Eski ve yeni devrimci dönem-süreç-lerin sönümlenip açıldığına ilişkin ilk tartışmayı biz yapmıyoruz. Son kez de olmayacak. Sınıflar mücadelesi ve bütün farklılık ve özgünlüklerine karşın buna tekabül eden tarihsel süreçler itibariyle de tartışmalar sürgit devam edecek. Yine, aşağıda ortaya koyacağımız ve eleştiri konusu yaptığımız bütün meselelerden kendimizi azade görmediğimizi ve muaf tutmadığımızı, tutamayacağımızı özellikle vurgulayalım. Neyse, esas konumuza doğru ilerleyelim…
Rojava’da büyük ve çok güçlü bir direniş var. Tüm tarihselliğiyle oldukça etkili şiirsel direnişi yaşıyoruz. Daha şimdiden dillere destan tarih yazılmaktadır. Gerçek siperlerde dostlarıyla yoldaşlaşan Kürt özgürlük güçleri, devrimci savaşıyla güçlü bir irade temsiliyeti göstermektedir. Rojava direnişi ve savaşı(Cenga Rojava), aynı zamanda özgür kadın direnişi ve savaşı(Cenga Jine Azad) dır. Daha sonraki süreci beklemeden, şimdiden Rojava direnişi ve savaşıyla Kürt özgürlük hareketi, büyük kazanmıştır. Böylesine büyük tarihsel direnişle insanlık, güzel amaçlar ve doğru araçlarını da arıyor, bağırıyor ve çağrısını bir kere daha yineliyor. Rojava direnişi ve savaşı ile bir kez daha ortaya çıkmıştır ki yaşamla kuracağımız devrimci ilişki ve yeni devrimcilik, eski saikler üzerinden artık mümkün değildir.
Büyük tarihsel direniş yaşanmasına karşın, Türkiye devrimci hareketinin içeride ele avuca gelen, dişe dokunan ciddi bir varlığını ne yazık ki göremiyoruz. Kendine sol, devrimci, sosyalist ve komünist diyen parti ve örgütlerin adları olup da kendilerinin adeta buharlaştıkları bir süreci yaşıyoruz.
Önce faşist Türk devletinin şantaj, tehdit ve saldırı yönelimleri karşısında en değme “komünist, devrimci”sinden en reformistine kadar teorik bazı retoriksel açıklama ve tepkisel açıklamaların ötesini geçemeyen siyasetçilik sözkonusu olmuştur. Bu arada Trump seviciliğinden emperyalizme bel bağlamalara, Esadçılıktan Rusçuluğa, Avrupa Birliği’nden Birleşmiş Milletlere ve metropollerine kadar varan ideolojik ve siyasal burjuva ve küçük burjuva oportünizmi ve revizyonizminin türlü versiyonlarıyla ortalık elli altı olup, yaşamsal devrimcilikten alabildiğince uzaklaşıldığını görüyoruz. Tasfiyeciliğin toplumun en ücra noktaları ve bileşkelerine kadar nasıl da yaygın bir hal aldığını görüyoruz. Faşist devletin önce havadan, hemen akabinde ise birlikte karadan Rojava işgaline karşı Türkiye solu, Türkiye ve Bakure Kürdistanı’nda yaprak dahi kıpırdat-a-mamıştır. Hadi biraz umutlanalım! Enternasyonal savaşçılar da dahil Rojava’da tek vücut olup can bedeli direnen yoldaşlar, Nusaybin ve özellikle Avrupa metropollerinde işgale karşı protestolar, hiç olmazsa bir nebze de olsa yüreklerimize su serpmiştir. Bu kadar.
Böylesine büyük ve destansı direniş, Türkiye devrimci hareketine moral katmıyor. Türkiye sol hareketi, özellikle faşist AKP-MHP ve devlet unsurları ve kurumlarına bir kaç askeri eylem, İstanbul başta gelmek üzere silahlı korsan ve çatışma, işgal vb pratikler gerçekleştirebilirdi. Yeterli düzeyde harekete geçemiyorsa, işte orada bağıra çağıra kendini gösteren kökleri derinde ancak artık dışarıya da taşan, oldukça ciddi bir sorun olduğunun altını çizerek vurgulayabiliriz. Rojava ve Ortadoğu olmak üzere kıtaları aşarak dünya halkları ve ezilen uluslarına kadar yansıyan ve etkileyen böylesine güçlü-büyük direniş savaşı sürecinde, Türkiye sol hareketi, yeterince harekete geç-e-miyorsa, daha ne zaman geçecek? Tarihsel direniş savaşına rağmen içeride faşist Türk devletine karşı bir tabanca bile patlatılmamış, patlatılamıyorsa, Türkiye devrimci hareketinin, gelinen aşamada ideolojik ve köklü olarak intiharlar kuşanmasından başka yolu kalmamıştır. Rojava işgali ve direnişiyle, bir dönemin kapanarak, yeni bir devrimci dönemin kapısının da pekala aralandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Artık, yaşamın güncel somut ve nesnel gerçeklikleriyle devrimci temelde yeniden doğru ve bilimsel bir ilişki kurmanın zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Rojava işgali ve büyük direnişi öncesi ve sonrası denilecek düzeyde eskiye ait olan dönemin tarihsel süreci yitip gitmiş, bitmiştir. Ve Rojava direnişi ve savaşıyla yeni bir devrim-devrimcilik evresi-dönemi başlamıştır. Artık yüzümüzü yeni devrimci rüzgara ve yeni devrimci dinamiklere dönerek hareket etmek ve mücadele yürütmek durumundayız.
Rojava tarihsel direnişi ve devrimci savaşı, eski devrimciliğin bitip yeni devrimci sürecin güç ve moral kaynağına rağmen, bir iki basın bildirisi, bir kaç miting ve protesto gösterisiyle yetiniliyorsa, çok açık ki tükenmişliğin dibi yaşanıyor demektir. Dolayısıyla, nostalji yapmaya hiç ama hiç gerek yoktur. Bugünün cevaplarını, din ayetleri gibi eskide kalan argümanlarda bulamazsınız. Bugüne kadar, özellikle geçmişin nisbi bazı başarı ve kazanımları üzerinden nostalji yaparak kendini varetmeye çalışmanın da anlamsız ve boş uğraş olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Emperyalist kapitalizme ve tabi ki faşist Türk devletine karşı doğru düzgün bir çizik dahi atamayan düşük yoğunluklu devrimcilik, ancak aklını yitirenler için kabul edilebilir bir durumdur. Burada hemen homurdananlar olduğunu görüyoruz. Sanki kendini parçalayarak görev ve sorumluluklarına dört elle sarılmışçasına, karşı refleksler geliştirme anlayış ve eğilimlerinin beyhude çabalar olduğunu da belirtelim. Dar tepkisel ve düz çizgisel “devrimcilik”, artık tarihe gömülmüştür.
Çok kutuplu emperyalist kapitalist kamptaki devletler, gerici rejimler ve birlikler bile faşist Türk devletinin Rojava işgaline, “işgal, ilhak, yasadışı, meşru değil, kınıyoruz, aykırı, uyarıyoruz, vs vb” diyerek ve tutumlar segilerken, Türkiye sol hareketinin pratiksizliği ve temsiliyetsizliği, öyle böyle basite alınacak bir durum değildir. Türkiye sol hareketinin tükenmişliği, gelip Rojava direniş savaşına toslamıştır. Kaçınılmaz somut-nesnel gerçekliği ve durumu, Rojava işgali ve buna karşı direniş savaşındaki somut-nesnel basiretsizliğiyle, hiç ama hiç kimsenin red edemeyeceği açıklıkta orta yerdedir. O halde gelin, hep birlikte doğru düzgün, başta ideolojik olmak üzere köklü ve bütünlüklü yüzleşelim. Faşist Türk devletinin “geleceğim, geliyorum, geldim” diyerek Rojava işgaline karşı, ciddi bir devrimci pratikleşme gösterilemiyorsa, daha ne zaman gösterilecek?
Bekle gör, dostlar alışverişte görsün, benim de bir kaç bildirim olsun, miting ve protestolarda da biraz yer alırsam değme keyfime, tüm aktivistlerim başta olmak üzere halkımıza da “görev başına” tarzı genel geçer, yüzeysel çağrı, anlayış ve pratiklerin, çok ciddi bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Tamam elbette bunlar da bir iştir ve fakat Türkiye sol hareketinin basireti bağlanmışçasına bu düşüklükteki somutluğu, sıradanlaşmaktan da öte ciddi düzeyde yozlaştığının ve nesneleştiğinin de göstergesidir. Türkiye sol hareketinin, adeta menkul kymetler borsasındaki gibi kalitesi, yerlerde sürüklenmektedir. Eğer devrmciyseniz, devrimciliğin teorik ve özellikle pratik gereklerini yeterince yerine getirmek durumundasınız. Demokrat, sosyalist ve komünistseniz de, bunların gereklerini içeriksel olarak yerine getirmelisiniz. Eğer verili objektif koşullar gerçekliğinde sürecin ihtiyaçlarına uygun düzeyde bir pratikleşme içerisinde değilseniz, kimseyi kandırmanıza gerek yoktur. Bütün bunların yerine, tutarlı ve kararlı bir demokratın bile gerisine düşmüşseniz, düşüyorsanız, lafta devrimciliği dahi bir daha ağızlara sakız gibi almanın da bir anlamı yoktur. AKP-MHP-CHP-İYİ Parti üzerinden faşist Türk devleti tüm inkarcı ve imhacı tekçi diktatörlükleriyle işleri ve görevlerini yapmaktadır. Ya Türkiye sol hareketi? Burjuva faşist dikta rejiminin, düzen muhalefetine ihtiyacı da var. Peki kendilerine sol, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist diyenler, mevcut anlayış ve çizgi pratikleriyle, ne kadar faşist sistemi aşan bir yerde durmaktadır? Yoksa, tam aksine emperyalizmin ve faşist burjuva devletin, toplum üzerindeki ideolojik ve kültürel hegamonyasında niyetlerden bağımsız önemli sacayakları olma hallerine ne demeliyiz. Eğer devleti ve faşizmi aşamayorsanız, eğreti ve çarpık düzeyde de olsa niyetlerden bağımsız sistemin koruyucu melekleri gibi bileşeni olarak nesneleşmiş halinizi görmek durumundasınız. Türkiye halkları ve emekçilerinin, ideolojik ve kültürel olarak daha fazla zehirlenmesine, bugüne kadar yeterince dur denilememiş ve önüne geçilememişse, öncelikle kendimizi sorgulamak ve artık aksi yönde kendimizi, sürecin ihtiyaçlarına uygun düzeyde derinleşip pratikleşmek durumundayız.
Reçeteci ve Üst Akılcı Anlayış ve Çizgilere Hayır!
Ağzı olan konuşuyor. En sıradan bir insandan tutalım da kendine ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünistim diyen hemen herkesin, elbette fikirleri, öngörüleri, değerlendirmeleri, planları ve perspektifleri, uyarıları ve eleştirileri vs olacaktır. Bunda hiçbir beis görmüyoruz. Bizleri şaşırtan, o sıfat ve kimliğin gerçekten özü ve ruhuna uygun tutarlılıkta bir anlayış ve pratikleşme içerisinde olunmayıp, aksine reçeteci ve üst akılcı bir düşünce ve hareket halinde olunmasıdır. Garipsenmesi ve gerçekten kınanması gereken önemli husus ve nokta da burasıdır. Kredi derecelendirme örgütü ve görevlileri gibi yaklaşılmakta ve böyle bir uğraş içerisinde olunmaktadır. Başta kendilerine olmak üzere, hemen her şeye mühendislik yapılmaktadır. Hemen herkese ayar verilmeye çalışılmaktadır. Tabi böyle olunca da, sürekli suretle somut ve nesnel gerçekler ve gelişmelere toslayıp durulmaktadır. Sağa dönmekte öyle, sola çevirmekte öyle, kuzeye bükmekte öyle, güneye kıvırmakta öyle, kuzey batı, güney batı, güney doğru vs derken öyle. Öyle böyle değil, o derece kendinden geçme hali vardır ki, hak getire. Tam numunelik ruhani hallerle karşı karşıyayız. Hemen ama hemen her şeye ilişkin fikriniz, değerlendirmeniz, kararınız, planınız, programınız, perspektifiniz olamaz. Bu da yetmiyormuş gibi, daha henüz olmayan ve soyut absürt şeylere bile görüşler söz konusu ise, hastalıklı bir haldesiniz demektir. Yok bir de, eğer bir şey olacaksa onu da ben, benim, bizim örgütümüz yapar tarzı anlayış silsileleri, açık ki nevrotik durum göstergeleridir. Halbuki yakın süreçte Gezi-Haziran direnişi ve 6-8 Ekim Serhildanı, reçeteci ve üst akılcı anlayış ve pratikte ısrar edenlere ideolojik ve siyasal temelde, somutluk olarak güçlü bir darbe vurmuştur. Rojava direnişi ve savaşına yönelik de mühendislik yapanların, açık ki, orta ve uzak tarihsel süreci bir kenara bıraktık, yakın tarihimizin pratik öğretici tecrübelerinden yeterince dersler çıkarmadığı anlaşılmaktadır.
Rojava direnişi-savaşına ilişkin Türkiye sol hareketinin bazı yaklaşımlarından söz edecek olursak; “Herkesi omuz vermeye, faşizme, soykırıma ve işgale karşı tek yumruk, tek barikat olmaya çağırıyoruz. Rojava’ya gidin, bulunduğunuz alanlarda gösteri, yürüyüş, miting, grev, boykot örgütleyin, TC devletinin temsilciliklerini işgal edin, ticaretini engelleyin, ayağa kalkın. Şimdi ayaklanmanın, serhildanların, saraylara yürümenin zamanıdır. Bu ateş saraya düşecek, saray düşecek. Herkesi, faşist iktidarın işgal hevesini kursağında bırakmak için seslerini yükseltmeye, sokağa çıkmaya, protestolar gerçekleştirmeye, bu işgale ‘onay vermiyoruz’ demeye çağırıyoruz. Hareketimizin tüm militan ve taraftarları, işgal karşısında takınılması gereken devrimci tavrı bulundukları her alanda tereddütsüzce takınacak, devrimci duruşu göstermekten çekinmeyecek ve Kürt halkının demokratik değerlerini ve kazanımlarını sahiplenip savunacaktır. Bu ertelenemez devrimci bir görev, halklarımıza karşı sorumluluğumuzdur”. Bu ve buna benzer kamuoyuna yapılan birçok açıklama ve çağrıyı görmek mümkündür. Ve istisnasız, hemen hepsinin kağıt üstünde ya da internet sitelerinde lafta kaldıklarına şahit oluyoruz. Bütün bunlar, aslında gerçek yaşamın içerisinde olması gereken bir raydan çıkılıp, hayali başka bir ray üzerinde yüründüğü veya hareket edildiğini göstermektedir.
Abartı ve Küçümseme Anlayışı ve Yaklaşımından Uzaklaşalım!
Türkiye sol hareketinin, üç aşağı beş yukarı somut ve nesnel objektif gerçekliği, ortalama aynı düzeydedir. Kimsenin kanı, diğerlerinden daha fazla kırmızı değildir. Saf kan proleter, tam bir işçici, köylücü, arı devrimci ve komünist olduğunu iddia edenler biz-ler-den değildir. Dolaysızca vurgularsak, önemli oranda birbirine benzeşiktir. Ancak aman tanrım, bir çoğu sanki bulunmaz Hint kumaşı gibi kendisini dev aynasında görmektedir. Diğer örgüt ve hareketleri küçümserken, kendisini alabildiğince abartmaktan da hiç ama hiç geri durmamaktadır. Kaç kere söyledik, bir kez daha vurgulayalım, mütevaziliği elden bırakmayacaksınız. Ana konumuz içerisindeki esas halkadan da kopmadan devam edelim. Türkiye sol hareketinin önemli bazı bileşenleri Rojava direnişi ve savaşının içerisinde olmalarına karşın, Türkiye ve Bakure Kürdistanı’nda doğru düzgün esamesi bile okunmadığı gibi, yeterli derecede emareler bile göstermemektedir. Buna karşın, kendini abartmaktan da geri durmayarak adeta büyük abi rolleriyle fiyaka satmakta ve caka atmaktadır. Yok Rojava’da şurası bizim kontrolümüzde, yok bizim önderliğimizde, komutamızda denilerek hala abartıda ısrar durumu vardır. Bu durum hem devrimci ciddiyeti zayıflatmakta, hemde devrimci kaliteyi daha fazla düşürmektedir.
Türkiye solunun ana gövdesi, bir illüzyon içerisindedir. Kent, çevre, kadın kırımı, emek sömürüsü ve diğer meselelerle ilgili vicdani temelde ilişki kurarak hareket ediyor. Daha ötesine geçip, bizzat emek faktörü üzerinden sınıfsal bakamıyor. Ve bu temelde bir anlayış ve çizgiyle yaklaşamadığı gibi mücadele de edemiyor. Türkiye sol hareketi, devrimci komünist bilime yönelik, bulamaçlı bir durumsallıktadır.
Genel olarak her bir parti ve örgüt, kendi içerisinde başka, dışında ve çevresinde ise daha başka bir tutarsızlık içerisindedir. Bunu, her bir parti ve hareketin yukarıdan aşağıya bileşen ve taraftarlarının görüşleri ve pratiklerinde, hem de çeşitli ortak eylemlerdeki somutluklarındaki çelişkili hallerinde pekala görmek mümkündür. Herhangi bir konuşma, açıklama, tartışma ve bir arada yürütülen etkinlikliklerde eğer tabanınız ya da kitleniz, birilerinin gözüne, yüzüne, ağzına bakıyor ve çekinceli görüşler belirtiyor ve sıkılarak tartışma yürütüyorsa, o harekette kesinlikle önemli bir sorun var demektir. Ki örgüt fetişizminin yarattığı zelzelelerdir bunlar. Her şey parti için, şiarlarıyla idealize edilen ve kutsanan örgüt içerisinde adeta dinciler ve tarikatçılar gibi gelenekler ve alışkanlık haline getirilen tapınmacı kültür yaratılmıştır. Dümdüz insanlar yarattık. Hakiki yaşamdan kopuk, politika ve ideolojiye boğulmuş, belli ölçülerde sıraya dizilmiş insan yığını görüyoruz. Adeta bir fabrikadan çıkmış aynı ürünler haline gelen monolitikleşme hali söz konusudur. Parti, örgüt ve hiyerarşi tapınmacılığı gırla gitmektedir. Pragmatizm ve sekterlikte de öyle. Kendi yönetici kademeleri-bileşenlerine aşırı demokrasiyi uygularken, hemen bütün alt kademelerine ise demokratik merkeziyetçilik adı altında örgütsel işleyiş ve disiplini dayatmaktadırlar. Buna da devrimci demokrasi, sosyalist demokrasi diyerek, kaliteyi daha fazla düşürmektedirler. Özgürlük gücü değil, iktidar ve tahakküm gücü geliştirilmektedir. Ailenin, özel mülkiyetin, devletin, dinin, tarikatın, mezhebin, aşiretçiliğin ve tabi ki partinin kutsanarak yaşatılması durumu vardır. Adeta tapar gibi partici ve örgütçülük hallerinin, yeni devrimcilik ve devrimci yaşam için, çok önemli bir engel olduğunu belirtelim. Oysa devrimcilik ve devrimci yaşam ve devrimci parti, bir din, tarikat, mezhep ve aşiretçilik asla değildir. Tam aksine hepsine karşı somut ve nesnel bir gerçekliktir. Ve hakiki bir şeydir. Aynı şekilde kolektivizm, içerlenmiş komünal bir kolektif olma gerçekliğinden başka bir şey değildir. Özellikle de bürokrat, imtiyazlı, şef, amir memur tarzı örgütlenmenin, ne kolektivizm ne de komünalizm ile uzaktan yakından alakası olmayan, burjuva ideolojisinden gıdasını alan hususlar olarak kayda geçmiş saiklerdir.
Bir halk deyimi vardır. Dön önce kendine bak! Kendi dışındaki her bir birey, grup, örgüt, parti, hemen her şeyi küçümseyerek kendinden aşağı ve kalitesiz görme ve değerlendirme anlayışı ve çizgisi, hastalıklı bir yaklaşımdır. Bu hastalıktan kesinlikle kurtulmak zorundayız. Bunun içinse doğru bir tedavi yöntemine ihtiyaç vardır. Eleştiriye açıklık, samimiyet, mütevazilik, çevrendeki ve dışındaki dostlarından da öğrenmek, hakikilik vd.leri bunlardan bir kaçıdır. Doğru bir plan dahilinde yüzleşme ve arınma sürecinden geçmek zorundayız.
Kuledeki Rüzgar, Yaklaşan Fırtınanın Habercisidir!
Biz neciyiz? Demokrat mı, yurtsever mi, devrimci mi, sosyalist mi, komünist mi? Rojava direnişi ve savaşı, kim-ler-in ne olduğunu, açık ve net olarak göstermiştir dedik. Uzun süredir maskelenen gerçeklerin açık yüzü ortaya çıkmıştır. Tabi oynanan maskeli balo da son bulmuştur. Hala maskeli baloyu sürdürmekte ısrar edenler olabilir ve ille de baş aktör ya da şansölyenin kendisi olduğunu iddia edenler olduğunu duymaktayız. İşte meydan, işte gerçeğin uyanmış halleri olan hakikatler… Sizleri epeydir destekleyen ve sonuna kadar destekleyeceği noktasında önemli olumlu bir miras bırakan Kürt özgürlük hareketi ve samimi devrimci komünistler olarak şimdiden birlikte olduğumuzu ilan ediyoruz. Sadece ama sadece pratiğinizi görmek istiyor ve sabırsızlık içerisinde olduğumuzu belirtiyoruz. İleriye doğru atacağımız her adım, her hakiki ilerleme, bir düzine lafta kalan teorik argüman ve retoriklerden çok daha önemlidir.
Bütün hikaye Marks öncesi kapitalizm süreciyle başlamış, onunla devam etmiş ve bugünlere kadar önemli kamburlar olarak birikerek gelmiştir. Her şeyden önce Marks’ı yeterince anlamak için, Hegel’i yeterince anlamak, onu yeterince anlamak için, Kant’ı yeterince anlamak, onu da anlamak için Spinoza’yı yeterince anlamak zorundasınız. Bu durum, elbette tarihi geriye götürmek ve çarkı geriye çevirmek, geriye doğru döndürmek değildir. Tam aksine, genetik kodlarımızı, doğru yanlış temelde tüm dayanaklarıyla, kökleri ve temelleriyle doğru ve bilimsel anlamak ve kavramaktır. Eğer bugünkü fırtına ve fırtınaları yeterli oranda köklü ve çok yönlü anlamak istiyorsak, geçmişin bütünlüklü kavranması elzemdir. Doğru tarih bilinci içinde, bu gerekli ve zorunludur. Çünkü her bir verili objektif koşullar gerçekliğindeki olumlu ve olumsuz, başarılı ve başarısız süreçler pratiğinin kökleri, tarihsel derinleklerden kopup gelmiş özellikler ve özgünlükler taşımaktadır. Bunun için Goethe “üç bin yıllık geçmişini bilmeyen bir insan, günübirlik yaşayan insandır” demiştir. Demek ki bizler, esasta feyz almadığımız, alamayacağımız burjuva ya da ondan önceki özel mülkiyetçi sınıflara mensup bireylerdeki en küçük doğru söz ve özdeyişe dahi kulak kabartmak durumundayız. Nitekim, doğruya doğru demek, diyalektik materyalizmin önemli bir halkasıdır.
Faşist Türk devletinin Rojava işgali ve saldırılarına yönelik, ne demek “milli menfaatlerimize aykırı”, ne demek ”savaşa hayır”, ne demek “Birleşmiş Milletler bir an önce müdahale etmelidir”, …, ne demek. Düşmanlarınıza karşı kuracağınız argümanlar başta olmak üzere yürüteceğiniz mücadele araç ve biçimleri, faşist sistemin arızalarını pansuman edecek düzeyde olursa, hapı yutmuşsunuz demektir. O zaman düşman-lar-ınız sizden memnun, siz-ler de düşman-lar-ınızdan memnuniyet halleriyle geçinip gidersiniz, o kadar. Kapitalizmden ve faşizmden, onların yan cepleri ve yedek güçleri kurumlarından, fantastik beklentilerden artık kopulmalıdır.
Kapitalizm, kendi “devrimcisi”sini de gelinen aşamaya kadar yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Bu kapsamda da yönlendirmeler gerçekleştiriyor. Durmadan haz üretmektedir. Buna karşı devrimcilik, kendinden vazgeçmesini bilmektir ve kesinlikle vazgeçmektir. Beyaz ten, kızıl maske rolleriyle yaşama dur diyerek, kökten karşı gelerek, köklü ve bütünlüklü devrimcilik yapmalıyız. Bunun için, hakikaten devrimciyi-m-z diyenlerin kendilerini sıfırlaması gerekmektedir.
Türkiye sol hareketi, daha büyük kaos-kriz ile karşı karşıyadır. Faşist Türk devletinin şantaj, tehdit, işgali ve bunun karşısındaki Rojava direnişi ve savaşına yönelik yeterli düzeyde bir pratikleşme içerisinde değilseniz, önümüzdeki yakın süreçte ve bizzat içeride dalgalar halinde şimdiden gelen ve gelecek olan faşist kıyım karşısında, kılınızı bile kıpırdatamayacaksınız. Evlerinizin içinde bile rahat edemeyecek ve bir sürek avına tabi tutulmaktan kendinizi kurtaramayacaksınız. Her türlü burjuva ve küçük burjuva ideolojisi ve siyaseti olmak üzere, eklektik ve oportünist anlayış ve çizgi pratiklerinden ve argümanlardan köklü kopulmadan, emperyalist kapitalist, faşist ve burjuva medeniyetçi paradigmalardan kendinizi kurtaramazsınız. Bunun için öncelikle, bütünsel yaşamla devrimci temelde ilişkilenerek köklü bir zihniyet devrimi gerçekleştirmek zorunlu hale gelmiştir. O halde, öz savunma güçlerini şimdiden oluşturmak için, yeterli hazırlıklarınızı yapmak zorundasınız.
Kendiliğindenciliğe Hayır, Teslim Olmayacağız!
Sınırlılıklar ve engelleyici koşullar gerçekliğinde, menkul ve makullükler ile melullük, on yıllardır bizleri kemiren önemli hastalıklarımızdan biri olsa gerek. Hiçbir ilerleme, kendiliğinden olmamaktadır. Tam aksine, zıtların birliği ve mücadelesi ekseninde süreklilik gösteren bir durum söz konusudur. Değişim ve hareket halinde olmayan hiçbir şey yoktur. Ölüler bile değişim ve hareket halinde, başka şeylere dönüşmektedir. İşte bütün bunlar içerisinde sürekli olarak çeken ya da iten ancak sürekli çelişkili halini sürdüren özellikleri görüyoruz. Mekanik materyalizme göre dışsal olarak baktığımızda elbette kendiliğinden olup bittiklerini kabaca söyleyebiliriz. Fakat, o şeylerin bizzat öz ve içeriklerine doğru ilerledikçe, hareketlilik, değişim ve dönüşümün hiç de kendiliğinden olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Sosyal ve sınıfsal olgu ve olaylar için de bunun geçerli olduğunu vurgulayalım. Meramımızı teorik gevezeliğe boğmadan, kendilerine devrimci, sosyalist ve komünist diyerek mücadele ettiğini sanan Türkiye sol hareketinin, uzun yıllardır verili objektif şartların içerisinde boğulup kalan somut gerçekliğinde de bu durumu pekala görmekteyiz. Öyle ki, işçi, emekçi, öğrenci, çevreci, kadın, genç, LGBTİ-Q, Kürt, Ermeni, Laz, Süryani, Arap vb vd.lerine mensup ezilen ve sömürülenlerin, emekleri üzerinden yarattıkları direniş ve mücadeleleri karşısında, Türkiye sol hareketinin yorgun argın halinin, tam da kendiliğindenciliğe tekabül ettiğini belirtelim. Bir kabullenmişlik, sıradanlık, idare etmecilik, memnuniyet, menkul ve makullük hali, tüm başatlığıyla sürmektedir. Oysa, hani aslolan değiştirmek ve dönüştürmekti. Hani öncü ve önderlik ederek ilerlemek ve emeğin gerçek iktidarını icra etmekti. Hani, devrimcilik ve devrim yapmaktı. Kitlelerin oldukça gerisine düşülmesine karşın, hala devrimci lafazanlıklar ile cırcır böceği gibi ötüp durmaktan artık vazgeçilmelidir. Evet örgüt önemli stratejik bir araçtır, ancak asla amaç değildir. Aslolan devrimciliktir, devrimci yaşamdır. Ve hayat-yaşam ile devrimci temelde yeniden ilişki kurma zorunluluğu kapıya dayanıp çatmıştır. Kendiliğindenciliğe vuracağımız en büyük-etkili darbe de, bizzat yaşamla kuracağımız hakiki devrimci ilişkilenme olacaktır. O halde, artık işçi ve proletarya adına konuşmaktan vazgeçip, dolaysızca işçi ve proleterlerin içerisine dalmak, emekçiler deryasında kulaç atmak, halk kitleleriyle devrimci temelde ilişkilenerek, hakiki devrimcilik yapmak durumundayız. Türkiye sol hareketi bileşenleri ve onların merkezi yönetici kademeleri başta olmak üzere tüm organ ve komiteleri, kendileriyle ciddi olarak yüzleşmelidirler. Eski alışkanlıklar ile yeni sürecin devrimciliğinin yapılamayacağı-gerçekleştirilemeyeceğini, daha ne zaman anlayacak ve kavrayacağız?
Her ne kadar stratejik değerde olsa da, devrimci savaşı ve örgütü devrimcileştirmekle, işler ve görevler tamamlanmış olmuyor. Bir bütün olarak devrimci yaşamı güncelleştirmek ve başat kılmak gerekiyor. Bu temelde hemen her yerde yeterli irade, hayatı devrimcileştirecek irade gösterilemediğinde, sıradanlaşıyor, gericileşiyor ve nesneleşip çıkıyorsunuz. Yediğimiz kazıkların bileşkesi olan en büyük tecrübelerle de, bu durum çok net ve yeterince açık, kavranabilir. Yaşanmışlıkları, doğru ve bilimsel temelde, gerçekten ciddi olarak deneyimlemek zorundayız. Aksi taktirde, mevcuda kadar gelen teknik, teknolojik gelişme ve hologramları, hiç ama hiç anlayamadığımız gibi, algoritmaların her şeyi yönetmesi durumu devam edecektir. Bu düzlemde, öncelikle kendimizle ciddi olarak yüzleşmeliyiz.
Yeni dönemin hakiki devrimciliği ve devrimci savaşına varım diyenler, bir adım öne çıkmalıdırlar. Her bir tarih, her dönem ve içerisinden geçilen her bir süreç, kendi yeni devrimcisini arar ve bunu zorlayarak da olsa, yaratır. Şimdiki süreç de, aktüeldeki somut ve nesnel verili objektif gerçekler ile devrimci temelde yeni ilişkiler kurarak hakiki devrimcisini yaratmak için, koşullar son derece mümkündür ve bu yönde artık neşter vurulmuştur. Bir günün çok az bir kısmında değil, tamamında yani yirmi dört saat devrimci yaşam ve mücadele kararlılığıyla ilerleyelim. Ve zafer hareketi olarak amaç ve ilkelerimize yani, özgürlüğe ulaşalım.