İlk tur sonuçları üzerine – Mehmet Güneş

– I –

Seçimlerin ilk tur sonucu üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor. Herkes kendi cephesinden birçok değerlendirme yapıyor; kitle psikolojisi, faşist baskılar, terör propagandası, kadın düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, dini gericiliğin azgınlaşması, Türk-İslam sentezi temelinde Türk ve sünni tekçilik vb. bütün bunların etkisi olmuştur, ama bu seçim sonuçlarının baş belirleyeni Kürt düşmanlığı ve sömürgeci savaştır. Yukarıda saydıklarımızın etkileri göz ardı edilemez ama bütün bunları belirleyen temel sebep; 40 yıllık sömürgeci savaş ve bu savaşın Türkiye toplumu üzerindeki şovenizm zehridir. Seçimlerin ilk tur sonucunu savaş, Kürt düşmanlığı ve şovenizm belirlemiştir. Türkiye’de uzun dönemdir Kürt sorunu kendi başına bir sorun olmaktan öteye; tüm toplumsal yaşamı belirleyen, domine eden, tüm sorunların önüne geçen ve politikayı belirleyen bir etken haline gelmiştir. Türkiye’de düzen siyaseti içeride ve dışarıda Kürt sorunu ekseninde yürütülüyor.

40 yıldır, Türkiye’de tüm siyasal gerilimlerde olan şey, bu seçimlerin de belirleyeni olmuştur; seçim sonuçlarını Kürt sorunu belirlemiştir. İktidardaki faşist blok ve gerici burjuva muhalefet seçim rekabetini Kürt devrimine düşmanlık üzerinden yürütmüştür. Türkiye, ikiye bölünmüştür. Faşist iktidar, seçimleri istediği mindere çekmiş; sömürgeci savaşı ve Kürt düşmanlığını, son sınırına kadar kışkırtarak birliğini korumuş ve şovenizmle zehirlediği toplumun yarısını arkasına alabilmiştir. Bu bir savaş taktiğidir ve başarılı olmuştur. Faşizm; açlığı, işsizliği, pahalılığı savaş naralarıyla bastırıp, seçimlerden zaferle değil, ama zaman kazanarak çıkmıştır.

Faşist koalisyon, hava, kara, deniz silahları gösterileriyle seçim sahasına çıktı, Mİ savaş filolarına karşı kalp işareti ve martiniçka naiflikleriyle çıktı. Bu faşist savaş koalisyonuna karşı direnişten kaçtı. Cumhurcu faşist blokun kara, deniz, hava teknoloji harikası ölüm makinalarını sergilemesi sadece sanayileşme ve teknolojik gelişim gösterisi değil, başta Kürtler ve sosyalistler olmak üzere kendinden olmayan tüm Türkiye’ye kan ve ölüm tehdididir.

Seçimlerin ikinci turu için burjuva siyasetinin tüm kanatları -düzen siyasetinin tümü-, faşizm, gericilik, milliyetçilik, şovenizm, emek düşmanlığı, kadın ve cinsel kimlikler düşmanlığı dahil gericiliğin her biçimini hortlatarak yarışı sürdürüyor. Bu durumu siyasal terimlerle açıklamak yetmez; seçim atmosferi kelimenin gerçek anlamıyla foseptik çukuruna dönmüştür. Bu düzen, yalnız siyasetiyle değil ideolojisi, kültürü, ahlakı her şeyiyle foseptik çukurudur. Seçimlerin ikinci turu için, sistemin faşist ve gerici iki kanadı göçmen ve Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçilik ve şovenizm kışkırtıcılığında yarışa girişmiştir. CHP içindeki gericilik, Sözcü takımı, Cumhuriyet çevresi; iktidardaki AKP-MHP suç şebekesi faşist kanattan geri kalmayarak tüm topluma şovenizm zehri akıtmaktadır. 

Bir bütün olarak TC sistemi, kirli ve kanlı bir çukurdur, seçimin ilk turu sonrası bu bütün kirliliği ve ahlaksızlığıyla açığa çıkmıştır. Barış, kardeşlik, birlik, bahar lafları söndü; her taraftan savaş baykuşunun çığlıkları ve kurt ulumaları yükseliyor. Günümüz dünyasında, her tür mülteci ve göçmen düşmanlığı enternasyonal yeni faşizmdir; mülteci ve göçmenler yeni faşizmin Yahudileridir. Faşizm, en demokratik geçinenler dahil burjuva politikasının içindedir, burjuva demokrasisinin kaleleri başta olmak üzere, tüm dünyada burjuva iktidarlar içlerindeki faşizmi mülteci ve göçmen düşmanlığı olarak kusmaktadır. Türkiye’nin etine göre budu demokrat iddiasındaki Kılıçdaroğlu şahsında konuşan eğilimi, mülteci düşmanlığında  başa soyunarak içindeki faşizmi kusmaktadır.

İkinci tur öncesi, burjuvazinin ağır top partileri, sokakta karşılaştıklarında yüzünü çevirecekleri iki psikopat faşistin peşinden koşuyor. Daha yakın zamana kadar bir kirli mafya şefi, düzen siyasetini dizayn ediyordu. Bu durum, düzenin nasıl paramparça olduğunun, bütün kanatlarıyla lümpenleştiğinin, çeteleştiğinin ve aynı zamanda yıkılmak zorunda olduğunun somut göstergesidir. Bu durumun toplumsal anlamı ise, cinnet geçiren bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzdur.

– II –

Türkiye devrimci güçlerinin çoğunluğu, seçimlerde fazla bir etki yaratamadı. En başta faşizme karşı tek merkezi ittifak olarak çıkılamadı. Birçok eğilim, tek tek örgütler olarak açıklamalarla yetindiler. İttifakları seçimcilikle eleştirenler, söz dışında bir varlık gösteremediler, yapılmalıdır diye ittifak dışı kalanlar önerdiklerini yapmak bir yana boşluğa düştüler. Seçimlerde devrim sloganları atıp kendi dar örgüt sınırlarına çekilenler, en sıradan hamasetle yetindiler. Seçimler bizi kesmez, herkes seçimlerle uğraşıyor, biz seçimlerle yetinemeyiz, faşizme karşı, kendi örgütsel faaliyetimizi yükselteceğiz diyerek, örgüte çekilenler de aynı duruma düştüler, yaprak kıpırdamadı. Daha önemlisi, seçimlerde siyasetsiz kaldılar. Bunu seçim dönemi açıklamalarından net olarak tespit edebiliriz. Seçimde ittifaklar temelinde veya örgütsel olarak tavırlarını açıklayanlar, genel ajitasyon dışında kitlelere bir mesaj veremediler, birbirlerini eleştirmek ve kendi çevrelerine propaganda yapmakla yetindiler.

Kimileri sonuçları seçim hileleriyle açıklıyor, başkaları seçimler karşısında alınan tavırlar üzerinden diğer eğilimleri yargılıyor. En keskin parlamentarizm eleştiricileri, ellerinde istatistikler seçim değerlendirmesi yapıyor. Bunların en keskinleri tarihin en gerici parlamentosundan bahsediyor, CHP listesinden giren gericileri, AKP listesindeki Hizbullahçıları dert ediyorlar. Yazıların başlığı veya ana fikri parlamentarizm eleştirisi olunca, sorulacak tek soru; “bu ne pehriz bu ne lahana turşusu” demekten başka söz kalmıyor. Parlamentarizm eleştirisini başa alıp, parlamentoyla bir şey değişmez diyenler, seçim sonuçları üzerine söyledikleriyle bizzat seçimlerden, parlamentodan yüksek beklentilerini açık ettiklerinin farkında değil. Bu konuda tam anlamıyla kafa karışıklığından geçilmiyor. Seçimleri önemsemeyenler, yenilginin ağırlığından, hezimetten bahsediyor. Bu parlamentarizm değilse nedir?

Seçimlerde alınan tavırların neye tekabül edeceği, herkesin devrim mücadelesinde tutuğu yerle ilgilidir. Reformistler daha ehven siyasal koşullar için; devrimci ve sosyalist güçler, faşizmin devrimci yıkılışı üzerinden sosyalizme geçişin önünü açmak için yola çıkarlar. Bu anlamda seçimler, devrim ve sosyalizm güçleri için, parlamentarist beklentilerden önce, toplumun bütün kesimlerinin sahaya indiği bu kapışmayı sınıflar savaşına çekmektir. Burada alınacak oylar önemsiz değildir ama birinci hedef seçimlerde çok oy almaktan önce, mücadelenin ileriki aşamasına daha uygun koşullarda girecek ortamı ve güçleri açığa çıkarmaktır. Seçimlerin şu veya bu biçimde sonuçlanması değişik güçleri, farklı boyutlarıyla etkileyecektir. Seçimlerde kim kazanırsa kazansın, Türkiye sosyalist ve devrimci güçleri, az çok değişiklikle rutin faaliyetlerine devam edecekler. Kürdistan coğrafyasının geniş bir kesiminde, devasa TC savaş makinasına karşı, nefes nefese bir savaş yürüten Kürt devrimci hareketi için durum çok farklıdır. Rutin siyasetine devam edecekler açısından çok bir anlam ifade etmeyen Erdoğan’ın gitmesi; yerine gelenin çok bir şey değiştirmeden savaş siyasetine devam etmesi koşullarında bile, devletteki zorunlu değişiklikler için gerekecek zaman nedeniyle, savaşan güçler açısından önemlidir.

– III –

Seçimlerde AKP-MHP, Ergenekon faşist koalisyonu zayıflamadı, zaten nicelik olarak gücünün zirvesindedir ama muktedir değildir dememiz doğru anlaşılmalıdır. Güçlenerek çıkmamıştır biraz daha derinlemesine batmış ama zaman kazanmıştır. AKP iktidarı ömrünü doldurmuştur, Türkiye’yi yönetemez ve iktidarını devam ettiremez. Faşizm kazanmadı, kazanamaz; kazandım dediği kanlı ve kirli iktidarını bir nefes daha uzatmasıdır ve arkası, altından kalkamayacağı muazzam bir çöküntüden başka bir şey değil. AKP, bir tarafı devlet kurumları, bir tarafı geniş bir sermaye kesimi, bir tarafı tarikatlar olan bir koalisyondur. 21 yıllık iktidarı sürecinde devletin tüm yapılarına yerleşmiş ve sistemin tüm kurumları ve ülkenin geniş bir coğrafyasında toplumsal hayatı gözeneklerine kadar kontrol eden, bir yanıyla ekonomik diğer yanıyla dinci siyasal sıkı bir örgütler ağıdır. Büyük şehirleri kaybeden AKP, varoşlarda ve taşrada tarikatlar üzerinden toplumu saran derin ağlarla varlığını korumuştur.

Millet İttifakı, içinde faşist odaklar, AKP artıkları, CHP içindeki gerici kanat olmasına rağmen, Türkiye toplumunun yarıya yakınının çok keskin bir kapışmada, Kürt halkıyla yan yana durmasıyla geniş kitlelerde şovenizmi gerileten bir adım olmuştur. Genel kanı olarak, seçim istatistikleriyle faşist bir dip dalganın yükseldiği ispatlanmaya çalışılıyor. Buna, farklı cephelere bölünmüş faşist odaklar üst üste toplanarak ve MHP’nin beklenenin tersine gücünü koruması üzerinden varılıyor. Faşist şefin olduğu gibi MHP oylarının da ne kadarının devlet olanaklarıyla metazori hırsızlık oyları olduğunu bilemeyiz ama toplam faşist oylarda dikkate alınacak bir artıştan bahsedilemez. Seçim ortamını zehirleyen şovenist dalganın, her eğilimden çok millici faşizme yaradığı açıktır. Çıldırmışçasına HDP ve Kandil üzerinden yükseltilen şovenist propagandayı doğru anlamak önemlidir. Yalnız EÖİ üzerinden kurulan Kürt ve Türk devrimcilerinin birliği değil, aynı zamanda EÖİ ile Kılıçdaroğlu arasındaki ilişkiden doğacak Kürt ve Türk halk kitleleri arasındaki yakınlaşma, düzenin korkularını hortlatmıştır.

– IV –

Parlamento her şeye rağmen kitlelere sunulan düzenin tek meşruiyet alanıydı, artık sistem açısından da parlamento ıskartaya çıkmıştır. İlk tur seçimlerin önemli bir göstergesi, Türkiye yönetilememektedir; faşist iktidarı aşan düzen güçlerinin yönetememe sorunu kriz olmaktan öteye açık gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’yi, tam olarak öngöremeyeceğimiz sınıf savaşlarının zembereğinden boşalacağı kaos ve kargaşa bekliyor. Bu durum, devrimci ve komünistler için görevlerini yapabilirlerse, devrimin yükseleceği bir fırsattır, yapamazlarsa boşluğu faşizm ve her türlü gericilik dolduracaktır. Faşizmin gücü ve her adımda alan kazanması, devrimci hazırlıkların eksikliğiyle maluldür.

Emek Özgürlük İttifakı’nın oyları, açığa çıkan boyutlarıyla gaspedilmiş, oylara da kayyum uygulanmıştır. En güçlü olduğu Kürt illerinde katılım oranının bariz düşüklüğü açıklanmaya muhtaçtır; bu bir engelleme mi yoksa bazılarının ileri sürdüğü seçim politikasına tepki oylar mı, bu konuda kesin bir görüş ileri sürecek doneler elimizde yok. Hileler, faşist engellemeler ve başka eklenecek etkenler dahil, daha geniş verilerle Kürt Hareketinin oy kaybı değerlendirilmelidir. Hile ile çalınan oylar dışta tutulsa dahi alınan sonuçtan gerileme ve başarısızlık görenler katıksız parlamentarist bakışla maluldür. EÖİ’nın seçim politikası ve taktiklerinde eleştirilecek bir çok yan bulunabilir ama oyların biraz fazla biraz eksik olması çok önemli değildir. Keskin parlamentarizm eleştiricileri yazdıklarını unutarak, EÖİ’nın seçimlerde kaybettiğini, yanlış yaptığını toplama ve çıkarma işlemleriyle ispatlıyorlar! Daha öteye Kürt devrimi için gerileme olduğunu ileri sürüyorlar. Kürt devrimci hareketinin ve Türkiye devrimci güçlerinin ittifakı tek amaç olarak seçimde çok oy almaktan önce faşizme karşı direnişin ve devrimin önünü açacak taktikleri zorladı.

İlk turda hedef; parlamento seçimlerinde siyasal dengeyi değiştirecek, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parlamentoda kilit konumuna yükseltilmesiydi ve bu başarılamamıştır. Bunun sebebi ne TİP’in ayrı girmesiyle ne de daha dikkatli, etkili ve sonuç alıcı çalışma teknikleriyle ilgili, bunlar olsa da, olmasa da devrimci ittifakın siyasal gücünün, genel siyasal ortamın dengesini değiştirecek boyutta olmadığı ortadadır.

– V –

Kürt halkı tüm baskı ve teröre boyun eğmeden faşizme karşı direnmiş ve Kürdistan’ın seçimler sonrası daha keskinleşecek, Türkiye’nin emek ve özgürlük mücadelesinin kalesi durumunu güçlendirerek devam ettirmiştir. Kürtlerin blok olarak Kılıçdaroğlu’na desteği düzene ve düzen siyasetçisine destek değil Türkiye halklarına birlik ve mücadele çağrısıdır; birlikte faşizmi gönderebiliriz arzusudur. Kimileri, Kürdistan’daki Kılıçdaroğlu’na verilen blok oyları Kürt halkını düzene ısıtma olarak değerlendiriyor; bu tür mantıklar 40 yıllık savaşı da, bu 40 yılda Kürt halk kitlelerinin kazandığı siyasal bilinci de kavramaktan uzak ve Kürt siyasal gerçeğine yabancıdır.

Kürtler uzun, yorucu ve acımasız bir savaş ve kuşatma altındalar. Sadece sınırlar içinde değil, Kürt olan her yerde; doğuda batıda, kuzeyde güneyde, İstanbul’da, Avrupa’da yaşadıkları her yerde savaş ve kuşatma altındalar. Yalnız Türk devletinin değil bölge ve dünya emperyalist kamplarının her ikisi tarafından kuşatma altındalar. Türkiye’de ise yalnız AKP ve faşist ittifak değil tüm düzen güçleri bu savaş ve saldırganlığın ortağıdır. Kürt devrimci hareketi, bu faşist kuşatmayı kırmak ve asıl saldırgan gücü, koç başı olan baş düşmanı tecrit etmek için doğru bir politik taktik geliştirmiştir.

Kürtler bir kaç puan oy artırarak, birkaç vekil daha kazanmış olsalardı seçimden daha başarılı çıkmış olmayacaklardı. Kürtler açısından asıl başarı seçim taktiğinin kendisidir, istenilen ve beklenen hedeflere ulaşılamamış ama seçimlerden gücünü ve etkisini koruyarak çıkılmıştır; Kürdistan devrimi kitlesel tabanını korumuştur, aldığı oylar bunun göstergesidir. Kürt hareketine kitlesel destek sürüyor, azalan oylarda bir sorun yok, asıl sorun bunun pasif bir desteğe dönüşmüş olmasıdır. Kürdistan’da oylar biraz daha artsa ne değişecekti? Yüzde olarak birkaç puan artının savaşın geldiği aşamada fazla bir hükmü yok. Kürt mücadelesi, belediyeler ve parlamenter düzeyden devrimci mücadelenin tarihinde yükselebileceği en yüksek düzeye ulaşmıştır. Kürdistan’da parlamento ve yerel yönetimler için mücadele, tümüyle ıskartaya çıkmasa da bir  dönem bitti. Parlamento ve belediyelerle kazanılabilecek fazla bir getiri yok. Belediyelere kayyum atanması, parlamenterlerin zindana tıkılması, sınıflar savaşının kanununa uygun gelişmeler. Kayyum atamak, vekilleri hapse tıkmak zorunda kalıyorlarsa, mücadele bir başka aşamaya geldiği; başka yöntemlerle ve başka mevzilerde şiddetlendiği içindir. Devrimci güçlerin anlaması gereken net sonuç; Kürdistan’da ve daha farklı olarak Türkiye’de, seçimler ve parlamenter alandan daha ileri kazanılacak fazla bir başarı yoktur.

– VI –

İlk tur sonuçlarında devrimcilerin görmezden geldiği, doğru değerlendiremediği, kıskançlık veya husumetle karşıladığı TİP’in aldığı oylardır. Seçim tüm gericiliklerin en keskin söylemlerle ve burjuva siyasetinin bütün renklerini demagojiyle sahaya sürdüğü bir ortamda, TİP seçimlere katıldı ve bir milyona yakın oy aldı. Bu tespit, TİP’in nasıl bir siyasal ve ideolojik çizgi izlediğinden ayrı olarak, bir milyona yakın ve çoğunluğu genç seçmenin faşizmin ve gericiliğin boğuntusunda sosyalizmden yana tavır koymasıdır ve önemli bir göstergedir.

TİP seçimlerden başarılı ve kazanarak çıkmıştır. TİP’in başarısı, parlamenter alanda görünür bir adres olabilmesidir ama başarı; 12 Eylül’den bugüne tüm faşist zorbalığa ve saldırılara karşı içeride dışarıda, sokakta zindanda en ön cephede direnen Türkiye devrim güçlerinindir. Bazıları grupçuluk etkisiyle, başkaları kıskançlıkla, başkaları keskinlik tutkusuyla kendi başarılarına kör kalıyorlar. Bu sonuç, Türkiye’de faşizmin ve gericiliğin tüm azgınlığına rağmen yeni kuşaklar içinde devrimciliğin yeşermeye başladığını göstermekte, Türkiye devrimci gençliğinin yüzünü kendi devrimci tarihine döndüğünün göstergesidir.

TİP veya başka bir antifaşist müttefik gücün, seçimlerde uyguladığı taktiğin eleştirilmesi herkesin hakkıdır. TİP’in seçimlere ayrı katılmasını eleştiri sınırlarını aşan küçümseyici, suçlayıcı sıfatlarla yapılan saldırılar müttefiklik ruhuna ve devrimci eleştiri ilkesine terstir. Bu tür tavırlar antifaşist mücadelede en geniş güçlerin birliğini zedeler. Bir devrimci partinin, devrimci hareket içinde yanlış bulduğu politik eğilimleri eleştirmesinin amacı nedir? Muhatabını mat edip kendi haklılığıyla böbürlenmek değil, muhatabını doğrulara ikna edip mücadeleyi büyütmek içindir. En anlaşılmaz olan veya tersinden en açık olan; devrim savaşını en ön cephede ve tüm mücadele araçlarını kullanarak, kapitalizmi devrimle yıkma iddiasındaki örgütlerin, reformist gördüğü eğilimlerin canlanmasından ürkekliğidir. Bu ürkekliğin altında yatan kendi stratejisine inançsızlıktır.

Bir diğer kavrayışsızlık ise dönemi anlamamaktır. Dünyada reformist siyaset bitti, sosyal demokrasi çok zaman önce öldü; her ikisi de kapitalizmin geliştiği “refah” döneminin eğilimleridir. Türkiye’de ise ne sosyal demokrasi ne de reformizm hiç yaşamadı. 1960-80 döneminde, her iki eğilim de boy verir gibi oldu (Ortanın solu CHP’si ve Birinci TİP), sınıf çatışmalarının şiddetlenmesiyle kısa zamanda her iki eğilim de metamorfaz geçirerek; sosyal demokrasi Ecevit gericiliğine dönüşerek, TİP ise içinden Dev-Genç ve 1971 devrimci atılımını çıkararak siyasal yaşamdan silindiler. Bugünün dünyasında, hiçbir yerde, her iki eğilimin de yaşam alanı yok; Türkiye ve Kürdistan’da ise imkansız. Devrimci önderlik yokluğunda bu eğilimler, boşluk doldurur, sınıf savaşları bir üst düzeye sıçradığında ayrışır, diri unsurlar ana gövdesiyle devrimci savaş cephesinde yerlerini alırlar.

Seçimlerde devrimcilerin hiç üzerinde durmadığı veya görmezden geldiği diğer bir gelişme, kadınların hareketliliğidir. AKP’nin kalelerinde gerilese de ana gövdesini koruması, kadın örgütlülüğü sayesindedir, diğer burjuva gerici bloka da kadınlar en aktif ve coşkulu desteği verdiler. EÖİ saflarında da Türk ve Kürt kadınlar en öndeydi. Tüm dünyada yükselen kadın isyanı, önümüzdeki dönemde faşizme karşı direnişte gençlik hareketiyle birlikte önde olacaktır. Faşist cumhur bloku, savaş ve şovenizm kışkırtıcılığı yanında kadın düşmanlığını da son sınırına kadar yükseltmiştir. Kadın düşmanlığının cisimleşmiş temsilcileriyle ittifak, ona oy olarak yansımıştır ama tersinden, Türk ve Kürt kadınlarının mücadelesinin keskinleşmesi olarak devrim cephesini güçlendirecektir. Dünya çapında ve ülkemizde yükselen kadın direnişi, bu tehdit karşısında sinmeyecek, direnişini bir üst aşamaya sıçratarak yükseltecektir.

– VII –

Marksistler, burjuva dünyasının bütün kanatlarının sınıf düşmanlarımız olduğunu bilir ve bunu bilerek devrimin ve sosyalizmin çıkarları doğrultusunda taktikler izler. İkinci tur öncesi, Kılıçdaroğlu’nun şahsında şahlanan Kürt ve mülteci düşmanlığı, Marksistlerin siyasal taktiklerini değiştirmez, siyasal taktikler duygusal etkilerle değil devrim ve sosyalizmin çıkarları esas alınarak belirlenir. İkircimsiz iki burjuva kampın da sınıf düşmanlarımız olduğunu söylüyoruz ve gene ikircimsiz olarak iki düşman kamp arasındaki farklılıklar ve çatışmanın büyümesi, Kılıçdaroğlu cephesinde toplananların kazanmasının devrim ve sosyalizm kavgası için ehven-i şer demiyor, devrimciler rolünü oynayabilirse devrim mücadelemizin çıkarına olacağını söylüyoruz.

İlk tur sonuçları üzerine burjuva muhalefette, her kafadan ayrı seslerle, binbir türlü seçim hilelerinden söz ediliyor ama bunlar sözde kalıyor. Bizim hileler konusunda söylenenlerin ötesinde bilgi kaynaklarımız yok. Faşizmin hilesiz demokratik bir seçim yaptığına ancak saftirikler inanır. Ama bu konuda faşist şefin alanının dar olduğu 49,5 sınırında durmasından anlaşılıyor. 28 Mayıs’ta sandıktan ne çıkacağını tam olarak bilemeyiz. Faşist koalisyon önde ve moralli olarak giriyor. İlk turu önde bitirmesi bir avantajdır ama bu sonuç 21 yıldır AKP ve Erdoğan’a karşı biriken nefreti harekete geçirebilir ve “bu dönem bitsin” rüzgarı yükselebilir. Ama bu da faşizmin iktidar gücüyle yapacağı hile aralığının üstünde ve muhalefetin bunu koruyabilecek basirette olmasını gerektirir. 28 Mayıs için daha ileri tahminler yürütmek falcıların alanına girer, halklarımızı ilgilendiren seçimler sonrası başlayacak dönemdir.

İlk tur sonuçları karşısında faşist ve burjuva kanatların aldığı tavırlar, sistemin bu haliyle korunmasında mutabakat olduğu anlaşılıyor. Bu, kendiliğinden değil, iç ve dış etkili güçlerin devreye girdiğini ve faşist şef Erdoğan’ın saldırganlığının sınırlandığını gösteriyor. Faşist iktidar, seçim sürecini yoğun bir baskı ile kontrol altında götürmüştür ama birkaç uç çıkış olsa da, seçimler faşizm altında olabilecek en sakin ortamda yapılmıştır ama bu sükunet devam ettirilemez; en başta, her koşulda kaybeden taraf, seçim sonuçlarını kabul etmeyecek ve siyasal ortam biraz daha gerilecektir. Cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu’nun kazanması, meclis ve başkan arasındaki zıtlık, sistemin çelişkilerini keskinleştirerek, çatlağı büyüteceği için devrimci güçlerin lehinedir. Ama sınırlamalara rağmen faşist şefin iktidarı kolayca bırakmayacağı açıktır.

Cumhurbaşkanlığını hangi odak kazanırsa kazansın, AKP’nin bulduğu olanakları bulamayacak, kim gelirse gelsin iktidar ateşten gömlek olacaktır. En başta coşkuyla muhalefetin arkasında toplanan açlığın pençesindeki emekçi, yoksul kitleler, yüksek beklentilerinin acil olarak karşılanmasını isteyecek, daha önemli olarak, iktidar nimetlerinden beslenen faşist ve gerici kesimler, devlet içindeki destekleriyle, MC dönemleri benzer şiddet yöntemlerini kullanarak sokaklara dökülecektir. Türkiye’yi 70’li yıllarda yaşananlardan daha sert bir çatışma dönemi beklemektedir.

– VIII –

Seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, savaş ve şovenizm bombardımanıyla geriye itilen ekonomik çöküş (tencere, tava) bütün ağırlığıyla öne çıkacak ve iktidar olanı yakacaktır. Türkiye kapitalizmi, pekiştirme sıfatlarıyla tanımlanan tüm kriz tanımlarını aşan boyutlarda çökmüştür. Çöküş tam anlatmıyor; acil kan bekleyen, can çekişen hasta durumundadır. Beklenen acil kan yüksek miktarda döviz girişidir. Bu acil olarak sağlanamazsa, kitlelerin beklentileri bir yana, başta finans sitemi, bankalar olmak üzere, ithalata dayalı sanayi şirketleri batma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu, kapitalist ekonomi için yaşadığımız büyük depremden daha büyük bir yıkım olur.

Bütçe açıkları dev boyutlara ulaşmış, açıkları karşılayacak ve iç borçları ödeyecek tek kaynak, vergilerin artırılması ve zam yağmurudur. Dolar şimdiden tüm zoraki engelleri patlatarak yükselişe geçmiştir. Vergiler, zamlar, enflasyon bu toplumun yüzde yetmişinin yaşam kaynaklarının kurutulması, kapitalizm içinde yaşayamaz hale gelmesidir. Bu koşullarda ücretlilerin, küçük burjuvazinin, çiftçi ve şehir esnaflarının, orta kesimlerin şiddet yoluyla bastırılması zorunludur. Türkiye baskı ve zor olmadan yönetilemez. Bu ortam, iktidarını koruması veya muhalefette faşist blokun güçlenmesi için uygun bir ortamdır. Bu koşullar tüm devrimci ve muhalif güçler için alarm veriyor. Türkiye faşizmin pençesindeki bir ülkedir.

Faşizmin son sınırına kadar azgınlaşması ve toplumun fütühatçılaştırılması, Türk sermayesinin dış pazar arayışıdır. Türkiye toplumu yanıyor, Türkiye ve Kürdistan’da oluk oluk kan akıyor. Ama 1980’den bugüne sermaye altın yıllarını yaşıyor. İç pazarı tükettiler ve artık bu coğrafya, onlara yetmiyor. Özelleştirme furyasıyla yalnız işletmeleri değil dağları, toprakları, ırmakları ne varsa tükettiler ve şişman sülüklere döndüler. Artık Türkiye bu sülükleri doyuramıyor. Vatan bekası dedikleri budur. Milletin kaderi dedikleri budur. Vatanın bölünmez bütünlüğü dedikleri budur. Şişmiş sülükler emecek kan arıyor. Türk ve Kürt halkının verecek fazla bir şeyi kalmadı. Bunlar gözünü dışarıya diktiler. Tüm Ortadoğu halklarının emeklerine çullanmak için çırpınıyorlar. TSK güçlerini, cihatçılarla takviye ederek her tarafa bunun için yolluyorlar. Bu yayılma arzusuyla, Türk devlet ve sermaye düzeninin bütün güçlü klikleri, Kürdistan coğrafyasının tümünde varlık ve kudret olan Kürt devriminin ezilmesi hedefinde anlaşmıştır. Kürt özgürlük güçlerinin ezilmesi ile diğer Kürt coğrafyasında hakimiyetini pekiştirerek, buradan kazandığı güçle Arap ülkeleri üzerinde etkilerini artırıp sömürü alanlarını büyütmek istiyorlar. Bunun için dört devlete dağılmış olan Kürt özgürlük güçlerini dağıtıp teslim almayı beka sorunu olarak kodluyorlar.

Faşizm blokunun kazanması durumunda, önümüzdeki dönemde de Kürt devrimini hedefe koyarak ve şovenizmi kışkırtarak Kürt direnişiyle birlikte, tüm devrimci güçlere ve toplumsal hak ve özgürlük taleplerine saldırılarını sürdürecektir. Kürt düşmanlığı ve şovenizm, arızi veya kendiliğinden ortaya çıkan bir sorun değil, siyasal bir sürecin sonucudur; 40 yıldır süren sömürgeci savaş sürecinde, Türkiye’deki devrimci önderlik boşluğunun sonucu oluşmuştur. Bu uzun süreçte Türkiye toplumu şovenizm tarafından esir alındı ve şimdi boğuluyor. Kürt mücadelesi yükseldiğinde, onunla zamandaş olarak Türkiye devrimci güçleri devreye girebilseydi, Türkiye tarafında bir mücadele kanalı açabilseydi, çaresiz ve arayış içindeki yoksul kesimlerin bir bölümünü arkasında toplayabilir, görünür bir güç olarak alternatif bir siyaset zemini kurabilirdi. Sömürgeci savaş, Türkiye ve Kürdistan halklarını allak bullak ederken bu kanlı savaşın sebepleri Türkiye toplumuna anlatılamamış; faşizm ve savaş kliği, şovenizm propagandasıyla ve bizzat kanlı savaş ortamında toplumun geniş kesimlerini savaşa ikna etmiştir.

– IX –

Bu kirli savaşa Türkiye aydınları ve devrimci kesimlerinden karşı çıkışlar hep olmuştur. Türkiye devrimci güçlerinin geniş bir kesimi geç kalarak Kürt devrimiyle değişik alanlarda dayanışma ve ortak mücadele cepheleri kurmuştur ama bu, ancak Kürt mücadelesine destek ve dayanışma düzeyindedir. Asıl sorun, Türkiye’de faşizme ve kapitalizme karşı ikinci bir cephenin ve güçlerinin gerçekleştirilememesidir.

Bu yeni dönemde eski yöntemler yetmiyor, yeni yöntem ve araçları yaratmak zorundayız. Bu arayışı, bir tarih ve toplum bilinci üzerinden, hızlı akan bir süreçte ve gelecek üzerinden kuracak bir kapsamda düşünmeliyiz. Kürt bayrağı önde giriştiğimiz kavgada, tüm ataklarımız yıllardır kökleşmiş milliyetçi, şoven kalın duvarlarla karşılaşıyor. Devrimci ve komünist güçler faşizmin bu savaş taktiğine karşı kendi savaş taktiğini değiştirmeli, siyasal çatışmayı yeni bir eksen üzerinde kurmalıdır. Hiç tartışmasız Kürt özgürlük mücadelesi Türkiye için de büyük bir devrim gücüdür. Kürt devrimiyle her cephedeki dayanışma ve savaş ortaklığımız; Türkiye, Kürdistan devrimi için stratejik zorunluluğumuzdur ve güçlendirilerek devam ettirilmelidir.

Şimdiye kadarki yapılanlar, gösteriyor ki Kürt renklerinin önde olduğu ortak örgütlülükler ancak bugünkü kadar veya biraz daha gelişkin boyutlara ulaşabilir, ama gelen faşist terörle baş etmeye yetmiyor. Uluslararası kuşatmaya rağmen Kürt devrimcileri ve halkı, olağanüstü kararlılıkla direniyor. Gelinen aşamada görüldü ki bu Kürdistan’ı ayağa kaldırıyor ama Türkiye’yi ayağa kaldırmaya yetmiyor. Tersinden Türkiye tarafındaki boşluk faşist eğilimlere beslenebileceği alanlar açıyor.

Türkiye devrimci ve komünist güçleri, işçi sınıfı başta olmak üzere, tüm ezilen ve sömürülenlerin taleplerini bayraklaştırarak ikinci bir savaş cephesini açmak için hazırlanmalıdır. İçinden geçtiğimiz ağır kriz ve faşizmin topyekun diktatörlüğünü kurmak için saldırıya geçtiği ortamda, bu sıradan ve hep boşluğa düşen demokratik haklar mücadelesi veya genel geçer güç birlikleri olarak anlaşılmamalıdır. Türkiye devrimci güçleri, faşizme ve kapitalizme karşı, saldırı taktiğini başa alarak ileri atılmalı ve Türkiye sahasında devrimci savaş yöntemlerini kullanarak, Kürt devriminin ilerisinde bir mücadeleyi başlatmaya hazırlanmalıdır. Bunun ilk adımı, dönemin ve koşulların zorladığı, en geniş devrimci antifaşist birliği gerçekleştirip, devrimci siyaseti sokaklarda eylemlilikler düzeyine yükseltmektir.

İçinden geçtiğimiz çalkantılı ama tehlikelerle dolu ortam, her şeye rağmen devrimcileri moralsizleştiremez.  Devrimci sol güçlerin bir kesimi, kendi beyanlarıyla faşist diktatörlüğün yıkılmasını stratejik öncelik olarak ilan etmiştir. Bu, bütün programları ortak kesen tespit olmanın ötesinde ve daha önemli olarak Türk ve Kürt halklarımızın çoğunluğunun talebidir. Bu çoğunluğun içinde gerici ve faşist odakların olması durumu değiştirmez. Burası çok önemlidir ve politik olarak dayanacağımız asıl mevzimizdir. Devrim iddiasındaki güçlerin acil görevi, halklarımızın arzusunu politik ve örgütsel bir savaş gücüne dönüştürmektir. Bu yönde atılacak ciddi adımlar, hiç tereddütsüz halk çoğunluğunun özlemleri ve giderek gücünü arkasında toplayabilir.  Halkın çoğunluğuyla, “mevcut iktidar gitsin” temelinde ortaklık kurmuşsak, bu büyük bir güçtür ve devrimci yükseliş bu gerçeklikten dolayı her zamankinden daha yakıcıdır. Böylesi bir gelişme süreci bir anda devrim aşamasına yükseltilmeyebilir ama devrimci durum için ve öncülük iddiasındaki tüm devrimci güçler için büyük olanak demektir.