Kadınlar ve mücadele üzerine – Lina Berivan | Komün Çeviri


Bugün topluluk okyanus gibi kükrediğinde ve ölmeye hazır olduğunda, komün yeniden yükselecek. Sayısız kalabalığı dönüştüreceğiz, tüm yollardan geleceğiz. El sıkışarak geleceğiz, pankartı ölüm taşıyacak. Kan ve morun birbirine karıştığı siyah bayrak, yanan gökyüzünün altında çiçek açacak.”

Louise Michel, Mahkumların Şarkısı, Paris, Mayıs 1871

Mücadele etmek. Mücadele etmek, ataerki ve kapitalizme mahkum olmuş her kadının hayatı boyunca öyle ya da böyle deneyimlediği; suistimale, baskıya ve cezaya başkaldırıdır. Mücadeleden kaçış yolu yoktur, durumumuz ve bedenimiz, nesne olarak sınıflandırıldığımız yıllar ve yüzyıllar, hayatı ve bu yolu hepimiz için işaret eder.

Bu, köleliğe tarihi bir direniştir ve bin yılı vardır; bu dünyada cinsiyetçiliğin ağırlığını hissetmeyen tek bir kadın yoktur. Bu nedenle, her kadının mücadele ve direniş zamanları geçirdiğini söylemeye cüret ediyorum. Bazen bilinçsizce, bazen tek başına veya başkalarının desteğiyle, bazen korkuyla ve bazen kararlılıkla cesaret dolu kararlar alır.

Eski doğal toplumlarda kadın yaşamın merkezindeydi. Topluma bilgelikle tavsiyeler vermek, korumak ve bakmak gibi rolleri vardı. Ailesine bakmak ve ailesini, yakınlarını iyileştirebilmek gibi yetenekleri vardı. Adam kadını kovdu, özerkliğini yok etti, bilgisini çaldı, güç ve otorite empoze etti; adam kadının ruhunda ve bedeninde, insanlar arası ilişkinin alanını daraltarak bir damga ve kölelik şekillendirdi. Kadınların yaşamları günümüze mahkûm edildi. Tarihin gelişimi bu durumu sürdürdü ve kadınların ezilmesi, sınırlardan, renklerden veya dinlerden bağımsız, yaşları ve kültürleri aşan bir problem haline geldi. Bu yüzden bu muazzam düşmanla yüzleşmek için birlik ve eylem, mücadelede muzaffer olmak için gerekli araçlar olacaktır.

Her kadın, kadın olduğundan ve karakteristik özelliklerinden dolayı iki kere baskı görür. Siyah olmak, işçi sınıfından, şişman, hasta, yaşlı, yabancı, bekâr anne, eşcinsel, dul olmak… Burjuva ve kapitalist toplum, üzerimizdeki baskıyı daha kapsamlı ve devamlı hale getirmek için herhangi bir tanım arar. Ben zulmün var olduğu andan itibaren direnişin de var olduğuna inananlardanım. Bunun kesinlikle kadınların direnişçi karakterinden öne çıkan bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak, aktif, sürekli ve kararlı bir şekilde örgütlenilmemişse, direniş yeterli değildir. Kocalarının, çocuklarının ve kendilerini yok sayan, hayatlarına bir paha biçen dinlerin mahkumu olan kadınlar olduğu sürece, hapishaneler fakir kadınlarla dolu olduğu sürece, kadınlar, burjuva ve kapitalist tıbbi sistem tarafından himaye edilen emek cezalarıyla köleleştirilmeye devam edildiği sürece, bizleri sadece erkeklere ve sisteme daha itaatkâr kılan kadınlık klişelerine, sığmayacağımız bir yaşamı arzulamaya zorlandığımız sürece asla özgürlük hayalleri kuramayız.

İktidara karşı örgütlenen ve komplolar kuran kadınlar her zaman var olmuştur, bazen görünür olmasalar bile. Her zaman kapitalizmi ve müttefiklerini karşı karşıya getirmeye ve yok etmeye çalışanlar vardı. Bu özgürlük girişimlerinde kadınlar, bazen yoldaşlarıyla, bazen de özerk yapılarla kendilerini örgütlediler. Cinsiyetçilik yoldaşlarımız arasında da ortaya çıkar. Bu nedenle karma olmayan özerk yapılar, kadınlar için yaratılan mücadele alanları, uluslararası düzeyde, dünyanın her yerinde dayanışma ve koordine eylemler geliştirmek ve oluşturmak için vazgeçilmez bir mücadele aracı haline gelmiştir. Chiapas, Meksika, Endonezya, Rusya, İspanya iç savaşı, Kürdistan, Paris Komünü, vb. kadınlar kendi aralarında örgütlenmemiş olsalardı, direnişin tarihi farklı olurdu. Zapatistalar, CNT-FAI Milisleri, Rusya’nın anarşistleri, Filistin’deki direnişin kadınları, Meksika’daki yerliler ve Mapuçeler, PKK’li kadınlar (Kürdistan İşçi Partisi), gayrı resmi olarak örgütlü kadınlar sayesinde bugün için referanslarımızı buluyoruz ve silahlı mücadelenin önemi ve kadınların bu yaşam denen savaştaki rolü hakkında konuşabiliyoruz. Mücadelemizin temel hedeflerinden birinin özgür ve onurlu bir yaşam mücadelesi olduğunu unutmadan.

Kendi kararlarımıza bulanmamışsa iyi bir hayat nedir ki? Tarihin herhangi bir anında, en önemli değer, oluşan ve gelişen öz savunmadır. Soyut bir kavram olarak değil; doğayı, bölgeyi, kendimizi tanımlamanın gücünü ve gelecek nesiller için bir geleceğin inşasını kapsayan kolektif yaşamın hayatta kalmasının ve savunulmasının bir parçası olarak.

Silahlı mücadele ve öz savunma

Devlete ve otoriteye karşı mücadele yolunda, her yaştan baskı ve cezalandırma altında kadın özgür, mutlu bir yaşamı savunmak için dev adımlar attı ve bugün için şunu söyleyebilirim ki aramızdaki örgütlenme ve mücadele kararlılığı, özgürlük yolunda düşenlerle onurlanıyor. Biz yaşayanlar ve teslim olmak niyetinde olmayanlar için umut oluyorlar. Kadının özgürlüğü toplumu özgürleştirir, günlük hayatta oynadığımız herhangi bir rolün, seks objesi ve meta olma durumunun, köle kültürünün yıkılması yalnızca kadınlar için değil, kapitalizme gömülmüş toplumun kurtuluşu için de atılmış bir adımdır.

Ve şimdi, özgürlük yolunda mantıklı ve gerekli bir adım olarak silahlanmaya ihtiyaç duyulan zamandır. Silahlanma derken, kendi alanımızın karakteristik özelliklerine ve imkânlarına göre silahlanmaktan bahsediyorum. Bu mücadele devletlerin dışında yapılar inşa etmeyi amaçlıyor, bu yüzden enternasyonalist bir mücadele. Toplumsal savaşa hazırlanan tüm kadınlar, Kürdistan dağlarındaki kadınlar, Kadın Savunma Birlikleri olan YPJ’nin özgürleştirdiği Rojava Bölgesi’nde YPJ’ye katılanlar, çocukluktan barikatları çekmeyi ve inşa etmeyi öğrenen Mapuçeler, kasabaları ve dağları savunmak tüfeklerini taşıyan Zapatistalar, “barışçıl” Avrupa toplumlarına saldırmak için herhangi bir şehirde cihaz ve patlayıcı yapmayı öğrenenler, bankaları soymak ve kendilerini polis tacizlerine karşı savunmak için AK 47 silah kullanmayı, diğer meslektaşlarına nasıl kullanılacağını öğretenler. Savunmamız ve örgütlenme şeklimiz kesinlikle erkeklerinkinden mantıken ve ahlaken farklı. Temellerimiz, komünizm, özgür yaşam, yatay ilişkiler ve her kadını, her kızı, yaşlı kadını ve gençleri özgürleştirmeye dayanan güçlü inançlara dayanan tarihsel ve atadan gelen geleneklerden geliyor. Bu nedenlerden dolayı, bizi karakterize eden özel bir şey varsa, aynı düşmanın tanınması ve karşısındaki dayanışmadır. Silahlı mücadeleleri destekleyenlerin hepsinin ortak noktası, doğduğumuz andan itibaren geliştirdiğimiz güç ve cesaret, yaşam ve mücadele için kendi stratejilerimizi ve araçlarımızı inşa edebilmek. Yoldaşlarımızın korunmasına ya da babalıklarına ihtiyacımız yok, kendimizi özerk olarak örgütlüyoruz, bu yolları aynı açıdan görebiliyoruz.

Adımlarımızı anlamamız, kendimizle ve kararlarımızla başlar. Kalplerimize ve aklımıza bir değişim süreci eşlik etmiyorsa, silahlanmak asla o kadar önemli olmayacak. Bizi değişim süreci bizi devrimci kadınlar olarak inşa etmeyi, kapitalizmin üzerimizdeki etkisini anlamayı ve ataerkil, bireyselci davranışları değiştirmek için kişiliklerimizin derinliklerine girmeyi amaçlar. En önemli mücadelenin içimizde olması gerektiğinin farkında olmak ve eylemlerimizle, bizi her zaman ileriye gitmeye iten ve sistematik tutumları diğer kadınlarla yeniden üretmemeye iten değerimizi anlayabiliriz.

Bu bizim tarihimiz, silahlı mücadele, meşru ve yolumuzun bir parçası, çünkü ezen ve ezilenlerin gelişimi bu şekilde gerçekleşiyor. Dünyanın her yerinde, diğer kadınların mücadelelerine katılmamızın ve katkıda bulunabilmemizin enternasyonalist desteğe ve öz savunma pratiğine dâhil olduğuna dair güçlü bir inancımız var.

Kan dökülmeden tarih olmaz, kadın yoldaşların ölümünün hapis cezaları ve ya saklanmak zorunda kalmak gibi ağır bir bedeli olmadan isyan olmaz. Sadece birimizi kaybetmek çok yüksek bir bedel. Bu şekilde, tarihsel hafıza kadınların dünyadaki hareketlerini etkiler ve her birimizin tarihinin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Bu nedenle, özgürlük için düşmüş olanların veya kapitalizmin hapishanelerinde kalmış ya da kalan kişilerin eylemlerinin hatırası, toplumları ve totaliter sistemleri yanarken görme arzumuzu besleyen benzindir.

Etnik ve kültürel çeşitlilikte, ataerkilliğe karşı yerel mücadeleleri genişletmek ve onları küresel hale getirmek için uğraşıyoruz. Bu çeşitlilikten, saygınlığı ve hepimiz için özgür yaşamı savunan güçlü bir cephe doğdu. Mücadelelerinde diğer ortaklara katılmak, onları düşmanı yenmek için ortak adımlar olarak anlamak, bize cesaret verir ve doğduğumuz yerden çok uzakta ölme korkusunu ortadan kaldırır. Bizi özgürlüğe götüren, uluslararası düzeyde mücadeleyi anlamak, her bir bölgenin özgürleşmeyi hak ettiğini anlamaktır, doğduğumuz yer değil. Silahlı mücadele içinde kendimizi kadınlar olarak savunmayı tercih etmemiz, ulusal sınırları kabul etmediğimiz veya istemediğimiz anlamına gelir. Ezilen halkların kendi kaderini tayin etmesi, kız kardeşlerimizle dayanışma içinde olduğumuz, ezilen kültürleri koruduğumuz yerde toplumsal ayaklanma süreçlerinin bir parçasıdır. Kapitalist geleneklere girmeyen toplumların, kültürlerin, dillerin imhasına karşı direnç, görünür olmasalar dahi, her zaman kadınların önderliğinde halkın kurtuluş mücadelesinin bir parçası olmuştur. Kendini savunma kavramı her zaman halk sınıflarına, baskı darbelerine cevap vermek zorunda kalanlara, ezilenlere aittir. Tarihin bize yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olarak öz savunma misyonunu yüklemesinin nedeni budur. Başka bir yaşam tarzı bilmiyoruz, o nedenle fırsatçıların, kendini savunmanın bizim içimizde sahip olduğu duygusal içeriğini ve anlamını devralmasına izin vermeyin.

Burası, isyancı birliklerin örgütlediği halk ayaklanmalarının, kadınların katılımının ölçütler koymak için son derece önem arz eden süreçlerin bir parçası olduğu; kurtarıcı, öncü olarak hareket ettiği ve insanları ufka doğru ve kolektif bir şekilde kurtuluş yoluna götürdüğü yerdir. Silahlı mücadele, başlı başına, özgür ve toplumsal bir yaşamın inşası için başlangıçtır. Mücadelemiz içinde, gerilla taktiklerini canlandırmak ve örgütlemek, kendimizi yapılandırmak, ilerici bir şekilde birleşmek, milis taktiklerini benimsemek, kendimizi politik ve ideolojik olarak belgelemek, mümkün olan bölgelerde eğitim grupları düzenlemek, vs. Uluslararası bir mücadele içinde atılması gereken daha fazla adım olacak. Farklı kısım ve bağlamlarda savunma kaleleri oluşturmak adına, dayanışma ve analiz alışverişinde araç sahibi olmak ve uzaktaki yoldaşlarla taktikler kurmak gerek.

Kadın mücadelesi ya en önde bizimle olacak, ya da hiç olmayacak. Aynı şekilde, tüm örgütlü kadın gruplarıyla güçlü bir organizasyon ve iş birliği kurana kadar, özgür olmayı hak eden herkese ulaşamayacağız. Biz, uluslararası bir kadın hareketi için savaşıyoruz; içimizdeki her bir kadın savaşçı, başka bir kadını özgürleştiriyor.


      “Silahlı mücadele hazırlığı olmayan hiçbir parti kendisini devrimci olarak adlandıramaz. Bu, devrimci sürecin her adımında gericilerle en etkili şekilde yüzleşmenin yoludur. Bunun için herhangi bir ihmal, ancak kaçırılmış devrimci fırsatlara yol açabilir.”

RAF -Red Army Fraction- Germany, 1972

Lina Berivan – Rojava

  • Lina Berivan’ın Komün Dergi için kaleme aldığı yazıyı Komün Çeviri Kolektifi Türkçeleştirdi.