Korona salgını başladıktan sonra toplumsal reflekste tam bir durgunluk yaşandı. Öyle ki toplumun üzerine ölü toprağı serpilmişçesine herkesin inzivaya çekildiği bir resim ortaya çıktı.
15 Temmuz Darbe Girişimi’ne “Bu bize Allah’ın bir lütfu…” diyen Erdoğan, iktidarının yanlışlarına karşı ortaya çıkan toplumsal muhalefetin hareket alanını daraltmak ve kitlesel hareketlerin güçlenmesini engellemek için korona salgınını da “Allah’ın bir lütfu” olarak kullandı. Çeşitli bölgelerdeki işçi eylemlerini, parti mitinglerini, sendika kurullarını, baro seçimlerini, öğrenci eylemlerini “salgın riski” gerekçesiyle yasaklamaya çalıştılar. Kurumsal anlamda özellikle baro seçimlerinin yaptırılmamasına karşı epeyce bir gündeme oturan avukatların yürüyüş eylemi olsa da halkın kitlesel katılımını esas alan miting, kutlama ya da protesto temelinde bir hareketlilik yaşanmadı. Bunda iktidarın kendisine karşı gelişecek toplumsal muhalefeti etkisizleştirme yöntemi olmakla birlikte, muhalefet partilerinin de “salgın önlemleri” adı altında uygulanan yasaklara karşı etkili bir tavır almamalarının, zimmen kabul etmelerinin de katkısı büyüktür. Hareketsizlik durağanlığa, durağanlıkta ölüme götürür. Dolayısıyla toplumsal muhalefetin üzerine bu şekilde bir ölü toprağı serpilmiş oldu. İktidar kongre, miting, toplantı ve toplu açılış töreni gibi tüm faaliyetlerini gerçekleştirirken muhalefetin tüm aktivitelerini “salgın riski” nedeniyle engellemiş ve muhalefet de bu yasaklamaları boşa çıkaramamıştır.
Gelinen aşamada iktidar, ekonomik krizin dayatmasıyla kısıtlamaları kaldırmak zorunda kalmışsa da toplumsal refleksteki atıllık devam etmektedir. Toplumun öfkesi içten içe büyürken muhalefet bu enerjiyi sokağa ve meydanlara yansıtma pratiğine girmemiştir. Bunun iki yönü bulunmaktadır: Birincisi Erdoğan iktidarının tam anlamıyla faşizmi esas alması, küçük ortağı MHP ile birlikte toplum üzerinde korku rüzgarı estirmesidir. İkincisi ve belki de daha önemlisi, başını CHP’nin çektiği muhalefet bloğunun toplumsal dinamiğin sokak muhalefeti tarzını hayata geçirmekten uzak durmasıdır. Muhalefet “siyasi cinayetler olabilir, provakasyon girişimleri olabilir, toplumu kutuplaştıran iktidar kutuplaşan halkı birbiriyle kapıştırmak isteyebilir ve iktidarı bırakmamak için türlü senaryolar yazıyor olabilir, bu nedenle sokaktan uzak durmak gerek” gibi akla ziyan demeçlerle toplumsal dinamiğin güçlenmesine ve kendi oy kitlesinin artmasına engel olmaktadır. Bu politik yaklaşımlar, iktidarı değil tam tersine muhalefet kitlesini tedirgin eder, kendi kabuğuna çekilmesine ve etkisiz eleman durumuna gelmesine neden olur. Burada her anlamda güç kaybeden iktidar ve küçük ortağıdır. Yaşanacak her komplovari gelişmeden iktidarın korkması ve çekinmesi gerekirken tam tersine muhalefet partileri korkup çekiniyor. Bu vaziyet Erdoğan ve küçük ortağını daha da cesaretlendiriyor. Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde bulunanları iktidar çevresi taklit edeken M. Akşener Rize’de saldırıya uğradıktan sonra Erdoğan, “dur daha bunlar iyi günlerin” derken muhalefetin yukarıdaki söylemleri dile getirmesi iktidarın cesaretini artırıyor. İktidarın özel bir strateji uygulamasına gerek yok, muhalefetin bu çekingenliğini, korkaklığını kullansa yeterlidir zaten.
Bugüne karar iktidarın en önemli stratejisi, gündemi kendisinin belirlemesi, muhalefeti de arkasından sürüklemesidir. Kazandığı her seçimde ve sonrasında bunu başardı. Muhalefeti etkisiz eleman, kitlelere güven vermeyen ve iktidar alternatifi olamayan bir duruma düşürdü. Bu durum muhalif kitlenin her geçen gün daha da umutsuzluğa kapılmasına neden oldu. Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan Muharrem İnce fiyaskosu da bu olumsuz düşünceyi güçlendirdi.
Son yerel seçimlerde önemli büyükşehir belediyelerinin, özellikle de Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarının kazanılması AKP’ye muhalif kitlelerin “mücadeleyi büyütünce iktidar da yenilebiliyormuş” heyecanını yaşattı. Hele İstanbul belediye başkanlığı seçiminin yenilenmesi kararı sonrasında bu sefer çok büyük bir farkla muhalefet adayının kazanması, “vay be kazandık kazanacağız” coşkusunu getirdi. Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” belirlemesi doğru bir tespitti ve İstanbul’u kaybetti. Bu AKP için bir dönemin bittiğinin ve yenilgi dönemine girdiğinin göstergesidir. Bu sürecin ne kadar erken biteceğini muhalefetin mücadele stratejisi belirleyecektir.
Erdoğan, iç politikada toplumu kutuplaştırma siyaseti ve savaş stratejisiyle 2023 yılında da seçimleri kazanmaya odaklanmış durumda. Son 20 yılda propagandayı çok iyi yapan, iktidardayken muhalefet edermiş gibi kitleleri yönlendiren hatta kaybederken, geri adım atarken bile kazanıyormuş algısı yaratmayı başaran bir iktidar partisi var karşımızda. “Yaparsa AK Parti yapar” sloganı tüm propagandanın ve stratejinin somutlaşmış halidir. Toplumun ruh ve bilinç dünyasını iyi kavramış, onlarla maddi ve manevi ortak kanallar yaratmış, kitlelerin algılarını yönetebilmeyi, kendi kararlarını halka kendi kararlarıymış gibi benimsetmeyi başarmış bir iktidar partisi var karşımızda. Muhalefet bu gerçekliği çok iyi kavramalı, rakibini yenmek istiyorsan öncelikle onu çok iyi tanıman ve neler yapabileceğini önceden öngörebilmen gerekir. Bunu başarabildiğin oranda hem rakibinin stratejisini boşa düşürebilir hem de kendi stratejini uygulayabilir ve kazanabilirsin. Bugüne kadar muhalefetin en önemli başarısızlığı bu olmuştur.
Burada detayına girmeyeceğim ama Erdoğan’ın kendine yol belirlediği Siyasal İslam’ın miadı tüm dünyada doldu. İktidarın hem iç hem de dış politikası siyaseten ve ekonomik olarak çökmüştür. Erdoğan, artık günü kurtarmaya ve toplumsal algıyı yöneterek bir sonraki seçimi kazanmaya odaklanmış durumda. AKP ve küçük ortağı MHP her gün biraz daha kaybetmektedir. Herhangi bir cambazlık yapılmadan bugün bir seçim yapılsa Cumhur İttifakı’nın kaybedeceği nettir. Yani nesnel koşullar, bu iktidarın kaybetmesi için uygundur. Bundan sonra yapılması gereken öznel koşulların da uygun hale getirilmesidir.
Halen bu iktidara inanan ve destekleyen önemli bir kitle vardır. Bu kitle, kutuplaştırma politikasından en çok etkilenen kitledir. Öyle ki iktidar destekçisi televizyon kanallarından başka hiçbir kanalı bile izlememektedir. Dolayısıyla muhalefet bu kitleye ulaşmanın araçlarını bulmalıdır. Bunun en önemli yolu sokağına ve evine ulaşıp yüz yüze iletişim kurabilmektir.
Muhalefet yönlendirilen ve sürüklenen olmaktan kurtulmalıdır. Gündemi kendisi belirlemeli iktidarın her adımını tartışılır hale getirmelidir. Basın yayın organlarında muhalefetin demeçleriyle iktidar tartışılır olmalıdır. AKP’nin ve Erdoğan’ın diliyle değil muhalefetin diliyle gündem tartışılmalıdır. Yıllarca muhalefet, iktidarın söylediklerine cevap yetiştirmeye çalıştı. Oysa bunun tam tersi olmalıydı. İktidar, muhalefetin söylemlerine cevap vermeye uğraşmalı. Moral motivasyon ve inisiyatif her zaman muhalefette olmalı. Eğer böyle olursa muhalefet, iktidarı denetleyebilir ve geri adım attırabilir. İktidarın çizdiği sınırlar çerçevesinde muhalefet yapmak iktidarı tahkim etmekten başka bir işe yaramaz. O nedenle muhalefet var olan sınırların dışına çıkmalıdır.
Erdoğan vatan millet Sakarya edebiyatıyla kendi siyasal çıkarlarını elde etmeye yönelik söylemlerde bulunuyor. Ana muhalefet partisi CHP bu milliyetçi söyleme teslim oluyor. Erdoğan, Libya’da, Suriye’de ulusal çıkarlarımız propagandasıyla toplumda kendi siyasal algısını güçlendirmeye çalışıyor. CHP de bu söyleme teslim oluyor. Ulusal çıkar “terörle mücadele” dendi mi ana muhalefetin dili tutuluyor. Muhalefet bu teslimiyetten kendini kurtarmalı, alternatif politikalar üretmelidir.
Türkiye toplumu güven veren akılcı politik bir yaklaşımla sunulan siyasi açılımlara kısa sürede ikna olabilmektedir. Hele devlet merkezli politik söylemlere daha çabuk ikna olmaktadır. Muhalefet var olan iktidarı yenme istiyorsa öncelikle kendi diliyle cesur, özgün yeni şeyler söylemek zorundadır. Açık, net, anlaşılır somut önerilerle yeni rejimini nasıl şekillendireceğini ortaya koymalı var olan ekonomik ve siyasi sorunları nasıl çözeceğini ifade etmelidir. Siyasal söylemlerinde iddialı, ısrarlı olmalı ve cesurca söylediklerinin arkasında durmalıdır.
Erdoğan ve küçük ortağı, kaybedeceklerini gördükleri için tüm muhalefetin bir araya gelmesini engellemeye hatta HDP’yi terörize ederken özellikle CHP ve İyi Parti’yi HDP’den uzak tutmaya çalışıyor. HDP Meclis’te üçüncü büyük partidir ve CHP diğer muhalif partilerle nasıl açık ittifak ilişkileri kuruyorsa aynı şekilde HDP ile de kurmalıdır. “HDP, siyasi muhataptır” çıkışı CHP’nin son yıllarda yaptığı en önemli yaklaşımdır. Ama bunu cesaretle savunmaktan ve topluma bunu açık yüreklilikle ifade etmekten hala korkmaktadır. CHP bu konuda cesur, ısrarcı ve ikna edici söylemlerini sürdürürse çok kısa sürede toplumun algısını değiştirebilir. Erdoğan ve küçük ortağının “Bunlar terörle iş birliği içindeler” anti propagandasını da boşa çıkarabilir. Çünkü çok değil bir seçim öncesinde Erdoğan’ın kendisi bugün “terörle işbirliği içindeler” dediği kişiler ve partiyle “çözüm sürecini” örgütlüyor ve toplum da bunu azımsanmayacak oranda destekliyordu.
AKP’den kopan DEVA ve Gelecek partilerini kuranlar CHP’den daha net ve cesaretli söylemler kullanmakta ve HDP’yi açık açık muhatap almaktadır. Dolayısıyla CHP daha cesur olmalı, HDP ile açık ittifakı savunmalıdır. Bu konuda uzak duracak tek parti İyi Parti’dir. Onlar da CHP üzerinden muhataplık sürdürebilir.
Sonuç olarak bir muhalefet bloğu yaratılacaksa ki Erdoğan’ı yenebilmeleri için bu şarttır. O zaman CHP başta olmak üzere kurulacak muhalefet bloğunun yapabileceği çok farklı bir şey olmaz. Farz edelim Erdoğan ve küçük ortağını yendiniz, iktidar oldunuz hatta cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini kaldırıp parlamenter sisteme geri döndünüz, eğer ülkede faşizmin tasfiyesi, kültürel ve siyasal özgürlüklerin kurumsal güvenceleri, laik demokratik anayasa yapımı, etnik ve dinsel farklılıkların varlığını güvence altına alma, yönetimsel hakları tanıma vb. adımları atmadıkları sürece şu anki iktidardan ne farkları olacak!? HDP’nin tepesinde sallandırılan “kapatma ve yasaklama kılıcı” sallanmaya devam ettikten sonra ha Cumhur İttifakı iktidar olmuş ha Millet İttifakı iktidar olmuş, bir fark olmaz. Bu ülkede demokrat olmanın temel kısıtlaması önce etnik ve sınıfsal sorunların demokratik temelde çözümüne yönelik açık ve net politikalar ortaya koymaktır. Bunun ilk siyasal adımı da tüm muhalefet partilerinin HDP’ye yönelik siyasal tavrını ortaya koyması muhatap alması ve birlikte demokrasi ittifakını kurmasıdır. Erdoğan ve küçük ortağı kaybedeceklerini gördüklerinden kendi korkularını gizlemek için başta muhalefet partilerine ve devamında da tüm topluma korku salmaya uğraşıyorlar. Sokağa çıkanı kaos ve çatışma çıkarmaya itham ederek yaratmak istediği provokasyon ve çatışmalara zemin yaratmak istiyorlar. Bu şekilde muhalefeti korkutarak en meşru en demokratik sokak muhalefetinin önünü kesmek, muhalif ruhun ve cesaretin halka sirayet etmesinin önüne geçmek istiyor.
Popüler bir slogan var “cesaret bulaşıcıdır” deniyor doğrudur hatta bunun en net göstergesi toplumun kitlesel tavır alışlarında ortaya çıkmaktadır. İnsan, toplumsal bir varlıktır. Ruhunun beslendiği güç ve iradesinin ortaya çıktığı kaynak da onun toplumsallığıdır. Bunun ilk adımı yüz yüze iletişim kurma, ikinci adımı ise kitlesel buluşmadır. Kitlesel buluşmanın en önemli adımı sokak ve meydanlardır. Erdoğan ve küçük ortağı sokağı gayri meşru ve illegal mücadele -hatta “terör siyaseti”- alanıymış gibi göstermeye çalışıyor ve sokağa adımını atanı hapse atmakla tehdit ediyor. Sokak muhalefetini bu şekilde tanımlayanların tek derdi faşizmdir.
ABD’den Hindistan’a, Avrupa’dan Afrika’ya kadar tüm halklar, hak ve özgürlüklerini korumak ve var olan iktidarların politikalarını protesto edip geri çekilmelerini sağlamak için tarihte her zaman sokak gösterileri yapmışlardır. Bu siyasal mücadele tüm dünyada en meşru siyasal mücadele yöntemi kabul edilmektedir. Dolayısıyla tüm muhalefet partileri ve demokrasi güçleri Erdoğan ve küçük ortağının korkutma ve provokasyon girişimlerine karşı cesaretli tavır koymaları ve geri adım atmamaları gerekir.
Sokak muhalefeti, hakların, özgürlüklerin ve demokrasinin temelidir. “Senden korkan senin gibi olsun” diyerek tüm muhalefet partileri kitlesel muhalefeti harekete geçirmeli, cesur ve kararlı duruş sergilemelidir. Eğer kararlı ve cesur duruşu muhalefet partileri birlikte sergileyebilirlerse işte o zaman cesaret bulaşıcıdır sözü halkta karşılık bulur. Halk, hak ve özgürlüklerine yani iradesine sahip çıkar. Erdoğan ve küçük ortağının iktidarlarını kaybetmemek için hayata geçirmek isteyecekleri her türlü plan ve oyun ancak böyle kitlesel güçlü bir muhalefet örgütlerse bozulabilir. Sokak halktır, sokağı sahiplenen halkla bütünleşebilir ve yarınını kendi iradesiyle kurabilir.
Kasım 2021
Edirne F Tipi Kapalı Hapishanesi