Kayseri Olayları: MHP’nin Korkusu Kozmopolit Vaha – Tufan Yakın

“İçişleri Bakanı Yerlikaya, Kayseri Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi ziyaretinin ardından AFAD İl Müdürlüğü’nde düzenlenen değerlendirme toplantısına katıldı. Yaklaşık 3,5 saat süren toplantının ardından açıklamalarda bulunan Bakan Yerlikaya, “30 Haziran günü, Kayseri’de çirkin bir olay yaşandı. Bunun üzerine Kayseri’de bazı eylemler meydana geldi. Bu olaylar sonrası 855 şahıs gözaltına alındı. Bunların 13’ü tutuklandı, 145’i hakkında adli kontrol kararı verildi. Kayseri’de gözaltına alınan şahıslardan 468’inin 50 farklı suçtan adli kaydı bulunuyor. Bu suçlar arasında ‘göçmen kaçakçılığı’, ‘kasten yaralama’, ‘yağma’, ‘hırsızlık’, ‘cinsel istismar’, ‘tehdit-hakaret’, ‘uyuşturucu, mala zarar verme’, ‘dolandırıcılık’ ve şantaj gibi suçlar da var. Türkiye genelinde ise benzer olaylar nedeniyle toplam 1065 şahıs gözaltına alındı. Bunların 28’i tutuklandı, 187’si hakkında adli kontrol kararı verildi” diye konuştu.” (T24 Bağımsız İnternet Gazetesi)

En şiddetlisi Kayseri’de olmak üzere peşi sıra Antep, Nizip ve İskenderun’da Suriyeli sığınmacı ve mültecilere yönelik saldırılar ve ev yakmalar basında görmeye alışkın olduğumuz cinsten adli olayların ötesine geçmiştir. İl Savcılıkları marifetiyle hızla basına sansür getirilmiş ancak sosyal medyaya yansıyan görüntüler ‘milliyetçi öfkenin’ kendiliğinden gelişmediğini ve ev yakmaların fütursuzca olduğunu sonuçta bu durumda Suriyeliler üzerinden birilerine ciddi bir mesaj verilmek istendiğini ortaya koymuştur. Bu her zamanki bilindik, gazetelerin üçüncü sayfasına düşen “Suriyelilerin tacizi” sonucu çıkmış bir olay olsa da devamında çok bilinçlice büyütülmüş gibi gözükmektedir. Türkiye’deki Suriyeliler meselesi iç siyasette elbette en hassas konuların başında gelmektedir. Kullanılmaya çok müsaittir. Tam bu noktada olayın cereyan ettiği zamanlamaya gelirsek, Sinan Ateş davası vesilesiyle MHP’nin köşeye sıkıştırıldığı bir döneme denk gelmesi önemlidir. 30 Haziran yağma ve yakma olayları 1 Temmuz ise Sinan Ateş davasının ilk duruşmasıdır. 2 Temmuz da Sivas katliamının anma günüdür.

Mahkemeye çıkarılan tetikçilerin olayı sahiplenip adli bir olay gibi göstermek isterken ki rahatlıkları göz önüne alındığında aslında deneyimli bir hukukçunun bunun tam tersi bir sonuç çıkaracağı aşikârdır.

Peki, İç İşleri Bakanı bu olayları çıkaranların profili hakkında neler söylemiştir? Bu güruhların başını eski sabıkalıların, işsiz güçsüzlerin, lümpenlerin çektiği… Kimdir bunlar? Ali Yerlikaya hiçbir siyasi parti ya da grubu açık adres vermemiş sadece makalemizin girişindeki gibi bir profil çıkarmıştır…

Tayyip Erdoğan kimi suçlamıştır peki? “Muhalifleri”. Sadece “muhalifler” demiştir. Bunu söylerken ne CHP ne de İYİP’i hedef almadığı çok açıktır. Zaten bu partilerde üzerlerine alınmamışlar cevap bile vermemişlerdir. Mülteci meselesini en çok kaşıyan Irkçı Zafer Partisi bile üzerine alınmamıştır.

Peki, kimdi bu işsiz güçsüz, eski sabıkalılar?

Oklar, elbette Yerlikaya’nın “profillerini”, yani Sinan Ateş cinayetini işleyen sanıklar gibi, onlara benzer ülkücü faşist  tipleri gösteriyor.

“Normalleşme” süreciyle AKP ve CHP arasında gelişen “iyimser hava” (halk için kötümser!) düşünüldüğünde siyasi bir cinayetin merkezine oturtulmak istenen MHP açısından mülteci ve sığınmacılar üzerinden çıkarılmak istenen kaos partnerine “ben hala buradayım ayağını denk al” mesajıdır diye düşünüyoruz. Keza öncesinde de Ankara’da Süleyman Soylu’ nun adamı olarak bilinen mafya lideri A. Bora Kaplan’ı sorgulayan ülkücü faşist polis amirlerinin kimi AKP’li bakanlar aleyhine ifade alma çalışmaları söz konusu olmuştu. (A.Bora Kaplan 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu gece, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte TRT binası önünde elinde kaleşnikof ile hazır bulunuyordu.)

 MHP AKP’yi ona seçimlerde en çok puan kaybettiren dolayısıyla en zayıf yanı olan Suriyeliler üzerinden ülkede kargaşa çıkarmakla tehdit etmektedir. Türkiye burjuvazisinin ucuz iş gücü, Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT’in Ortadoğu’daki jeopolitik vekâlet gücü üzerinden tehdit edilmek elbette AKP açısından öyle kolayca savuşturulacak bir tehdit değildir. Son olaylar MHP’nin kontrgerilla içindeki özel gücünü göstermesi açısından da önemlidir.

Türkiye sadece ülkedeki Suriyeli nüfusu ile değil, Arap, Fars, Afrikalı, Azeri, Özbek, Türkmenistan, Rusya ve Ukraynalı artık yerleşik-leşmiş nüfusu ile Avrupa ve Asya-Ortadoğu arasında kozmopolit bir alt emperyalizm vahasını doğurabilmiştir. AKP’nin memlekette yarattığı en ciddi değişimlerin başında bu gelmektedir. Oysa mesele çoğu çevre tarafından sağlı sollu salt “mülteci krizi” “yabancı düşmanlığı” şeklinde ele alınmaktadır. Bu topluluklar artık burada yeni bir hayat kurmuş, Türkiye’nin kalıcı nüfuslarıdır. Bu temelde ele alınmaları elzemdir.

Devrimcilerin görevi rejimin elinde rehine koz, kullanışlı ajan, mafya tetikçisi, ucuz iş gücü, cinsel meta, Avrupa’ya karşı mülteci kozu vb. olarak kullanılan topluluklara bu gerçeği anlatmaktır. Buradaki hayatlarının kaçmak zorunda kaldıkları ülkelerinden daha iyi olamayacağını çünkü onları “misafir” edenlerin asıl amaçlarının onlar üzerinden sermaye birikimi, nısbi artı-değer, kültürel yozlaşma ve ‘alt emperyalist’ bir ülke yaratmak olduğunu bilmeleri gerekiyor. Daha dün TV’lerde Türk Bayrağı’nı nasıl öpmek zorunda bırakıldıklarını hiç unutmamalıdırlar. TC’ye Suriye’de Esad’ın düşürülmesi ve kendi Türkmen muhtariyetlerini ilan etmeleri karşılında YPG’ye karşı savaşacaklarına dair en baştan söz vermişlerdi. Ancak gelişmeler hiç te istedikleri gibi gitmedi. Rojavada özerk kantonlar oluşurken kendi bölgelerinde gördükleri TC’nin ilhak ve işgali oldu. Elde ettikleri TC tarafından himaye edilen seslerini yükselttiklerinde aşağılanan ve silah doğrultulan sözde bir muhtariyet kırıntısı oldu. Maaşlarını alamadıklarında ya da Tayyip ne zaman Esad’la görüşmekten bahsetse sokakları terörize ettiler ama her defasında başlarına dipçik yediler ve en son bayrak yakanlar ise TV’lere çıkarılıp Türk bayrağı öptürülerek özür diletildiler. Kiminle kol kola yürüdüklerini şimdi çok daha iyi anlamış olmaları gerekiyor.  Kimin için ve ne için savaştıklarını sorgulamaları için bu sahne çok öğreticidir. Kuzey Suriye’deki yoksul Türkmenler TC tarafından finanse edilen ÖSO, El Nusra ve HTŞ güçleriyle elbette özgürlüklerine kavuşamayacaklardır. Yaşayacakları geçmiştekinden daha beter ikinci sınıf bir vatandaşlık olacaktır. Esad’a niye başkaldırmışlardı? Efendi ve kölelik ilişkisi değil miydi mesele? Ya şimdi? Yeni efendileri kim? İşte bu yüzden Türkiye’deki “Suriyeli mülteci” meselesi öyle basitçe BM’nin sözde humaniter yaklaşımlarıyla ele alınacak bir mesele değildir. Birçok siyasi partinin temel malzemesi olmuştur.

Sığınmacılar ve mülteciler meselesinde Avrupa ve ABD’dekiler ile ülkemizdeki durum arasında ucuz iş gücü olmaları dışında siyasi olarak hiçbir benzerlik yoktur.

Avrupa ve ABD’nin ilerici, sol, devrimci hareketleri kendi metropollerine biriken göçmen, mülteci ve sığınmacı halkların demokratik-siyasi hakları ve insanca yaşamalarına dair duyarlı olmuşlar ancak bugüne kadar ciddi bir dayanışma ve örgütlülük yaratamamışlar, deyim yerindeyse onları kendi kaderleriyle baş başa bırakmışlardır. Paris banliyöleri ve George Floyd isyanındaki devrimci şiddetin sınırları hayli zorlamasının bir nedeni de, bekledikleri dayanışmayı görememeleri ve kendi kaderlerine terkedilmelerinin verdiği haklı öfkedir. Oysa ülkemizde “Suriyeliler meselesi” başlardaki gibi savaşa bağlı bir göç olmanın ötesine taşmış, karakter değiştirerek Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı silahlı bir vekâlet gücüne dönüşmüştür. Rejim açısından Suriyeli Sünni Türkmen ve Arapların “İslam adına” “Türk töresi” adına sahip çıkılması sadece gerçek siyasi saiklerin gizlenmesi amacını taşımaktadır.

Ülkemizde yapılan yabancı evliliklerin MİT ve Dışişlerine kadar uzanması ve bunun artık yasaklanmasının dahi gündeme alınması, metropollerde bu topluluklardan oluşan küçük mahallelerin oluşması, artık hemen her hastanede yabancı doktorların hizmet vermesi, emlakçılıktan taksi şoförlüğüne, kuaförlükten restoran işletmeciliğine hizmet sektöründe yer almaları, merdiven altı ve KOBİ’lerden organize sanayi bölgelerine kadar kayıtsız işçilikten, sadece yabancı çocukların özellikle Arap ve Rusların okuduğu özel okulların açılmasına kadar (Nükleer santral yapımından dolayı Mersin ve Silifke’de sadece Rus çocukların okuduğu okullar açılmıştır)  söz ettiğimiz bu kozmopolit vaha gün be gün büyümekte, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinin ötesinde artık kalıcı bir olgu haline gelmektedir.

Burada sosyolojik olgu yabancı düşmanlığının, mülteci krizinin ötesine geçmiştir. Durum dış politikada yapılan yanlışların eleştirilmesi ya da düzeltilmesi ile geriye döndürülemeyecek bir eşiğe gelmiştir. Devrimciler Kürtlere karşı savaşan, TC’nin jeopolitik çıkarlarının vekil gücü olan Suriyeli Türkmen ve Arap’ları BM’nin Mülteciler Komiserliğinin humaniter bakış açısıyla değerlendirmemektedirler. Gaziantep’teki tüm işletmelerin (ağırlıklı olarak KOBİ) yüzde 20’sinin Suriyeli bir ortağının olduğu koşullarda artık bu durum kendi nesillerinin geleceğini Türkiye’de gören göçmenlikten çıkmış bir gerçekliktir. Bu bağlamda Türkiye’nin taşradaki ticaret burjuvazisine eklemlenerek içeride sınıf mücadelesinin bir meselesi de olmuşlardır. Kısa vadede Türkiyeli devrimcilerin yapabileceği Suriye’deki TSK destekli Çete’ler ve Türkiye’deki Türk ortaklı ticari burjuvazinin dışında kalan savaşın gerçekten mağduru olan yoksul Suriye vatandaşlarını Türkiye kapitalizminin ucuz iş gücü olarak kullanmasına karşı mücadele etmesidir. Burada karşısına çıkacak bir diğer olgu Türkiye’nin “yerli” işçi sınıfının sürekli yabancı işçilere karşı kışkırtılması olgusudur. Bu daha çok Avrupa’ya özgü, Avrupa’da sağın yükselişinin de önemli bir nedeni olsa da artık Türkiye için de, kozmopolit-leşmiş bu yeni vahanın da bir sorunudur.

 AKP, neo-Osmanlıcılığın siyaset ve kültürel planda en pespaye biçimini yaratmıştır. Türk dizilerini Arap ve Latin Amerika ülkelerine pazarlamakla övünmelerinden Tamer Karadağlı gibi birini Devlet Tiyatrolarının başına getirmelerine, Abdülhamid seviciliklerinden İslam coğrafyasına caka olsun diye Ayasofya’yı ibadete açmalarına,  sanat ve edebiyatta yandaşlar oluşturup muhalif olanları maddi ve manevi olarak dışlama ve cezalandırmaya çalışmalarına ve cinsel tercihi yüzünden bir milli voleybolcuyu dahi en aşağılık hakaretlere boğmaktan tutalım milyon dolarlık arabalarıyla Külliyeye ve Teknofestlere gelen tarikat şeyhlerine kadar görülmemiş bir siyasi-kültürel yozlaşmayı hayata geçirmişlerdir.

Alt emperyalist Türkiye’nin içinden çıkanlar işte bunlardır.

Ortadoğu’da yayılmak ve güç olmak için bölgenin tüm yerel gericiliklerini bir hortum gibi içine çeken en alasından kozmopolit bir vaha yaratılmıştır memlekette.