İdlip’te ne oldu, ne olacak? – Hasan Aksoy

Konunun biraz başından başlamakta yarar var. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) isimli örgüt, El Kaide’nin ideolojisini benimseyen ama bir süre sonra ayrı faaliyet göstermeye karar veren bir grup. Batı (yani ABD, Avrupa Birliği) tarafından desteklendi ve çok çabuk bir sürede, belki de kendilerinin bile beklemediği bir hızla büyüdü. (Böylesi örgütler, bizzat Batı tarafından kurulmaz ama görmezden gelinir. Hatta el altından desteklenir)

IŞİD, Irak’ta yıllarca Saddam iktidarının ekmeğini yemiş olan Sünni kesimlerin, Baas dönemi sonrası kurulan yeni Irak devleti konseptinde, azınlık olmalarından da kaynaklı olarak ‘ezilmesine’ karşı bir tepkisi olarak görüldü ve gösterildi. Hızla büyüme, İran’ın Irak’taki etkisinin önlemeye yönelik Batı’nın ‘yardımı’ ile oldu. Ama yine de bu yardım ya da göz yumma, IŞİD adının şemsiyesi altında olup biteni tam açıklamaya yetmez.

Örneğin Suriye’ye dışarıdan getirip, eğitilen ve silah verilen cihatçılar gibi değillerdi. Silahlı kişilerin en azından yöneticileri, Saddam devrilince ortadan kaybolan (Sünni) Cumhuriyet Muhafızları idi. Dahası bu kişiler, ele geçirilen kasaba ve illerdeki silah depolarını herkesten daha iyi bilen kişilerdi. O nedenle, ilerledikçe, silah bulmakta (hatta para) hiç sıkıntı çekmediler.

Kendilerinden önce korkusu gelen Moğollar gibi Irak’ın güneyinden kuzeyine doğru ilerlemeye başladılar. Musul’u neredeyse tek kurşun sıkmadan ele geçirmeleri, güçlerine muazzam güç kattı. Bu hızla, Bağdat’ın (orası ABD korumasında, tahkimatlı bir yer) kenarından dolaşıp, Irak’ın kuzeyindeki Güney Kürdistan’ı işgal girişimi PKK tarafından Maxmur Kampı girişinde durduruldu. Daha sonra Şengal’e yöneldiler. Orada da yaşanan soykırım ve bir halkın tamamen yok edilmesine karşı PKK’nin verdiği efsanevi kurtarma mücadelesi biliniyor.

Daha sonra Irak’a yönelen IŞİD, orada da pek çok stratejik kasaba ve şehirleri hızla ele geçirdi. Nitekim Suriye’nin rejim güçleri soluğu Şam’da aldı. Eğer önce Lübnan’daki Hizbullah, sonra İran’ın kendisi gelmese, bugün Esad rejiminin yerinde yeller esiyordu. İsrail ordusuna şimdiye dek yegane yenilgiyi tattırmış bir güç olan Hizbullah’ın şehir savaşı IŞİD’in önünde set oldu. Söz konusu müthiş mücadelecilere İran’dan da silah desteği geldi.

Batı’nın tecrit ettiği ve yok etmek için hedefine uzun süredir almış olduğu İran (ve onun ürünü Hizbullah) ile Esad’ın tamamen düzlüğe çıkması imkansızdı. Ancak zaten ülkede üssü bulunan ve BM’de de veto hakkı bulunan nükleer güçlerden Rusya’nın koruması da bu denkleme eklendi. Zaten silah envanteri Rus olan Esat rejimi için kurtuluş ışığının ucu görünmüştü.

İşgal altındayken elektrik ve suyu (belki de petrolü) IŞİD’ten almak zorunda kalan Esat, yakın çevresinden başlayarak topraklarındaki yabancı işgalini adım adım kırarken, IŞİD’e darbeyi asıl vuran Kobanê’den itibaren YPG-YPJ oldu. Sadece IŞİD’i geri püskürtmekle kalmadılar; Arap komşularıyla ortak yönetimler kurdular. Söz konusu yönetimlerin oluşturduğu ortak ordular, bugün itibariyle Suriye’nin üçte birini kontrolleri altına almış bulunuyor.

Batı, bir süre sonra IŞİD’ten vazgeçti. Çünkü onlar İran etkisine girmekte olan Irak’ta istikrarsızlık gücü olarak düşünülüyordu. Oysa Irak’tan Suriye’nin içlerine kadar uzanmışlar ve petrol ‘ihracına’ başlamışlardı. Özellikle Türkiye üzerinden pazarlanan petrol, Batı için ‘kayıt dışı’ olduğu ve IŞİD’i haddinden fazla güçlendirdiği için tehlikeliydi. Hem AKP korkutuldu. Hem de IŞİD’in gerileme süreci (Musul’un geri alınması) petrolün kontrolünü merkezi devlete aktardı.

Batı adına Esat’ı devirme görevini üstlenen; ancak bunda başarılı olamayan Türkiye, sınır komşusu olma üzerinden Suriye’de müdahil olma iddiasını halen sürdürmek istiyor. Bu konuda iki kozu var: Barındırdığı 3-4 milyon Suriyelinin Avrupa’ya göçüne engel oluyor. İkincisi de sayısı binlerle ifade edilen cihatçıları maaşa bağlamış bulunuyor. Yani onlar üzerinden vekalet savaşına devam ediyor. Batı’nın vazgeçtiği Esat’ı devirme planında ısrar ediyor.

Rusya, daha önce Türkiye’ye verdiği kimi tavizler karşılığında, cihatçılarını belirli yerlerden çekilmesini sağlamıştı. Şimdi aynı şeyi İdlip’te yapması isteniyor. Daha önce işgal etmesine izin verilen Afrin’e çekilmesi istenen cihatçılar, “Oraya değil, Türkiye’ye gideriz” diyorlar. Nitekim gelemesinler diye, sınırda büyük tahkimat yapıldı. “Çok sivil ölecek, katliam olacak” diyen AKP devletinin aslında kendi maaşlı cihatçılarını kurtarmaya çalıştığı tüm dünyaca biliniyor.

Ancak Suriye devleti, kendini yıkmaya çalışmış ve halen de işgalci durumundaki cihatçıların sonsuza kadar kendi toprağı olan İdlip’te kalmasına niye izin versin ki? AKP, “Bana izin verirseniz, ben radikal cihatçılarla ılımlı cihatçıları ayırayım” diyor. Sadece Şam değil, Rusya da, ılımlı-radikal ayrımı yapılmasından yana değil. Ülkenin başka yerlerinden sürüle, sürüle İdlip’te toplanmış cihatçıların yüzde 98’i başka ülkelerden gelmiş kişiler zaten.

Bu arada, Esat’ın yıkılmasa da, kısa sürede güçlenmesini istemeyen Batı, İdlip’te hızlı bir kurtarma harekatında başarılı olmasını istemiyor. Bu operasyonun Esat’ı da yıpratmasını istiyor. Dahası İdlip’te zevahiri kurtarmaya çalışan AKP devletinin kendilerine yanaşmasından çok hoşnutlar. Nitekim böylece AKP devleti üzerindeki Rusya etkisini (mesela S-400 savunma füzeleri satın alma kararını) kıracaklarını umuyorlar.

Rusya, cihatçıların son durak olarak İdlip’ten Afrin’e çekilmesini kabul edebilir. Batı da, buna bir şey demeyecektir. Amaçlanan cihatçıların Suriye’den geldikleri ülkelerine (Kafkasya, Türki cumhuriyetler ve hatta Fransa ile İngiltere) bir şekilde dönmelerine engel olmak, onların orada ölmelerini sağlamaktır. Kendi toprağı Afrin’den tümden vazgeçmemiş olan Kürtlerin halen sürdürdükleri gerilla savaşı, belli bir süre sonra cihatçılar için Afrin’i cehenneme çevirecektir.

Rusya’nın hava sahasını kapatması halinde, AKP ordusu da Afrin’den çekilebilir, çekilmek zorunda kalabilir. Nitekim, İdlip konusu çözüldükten sonra, tüm yabancı orduların Suriye’yi terk etmeleri istenecektir. ABD’yi Suriye’den kovmak kolay olmasa da, AKP devletinin işgal ettiği Suriye toprakları, zaman içinde giderek küçülecektir. Suriye’deki AKP işgalinin sıfırlanmasını beklemek ise (Kuzey Kıbrıs örneğini hatırlarsak) ham hayal olur.

Dünyanın dört bir tarafından getirilmiş olan cihatçıların İdlip’i hemen terk etmeleri beklenmese de, orada Suriye rejim güçlerine (elbette Rusya ve İran’a) karşı ne kadar direnebilecekleri -AKP’nin desteğini en üst seviyeye getirmesine rağmen- tam kestirilemez. İdlip’ten Türkiye’ye kaçmasına izin verilmeyecek olan cihatçıların son durağı Afrin, Azez ve El Bab olacaksa, onları da orada, oranın asıl sahibi Kürtlerin kendilerine yaşatacağı cehennem bekliyor olacak!

Hasan Aksoy