırlanmaya ve stratejik olanı taktiğin yerine geçirerek siyasal kayıtsızlığa yol açtığını söyleyebiliriz. Oysa bu yağma düzeninin andaki temsilcisi AKP’yi hedef tahtasına koymak, sistem karşıtlığını zayıflatmaz. Burada taktiğe alan açacak bir sivriltme yapılmış, kapitalist sistem ıskalanmamıştır. Diğer yandan yıkımı AKP’ye daraltmaksızın bütünlüklü bir sistem karşıtlığı oluşturma kaygısıyla ele alan kimi çevrelerin, böyle yapmakla depremle yaşanan yıkımın somut faili olarak bugün AKP’de temsil olan faşist iktidarın sorumluluğunu silikleştirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca bu tutum taktiğin alanını daralttığı gibi sistem karşıtlığını da zayıflatıcı bir rol oynar. Şöyle ki kitleler, deprem karşısında tedbir alan kapitalist ülke deneyimlerini de göz önünde bulundurur ve eğer sorumlu özne tanımıyla birlikte bir sistem karşıtlığı oluşturulmazsa “deprem değil kapitalizm öldürür” sloganını sorgular hale gelir.

Kapitalizm teşhirini, yaşadığımız her felaket üzerinden aralıksız yapmak, sosyalist propagandayı derinleştirmek durumundayız. Ancak bunu strateji-taktik ilişkisini yok sayarak yaptığımızda kitlelerde sistem karşıtlığını örgütlemekte zorlanacağımız kesindir. Bugün 10 ilde yaşanan büyük yıkımın tekelci burjuvazinin, inşaat tekellerinin azami kar hırsının bir ürünü olduğunu pekala söyleyebiliriz. Bu azami kar hırsıdır ki sermaye döngüsünü hızlandırmayı emeğin ve doğanın yıkımına rağmen yapar. Amik ovasına havaalanını kondurur. TOKİ evleri diye emekçilere mezar olan binalar diker. En sağlam olması gereken ve bir afet sırasında stratejik öneme sahip olacak olan kamu binalarını yaparken bile –örneğin hastaneler- malzemeden çalar ve bu binalar taş taş üstünde kalmamacasına yıkılır. Uzatmayalım Türkiye özelinde, azami kar hırsının dizginsizce gerçekleşiyor olması, dünyanın her yerinde aynı dizginsizlikte gerçekleştiği anlamına gelmez. Japonya diyelim ki aykırı bir örnek olsun, kanlı darbe ile start alan neoliberal sermaye birikim rejiminin ilk pilot ülkesi Şili’de yaşananlar ortadadır. Büyük depremlerle sarsılan Şili’nin depreme dayanıklı binaları ve alınan tedbirler, ne Şili kapitalizminin azami kar hırsından azade olduğu ne de dönemin Pinochet faşist diktatörlüğü ve ardıllarının halkçı bir karakterde olduğu anlamına gelir. Bu çarpıcı örneği depremin Türkiye özgülünde nasıl bir sonuç doğurduğunu daha da çıplaklaştırmak için verdik. Yoksa Japonya’ya veya Şili’ye bir güzelleme yapmak için değil.3

Sermaye devir hızı ve değişmeyen sermaye maliyetlerini minimize ederek depreme dayanıksız konutların inşa edilmesi, genel bir sistem eleştirisi ile değil özneli cümlelerle yürüteceğimiz bir teşhirin konusu olmalıdır. Evet burjuvazi yaratıcı yıkıcılığı her daim işletir. Ancak kapitalist devlet, kitleler nezdinde sermaye sınıfının yönetme aygıtı olma yönünü dolayımlama ihtiyacı duyar. Bu da ona kimi toplumsal sorumlulukları yüklenme zorunluluğunu dayatır. Depreme dayanıklı kentlerin inşası da bunlardan biridir. Türkiye’de ise neoliberal AKP iktidarı, bir bütün olarak bunlardan azade bir sermaye birikim rejimini işletti. Maraş depremlerini, bütünlüklü bir sistem karşıtlığı oluşturma adına AKP’ye daraltmadan teşhir etme kaygısıyla yapılan propaganda, özneli bir siyasal sivriltmeyi içermediğinde, sistem karşıtlığını güçlendirmek bir yana zayıflatıcı rol oynayabilir. Zira kapitalist devlet, sermaye üretim ve hızını artırmak için stratejik adımlar (Japonya’daki gibi) atar. Ve bu adımlar, her zaman için 21 yıllık AKP iktidarında atılanlar gibi olmaz. Maraş depremleri ile açığa çıkan tablo, olağan koşullarda sermaye mantığı gereği bile çarpık bir tablodur.

Türkiye’de neoliberal sömürü çarkını daha dizginsiz kılan ne?

İnşaat temelli sermaye birikiminin sınırlarına dayanılan koşullarda yaşanan Maraş depremi, sermaye için elbette yaratıcı yıkım anlamına gelmektedir. Yıkılan her bina, bize ölüm olan her yapı, aynı zamanda sermaye için yağlı ballı ihalelerle yeni inşaat projeleri oldu/olacak. Bizim cesetlerimiz dağ gibi yükselirken diğer tarafta yeni imkan ve fırsatlarla sermayenin önü açılıyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, deprem öncesi yaptıkları Türkiye’nin önümüzdeki yıl tahmini büyüme oranını revize ederek bir puan artırdı. Kapitalizmde, hele de neoliberal kapitalizmde, afet ve felaketler her koşulda sermaye için yaratıcı yıkım anlamına gelir. Hangi parti iktidar olursa olsun bu diyalektik işleyecektir. Bunu Maraş depremi özelinde de söyleyebiliriz. Ancak bu kadar vahşi ve kıyıcı olması, AKP döneminde neoliberal sermaye birikiminin, aynı zamanda burjuva sınıf kesimleri arasındaki amansız bir kavga ile birlikte yaşanıyor olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu ne anlama geliyor? AKP tandanslı neoliberalizmde bir kısım sermaye, AKP’nin inşaat ya resullah düzeni ile büyük bir atılım gerçekleştirdi. Türkiye, AKP iktidarı ve onun dayandığı sermaye kesimlerinin büyük çökme ve rant operasyonlarıyla bugünlere geldi. Çökme operasyonları burjuvazi içerisinde (Aydın Doğan’ın başına getirilenler hatırlansın) yaşandığı gibi asıl olarak emekçi sınıflara karşı yapıldı. AKP’nin arkaladığı sermaye adeta, burjuvazi içerisinde bir “iç savaş”ın yaşandığı koşullarda semirdi. Ama asıl savaş, emekçi sınıflara karşı verildi.

Yaşadığımız büyük felaket/yıkım, AKP iktidarında, burjuva kesimler arası yaşanan çelişki ve güç mücadeleleri eşliğinde, geriden gelen bir sermaye blokunun önünü açmak için sınırsız çökme ve vurgunların sonucu olarak yaşanmıştır. Neoliberalizmin AKPli yıllarının işçi ve emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarında yarattığı tahribatı, yıkımı, kapitalizmin hedefe çakılmasını gölgeleyebilir kaygısı ile genel bir sistem karşıtlığı olarak ele almak, siyasal kayıtsızlığa, apolitizme karşılık gelir. Maraş depreminin yarattığı yıkımın büyüklüğü, Türkiye’ye ve bu dönemin yürütümünden sorumlu AKP iktidarına özgü bir yıkım ve felaket tablosudur. Buradan şuraya gelmek istiyoruz; AKPli yıllarda sermaye, emekçi sınıfların tarihsel mücadelelerle kazanmış oldukları sosyal haklarının (çalışma ve yaşam koşullarının her alanını kapsayan) bir bütün olarak gasbı üzerinden yükseldi. AKP iktidarı, mülksüzleştirme saldırılarının, insanların ortak kullanım alanları olan kentsel mekanlardan yoksul köylülüğün geçimlik üretiminin kaynağı olan mera ve ormanlık alanlara kadar her şeyin çitlenmesi operasyonlarının, bu denli pervasız ve tahrip edici olmasının öznesidir. Ve tepeden tırnağa kan ve irinle birlikte bir sermaye kliğinin önünü açmış, güç ve sermaye temerküzünü sağlamıştır.

Evet, kapitalizm felaketler sistemidir. Ancak bu denli büyük, adeta bile isteye planlanmış bir felaketin yaşanması sistemin kendisini de sorgulatabilir. Bu anlamda, bir devlet partisi olarak CHP başkanı Kılıçdaroğlu’nun deprem sonrası yaşananlara dair öfkesi sahicidir. Bu salt onun AKP karşıtlığından dolayı değil, AKP’nin kapitalist devleti ayağa düşürmüş olmasından dolayıdır. CHP’de temsil olan burjuva sınıf kesimlerinin, sistemin bekasına dair kaygısı nedeniyledir.

Bugün İBB başkanı İmamoğlu’nun depreme hazırlık kapsamında yapmayı planladıkları, sermayeye karşı halktan yana bir hamle değil tam da sermaye sınıfının salahiyeti için gerekli olandır. Yaratıcı yıkımın söz konusu olduğu böylesi felaket evreleri elbette burjuvazi cephesinden fırsatlar penceresini açar, ancak yine kriz evreleri mülksüzleştirilenlere de sahne alma fırsatı sunar. Son depremde toplumsal dayanışma ve seferberlik halinin yanı sıra AKP iktidarı nezdinde yaşanan dizginsiz sömürü, rant ve yağma düzenine karşı siyasal bir bilincin mayalanıyor olması, yeni yaşam çağrısına kulak kabartan, geniş bir kesimin varlığı bile bunun en iyi göstergesidir. Yine bu düzenin temsilcisi olan AKP iktidarından hesap sorma yönünde, “hükümet istifa” seslerinin çoğalması ve eylemli bir hale gelmesini kaydedelim. Şu da bir gerçek ki AKP’yi istifaya zorlayacak bir kitle hareketi oluştuğunda, bu sadece AKP ile sınırlı bir hareket olarak kalmaz. Ki kalsa bile kendi öz gücüyle halk düşmanı bir iktidarı alaşağı eden kitlelerin kazanacağı öz güven ve inisiyatif, yarın öbür gün, onlarda kendi kaderini belirleme bilincine yol verecektir.

AKP’yi hedefe çakmakta, farklı toplumsal kesimlerin içinde kaynayan ve “hükümet istifa” sloganında ifadesinde bulan AKP karşıtlığını bir harekete dönüştürmekte devrimci güçler hiçbir beis görmemelidir. AKP şahsında teşhir olan ve hedefe çakılan neoliberal kapitalizmdir. Ayrıca taktik dediğiniz şey stratejik olanın tüm unsurlarını içermez. Stratejik olanın yolunu düzler. 


Dipnotlar

1- Marx, Kapital 1, Yordam Kitap, sf. 727

2– Modern bir ilksel birikim hikayesi: İkizköy’ün zeytinleri – Derya Doğan (https://komundergi10.com/modern-bir-ilksel-birikim-hikayesi-ikizkoyun-zeytinleri-derya-dogan/)

3- O Japonya ki dünyada en uzun çalışma saatlerinin olduğu ve işçilerin uzun ve yoğun çalışmaktan, iş başında öldüğü bir ülke. Azami kar hırsıyla ölümüne çalıştırmanın adı da karoşidir. Şili için ise konuşmaya bile gerek yok.