“Zalimler yakında nasıl bir devrimle devrileceklerini görecekler…”
(Şuara 227. Ayet Kuran-ı Kerim)
Kıvılcımlı, bu coğrafyadan çıkmış fakat “maalesef bu coğrafyada kıymeti pek bilinmemiş; özellikle de sosyalist hareketler tarafından çabaları takdir edilememiş bir dava insanı”. Bir tek hususta -bir dindar devrimci olarak- teorik bağlamda eleştirilerim olsa da bu coğrafyada çok az kişinin başardığı bir hakkaniyet ve gerçekten bilimsel-ilmi onuru koruyarak derinlikli analizlerde bulunmuş bir sosyologdur.
Onun hakkında birkaç dağınık satır da olsa yazmayı bir borç bildim. Zira bu coğrafya da bir “solcu-komünist” Kıvılcımlı; Allah-Kitap-Peygamber üzerine tahkir içermeden hakkaniyetli bir eser ortaya koymuştur. Kıvılcımlı bu eserinde sosyalist gelecek için daima sancılı bir konu olan “Din ve İslam”a ilişkin yoğunluklu analizler yapmaktadır. Kendisine alim diyen birçok Ebu-Suud kalıntısından daha fazla dini hakikati anlamıştır. Asıl önemli olan ise; Türkiye gibi din anlayışının ağırlıklı devletçi dejenerasyonla bozunuma uğramış olduğu bir toplumsal yapının yanı sıra kendini sosyalist olarak tanımlayanların kendilerini ağırlıklı olarak “din karşıtı” bir pozisyonda konumlamalarının yarattığı İslam-sosyalizm gerginliğinin içinde bir sosyalist olarak İslam’la bir arayış içerisinde olmasıdır. Peki bu neden önemli?
Kıvılcımlı – Din ve Sosyalizm
Zannımca Türkiye’de (tabi ki Müslüman toplumların çokluk oldukları coğrafyalarda) sosyalist hareketlerin en temel sorunsalı, dini tanımlama ve dinle yaşayan topluluklarla-toplumsal yapısıyla kurdukları ilişki düzleminde yatmaktadır. Sosyalist fikriyat; Batı Avrupa kültür coğrafyasında form ve içerik kazanmış, batının seküler-aydınlanmacı geleneğini büyük oranda benimsemiş ve sınıf mücadelesini esas alan bir hareket olarak şekillendi. 19. ve 20. yüzyılda “ezilenler” adına önemli mücadeleler verildi bu bayrakla; Ortadoğu’da da benzer tarzda egemen iktidar yapılarına karşı bir toplumsal muhalefet odağı olarak konumlanmaya çalıştı. İran’da TUDEH, Irak-Suriye’de Arap Sosyalist Diriliş -BAAS- (Gerçi sonradan çok kaba bir nasyonal sosyalizme evrildiler), Mısır’da Nasırcılık, Türkiye’de TKP-TİP geleneği…
Her toplumsal muhalefet odağı gibi temel amacı toplumsallaşmak idi ve öyle olmak zorundadır. Ancak sosyalist hareket, benimsediği seküler aydınlanmacı zihniyetin bir sonucu olarak kendisi ile din arasına bir mesafe koymuştu. Batı aydınlanmacılığı; dini iktidarların kitleleri uyuşturmak için türettikleri bir ideolojik aygıt, toplumun geri bilinç formu, aşılması hatta yok edilmesi gereken bir çocukluk hastalığı olarak tanımlıyordu. Karşıt kutba yerleştirilmiş, düşmanlaştırılmış ve mücadele edilmesi gereken bir olgudur. Fakat temel sorun şu ki; sosyalist hareketlerin içinden çıktıkları toplumsal yapı halen kendisini büyük oranda din ile tanımlamakta, dini bir kimlik olarak benimsemektedir. Dini yekpare olarak karşı kutba yerleştirmek, üzerinden dinle kurulan ilişki(sizlik), toplumla kurulacak ilişkinin en baştan sakatlanması anlamına gelir ki, paradoks buradadır. Bu tutum sosyalist hareketi, dini analiz etme hususunda dar klişelerle sınırlı kalma ve zamanla üç-beş gerici mürteci-ilkel- bilinç formu vb. gibi kavramlarla yetinmeye götürdü.
Kıvılcımlı ise; dini, özellikle İslam’ı, cepheden hedefe koyan bir devrimci hareketin aslında toplumla buluşamayacağını iyi sezmiştir. Kıvılcımlı, aslında Türkiye solunun da oldukça malul olduğu dine karşı aydınlanmacı anlayışı aşma çabasındadır. “Allah – Muhammed – Kitap neden hala bize sempatik gelir?” diye sorar. Ve cevabı, aslında klasik anlayıştan oldukça farklıdır: “(Hz. Muhammed) çünkü o antik tarihin en son, en orijinal tarihsel devriminin önderiydi” der. Ve devamla “İsa kadar hassas, Musa kadar keskin, Yusuf kadar iffetli, İbrahim kadar şefkatli ve sabırlı, Davut kadar savaşçı vb. arif bilge kişiliği sentezlemiştir. Onun kitap boyunca anlattığı, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed birer devrimci önderdir. Ve bu tanımlamada onların “dinleri” aydınlanmacı sosyalistlerin tanımladıkları “gerici vb.” değil; dönemlerinin devrimci düşünüşleri ve ezilenlerin eylemci hareketleridir. Toplumun kolektif hafızasını temsil ederler. İbrahim’in nasıl devrimler yaptığını anlatır, hatta şu an ki insanlara onun büyüklüğünü anlatmak için onu Marx ile kıyaslamaktan çekinmez. İslam’ın özündeki komünal ortaklaşıcı özü, Kur’an ayetleriyle, peygamber hadisleriyle izah eder. Allah’ın isimleri –Esma ül Hüsna- yı yorumlarken, açıkça ortaya koyar ki, bunların her biri evrenin ve toplumun gidiş konumlarının ifadesidir. Her ne kadar “dinin örtük bilinçli formuyla” olsa da.
Bütün bunlar, doğunun ve İslam toplumunun toplumsal-zihinsel coğrafyasını ve tarihsel derinliğini analiz etmede bir çığır niteliğindedir. Ve sosyalist gelenek için dindar topluluklar ile sadece kuru bir sınıf teorisiyle değil, çok daha güçlü temellerde ilişki kurma zemini sunmaktadır.
Dine karşı din: Muhammedi İslama karşı Emevi müslümanlığı
Günümüzde ezilenler sadece işçiler değil, bir avuç iktidarcı sermaye güruhu dışındaki çoğunluktur. O halde hangi cenahtan olursa olsun, kendini ezilenlerin devrimci hareketi olarak tanımlayanlar, kendilerini bu çoğunluğu kapsayacak bir zihinsel ve politik esnekliğe kavuşmalıdır. Fakat bu bize “din” olarak sunulan her şeyi ya da her dini anlayışı kutsal kabul ederek kabul edeceğimiz anlamına da gelmez. Zira bugün AKP, ılımlı İslamcılığından tutalım, IŞİD katliamcılığına kadar birçok şey “din” adına sunulmaktadır. Tarihte de din adına, İslam adına iktidarların kendini meşrulaştırması, “din” adına zalim iktidarların kitleleri uyuşturması durumu yaşanmıştır.
İranlı filozof ve devrimci Ali Şeriati, “Dine Karşı Din” kitabında Marx’ın “Din, afyondur” mealindeki tespitini yorumlarken; bunun önemli boyutlarıyla doğru olduğunu ve iktidarların-egemenlerin sürekli olarak dini böyle kullanmaya çalıştıklarını belirtir. Zira tarihte asla tek bir din olmamıştır. Musa’nın dini Firavun sistemine karşı, İsa’nın dini Roma’ya karşı, Muhammed’in dini Mekke-Sasani-Bizans’a karşı ezilenlerin devrimci isyanıydı. Fakat çok kısa sürede bunların içinden bunlar adına yine iktidarcı-sömürücü kesimler çıktılar. Bir tarafta eşitliği adaleti savunan Ebu Zer- Hüseyin- Hallac – Şeyh Bedreddin – Ali Şeriati çıkarken; diğer tarafta Yezid, Osmalı iktidarları, Ebu Suudlar ve İran-Suudi vb. dikta rejimleri.
Bu, “devrimci din” ile karşı devrimci dinbazlığın mücadelesi ve ayrımıdır. Kürt halk önderi Öcalan da bu ayrımı şöyle koyar: “Müslümanlık konusunda ciddi yanılgılar var. Bu da tarih ve toplum bilincini zayıflığından kaynaklanıyor. Bu nedenle Müslümanlığı iyi tanımlamak gerekiyor. Aslında Ortadoğu halkları olarak hepimiz Müslümanlığı yaşıyoruz. (…) Nasıl ki diğer dinlerin ya da ideolojilerin sağı ve solu varsa bu manada Müslümanlığın da sağı ve solundan söz edebiliriz. Ben de kendimi bu açıdan sosyalist bir Müslüman olarak tanımlıyorum. Anti-Kapitalist olunması oldukça değerlidir.”
Sosyalist hareket de aslında toplumcu isminin gereği olarak toplumun tüm devrimci dinamikleriyle buluşmayı sağlayabilirse, bu, iktidar karşıtı mücadelenin gerçekten güçlenmesi anlamına gelecektir. Gerçek şu ki; “ezilenlerin devrimci islamı” ile ezilenlerin devrimci sosyalizmi güçlü bir buluşmayı sağlayabilir.
Kıvılvımlı ve sosyoloji
Kıvılcımlı’nın gerçekten takdir edilmesi gereken bir boyutu da sadece kuru bir teori-politikle yetinmemiş ve oldukça güçlü bir sosyolojik analizi gerçekleştirmiş olmasıdır. Aslında Türkiye’de devrimci hareketlerin temel sorunlarından biri de ideolojik-politik alanın dar sınırları içinde hapsolup sosyolojik gerçeklikle buluşmada yaşanan zorlanmadır. Sosyolojik derinliğe ulaşamayan ideolojik-politik alanın dar bir kadro hareketi oluşturmanın ötesine geçemezler. Dolayısıyla ideoloji ve politika sosyolojiye yaklaşmalıdır. Kıvılcımlı bu gerçeklikten hareketle değerlendirildiğinde klişelerin dogmatik tekrarından ziyade güçlü bir sosyolojiye yönelmiştir. Komün’ün incelenmesinden Osmanlı’ya değin gerçekten sosyoloji yapmıştır. Kendisi bir kitabında “İlk karşımıza çıkacak tepkiyi biliyoruz. Türkiye gibi horoz ötmez, gün batmaz bir ülkede ne idüğü belirsiz bir adı işitilmedik kişi Tarih Tezi uydurmuş. Şimdi de tezini Marx ile karşılaştırıyor. Bu ne cüret?” diyordu. Bu, düşüncelerinin tartışılmasını isteyen bir çağrıdır. Birkaç cümleyle de olsa kendi cephemizden bunu yapmaya çalıştık.
11 Ekim 2016
Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi