İsyanı çalmak ama nasıl? – Murat Bal

Kıvılcımdan yangına: Kendiliğindenliğin sınırları

Bir isyanı, bir direnişi omuzlayan o kadar çok şey vardır ki; çoğu zaman ardımızda bıraktıklarımızı hatırlamayız bile. Takvime bağladıklarımız hariç tabii… Bu acı gerçeği alışkanlıklarımıza yorup, bildiğimizi olduğu gibi okumaya devam ederiz. Ne yazık ki bu anlayış bugün de hâlâ devrede.

Zihniyet değişiminden söz edip duruyoruz ve yeni bir çıkış hikayesi, sürekli gündemimizi meşgul ediyor; etmelidir de. Çünkü bakış açımız ve siyaset tarzımızın sınanışı için önümüzde eşi görülmemiş alanlar açılıyor. Düne kıyasla bambaşka bir yerdeyiz artık. Komün gücünün dünyasına eşgüdümlü bir geçişin eşiğindeyiz. Şekillendirenin şekillendiği bu eşikler, süreğen bir isyanın ve direnişin açığa çıkardığı olumlu-olumsuz tüm öğelerle bizi yüzleştiriyor. Görünmeyeni, görünenin içine saklayıp isyanın kıvılcımlarıyla bizi tanıştırıyor.

Ancak artık olanı görmek yetmiyor, yetmeyecek de. Eğer geleni karşılayamıyorsan, sürüklenmen kaçınılmazdır; ya da içinde kaybolup gidersin. Ne söylediğin ne yaptığın duyulmaz olur; eğer değiştirme, dönüştürme gücün yoksa… Halkın deyimiyle, “Her şey olacağına varır.”

Roller değişir, roller çalınır. Hem Gezi Ayaklanması hem 19 Mart İsyanı bu açıdan birçok öğretici dersle doludur. Kendinden vermesini bilmeyen, kendini öne çıkarır; önemser. Oysa kendiliğinden gelişen hareketlerin sönümlenişinin nedenlerinden biri de budur. Bir isyanın elimizden kayıp gitmesi, bir direnişin ya da ayaklanmanın “çalınışı” tam da bu mücadele yüklü örneklerin geri dönüş öyküsünde gizlidir.

İktidar korkuyor, burjuva muhalefet oyalıyor: Gezi’den 19 Mart’a öğrenilenler

Bugünkü tabloya baktığımızda, 19 Mart öncesiyle kıyaslandığında bambaşka bir atmosfer söz konusu. İsyanı aşan insan, dönüşür. Kendini aşma hali; aynı zamanda bu yeni duruma dair beklentileri ve yönelimleri günceller. Sınıfsal ve toplumsal ilişkilerimizin yakınlık-uzaklık derecesi test edilir. Direniş anları bizi çeşitli boyutlarıyla meşgul eder; mücadelenin seyrine dair çıkarımlar yapmamızı sağlar.

Artık isyan etmek yetmez; isyanı örgütlemek gerekir. Önderlik boşluğu böyle doldurulur. 19 Mart İsyanı ve süreğen direnişin her inişli çıkışlı anına bu gözle bakmalıyız. Çünkü bu isyan, birkaç isyanı içinde barındırıyor; onu farklı kılan da bu yönüdür. Liseli öğrencilere kadar nüfuz ettiğine göre devamı da gelecektir.

Bazı çıkışlar artçı niteliğindedir ama bu artçıların sarsıntısı daha yıkıcı olabilir. Yarın, öbür gün, hiç kimsenin tahmin etmediği bir noktada kendini gösterebilir. Koşullar buna gebe. Şartları zorlayanlar, direnişin ürettiği enerjiyi harekete geçirmekle yükümlüdür. İktidar güçleri bunun farkında; şimdilik temkinli hareket ediyorlar ama hazırlık yaptıkları da kesin. Çünkü dururlarsa yıkılacaklarını biliyorlar. Gezi bunun bir örneğidir.

Gezi’den sonra iktidar bir pozisyon aldı, ama bununla yetinmedi. Korkularını büyüttü. İsyanı, politik serüvenin en önemli enstrümanlarından biri haline getirdi. Herhangi bir sokak hareketinde hemen Gezi’yi hatırlatması boşuna değildir. İşte bir isyan böyle çalınır.

Tarih tekerrür etmese de benzeşir. Bu nedenle karşılıklı “ne olacak, nasıl olacak, nereye evrilecek” soruları gündeme gelir. İktidar, burjuva muhalefetinin bu haliyle direnişin istikametini belirlemesi ve götürebileceği yere kadar götürmesinde, şimdilik bir sakınca görmüyor. Sahaya da bu şekilde yansıyor. Hem bir güç dengesi hem de geçici (zimmi) bir anlaşmanın sonucu olarak bekleyip görme modundadır.

Bir isyan kendini bu biçimiyle var etmeye çalışıyor. Başka bir deyişle, sürüncemeden çıkış arayışı; yeni hamleler, direnişin dinamiklerini yeniden harekete geçirmeye bağlı. Özellikle sessiz kalan, izleyen kitleler hedefleniyor. Elbette bu kolay bir iş değil, hele ki iktidar bloğu arkasını hizalamışsa…

19 Mart İsyanı, alttan alta tüm taşları yerinden oynatmıştır. Alanları dolduran güçler, bu gerçeğin ta kendisidir. Biz fark etmesek de, o mahalleye yakın kesimler bu gerçeği rahatlıkla analiz edebilir. Önemli olan, bu ilişkileri kurabilmektir. Eğer düzenden koparamıyorsan, tarafsızlaştırmalısın.

Örgütle, derinleştir, dönüştür: Direnişin geleceği bugünde saklı

Olması gerekeni oldurmak bazen dışımızdaki güçlerin, içimizdeki gücü harekete geçirmesiyle mümkün olur. Bu da çeşitli buluşmalara vesile olur. Şimdi bu ve benzeri ilişkilere açık olunmalı. Bulunduğumuz her yerde daha önce temas etmediklerimize yönelmeliyiz. İsyanın düğüm noktalarını açmalı, sıçrama emarelerini gözeterek hareket etmeliyiz.

Liseli öğrencilerin çıkışı, süreğen direnişin yeni öbeklerine de bir mesajdır. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü, bu isyanın en büyük zaafıdır. Bu sadece 19 Mart’a özgü değildir. Yokluk ve yoksunluk, sosyalist hareketin güçsüzlüğüne rağmen verdiği varoluş kavgasının içinde gizlidir.

Bu gerçeğin karşısında kitle hareketi sınırları zorluyor. Nesnel koşullar devrimci; ancak öznel güç yetersiz. Koşulları zorlayan çelişki ve çatışmanın düzeyi, küçük üreticileri, esnafı da harekete geçirebilir. Bu da iktidar bloğundaki çözülmeye bağlıdır. İhtimalleri çoğaltan kriz, krizi derinleştiren ihtimallerin çekim merkezine evrilmesidir; bir dönüşüm sürecidir.

Artık herkes, her şeyden etkileniyor. Yeter ki o bariyerin bu tarafına geçilsin; o zaman neler olacağını göreceğiz. Egemenler, en az bizim kadar bu gerçekle yaşıyor. Çünkü belirsizliğin tetikleyeceği anların sonuçlarının ne kadar yıkıcı olabileceğinin farkındalar. Bu isyanı çalmak için yapmayacakları şey yok.

Bu isyan, bir sonrakilere öncülük iddiasını bağrında taşıyor. Yeni kuşaklar, geleceğin anlatısını bugünden yazıyor. Gezi ile 19 Mart’ın asli bileşkesi de budur: Yakın ve uzak zamanı tasarlama gücü. Ve bu notu da düşmüş olalım.

Sonuç itibariyle her şey, dönüp dolaşıp örgütsel güce dayanıyor. Hareket bu eşiği, kolektifin her hücresine yeni hedefler koyarak aşmalıdır. İsyanın, direnişin eşitsiz gelişim süreci içinde ele alınması gerekir. İvme kaybının yaşandığı anları yerinde değerlendirmek, arayış çabalarımızı çeşitlendirecektir.

Asgari düzeyde planlı ve programlı bir çalışma tarzını yerleştirmek; kolektif akıl ve pratiğin birliğini sağlamaktır. Hareket halindeyken bu refleksler kazanılır, nasıl geliştiğimiz görülür, eksiklikler giderilir. Oradan oraya savrulmaya son vermeli, gereksiz tıkanıklıklardan sıyrılmalıyız. Direnişin zamanı kıymetlidir. Her anı, her saati anlamlıdır. Emek heba edilemez. Boşa geçen her süre, bizden çalınmıştır.

Doğru bir hatta yürümek, hem direnişe hem örgütsel gelişimimize işlevsellik kazandıracaktır. Sınıf içindeki komünler, kitle içindeki kolektifler, gençlik ve kadın komünleri; meclisler, inisiyatifler, komiteler, birlikler, cephe ilişkilenmeleri… Mücadelenin ve direnişin içinde yaratılacak örgütsel araçların geliştirilmesi, hem süreci açacaktır hem de politik düzeyi yükseltecektir.

Bu bizi aşan sürecin çıkış noktalarını sınırlamamalıyız. “Çabuk sonuç nasıl alınır, hangi hedeflere odaklanmalıyız?” soruları, saha araştırmasını da kapsar. Derlenip toparlanmak kaçınılmaz hale gelir. İşi sıkı tutmak zorundayız. Bu süreçten güçlenerek çıkmanın yolu; siyasetin ürettiği pratik, pratiğin geliştirdiği çizgi ve isyanın-direnişin sınıfsal ve toplumsal dönüşümle örtüşmesindedir.

Kaynak: Komün Gücü