Çin’den sonra salgının etkisinin en çok görüldüğü ülkelerden biri olan İran’da, koronavirüsüne yakalanan Sağlık Bakanı Iraj Harirchi şöyle buyurdu: “Bu virüs demokratik, zengin fakir, devlet büyüğü sıradan vatandaş ayırmıyor.”
Nazım’ın, “Bir eski Acem şairi: / «Ölüm adildir» diyor, / «aynı haşmetle vurur şahı fakiri»…” diye başlayan bir şiiri vardır. Nazım bir eski Acem şairinin bu dizelerini sürekli tekrarlar ve ölümün hiç de adil yaklaşmadığı kendi sınıfının ölüleri ile konuşur. Bu söze öfkelenen, payına hiç de adil bir ölüm düşmeyen Ahmet Cemil’in ağzından devam eder. “Bir eski Acem şairi : /«Ölüm âdil…» / Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. / Boşuna hiddet ediyorsunuz. / Biliyorum, / ölümün âdil olması için / hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz…” Bağladığı nokta ölümün adil olması için yaşamın da adil olması gerektiğidir.
Kuşkusuz, İran sağlık bakanının dediği gibi salgın virüsü önüne gelen zengini fakiri ayırmaz. Ama şu da bir gerçek ki su sıkıntısı olmayan bir zenginin şansı ile fakirin şansı bir değildir. Tek göz odaya tıkışan 10 kişilik yoksul bir emekçinin şansı ile suit odasında ferah ferah yaşamını idame ettirenin bir değildir. Ölüm aynı şekilde vurmaz bize. Koronavirüsü de… Malthusçu teorilerin üreticileri bunu pekala bilir. Biz koronavirüsü karşısında aynı gemide falan değiliz. Titanik filmini izlemişizdir. Aynı gemideyken bile aynı gemide değiliz, dedirtir filmin finali. Üstüne kapıların kapatıldığı ve güverteye çıkmalarına, yaşamak için bir şans yoklaması yapmalarına izin bile verilmeyen “alttakiler”i hatırlayınız. Koronavirüsü karşısında durumumuz biraz da böyledir.
Dünya çapında koronavirüsünün yayılmasına karşı alınan tedbirler tartışılıyor. Sosyal mesafe bunların başında geliyor. Oysa, 1 metrelik mesafe uyarısına rağmen işçiler tıkış tıkış servislerle ya da toplu taşıma araçları ile işe gitmek zorunda. Yaşam adil olmadığı için ölüm de adil olamayacaktır. İtalya ve İspanya’da işçiler grev çağrısı yaptı, iş bırakma eylemleri oldu. Bunlar daha ilk kıpırtılar. Ölümün adil olmayışı; yaşamın adil olmayışını sorgulamaya ve can havliyle yaşamda adalet arayışına itecektir işçi ve emekçileri. Bu kendiliğinden gelişebilecek bir dalgadır. Ancak bunun ani parlamalarla sınırlı kalmaması için, doğru hedefe yönelmesi ve güçlü bir isyan dalgasına dönüşebilmesi için devrimci öznenin devreye girmesi gerekmektedir. O halde hiç zaman kaybetmeksizin mevcut tüm araç ve gereçlerle yaşamın adil olması için, bizim olanları (yaşamımızı, geleceğimizi) geri alabilmek için harekete geçmeliyiz.
Artık hiçbir şey eskisi gibi sürdürülemez, denilen bir noktadayız. Bu iyidir; eğer biz işçi sınıfı ve emekçiler, ezilenler denkleme girebilecek bir özne olabilirsek… Eskisi gibi çalışmayacak, yaşamayacak, yönetilmeyeceğiz. Korona salgını eski düzlemin sınırlarına gelip dayandığımızı gösterdi. Şuna dikkat etmeliyiz; biz, virüs salgını öncesi çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarını istercesine, mevcut statükoyu ararcasına bir pozisyonda asla olmamalıyız. Mevcut olanın artık sürdürülebilirliği kalmadı. Bir kaos/kriz aralığındayız. Ancak bu bizim krizimiz değil henüz. Oysa devrimci krizler; her zaman, bir durumdan bir duruma geçişin sancılarının yaşandığı, yeni statükonun bizim hilafımıza inşa edildiği, yıkıcı proleterleşme dalgalarının, işsizliğin yaşandığı süreçlerde açığa çıkar. Konum kaybı ve geleceksizliğin zirve yaptığı kesitlerde gözlemlenir. Şimdi korona salgını ile birlikte, tekelci kapitalistlerin yeni bir çalışma rejimini oturtacakları; biz işçi ve emekçilerin elde kalmış olan kazanımlarını da yok edecek bir biçimde alabildiğine esnek (kimin için esnek? Tabi ki burjuvazi için!) bir emek sürecini inşa etmek için hamle yapacakları bir eşikteyiz. Bizse sadece korumacı bir anlayışla hareket edersek bu maçı baştan kaybetmiş olacağız. Oysa her şeyin altüst olacağı bir süreçteyiz. Bizi toplumsal bir paranoyaya mahkum eden ve bu toplumsal paranoya halini, kendisinin “istisna hali”ne dönüştürüp yasasızlık alanı inşa eden egemen sınıflara karşı, tam cepheden bir karşıtlık eksenini inşa etmeliyiz. Gelecekte, bu korku toplumu üzerinden inşa edilecek bir distopyanın içine hapsolmak istemiyorsak; kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürün, sloganı ile gündelik yaşama dokunan bir stratejik hat doğrultusunda, oldukça agresif ve de provakatif bir devrimci faaliyetin örgütleyeni olmak zorundayız.
Bir göğe bir de korona bahanesi ile oluşturulan “istisna hal”e bakalım
Biz virüs salgının toplum sağlığı açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu reddedemeyiz. Ama ondan da büyük bir tehdit olarak korona üzerinden oluşturulan havayı, inşa edilen veya edilecek olan olağanüstü hali görüyoruz. Bunu açalım.
Agamben, “istisna hali” kavramını burjuva devlet için siyasal belirsizliğin hüküm sürdüğü kriz durumunda, siyasal durumun devamının sağlanması adına hukukun kendisini askıya alması olarak tarifler. Bunun tarihsel olarak birçok örneği ile karşı karşıyayız. İstisna/olağanüstü hal’in artık istisna değil norm olması söz konusudur. Ve burjuvazi aslında bunun geçiciliği üzerinden değil bunun kural haline getirilişi üzerinden kendi iktidarını sürdürür.
Agamben, her şeyin gelip burjuva devletin her daim sürdürülebilir kılmaya çalıştığı “istisna hal”e bağlandığını söylüyor. Ve koronavirüsü sonrası yaşanmakta olanların da aynen bu şekilde olduğunu ifade ediyor. Kuşkusuz, koronavirüsün özellikle belli bir yaş grubu açısından ne kadar öldürücü olduğunu, bu hastalık karşısında mutlaka ciddi önlemler alınması gerektiğini reddetmiyoruz. Ancak bunlar bir yana burjuva/faşist devletlerin korona bahanesi ile aldıkları önlemler ve ilan ettikleri olağan üstü halin yarın öbür gün karşımıza nasıl bir tehdit olarak çıkacağı ise aşikardır. “İstisna hali” ile yeni bir hukuk inşa etmek değil yasanın yok ülkesini inşa etmek; bugün diyebiliriz ki koronavirüsünden daha da tehlilkelidir. KHK mevzusunu burada hatırlamak bile yeterlidir. Hiçbir hukuksal düzlemde karşılığı olmadığı için, insanlar, adeta bu dünyadan silinmişler gibi bir hissiyata kapılmışlardır. O kadar zorlayıcıdır ki bu durum onlar için; yürürlükte olan burjuva-faşist yasalara göre suçlu olsalar ve tutuklanmış olsalar, bir yerden sonra bu cezai durum bitecektir. Yani bir tanım vardır. Oysa KHK’lıların durumunda en zorlayıcı olan ve adeta bir psikolojik harp misali insanları çökertmeyi hedefleyen, bu tanımsızlık halidir. Şimdi militarizmin bir de koronavirüsü eliyle zirve yapması durumu ile karşı karşıyayız.
Bir göğe bir de virüs salgını bahanesi ile inşa edilen “istisna hal”e bakalım. “Göğe bakalım”; bu sistemin beyinlerimizi çölleştirmesine karşı, geleceksizlik, güvencesizlik, korku toplumu girdabı ile kötürüm hale getirilmişliğimize karşı tüm özlem ve ihtiyaçlarımızı karşılayacağımız, bireysel gelişimin sınırsızca olabileceği yeni bir yaşamla buluşmak dışında hiçbir kurtuluşumuz yok çünkü. Ve tam da bunun engeli olan burjuva/faşist devletin bizim geleceksizliğimiz üzerinden sınıfının geleceğini inşa etmek için inşa ettiği istisna/olağan üstü hale de bakmamız gerekiyor. Her krizi, her toplumsal yıkımı, her doğal afeti fırsata çeviren azami egemenlik ve azami sömürü/kar cenderesini çok daha yoğunlaştırılmış ve sofistike bir biçimde karşımıza çıkaran sınıfın gözüyle biz, korona salgınına bakamayız. “Kapitalist sistem öldürür, kapitalizmi öldürün” sloganı ile birlikte korona salgınına karşı tedbirlerimizi alacağız. Bu virüs salgını da küresel kapitalizmin krizini aşmak için bir fırsata çevrilmeye çalışılıyor. Çürüyen et, dökülen diş, parça parça edilen insan bedenleri ile karını yükseltiyor burjuvazi.
Hangi sınıfın gözünden bakıyor, hangi sınıfın programını savunuyoruz?
Biz hiçbir gündeme, olay ve olguya, konuya burjuvazi (sınıf düşmanımız) ile aynı pencereden bakmayız/bakamayız. Burjuva-faşist devletlerin önümüze çare diye getirdikleri hiçbir şeyde ortaklaşamayız. Onlar sistemlerinin defolarını örtbas etmek için kullanacaklardır bu krizi, biz o defoları daha belirgin hale getirmek ve bu sistemi yıkmak için…
Şunu görelim, tekelci kapitalistler, bu krize hazırlıksız yakalanmadılar. Onlar uzunca bir süredir kriz yönetimi şeklinde süreci ilerletiyorlar. Bu kimi zaman doğal -veya komplovari bir akılla olmasa da kapitalizmin ürünü olduğu için doğal olmayan- afetlerin sonucu olarak çıkan krizlerle; kimi zaman bugün yaşamakta olduğumuz gibi bir ölümcül virüs salgınıyla; kimi zaman hegemonya krizinin bir sonucu olarak alt üst olan güç dengesinin yeniden kurulmasını sağlayacak savaşlarla; kimi zaman da sermaye birikim sürecinde yaşanan tıkanma ile derinleşen ekonomik-siyasal krizlerle baş etme biçimleri olarak kendisini ortaya koymaktadır.
Burjuva-faşist devlet her krizi ekonomisinden üst yapı kurumlarına kadar her şeyi yeniden dizayn etme fırsatı olarak okumaktadır. Korona salgını da bundan azade değildir. Bu anlamda tekelci kapitalistlerin ve burjuva-faşist devletin bir kriz aklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda eski statükonun arayıcısı, özleyeni sol cenah oluyor. Oysa biz hamle yapma fırsatı ve imkanı üzerinden bir olanak yoklamasına kapı aralandığı için, kriz süreçleri ile devrimci temelde ilişki kurmak durumundayız. Bu konuda, solun oldukça sorunlu bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Burjuva-faşist devletin koronavirüsü konusundaki önceliği burjuvaziye destek oldu. Bu konuda Erdoğan somut destek kalemlerini sırasıyla açıkladı. İşçi ve emekçi kitlelerin payına ise tavsiye kararları düştü: Evlerden çıkılmaması (nasıl olacaksa?! Bu virüs salgınını büyük kazanabilmek için fırsata çevirmekten bahsettiğine göre işçiler evde değil işyerlerinde olmaya devam edecekler), ellerin temiz tutulması ve bol kolonya… Sermayeye dönük doğrudan alınan kararlar ve emekçi sınıflara ise tavsiyeler… Tekelci kapitalizm her anlamda bu krizi fırsata çevirmek için hamle yapıyor. 2008’de başlayan küresel krizden çıkış için bu salgını bir fırsat olarak değerlendirecek bir üst aklın devrede olduğunu söyleyebiliriz. Bu üst aklı anlamak için öyle komplo teorilerini çağırmamıza gerek yok. Tekelci kapitalistler doğası gereği büyük buhranını, neoliberal sermaye birikim rejimindeki krizi, yaratıcı yıkıcılığı devreye sokarak aşmaya çalışacaktır. Tıpkı 1929 büyük buhranında olduğu gibi. O zaman, faşizm ve 2. Emperyalist savaş imdada yetişmişti, yıkıcı proleterleşme dalgasının yaratmış olduğu devrimci tehdidi bertaraf etmek için. Bugün neden koronavirüs salgını olmasın?..
Bir sınıf programı gerekiyor. Tekelci kapitalistler ve devletleri; doğrudan sınıfsal çıkarları gereği, önlerine gelen bu fırsatı değerlendirmek için hamle yapıyorlar. Biz aynı gemideymişcesine burjuva-faşist devletin “tedbirler paketi”nin uygulayıcısı mı olacağız? Yoksa mevcut krizi derinleştirecek şekil de mi konumlanacağız? “Milli birlik ve beraberlik” tablosuna bir çizik atmadan, sadece kendi can derdine düşen solcularla aynı mahalleden olmadığımızı belirtelim. Kuşkusuz işçi ve emekçilerin yaşamsal ihtiyaçları noktasında kolektif davranmayı ve dayanışmayı örerek güçlü bir alternatif toplumsallığı inşa etmek önemlidir. Ancak biz salt bununla yetinemeyiz; asıl olarak kapitalist sistemin öldürücülüğünü, bu virüs salgını dolayımı ile açığa çıkartıp doğrudan burjuva-faşist devleti ve onun tüm kurumlarını hedefe koymalıyız.
Kapitalist sistemin en özlü tarifi, bir kutupta zenginlik ve sefahatın; diğer kutupta yoksuluk, yoksunluk ve sefaletin çığlaşmasıdır. Her şey burjuvazinin sermaye birikiminin manivelasıdır. Bu yüzden kuşkusuz koronavirüsü, kapitalizmin bir yan çıktısı olabilir. Ancak teşhirimizi salt bunun üzerinden şekillendiremeyiz. Diğer yandan, şu da bir gerçektir ki, kapitalizmde koronanın öldürücülüğü katlanmıştır. En basiti, koruyucu halk sağlığı önlemleri alınmadığı gibi, sağlık sistemi de toplum yararına değil burjuvazinin sermaye birikim stratejisinin bir bileşeni olarak yapılandırılmıştır. Sosyalizm ise insan odaklı bir sistemdir. Herkese sağlık hakkı talebi üzerinden bile, bugün, güçlü bir antikapitalist mücadelenin zeminini atabiliriz.
Kapitalizmin mabedlerini yıkmanın tam zamanı
Kapitalist sistemde her şey azami egemenlik azami kar içindir. Bizim ölümümüz bile azami kara tahvil edilir. Sermayenin kendisini gerçekleştirme sürecinin bir parçası olarak metanın ölüm parendesini attığı pazar, bizim elimizde avucumuzdaki azıcık parayı bu kriz vesilesi ile yutmaya endekslidir. Bunun için, son günlerde, fahiş fiyatlara yükselen koruyucu sağlık malzemeleri ve gıda sektörüne bakmamız yeterlidir. Biz ne yapmalıyız? Elimiz kolumuz bağlı halde, bu yoksunluklar ve yoklar ülkesinde yaşamaya devam mı edelim? En temel ihtiyaçlarımızı karşılamaktan bile mahrum bırakılan, her şeyi yaratan ama hiçbir şeye sahip olmayan bizler, tersine çevrilmiş olan bu dünyayı ters çevirmek, bizim olan her şeye sahip olmak için AVM’sinden büyük marketlerine kapitalizmin mabedlerine sefer düzenlemeli; tüm gereksinimlerimizi karşılamalıyız. Devrimci kriz süreçleri, devrimler, yıkıcılığı çağıran eylemlerle gelir. Hangi duvar/kapı önümüzde engeldir ki doğru hamleyi yaparsak?
Koronavirüsüne karşı sosyal mesafe uyarısı yapılıyor. Elbette işçiler hariç. Biz temel ihtiyaçların üretimi dışındaki tüm işyerlerinin kapatılmasını istiyoruz. Ayrıca temel ihtiyaç malzemesi ve hizmetin üretiminde bulunan işçiler de kesinlikle korucuyu tedbirlerin alınması ile birlikte bu üretimde yer almalıdır. Protestan çalışma etiğinin benzeri söz konusudur bugün Türkiye’de. Her şey kapitalist meta üretim ve ilişkileri temelinde dizayn edilmektedir. Burada camide toplaşmak ve ibadet bile askıya alınmış ama asla kapitalizmin asli mabedleri olan fabrika ve işyerleri kapatılmamıştır. Dünya çapında grev dalgasını örgütlemekten başka çaremiz yok. Kapatılmayan işyerlerine sınıf gücümüzle kilit vurmaktan başka çaremiz yok! Kapitalizmin sömürü çarklarını yakıp yıkmaktan başka çaremiz yok! Biz rasyonal aklın devre dışı olduğu bir kriz aralığında, rasyonal çözümlerin örgütleyeni değil bu krizi derinleştiren olmalıyız. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmama hali, ölüm karşısında çok daha somut olarak duyumsanacak olandır. İşçi sınıfı ve emekçilerin, yaşamı adil kılmak için hamle yapmak dışında, başka çarenin kalmadığını bilince çıkaracağı bir kesittir bu.
İtalya’da tekelci kapitalistlerin üretimi hiç aksatmadan, rekabet yasasının gereği olarak geride kalmamak için bir şey olmamış gibi devam ettirmek istemesine karşı işçi örgütleri ve işçilerin, işin durdurulması ve işçilerin tüm haklarının korunması konusunda vermiş oldukları mücadele, şimdilik artan bir gerilim hattını ifade ediyor. Biz buradan ilerlemeliyiz. Bu hal, yarın patlamalara da gebedir. Erdoğan’ın 18 Mart’ta, inşallah bu krizi fırsata çevireceğiz, minvalinde bir konuşması oldu. Fırsata çevirecek olan sınıf bellidir; altta kalıp canı çıkacak sınıf da keza… Biz, altta kalıp canı çıkanlardan olmamak için hamle yapmalıyız. O fırsat kapılarını başlarına yıkmalı, üretim çarkını yaratıcı sabotaj eylemlerimizle durdurmalıyız.
Bize komünizm gerek. Sınır tanımaz bir dayanışma ağı gerek. İnsanların, bilginin, kültürün her şeyin sınırsızca dolaşabileceği bir dünya gerek. Sadece metaların ve sermayenin yanı sıra virüslerin sınırsızca dolaşabildiği bir dünyada, payımıza düşecek ölümü reddetmek için; sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, özgür bir dünya tasavvur etmeli ve bunun için savaşmalıyız. İlk kez tüm dünyadaki emekçi sınıfları, ezilenleri aynı talepler doğrultusunda harekete geçirebilecek bir koşul söz konusu. Tüm küreyi saracak bir isyan dalgasının ilk işaretlerini yaşıyoruz. Elbette buna hazırlıklı bir devrimci özne söz konusu olmadığında tüm elverişli koşullara rağmen bazen isyan bize teğet geçer. O isyanın örgütleyeni olmalıyız. Dünyanın her yerinde, devrimciler, ilmek ilmek bu isyan dalgasını örmeli, mevcut krizi devrimci bir çıkış için fırsata çevirmelidir.
Kaynak: Komün Gücü