İktidarın çürümüşlüğünün aynası: Diyanet! – Gülizar Tuncer

Depremin katliama dönüşmesinin ve yarattığı yıkıcı sonuçların sorumluluğundan kendilerini azade görenlerin işlediği suçlar her geçen gün artıyor. Kendilerini eleştirenlere celallenip kükreyerek karşılık veren, tehdit ve hakaretlerde bulunan iktidar sahiplerinin yarattığı şiddet sarmalı yetmiyormuş gibi, şimdi de Diyanet fetvaları gündeme düştü. Diyanete bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sitesinde, “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna verilen yanıtta: Dinimizde evlatlık müessesinin kabul edilmediği, evlat edinenle evlatlık arasındaki bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın mirasçı olma hakkının da olmadığı şeklinde yanıt verildi ve gelen tepkiler üzerine de bu “fetva” siteden silindi. Hemen ardından yeni bir açıklama yapan Din İşleri Yüksek Kurulu, konunun “bağlamından kopartıldığını” belirtip çocuğun bu aile bireylerine “mahrem olmaması”nın da dini hükümlerden biri olduğunu belirterek, eski açıklamayı farklı biçimde tekrarladı.

Evet, yaşanan büyük depremlerin ardından, 36 milyara yakın dev bütçesi ve 130 bini aşkın kadrosuyla kılını kıpırdatmayan; camilerde sela okutmak ve kurtarılan insanları tekbir sesleriyle korkutmak dışında bir fiiliyatını görüp duymadığımız Diyanet, günler sonra ses verdi. Depremin en büyük mağduru konumundaki kimsesiz öksüz, yetim kalmış çocuklara yönelik olarak, olabilecek en aşağılık fetvalarıyla açıkça diyor ki: Dinimizde evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir, ailelerini kaybetmiş bu çocuklar da zaten sizin öz evladınız değil, onları evladınız gibi koruyup kollamanız gerekmediği gibi evlenmenize da engel yoktur, nasılsa ileride nikâh kıyabileceğiniz için şimdiden onları istismar edebilirsiniz. Böylelikle, depremi de fırsata çevirerek, açıkça kimsesiz çocuklara yönelik taciz ve tecavüzde bulunmaya, “suç” işlemeye teşvik ediyorlar. İslam Hukuku’na göre hareket ediyoruz diyerek, mevcut yasal düzenlemelerdeki evlenme yasağını da; evlat edinenin evlat edinilen çocuğa karşı işlediği suçların ebeveyni işlemiş gibi değerlendirilip cezalandırılacağını da umursamıyorlar.

Bu artık ‘alıştık’ diyerek geçeceğimiz bir mevzu olamaz, olmamalı. Bu fetva ve açıklamalar, bir yanıyla çürümüşlüğün geldiği noktayı gösterirken, bir yanıyla da yitirilmiş olan değerlerin yerine nelerin konulduğunu gösteriyor. Kan bağıyla bağlı olduğunuz kendi çocuklarınız dışında kimseye çocuğunuz gibi değer vermeyin, onlara dilediğiniz zalimliği yapın derken, bir yandan da “hukuki birtakım sonuçlar doğuran”gelişmelere imkân tanımayın, onlara miras da bırakmayın deniliyor. Bütün bunlar, kafaları artık yalnızca sapkınlıklara çalışan ve hayatları boyunca mal, mülk peşinde koşanların iyice insanlıktan çıktıkları karanlık bir dünyayı işaret ediyor.

Diyanet’e bağlı fetva hattının internet sitesinde daha önce de “İslam âlimleri” diye tarikat şeyhlerinin zırvalıklarından alıntılarla desteklenen açıklamalara ve fetvalara tanık olmuştuk. Millete dini vecibelerini anlatır gibi; 6,9 ve 12 yaşındaki çocuklarla nikâh veya başkaca ne tür cinsel yakınlaşmaların, hangi durumlarda caiz olabileceğini, kimin kime ne ölçüde hallenebileceğini, baba, dede ve baldız fetvalarıyla göstermişlerdi. Bu sapkın zihniyetin memlekette nasıl bir sosyal, kültürel, ahlaki çöküşe yol açtığı ve toplumun nasıl bir çürümeyi yaşadığı ortada. Gençlerin, birbirlerini seven insanların özgürce yaşadığı ilişkilere, sokakta birbirlerine sarılıp öpüşmelerine dahi kıyametler koparanların nasıl sapkınlaşıp rezilleştiği de ortada.

Şiddetin hayatın her alanında yaygınlaştığı ülkede; aile içi şiddetin, ensestin ne boyutlara vardığını, çocuklara yönelik taciz ve tecavüzlerdeki artışın, çocuk pornosu hatta bebek pornosunun nasıl bilinçli biçimde yaygınlaştırıldığını da biliyoruz. Bütün değerlerin erozyona uğradığı; çocukların doğrudan devlet eliyle istismar edilecekleri ortamlara itildiği, uyuşturucu ve fuhuş batağına çekildikleri, devlete bağlı kurumlarda yaşanan istismarlara karşılık “bir kereden bir şey olmaz” diyen aile bakanından ”çocuk tecavüzleri siyasetin konusu değildir” diyen bakanlara doğru evrildiği bir dönemdeyiz. Toplum öyle bir hale gelmiş ki; kendi aile fertlerinden küçük bir çocuğa tecavüz eden akrabalarını kısa süreli bir tutukluluk sonrası bütün bir aile davul zurnayla karşılayabiliyor. Çocuğa tecavüz eden akrabanın tecavüz mağduru çocukla evlenerek cezadan kurtulması için başta ailesi olmak üzere, yaşının büyütülmesini sağlayan yargı organlarından, cezaevinde nikâhlarını kıyan belediye başkanına bütün idari prosedürleri hızlıca yerine getiren cezaevi müdürüne kadar herkes seferber olabiliyor. Ailenin kutsallığı söylemiyle yola çıkıp bataklıkta debelenenlerin geldiği nokta bu; eskiden olsa yüzüne bakılmayacak, toplum dışına itilecek sapık kişilikler bugünün dünyasında muteber konumdalar.

Yirmi senedir yürüttükleri din istismarcılığıyla yalnızca Diyanet değil; memleketi bir örümcek ağı gibi saran tarikat, cemaat ve vakıflarla, Kuran kurslarıyla, çocuk yuvalarından, anaokullarından başlayarak çocuklarımızı nasıl zehirlediklerini biliyoruz. Yoksulluktan, çaresizlikten dini eğitimin dayatıldığı yurtlarda, yatılı bölge okullarında kalmaya mahkûm edilen çocuklarıngericiliğin kodlarıyla büyütülüp her türlü istismarı yaşamak zorunda bırakıldığını da. Yakın zamanda 6 yaşındaki çocuğunu 29 yaşındaki müridine “evlendirme” adı altında ömür boyu tecavüz etsin, işkence yapsın diye hediye eden tarikat liderinin vetarikatın icraatlarının münferit olmadığını da. Bütün bu sistematik ve organize kötülüğün; tarikatları, cemaatleri, vakıfları palazlandıran devletin bilgisi ve yönlendirmesiyle gerçekleştirildiğini ve yıllardır mücadelesi verilen kazanılmış haklarda ve yasal düzenlemelerde yaşanan geriye gidişin nasıl ağır sonuçlara yol açtığını da görüyoruz.

Bugüne kadar IŞİD zihniyetiyle devlete akıl hocalığı yaparak, iktidar sahiplerinin yanlışlarını dinen doğrulayan, onaylayan ve meşrulaştıran; gerektiğinde elinde kılıçla hutbe okumaya çıkan Diyanet İşleri Başkanı ve emrindekilerin her türlü kötülüğü yapabileceklerini biliyorduk. Ama böyle bir zamanda, ailesini kaybetmiş küçük çocuklara karşı bu kadar acımasızca, bu kadar büyük bir zalimlikle, bir ganimet gibi yaklaşacakları kimsenin aklına gelmezdi. Bu semirmiş yobazlar, her türlü yetkiyle donatılmış vaziyette ve kendilerinden geçmişçesine,şeriat hukuku adı altında sistematik bir istismar hukuku yaratmaya çalışıyorlar. Üstelik hala gidilemeyen köyler, kurtların yediği, iş makinalarının parçalayıp moloz yığınları arasına attığı cesetler varken; toplumun sinir uçlarıyla oynayıp bunları tartışmak durumunda bırakarak ayrıca bir gündem yaratıyorlar.

Gelinen aşamada, net rakamlar verilmemekle beraber, yüz bini aşkın insanın yaşamını yitirdiği tahmin edilen deprem bölgesinde, ailesini kaybeden binlerce çocuğun olduğu tahmin ediliyor. Ancak bu çocukların geleceğinin ne olacağı belirsiz olduğu gibi daha şimdiden kaygı verici gelişmelerin yaşandığı gözleniyor. Geçtiğimiz günlerde, Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği ile Çağdaş Hukukçular Derneği, enkazdan sağ kurtarılan çocukların resmi kurumlara bildirimlerinin yapılarak kayıtlara geçirilmediği, refakatsiz çocukların tarikatlara veya organ mafyalarına teslim edildikleri, bazı çocukların ise villlara yerleştirildiği ihbarını aldıklarını belirterek suç duyurusunda bulunmuşlardı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, önce bu evlerin İnsani Yardım Vakfı (İHH) evleri olduğu söylemiş, sonra da o villalarda Suriyeli kadın ve çocukların bulunduğu belirtilmiş, ancak neden orada tutuldukları ve sonrasında nereye götürüleceklerini açıklamamıştır. Yine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, deprem bölgesinden hastanelere kaldırılan ve ailesi olmayan 1589 refakatsiz çocuk olduğunu, çocuklardan 1342’sinin kimliğinin belirlendiğini, bunlardan 953’ünün ailesine teslim edildiğini, geri kalan 247’sinin de kimlik tespitinin devam ettiğini, 80 çocuğun da İnsan Ve İrfan Vakfı’na bağlı “Sevgi Evleri”nde olduğunu söylemiştir. Yapılan resmi açıklamaların ve verilen rakamların gerçeği yansıtmadığını ve hiçbir güvenirliğinin olmadığını artık biliyoruz.

Deprem bölgesinden gelen haberlere göre; İHH ile İnsan ve İrfan Vakfı dışında, Deniz Feneri, İsmailağa Derneği, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti gibi daha önce defalarca kez çocuklara yönelik işkence ve tecavüzlerle gündeme gelen tarikat-cemaat bağlantılı kuruluşlar çalışma yürütüyorlar. Depremlerin ardından hiçbir şey yapmayıp günlerce bekleyen, sonrasında da arama- kurtarma çalışmalarını, yardımları merkezileştireceğiz diye kendilerine muhalif konumdaki tüm kişi ve kuruluşları engelleyen, yardımlara el koyan Devlet, şimdi tarikatlara, cemaatlere alan açıyor. İlk günlerde ortalıkta görünmeyen, kimseye yardım etmeyen bu din simsarları, şimdi kimsesiz çocukların organ mafyasına götürüldüğü, kaybolduğu, kaçırıldığı iddialarının olduğu bir ortamda ortalıkta cirit atıyor. Üstelik artık doğrudan veya dolaylı olarak, cemaat ve tarikatlardan bağımsız biçimde çalışma yürüten resmi bir kurum neredeyse kalmadığından, her şey bizzat devletin gözetimi ve denetiminde gerçekleşiyor. Devlet kurumlarıyla bağlantılı biçimde, birlikte hazırladıkları protokollere dayanarak devletin kaynaklarıyla iş yapan bu kuruluşların gelecekte deprem bölgelerine daha büyük bir iştahla yönelecekleri açıktır.

Diyanet açısından da değişen bir şey yok; deprem bölgesindeki çocuklar için şimdi en büyük aciliyet buymuşçasına, 4-6 yaş grubu küçükler için Kuran kursları açtıklarını duyurdular halkımıza. Ayrıca 16 Şubatta Resmi Gazete’de yayımlanan ve Diyanetin “Görev ve Çalışma Yönetmeliği” nde yapılan değişikliklerle birlikte, zaten toplumsal yaşamın her alanında etkin role sahip Diyanetin yetkileri daha da artırıldı. Yönetmelikle birlikte gençliğin “dini ve milli değerlerle barışık, vatanına ve milletine bağlı ve faydalı bireyler olarak yetişmesi için” gerekli çalışmaları yürütmek amacıyla, Gençlik Merkezleri açılması, öğrenci yurtlarında vaaz ve irşat faaliyetleri yürütülmesi dışında, “afet ve acil durumlarda din hizmeti, manevi danışmanlık ve rehberlik hizmeti” sunma görevi de verildi. On binlerce insan enkaz altındayken, Diyanetin daha da güçlendirilerek ve özellikle de afet bölgesinde sokağa salınması, elbette ki yalnızca tepkilerin bastırılması amacıyla değildir.

Sonuç olarak, deprem sonrası ellerindeki devasa imkânları insanları kurtarmak amacıyla örgütleyemeyenler, şimdi yapacakları kötülükler konusunda hızlıca örgütleniyorlar. Devlet gücünü arkasına alan Diyanet başta olmak üzere; Tarikatlar, Cemaatler, Vakıflar ve bilcümle köhnemiş teşkilatın bir kâbus gibi üzerimize çökmesine izin veremeyiz. Çocuklarımızdan başlayarak toplumun sosyal, siyasal ve kültürel anlamda egemenlerce biçimlendirilmesine artık dur demeli ve oluşturulmaya çalışılan milliyetçi, ırkçı, militarist zihniyet dünyasını reddetmeliyiz. Çocuklarımızı bu karanlığa mahkum etmek istemiyorsak, işlenen bütün bu suçların hesabını sorarak teşhir etmekle yetinmeyip, onları kurtarmak için harekete geçmeliyiz.