Olaylar ve olgular
“…Ertesi gün hiç kimse ölmedi! Dünya tarihinin 40 ciltlik külliyatında bu görülmüş bir şey değildi… Ölümün greviydi bu”
“Trafik ışığında bekleyen bir şoförün aniden kör olmasıyla, tüm toplum hızla kör olmaya başlamıştı. Sadece tek bir kişi hariç! Yalnız bu beyaz bir körlüktü”
“İber yarımadası anakaradan koparak Atlas okyanusuna doğru uzaklaşırken, insanlar bu inanılmaz doğa olayını şaşkın bakışlarla izliyorlardı…”
“Seçim günü gelmişti sonuçta. Sandık görevlileri ve müşahitlerin saatlerce beklemelerine rağmen oy kullanmaya hiç kimse gelmiyordu…”
J. Saramago ve diğer distopya yazarlarının dört farklı romanının giriş cümleleri bunlar.
Saramago ölene kadar Portekiz Komünist Partisi’nin üyesi olarak kaldı.
Acaba günümüzün kaos aralığından çıkmak için böylesi beklenmedik, hayret verici ya da şok edici olaylar mı gerekiyor?
Bir anda hiç kimsenin ölmediği, bir anda herkesin kör olduğu, en olmadık doğa olaylarının aniden geliştiği ve hiç kimsenin oy vermediği bu distopik hikâyeler bize neyi anlatmak istiyor?
Özellikle pandemi sürecinden sonra distopik edebiyat ve sinemanın alabildiğine yaygınlaşması üzerine düşünmek bir bakıma insanlığı gelecekte bekleyen yıkım olasılıklarını da düşünmek anlamına gelmiyor mu?
Hayat öngörülemez olayların ötesine taştıysa eğer, insanlığın sınavı artık sadece mucizeler üzerine tartışmak mı olmalı? Gözlemlediğimiz kadar milyonlarca insan bu boşlukta debelenmektedir. Mucizeler üzerine tartışarak, bunları deneyimleyerek hayatlarını heba etmektedir.
Dinsel metaforlar, siyasi yalanlar, “doğaüstü” olaylar ve türlü türlü mucizelerin peşinden koşan insanların sayısı günden güne artış gösteriyor. İnsanlar yaşamın anlamını doğanın ve toplumsal gerçeklerin dışında aramaya o kadar hevesliler ki, aslında bu, “Cesur Yeni Dünya” romanındaki “Soma”nın yerini tutuyor. Bu romanda “Soma” insanları sürekli mutlu kılan, hiçbir şekilde hayatı sorgulamalarına ve üzülmelerine izin vermeyen dinginleştirici bir ilaçtır. Romanda devlet aygıtı insanlara her gün ücretsiz Soma vermektedir. Orwel’ın 1984’deki baskıcı gözetim toplumunun tersine Huxley’in Soma’sı insanlar üzerinde hiçbir baskı kurmadan onları yöneten bir devleti anlatır. 1984 hegemonyadır, Cesur Yeni Dünya ise Rıza’dır. 1984’de devlet toplumu gözetlerken, Cesur Yeni Dünyada toplum kendisinin gözetlenmesinden hiçbir şekilde rahatsızlık duymaz tersine bundan zevk alır. Karşımızda tüm sinirleri, refleksleri alınmış adeta bilincini kendi elleriyle devlete teslim etmiş bir insan vardır.
Dinsel ve ilkel metaforlar, mucize satan falcı ve büyücüler, sosyal medya fenomenleri, şarlatan doktor ve psikologlar, Twitter’da “siyaset” yapan sanatçılar, harita karşısında söylev veren emekli generaller toplumun yeni Somaları işte bunlardır.
Bir yoldaşımız şahit olmuş, iyi giyimli orta yaşlı bir kadının yağmurlu havada bir sokak köpeğinin üzerini örtmesi gerçekten takdire şayan bir hareket ama aynı kadının bu hareketi yaptıktan sonra kıvrılıp onun yanına uzanması gerçekten açıklanmaya muhtaç değil mi? Burada hayvan sevgisinin ötesinde başka bir şey yok mu? Mesela bu kadının şefkat ve mutluluğu artık insanlarda bulamadığını söyleyemez miyiz? Böylesine insan dışı bir canlıya duyulan sevginin arkasındaki şey, insanlıktan ve hayattan umudu kesmek olamaz mı?
“Yemeğini köpekle paylaştı sosyal medyada viral oldu”
Basında yer aldı biliyorsunuz, Belgrad ormanında bir gece yarısı soğuktan donarak ölen kadın neden oraya gitmişti? Çünkü ona anksiyetisinden kurtulması için ormanın ıssız bir yerini seçerek orada yorulana kadar haykırması önerilmişti! Eğitimli bir kadının terapi adı altında böylesi saçma sapan önerilere uyması hayret verici değil midir? Şarlatan doktor, psikolog ve fizyoterapistlerin insanların akıl ve beden sağlığı ile bu kadar kolay oynamaları falcılar ve sosyal medya fenomenleri ile yarışır hale gelmeleri, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir sapma değil midir? Kuvözdeki bebekleri yoğun bakımda fazladan tutarak SGK’dan daha fazla para kazanma yoluna giden doktor ve hemşireler olayı, en kutsal meslekler arasında yer alan sağlık çalışanlarındaki büyük bozulmayı göstermesi açısından utanç verici olmanın ötesinde cinayete eksik teşebbüs değil midir?
Ece Gürel’in babası, “kızım oruç tutardı, cadı olamaz, onu kurban ettiler” şeklinde konuştu.
Peki ya AKP’li siyasetçilerin Erdoğan hakkında muhalefetten ya da dış ülkelerden bir eleştiri yapıldığı zaman, mesela en son Ö. Özel “cuntanın başı” demişti, koro halinde savunmaya geçmeleri, ama bunu kendi kişiliklerini pespaye edecek düzeyde abartılı bir tarzda yapmaları doğal bir davranış mıdır? Kraldan fazla kralcı kesilmeleri normal mi? Bu neden bir psikolojik karakter bozukluğu olarak tartışılmıyor? Türkiye siyaset tarihinde hiçbir zaman siyaset erbabı ve bürokrat-teknokrat zümresi hükümetin başına bu kadar kölece boyun eğmemiş, biat etmemiştir. Hiçbir siyasetçi liderine bu kadar kul- köle olmamış, adeta padişah muamelesi yapmamıştır. Erdoğan’ın bir diktatör olduğunun en büyük kanıtı etrafında toplanan parya zihniyetli siyasetçiler, bürokratlar ve askerlerdir. Aslında onu bir diktatör yapan da onlardır. Yoksa Erdoğan’ın kendisinde bu gücü gösterecek yetenek yoktur.
Yeni NASA başkanı Bill Nelson’un son açıklamasına bakalım “Çin Ay’ı kendi toprağı ilan edebilir” demiş. Evet, bunu söyleyen bir bilim insanı! Aslında Çin’ e karşı bir savaş çağrısı, daha doğrusu çığırtkanlığı yapmıyor mu? Bu sömürgecilikte yeni bir sayfanın açılışı değil mi? Nelson, “Gerçek şu ki süper güçler, uzayı parselleme yarışı içinde. Bu nedenle Çin’in bilimsel araştırma kisvesi altında Ay’da bir yere ulaşmamasına dikkat etsek iyi olur. Çin dediğim gibi yakın bir gelecekte diğer ülkelere ‘Uzak durun buradan, çünkü burada biz varız, Ay bizim hâkimiyetimiz altında’ diyebilir” Trump’la aynı kafa yapısına sahip bir tip. Emperyalizmi haddinden fazla fantastikleştirmiyor mu?
“Sömürgecilikte yeni bir sayfa, uzay da mücadele sahası oldu!”: NASA Başkanı Bill Nelson, kendine ait bir uzay istasyonu kurma çalışmalarını sürdüren Çin’in yakın gelecekte Ay’ı “kendi toprağı ilan edebileceğini” öne sürdü.
El Salvador hükümeti devlet bütçesine katkı sağlamak için 40 bin kişilik (Silivri’nin 2 katı!) Güney Amerika’nın ve dünyanın en büyük hapishanesini (CECOT/ Terörle Mücadele Merkezi) inşa etti! Tüm dünyadan “ücreti mukabilinde” mahkûm transferlerini kabul ettiğini duyurdu. Trump geçen ay buraya 250 Venezüellalı kaçak göçmeni gönderdi. Ücreti mukabilinde! Dünya bunu da görmüş oldu. Hapishaneler son 20 yılda “mahkûm gücü” üzerinden kapitalist kar merkezleri haline gelmişti, ama böyle büyük boyutlu bir tasarımla ilk kez karşılaşıyoruz. Sadece bu mu? Bir zamanlar FMLN ile anılan El Salvador günümüzde mafya gruplarına olay çıkarmamaları karşılığında devlet bütçesinden ödeme yapmaktadır.
CECOT / Terörle Mücadele Merkezi Hapishanesi
Terörle Mücadele Merkezi (İspanyolca: Centro de Confinamiento del Terrorismo, kısaltması ve yaygın ismiyle CECOT), El Salvador‘un Tecoluca şehrinde bulunan maksimum güvenlikli bir hapishanedir. Hapishane, El Salvador’da yaşanan büyük çaplı çete baskını sırasında 2022’nin sonlarında inşa edildi ve El Salvador hükûmeti tarafından Ocak 2023’te açıldı.
Şubat 2023’te ilk 2.000 tutuklusunu alan CECOT, 11 Haziran 2024 itibarıyla 14.532 kişilik bir nüfusa sahiptir. 40.000 kişilik kapasitesiyle CECOT, Latin Amerika’nın en büyük hapishanesi ve tutuklu kapasitesi bakımından dünyanın en büyük hapishanelerinden biri oldu. CECOT ve çetelere yönelik genel baskı, uluslararası medyanın ilgi odağı oldu; El Salvador hükûmeti hapishane sebebiyle övgüler alırken, aynı zamanda iddia edilen insan hakları ihlâlleri dolayısıyla eleştirildi. (Wikipedi)
Dediğimiz gibi bugün El Salvador’da hükümet mafya gruplarıyla düzeni bozmamaları adına anlaşmalar yapıyor. Onlara devlet bütçesinden yıllık ödemeler yapıyor. Mafyayı meşru bir taraf olarak görüyor. Bu da çözüm olmuyor çünkü bu sefer de mafya grupları verilen paraların haksız bölüştürüldüğünü iddia ederek olay çıkartıyor. FMLN gibi bir gerilla örgütünün on yıllar boyunca mücadele ederek parlamentoya girdiği bu ülkenin düştüğü duruma bir bakın! Hükümet bir zamanlar devrimcilerle diyalog ve anlaşmalar yaparken şimdi mafya gruplarıyla yapıyor! Onları bir taraf olarak görüyor. Keza Kolombiya’da da FARC’ın yasallaşmasından sonra benzer durumlar yaşanmaktadır. Birçok eski devrimci yasadışı çete gruplarına dâhil olmaktadır. Devlet geçmişte mücadele ettiği devrimcilerle hala mücadele etmektedir! Ama bu sefer çete ve mafya grupları içindeki varlıklarıyla! Çoğu profesyonel devrimcinin çete ya da mafya grupları içinde yer almaları elbette sol adına ciddi bir ahlaki çürümenin göstergesidir.
Biliyorsunuz, yeni bir asker türü doğdu: Dron pilotları. Joy Stick savaşçıları. Yanlışlıkla (!) öldürdükleri insanların haddi hesabı yok. Binlerce kilometre uzakta oturdukları koltuktan çocuk, kadın, yaşlı demeden patır patır savunmasız insanları öldürüyorlar. Buna namert savaş türü ve dikey faşizm demiştik. Bu teknolojik araçlara devletlerin gerilla kuvvetleri diyebiliriz. Aniden ortaya çıkmaları, yüksek irtifalarda görünmez oluşları, düşük maliyetli olmaları ve asker kaybını sıfıra indirmeleriyle 21. yüzyılın tartışmasız en etkin silahlarıdırlar. Öte yandan dron pilotlarının kimileri çektikleri vicdan azabından dolayı görevlerinden ayrılıp psikiyatrik tedaviye gidiyorlar. Türk savunma sanayiinde çok özel bir yerleri olduğunu biliyoruz. Savaşlarda çok büyük bir dönüşüme neden oldukları kuşku götürmez bir gerçektir. Yalnız bu teknolojiye giderek halk için mücadele eden örgütlerin de sahip olduğunu unutmamak gerekiyor.
Şimdi “yeni nesil” mafya gruplarından söz edeceğiz. Daltonlar, Redkitler, Barış Boyun grubu, Anucurlar, Camgözler, Gündoğmuşlar, Atız-Casper’lar…
Uzayıp giden listedeki irili ufaklı bu tür gruplar, son yıllarda sık sık medyanın gündemine gelen ve adı suçla anılan yapılanmalar.
“Yetkililer ve uzmanlara göre bu gruplar, birçok açıdan geleneksel suç örgütlerinden farklı özellikler gösteriyor.
Ortada, sosyal medya kullanımından mensuplarının yaş ortalamalarının düşüklüğüne kadar farklılıklar bulunuyor. Bu gruplarla ilgili haberleri taradığımızda bunların önemli bir bölümünün İstanbul merkezli olduğu ve Nurtepe’den Hasköy’e kadar genelde kentin gelir düzeyi düşük mahallelerinde ortaya çıktıkları görülüyor.” (BBC)
BBC Türkçe’ye konuşan emekli emniyet müdürü yeni dönemdeki yapılar için ‘Z kuşağı mafya’ tanımını da kullanıyor.
Özdemir, bu grupları önceki dönemlerdeki mafya ile karşılaştırırken özetle şunları vurguluyor:
“Kimsenin adamı olmayı kabul etmiyorlar. Bugün Ahmet’in, yarın Mehmet’in yanında duruyorlar. Mafyada eskiden omerta kuralı vardı, konuşmazlardı. Şimdi bu yok. Şimdikiler kimseyi dinlemiyor. Tik Tok’a girin, birbirinin karısına, çocuğuna küfredebiliyorlar. Z kuşağı mafya tamamen raydan çıkmış durumda. Kuvvetle muhtemel de çoğunluğu uyuşturucu bağımlısı insanlardan oluşuyor.”
“Savcılık iddianamesine göre Barış Boyun grubu, örgüt lideri ve örgüt adına şarkılar yazdırıp klipler çektirerek örgütün toplum içerisindeki faaliyetlerini normal göstermeye çalıştı ve bu şekilde de 15-20’li yaşlardaki gençlere çok rahat ulaştı.
Bahsedilen şarkılar; BIG lakaplı Samet Işık, Muti lakaplı Muhammed Nedim Doğan ve Heijan lakaplı Doğan Tarda ve Cac lakaplı Şahan Terzioğlu’na ait.
BIG’in YouTube’da yayımlanan ‘İntikam’ isimli rap şarkısında Barış Boyun’un resmi yer alıyor ve şarkının sonunda ‘Barış isteyen boyun eğecek, boyun eğmeyen hesap verecek’ sözleri duyuluyor.
Bu haber yayına hazırlandığında, Muti ve Heijan’ın iddianamede bahsedilen şarkılardan YouTube’da ‘Aynen’ 108 milyon, ‘Hokkabazlar’ ise 115 milyon kez izlenmişti.” (BBC)
Artık haber bültenlerinin değişmez konularının başında kasklı motosikletli genç çetelerin silahlı gasp olayları veya rakip gruplarla çatışmaları geliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ‘Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri’ verilerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı 2023 yılında 537 bin 583 olmuş. You Tube’daki klipleri yüz milyona yakın izleniyor. İçişleri Bakanlığı bunları “yeni nesil mafya” olarak tanımlıyor. Zenginlik, şöhret ve sınıf atlama peşinde koşan bu yeni nesil genç mafya grupları sosyal medya üzerinden yaptıkları eylemleri korkusuzca hiç sakınmaksızın paylaşarak saflarına yeni genç elemanları katıyorlar. Bu kuşağın geçmişteki mafya grupları ile hiçbir benzer tarafı yok. Ne Dündar Kılıç, Kürt İdris gibi zaman zaman adalet ve vicdan duyguları ile hareket ediyorlar ne de bir sonraki kuşak, Çakıcı gibi devletin paramiliter vurucu gücü rolüne soyunuyorlar. Oldukça kendine özgü farklı amaçları olan bir çete anlayışına sahipler. Mahallelerde kuruluyorlar. Etraflarında yoksul, işsiz gençler var. Bu durum tv dizilerine bile konu oluyor. İyi mafya ve kötü mafya şeklinde anlatılıyorlar. Mesela Ali Haydar isimli halkın yanında yer alan bir çete liderinin karşısında Kuduz isimli mahallede uyuşturucu satan, içkili restoran işleten, kara para aklayan kötü mafya var! İşte size bir değişim daha. Örgüte sokulan bu çocuk ve gençlerin adeta ‘kamikaze dronu’ gibi kullanıldığı belirtiliyor.
Zamanında devrimcilerin mücadele ettiği emekçi mahallelerin artık mafya ve çete gruplarının egemenliğine geçtiğini görüyoruz. Daha ilginci Latin Amerika’da mafyanın ele geçirdiği kimi mahallelerin devlet tarafından temizlendikten sonra turizme açılması! Demek ki mafyöz teşkilatlar arkalarında hatırı sayılır bir tarih bırakabiliyorlar.
Devrimciler aynı zamanda birer sosyolog olmalıdırlar. Bu olayları arka arkaya sıralamamızın nedeni budur. Dünyanın ne kadar marjinalize olduğunu, insanın değerinin ne kadar alçaltıldığını, saçma sapan görüşlerin nasıl ciddiye alındığını göstermeye çalışıyoruz. İnsanlar ve devletlerin tepkilerinde olağan, doğal ve normal davranışların gün be gün nasıl kaybolduğuna ya da eridiğine şahit oluyoruz. Hayata damgasını vuran, makbul ve normal olan değil, olağandışı, beklenmedik ve sıra dışı olandır artık. Kapitalizm adeta insanları ne kadar şaşırtıp ne kadar heyecanlandırırsa ömrünün o kadar uzayacağını düşünmektedir. Kapitalizm bugüne kadar görülmemiş aşırılıklarıyla insanların hayatlarına damga vurmuştu. Eric Hobsbawn bu yüzden 20. yüzyılı “aşırılıklar çağı” olarak isimlendirmişti. Aslında bu, dozu artan biçimde devam ediyor. Önemli bir farkla, insan denilen canlı varlık artık umursanmıyor ve en acımasız yöntemlerle ve çok daha kolay harcanabiliyor.
Geçmişte yurt savunması ya da savunma savaşlarının ana gövdesini oluşturan emekçi milyonların yerini bugün profesyonel askerler, paralı özel ordular alırken, bu beraberinde egemenleri savaş için kendi halklarını ikna etme sorumluluğundan da kurtarmaktadır. Ya da bunun için sadece kendi fanatik taraftarlarını ikna etmeleri ve harekete geçirmeleri yeterli olabiliyor. Dolayısıyla savaşlar artık salt farklı ülke burjuvazilerinin birbirlerine karşı ekonomik-siyasi çıkar savaşları şeklinde cereyan etmektedir. İstisnasız tüm ülke halkları giderek bunun dayanılmaz farkındalığını yaşamakta, ideolojik olmasa da pratikte devletlû halklar ve devletsiz halklar biçiminde ayrışmaktadır. Milliyetçiliğe ve devletin bekasına hizmet eden “vatan ve yurt sevgisi” bir yandan fanatik bir faşizm biçiminde yükselirken diğer yandan “diğer taraftaki” emekçi halkların bilincinde giderek eski gücünü yitirmektedir. Emperyalizm kendini idame ettirmek için halkları devlete yakınlığı ve uzaklığı şeklinde ikiye bölmek zorunda kalmıştır. Bu onun açısından ciddi bir denge yitimidir. Sömürüyü olağanlaştırmada zorlayıcı bir faktördür. Bu, emperyalizmin 21. yüzyıldaki en zayıf halkalarından biridir. Emperyalist kapitalizmin ekonomi politiği orta uzun vadede kendi zeminini çürütecek eylemler ihtiva etmektedir.
Devletsiz halkların yanında durmaya devam ederek devletlû halkları tarafsızlaştırmak bugün devrimcilerin en zor görevleri arasında birinci sıradadır.
09.04.2025