İç savaşta yeni evre – Mehmet Güneş

Yaşadığımız dünya tam bir kurtlar sofrasıdır ve burada hak-hukuk, demokrasi, barış, insan hakları, evrensel değerler vb. kavramların hükmü geçmez. Kurtlar sofrasında bunlara inanan ve bunlar üzerinden mücadele yürütmeye çalışanlar veya bu kavramların gölgesine sığınanlar siyasetçi değil acizdir. En iyi ihtimalle kendisini düşmanının vicdanına teslim etmiştir ve burada ne yazık ki vicdan denen şeyin hiç esamesi okunmaz. Tayyip’te, Hulusi Akar’da, cihatçı militanlarda ondan hiç bulunmaz. Kurtlar sofrasında güçler konuşur ve güçlü olmayan ve güçlenmesini bilmeyen düşer ve düşeni paramparça ederler.

Kurtlar aleminin ikinci yasası, netlik ve kararlılıktır, her türlü tereddüt zaten zayıf olanı bu arenada kolayca yem eder. Yem olmak istemeyenler politikada her dönemdekinden daha uyanık ve net olmak zorundadır. Emperyalizm ve dünya durumu kutlar aleminden daha tehlikelidir. Kurt dumanlı havayı severmiş, buradaki hava kurtları da ürkütecek vahşiliktedir. Bu vahşiler dünyası yabancımız değil, bize modern batı dünyası diye yutturulan yerdir. Bu gerçeği çok net ve berrak olarak kavramak zorundayız.

Bizim fazla laf yığınına, edebiyata değil somut, taş gibi elle tutulur, temel yol gösterici kazıklara ihtiyacımız var. Yazdıklarımız ve söylediklerimiz kağıda dökülüp orada kalmayacak, hayat memat derecesinde girdiğimiz savaşta bize yol gösterecek önemli tespitlerdir. Her belirlemenin, her satırın sorumluluğu var. Sıradan bir merak değil, bugünkü dünya gerçekliğini, ki hakim olan emperyalizmdir, onunla dövüşmek için onu, işbirlikçilerini, güçlü ve zayıf yanlarını, taktiklerini doğru ve net olarak kavramak zorundayız.

Bölgemizde halklara ve devrimci güçlere yönelik tüm kanlı saldırıların içinde emperyalistlerin eli var. Bizim emperyalizm üzerine konuşmalarımız ve yazdıklarımız bu gerçeklikle uyumlu olmalıdır. Emperyalizmin bize uzanan kanlı ellerinden kendimizi ve halklarımızı korumak ve güç toplayarak bu kanlı elleri ve uzantılarını kırmak için ne yapacağız, bunun üzerine yoğunlaşıyoruz. Emperyalistlerin çok güçlü bizim çok güçsüz olduğumuzu biliyoruz, gene de onun elini kırmak dışında bir çaremizin olmadığı açıktır. Bütün özgürlük davalarının yolunu izleyen, Simon Bolivar veya Ho Şi Min, ABD’ye kafa tuttuğunda çok güçlü değillerdi. Güçlüye kafa tutmayı, karşısına dikilmeyi göze alamayanlar hep güçsüz kalmaya ve başı aşağıda gezmeye mahkum olmuştur.

Emperyalizmle savaşmak onun işbirlikçisi devletler ve devlet dışı tüm kurumlarıyla, bölgemiz söz konusu olunca emperyalizmin en sivri ve kanlı ucu Tayyip devletiyle ve müttefiki cihatçı çetelerle savaşmak demektir. Tayyip devleti modern ve çağdışı karmaşık bir faşist ve gericiler koalisyonudur. İçeride dev TC devlet bürokrasisi, TÜSİAD, TSK, MİT, Tarikatlar, mafyalar, ırkçı MHP faşistleri, AKP ve dinci selefi faşizmi, Doğu Perinçek’in temsiliyetinde Türk nasyonal (ulusal) faşistleri, Hizbulkontra, Türk IŞİD; Nusra vb cihatçılar, JÖH’ler, PÖH’ler… Hepsi birbirinden azılı kana susamış halk düşmanlarıdır. Bu katil sürüleri sınırların içindekilerden ibaret değildir bölgesel hatta tüm dünyaya yayılmıştır. Bu dünya üzerinde daha önce kurulmamış karmaşıklıkta bir savaş koalisyonudur. Tayyip devleti, diğer bölge gericilikleri, IŞİD vb tüm cihatçı yeni tür faşist çeteler ittifakı bu savaşta emperyalistlerin ve uluslararası kontrgerillanın uzantılarıdır. Aralarındaki çatışmaya varan çelişkiler bu gerçekliği değiştirmez. Bir dönemdir bu işbirliği bozulmuş ve çelişkiler artmış olsa da hala Tayyip ve cihatçı eğilimler için öncelikli düşman emekçi kitleler, devrimci ve sosyalistlerdir. Bu akımlar önce güçsüz ve zayıf topluluklara saldırıyor ve derin anti- komünizmle zehirlendikleri için her türlü sol düşünceye şiddetli bir düşmanlık güdüyorlar.

Kurtlar aleminin üçüncü yasası, hız ve kararlılıktır. Başka dönemlerde yıllara sığacak gelişmeler ve olaylar üstelik hiç beklenmedik boyutlarıyla bir anda olur ve biter. Yaşamın ve olayların gerektirdiği gücü, kararlılığı ve hızı kazanamayanlar çok hızlı ve kötü kaybederler. Tahmin edilen ve beklenen gelişmelere hazır olmak yetmez, beklenmeyen ve tahminlerimizin ötesindeki gelişmelere de hazır olmak halklarımızı ve emekçi  kitleleri hazırlamak durumundayız. İdeolojik, politik ve örgütsel olarak her bakımdan ve her düzeyde her zamankinden daha duyarlı olmak zorundayız.

Günümüzde siyaset halklara ve emekçilere düşmanlık, güçsüzlerin itlaf edilmesi, evinde sokakta kurşunlanması, gösteri yapanların bombalarla paramparça edilmesi, direnenlerin şehirlerde tank ve toplarla katledilmesi tarzında yapılan işlere deniliyor. Buna karşı Kürt halkı örgütlü olarak kendi siyasetini yürütüyor. Bugün siyasetin Kürdistan’da karşılığı var Türkiye’de yok. Türkiye’de halkın karşısına siyaset yapıyorum diye çıkan birileri, bunları lanetleyerek, şikayet ederek veya bunların hukuksuzluğu, adaletsizliği, anti-demokratlığı üzerine nutuk atmaktan vazgeçerek, üzerimize abanan bu katliamcı güçlerle savaşmak ve onları yenmek için yapmamız gerekenleri somut olarak halkın ve tüm muhalefet güçlerinin önüne koymalıdır. Bizim siyaset derken kastettiklerimiz bunlardır.

Bizim için siyaset bu dumanlı havada, düşmanın ideolojik politik atakları,  her gün değişen taktikleri, ittifakları, tehditleri, tuzakları karşısında uyanık ve hazırlıklı olmak ve halk güçlerinin tüm bunlara karşı bilinçlendirilerek eğitilmesi, örgütlenerek hazırlanmasıdır. Yetmez tüm demokratik ve devrimci muhalefetin tereddütleri ve yanılgılarıyla şiddetli bir kavgaya girmek zorundayız. Devrimci demokratik güçlerin gerçekten farklı bir ortamdan geçildiğini kavramaları gerekiyor. Faşist diktatörlük, dinci gerici faşizm, totaliter yönetim vb. tespitler yaparak, politika ve tarzlarında hiçbir değişiklik yapmayanların hiçbir şeyi kavradığını düşünemeyiz. Faşizm, diktatörlük vb. tespitler yapanlar faşist diktatörün insafa gelerek gerileyeceğini düşünmüyorlarsa bir şeyler yapmak zorundalar; ama kimse siyasal ve örgütsel parametrelerini kökten değiştirecek yeni arayışlar, pratik hazırlıklar bir yana günlük konforundan bile vazgeçmiyor.

Bir konuda netleşmek gerekiyor, ikircikli olamayız. Hiçbir şey bilmiyorsak düşmana bakmayı, ondan öğrenmeyi bilmek zorunludur. Düşman cephenin komutanı olarak Erdoğan’ın en küçük bir tereddüdü yok. Bütün gücü ve olanaklarıyla kendisini diktatörlük hedefine kilitlemiş ve arkasına bakmıyor. Aman yaman dinlemiyor, kendisine ve savaşa ayak uyduramayanları ayıklıyor, arada kalanı, şüphe edeni, küçük bir kararsızlık göstereni fırlatıp atıyor. Kendi cephesini sağlam tutuyor. Bir saniye boş geçirmiyor, içeride ve dışarıda geniş bir alanda cephe ve ittifaklar oluşturuyor. Cephesini genişletiyor, derinleştiriyor, sağlamlaştırıyor. Arka cephesini oluşturuyor, dış ilişkilerini düzenliyor, içeride ve dışarıda ittifaklarını yeniliyor, yeniden düzenliyor. Erdoğan bugün yürütülenden daha büyük bir savaşa hazırlanıyor.

Kürt halkına karşı yürüttüğü kanlı savaştan, çok yönlü faydalanıyor, büyük bir güç topluyor, güç devşiriyor kendine uzak kesimleri de kendi arkasında savaşmak, kendisini desteklemek zorunda bırakıyor. Kürtlerle savaşta kazandığı her mevzi ve gücü kendi iktidarının sağlam bir yapı malzemesi haline dönüştürüyor. Kürtleri yenemeyeceğini, tümüyle ezemeyeceğini biliyor, bir adım bile geriletebilirse ve güçlerini zayıflatabilirse, bir adım geriden kendi dayattığı koşullarda yeni bir sürecin hesaplarıyla meşguldür. Erdoğan’ın asıl hedefi, Kürt savaşı üzerinden güçlenerek Türkiye genelinde diktatörlüğünü pekiştirmek için çabalıyor. Kürt savaşında kazanacağını umduğu her olanağı büyük bir propagandayla büyüterek karşıtlarını küçültme aracına dönüştürüyor. Kürtlerle sıcak çatışmaları sürdürdüğü müddetçe Türkiye tarafında ciddi bir takozla karşılaşmayacağını hesaplıyor ve bu hesabı beklediğinden daha büyük kazançlar getiriyor. CHP’yi paspas halinde ayakları altında çiğniyor, MHP’yi perişan biçimde kendine mecbur zavallılar topluluğuna dönüştürüyor. Düzen güçlerini tüm alanlarda kendi iktidar savaşının yedeği yaparken düzene muhalefet olarak ortaya çıkan güçleri de paralize ediyor, psikolojik harp ve şovenizmle kuşatıyor. Kendisine karşı olabilecek gerçek bir alternatifi ve ciddi bir muhalefet cephesini önlemek için fiili savaştan daha sert psikolojik harp yürütüyor.

En başta bir konuda net olmalıyız, bu coğrafyada bir savaş var. İsteyelim istemeyelim, bize rağmen var ve şiddetlenerek sürüyor. Bu bize, emek ve sosyalizm güçlerine karşı ilan edilmiş bir savaştır. Kendisini bu düzene muhalif olarak adlandırılan her kişi ve kurum farkında olsun veya olmasın bu savaşın içindedir. Bu savaşta ara yerde kalabilecekler olsa da  savaşın sivri ucunda ve hedefinde devrimci ve sosyalist güçler vardır. Bu gerçeğin farkında olmayan öncüler ve yöneticiler gaflet içindedir. Hayır böyle değil, bu savaş benim savaşım değil diyen ve böyle düşünen ben devrimci değilim, sosyalist de değilim demektedir veya bu devlete ve düzene güveniyorum, bana dokunmaz demektedir, ama bunun bir garantisi yoktur. Bu savaş giderek tüm toplumu saran boyutlar kazanırsa, hiçbir kesim bu savaşın dışında kalamayacaktır.

Bugün Türkiye’de yapılanlara bakıldığında artık siyasetin başka bir biçimde sürdüğünü, savaş denilen boyuta sıçradığını kavramak zorundayız. Devrimci güçler, halk güçleri hazır değil diye yürütülen savaş, savaş olmaktan çıkmaz. Ortalama solcu bilinci mevcut gerçekliği böyle kavrıyor. Düşük düzey solculuk 40 yılda yalnızca örgütsel, siyasal, pratik düzeyimizi aşındırmakla kalmamış, daha çok zihnimizi, devrimci bilincimizi öldürmüş. Sınıflar mücadelesi denilen şey bürolardan yürüyen, salon toplantıları, basın açıklamaları, izinli gösterilerden ibaret olarak kavranmış. Sınıflar savaşının tarihin gördüğü en acımasız ve kıran kırana bir mücadele olduğu unutulmuş. Artık 40 yıllık uykudan uyanmak, sosyalizm, devrim iddialarına devam etmek isteyenler, sarsılarak uyanarak şimdiye kadarki araçlarımızın da kurumlarımızın da daha önemlisi zihni dünyamız, bilincimizin de bu sert ve acımasız savaşı yürütmeye uygun olmadığını kavramak zorundalar.

Yalnız Erdoğan değil sistemin temel güçleri faşist bir yönetim inşa etmeden ayakta duramayacağına karar vermiş ve bu yolda ufak tefek itirazlar dışında tüm düzen güçleri anlaşmış, itiraz edenler de hizaya sokulmuştur. Türkiye, faşizmin topyekün iktidarını sağlamlaştırmasıyla iç savaşa doğru dolu dizgin yuvarlanıyor. Sistem güçleri kesin ve hiçbir muhalefetin olmadığı topyekün bir hakimiyet istiyor ve bunu olabildiğince meşru yolları göstermelik olarak koruyarak geçekleştirmek istiyor.

AKP iktidarıyla birlikte başta liberal solcular olmak üzere devrimci hareketin ana gövdesi de AKP iktidarını bir ara dönem olarak anladılar ve bunu açık olarak dilendirdiler. Zaten iç ve dış sermaye Tayyip iktidarını devirecek, bu işlerde rol almak sermaye düzenine hizmettir dediler ve AKP’ye muhalefeti laiklik üzerinden yaptılar.  Başından beri sorunun kişi iktidarı olmadığını, sistemin bunalımının adım adım topyekün faşizmi zorunlu kıldığını bunun bir bütün sermaye, ordu ve bürokrasi, siyasal kurumlarıyla devlet ve düzenin politikası olduğunu anlayamadılar. Sürecin başta Kürt mücadelesi olmak üzere tüm muhalif kesimlerce engellenme direnişine karşılık adım adım baskı ve terörle karşılanacağını ve bunlar yetmediğinde faşizmin kurumsallaşmasının bir iç savaş sürecine gireceği önceden belirgindi. Bu noktada hala süreç aynı yönde derinleşmektedir. Sistem hala burjuva meşruiyet görüntüsünü kullanarak süreci bugüne getirdi artık başka bir döneme geçilmiştir.

Yeni dönem içeride ve dışarıda siyasal ve ekonomik krizden öteye beka sorunu, yani faşist devletin varlık yokluk sorunu haline gelmiştir. Ve sistem artık topyekün diktatörlüğünü meşru görüntüde yürütemez, bunu istese de yapamaz, her diktatörlüğün muktedirliğinin bir sınırı vardır bu sınır dayandığı ekonomik sosyal potansiyellerdir ve bunlar artık muktedire sınırlarını gösteriyor. Bu iç savaşın yeni bir evresidir.