Gazeteci-yazar Hüseyin Aykol ile Ukrayna ile Rusya arasında 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan savaşı ve beraberinde yaşanan tüm dünyayı etkileyen gelişmeleri konuştuk.
Savaşın siyasi ve ekonomik nedenlerinden yükselen NATO-Rusya/Çin gerilimine, kapitalizmin krizinden Türkiye’nin Ukrayna’da yaşanan savaş karşısında aldığı tavra kadar birçok konuyu ele aldığımız röportajımızı siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz...

-NATO’nun yayılma isteği biliniyor. Rusya da Ukrayna’yı Batı’ya kaptırmamak için parça parça yutuyor. Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan son savaşın esas nedeni size göre nedir?
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Rusya, eskiden sosyalist sistem içinde bulunan Doğu Avrupa’daki devletlerin -anlaşmaların aksine- NATO’ya üye yapılmasını engelleyemese de çevresindeki Asya ülkelerini kendi etkisi altında tutmayı başardı. Nitekim Orta Asya ve Kafkasya’daki eski Sovyet devletler halen Rusya ile hem ekonomik hem de güvenlik anlaşmaları çerçevesinde birlikte hareket ediyorlar. Ukrayna bu yüzden Batı’nın -yani Avrupa ve ABD’nin- Rusya’dan koparabileceği neredeyse son toprak parçası olarak görülüyor. Ancak Ukrayna’nın başkenti Kiev, hem Rus halkının ilk doğduğu yer olarak kabul edildiğinden, hem de Ortodoksluğun ilk kilisesinin Kiev’de olmasından ve dahası Rusya’nın başkenti Moskova’ya çok yakın olmasından Rusya için özel bir önem taşıyor.
Nasıl Müslümanlar için ilk kıble olan Kudüs’ün şu anda İsrail devletinin kontrolünde olması İslam dünyasıyla asla bitmeyecek bir savaş nedeniyse, Kiev’in tamamen Batı’nın kontrolüne geçmesi, Rusya’nın maddi ve manevi olarak asla kabul edemeyeceği bir durum. Bu yüzden de Ukrayna’yı doğudan ve güneyden adeta kemirme ve bu durumu fiili olarak tüm dünyaya kabul ettirme sürecindeydi. Bugünlerde sürdürülen sıcak ve kanlı savaş da bu sürecin bir sonraki adımı oluyor. Rusya, tüm Ukrayna’yı yıllarca işgal altında tutmak değil, Rusya ile birlikte hareket edecek, yani asla Avrupa Birliği ya da NATO’ya girmeyecek bir yönetimin işbaşına gelmesini istiyor olmalı. Ancak şimdiki yönetimin -en azından şimdilik- kaçıp yerine Rusya yanlısı bir iktidarın yönetime gelebileceği bir ortama yol açmak istemediği de anlaşılıyor.

-24 Şubat 2022 tarihinde Yeni Yaşam’da yayınlanan yazınızda farklı bir noktadan “kapitalizmin kriziyle savaşın ilişkisine” dikkat çektiniz. Bu vurgunuza dair neler söylemek istersiniz?
Kapitalizm insanlığın ihtiyacı kadar üretim yapmayı hedefleyen bir sistem değil; sürekli ve daha çok üretim yapmak demek olan kapitalist sistem sık sık krize girer. Kapitalist sistemin neredeyse 10-15 yılda bir girdiği bu krizlerden çıkışı, irili ufaklı şirketlerin iflasları yüzünden mevcut zenginliğin yeniden paylaşılmasıyla olur. Zengin sayısı genelde azalırken; zengin kişiler de değişir genelde. Krizlerden çıkışta, en çok kullanılan yöntemlerden biri ise savaştır. Kapitalist sistemin krizi ne kadar büyükse, çıkartılan savaş da o kadar büyük olur. Nitekim hem birinci hem de ikinci dünya savaşı öncesine baktığınızda -özellikle Avrupa’daki- ekonomik krizin büyüklüğünü görürsünüz. Savaşlar enerji kaynaklarının (eskiden kömür, daha sonra petrol, bugünlerde bunların yanı sıra elektrik-nükleer) yeniden paylaşımı üzerinden yürür.
Hem birinci hem ikinci dünya savaşında karşı karşıya gelen Fransa ve Almanya’nın en büyük çelişkisi her iki devlet arasında bir yerde bulunan Alsas-Loren kömür madeni yataklarıdır. Bu havzanın paylaşılması en büyük sorun olmuştur. Yeni bir dünya savaşının Almanya-Fransa çelişkisi üzerinden başlamasını istemeyen Batı, 1950’lerde Avrupa’da Kömür Birliği kurdu. Yani kömürün birlikte çıkarılması ve satışı kontrol altına alındı. Nitekim Kömür Birliği, bugünkü Avrupa Birliği’nin temelidir. Batı, bir başka dünya savaşına gitmemek adına -birinci dünya savaşı sonrasında kurulan ama pek işe yaramayan- Birleşmiş Milletleri de örgütledi. BM, Avrupa’daki Kömür Birliği’nin dünya çapındaki halidir. Ama ekonomik değil, siyasi temellidir.

Aslında üçüncü bir dünya savaşının çıkmayacağının garantisi, ikinci dünya savaşının galipleri tarafından kurulan BM’den çok, tarafların tüm dünyayı neredeyse tamamen paylaşmış olduğundan kaynaklanıyordu. Dünyanın sınırları kapitalist Batı, sosyalist Doğu ve henüz söz konusu iki sistemden birine girmeye hazır olmayan üçüncü dünya devletleri olarak neredeyse kesinleşmişti. Sayıları çok olmasına rağmen ekonomik ve silah gücü olarak önemsiz durumdaki üçüncü dünya ülkelerini bir yana koyarsak, aslında dünya kapitalist ve sosyalist sistem olarak ikiye bölünmüştü. Yeni bir kapışma, yeni bir dünya savaşı çıkarsa, bu iki sistem arasında olacaktı.
Nitekim kapitalistler hemen NATO’yu kurdu. Kendimizi sosyalist sisteme karşı koruyacağız, dediler. Bunun üzerine sosyalistler de Varşova Paktı’nı kurdular. Her iki taraf da silahlandı. Her iki kesim kendi silah sistemini kurdu. Sadece konvansiyonel değil, nükleer silahlar da icat ettiler ve ürettiler. İki tarafın birbirine saldırdığı ve üçüncü dünya savaşına evrildiği bir savaş şu nedenlerle çıkmadı: Her iki tarafın elindeki nükleer silahlar o kadar çoktu ki, böylesi bir savaşta dünyada canlı kalmazdı. Taraflar güçlerini başka devletler -özellikle ulusal bağımsızlığını yeni kazanan- üzerinden deniyorlardı. Örneğin Küba, Vietnam, Cezayir, Yugoslavya, Afganistan, Ortadoğu’daki iç savaşlarda dolaylı olarak birbirinin gücünü sınadılar.

–İki kutuplu dünya karşıt iki ideolojiden kaynaklandı. Peki ama bunun silahlarla ilişkisi ne?
Kapitalist sistem ile reel sosyalist sistem arasında paylaşılan dünya, iki ayrı silah sistemine yol açtı. Kapitalistlerin silah sisteminde hakimiyet ABD’nin olurken; reel sosyalist kesimde Rusya, silah tekelini elinde tuttu. 1990’larda reel sosyalist sistem çözülüp, dağılırken Rusya siyasi etkisini sürdürdüğü devletlere silah satmaya devam etti; etmek istedi. ABD’nin Ortadoğu’da silah satabildiği devletlerle hiçbir sorunu-çelişkisi olamaz ve yok zaten. Örneğin, Suriye Rusya’dan silah almaktan vazgeçip, bundan sonra Batı silah sistemine geçmeyi kabul etseydi; bugün Suriye böyle halde olmazdı. Erdoğan’ın arabuluculuk etmek istediği şey, Esad’ın iktidarını Müslüman Kardeşler ile paylaşmasından çok, Batı silah sistemine davetti. Suriye, bugün Rusya’nın korumasındadır; yani Rus silah sistemine dahildir. Bugün Ukrayna’nın NATO üyesi yapılmak istenmesini, Ukrayna’nın Rus silah sisteminden çıkarılıp, Batı silah sistemine geçmesi olarak okumak gerekir. Nitekim Avrupa’nın bugünlerde Ukrayna’ya bedava gönderdiği silahlar, yarın parayla satılacak. Daha doğrusu satılmak istenecek; elbette Rusya buradan çıkarılabilinirse…
Yunanistan ile birlikte NATO üyesi yapılan Türkiye, kapitalist silah sistemine dahil. Bu yüzden, 1950’lerden bu yana -Yunanistan’la yarış halinde- Batı silahları satın alıyor. Tanklar, toplar, roketler, silahlar ve hatta savaş uçakları. Silahların kullanacağı mühimmat da oradan elbette. Ki bu mühimmat bağımlılığı (bu bağımlılığa yeni sömürgecilik denilebilir) en az silahların kendisi kadar vahimdir. NATO yapımı bir silahta, Rus yapımı bir mermi kullanamazsınız mesela. Dahası silahın kendisi veriliyor, daha doğrusu satılıyor ama teknolojisi değil. Hatta bir silahın -mesela bir savaş uçağının- tüm kullanımı size açılmıyor. Satın aldığınız savaş uçağının teknolojisi öyle ayarlı ki, satın aldığınız bir uçakla örneğin bir Amerikan uçağını, hatta bir İsrail uçağını vurmanız mümkün değil. Dahası uçak değil ama örneğin bir tankı ya da helikopteri, Batı’dan ithal ettiğiniz kimi kritik parçalarla -monte ettiğinizi- ürettiğinizi farz edelim, bunu bir başka devlete -örneğin Pakistan’a- satamıyorsunuz.
Yüzde yüz yerli dedikleri İHA ve SİHA’ların kimi kritik parçalarının Almanya ve Kanada’dan ithal edildiği ortaya çıktı. Bu silahlar, onların itiraz edebileceği devletlere satılamayacak galiba ilerideki dönemlerde sık sık konu olacak.

–Varşova Paktı dağıtıldığında, NATO’nun feshedilmesi gerekmiyor muydu?
Varşova Paktı’ndan önce kurulmasına rağmen, kendisini sosyalist sisteme karşı savunma paktı olarak lanse eden NATO, reel sosyalist sistemin dağılması ardından da kendini feshetmedi. Hatta bu nedenle biraz zorlama da olsa kendine yeni düşman buldu: Siyasal İslam. Üç yolcu uçağıyla ABD’de yapılan El Kaide saldırısından hareketle, Afganistan NATO öncülüğünde işgal edildi. Daha sonra NATO olanakları Irak, Suriye ve Libya’da da kullanıldı. NATO, şimdi de tahrik ettiği Rusya’yı düşmanlaştırmış bulunuyor. Kendisini dünyanın jandarması olarak gören ABD’nin silah harcaması, tüm NATO ülkelerinin tam iki katı düzeyinde. ABD ekonomisinin en önemli kalemlerinden birini halen silah üretimi-satışı oluşturuyor. ABD’nin ekonomik olarak ayakta kalabilmesi için silahlanmaya, bu yüzden de NATO’ya ihtiyacı var. Savaşılacak siyasal İslamcılar bitmediyse de çok küçük bir hedef olarak kaldı. Şimdi yeni bir düşmana -yani Rusya- ve daha büyük bir silahlanmaya ihtiyaç var. Dahası silahlanma furyasına Almanya gibi, Avrupa’nın lokomotiflerinden birini de katmayı ABD yönetimi başarmışa benziyor. Almanya’da iktidar silahlanma için 100 milyar Euro’luk bir ek bütçeyi meclisten daha birkaç gün önce geçirdi. Dönemsel krizlerinden birini Pandemi’nin yavaşlattığı ekonomiyle daha ağır geçirmekte olan kapitalist sistemin Ukrayna’daki savaşa ihtiyacı olduğunu bu yüzden söyledim.
-“Ukrayna Savaşı’nı belki de Putin’den çok Biden istedi”, diyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?
Bu yılın kasım ayında yapılacak olan ara seçimlerde, Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğunu kaybetmesi beklenen ABD Başkanı Joe Biden’ın, Ukrayna’nın işgali konusunda Rusya’yı günlerdir tahrik etmesi, sadece kendi ülkesinde halkın çektiği ekonomik sıkıntıyı unutup, gözlerini Ukrayna’ya geçirmesini sağlamadı; aynı zamanda beş-on yıl önce kendi ordusunu bile kurmayı tartışan Avrupa Birliği ülkelerini NATO ülkeleri etrafında topladı. AB’nin iki lokomotif devletinden biri olan Almanya’nın Rusya ile olan ilişkilerini azaltmak zorunda kalması, ekonomisine ciddi bir zarar verecek. Rusya’dan alınan doğalgazın ikinci hat ile çoğaltılamaması, belki ileride daha da azaltılması, Almanya’nın ekonomik büyümesini yavaşlatacak. Dahası çok ciddi bir paranın silahlanmaya ayrılması da, ekonomik büyümenin önündeki engellerden biri olacak. Almanya’nın ekonomik olarak yavaşlatılması, Ukrayna’nın tamamen Rusya vesayetine bırakılmaması kadar önemli bir gelişme ABD başkanları için.

–Sizce bu savaşta Türkiye’nin tavrı ne olacak?
Türkiye’ye gelince; ya da Erdoğan iktidarına gelince: İktidar son yıllarda olmayan gücünü abartarak, çevresindeki gelişmelere müdahil olmak istiyor. Bu yüzden, NATO üyesi olarak Rusya’ya rest çekiyor. Rusya ile yakın ilişkilere girdiğinde de, ABD’den yaptırımla karşılaşıyor. En son ortaya çıkan Ukrayna sorununda da orta yolcu bir tutum aldı. Batı’ya “Ukrayna’ya yeterince yardım etmiyorsunuz” diye yakınırken; kendisi Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden çıkarılması oylamasında çekimser oy kullanıyor. Nitekim, kendileri de aynen şöyle diyorlar: Ne Rusya’dan ne de Ukrayna’dan vazgeçebiliriz…
–Bu savaş ne kadar sürer? Nasıl sonuçlanır?
Valla bunu kestirmek çok zor. Biraz önce anlatmaya çalıştığım ekonomik krizin atlatılmasında yaşanan yeniden paylaşımın nasıl olacağı, nerede denge bulacağına bağlı bir durum bu. Ancak bu arada, olan Ukrayna halklarına oluyor. Yüzbinlerce mülteci, binlerce ölü ve yaralı, kapitalist yeniden paylaşımın insanlığa reva gördüğü asıl sonuç maalesef…