Komün Dergi emekçileri olarak Enternasyonalizm ve Dünya, Devrimci Kopuş ve Örgütlenme ve Tarih başlıklı dosyalardan oluşan üçüncü sayımızla sizlere merhaba diyoruz.
Dergimiz dünyanın büyük bir kriz, kaos ve savaşlar çemberine girdiği tespitini yaparak yola çıktı. Eskimiş kalıpların, örgütsel anlayışların, tarz ve yöntemlerin artık geçerli olmadığını savundu.
İlk iki sayımızda devrimci yaşam, devrimci kültür ve ideolojik yerelleşme konularını ele aldık. Bu iki sayıdaki yazıların ortaklaştığı esas konu, neoliberalizmin içine girdiği büyük krizin çözümsüz bir emperyalist saldırganlığa yol açtığı ve bu kaosun ciddi ve geri dönüşsüz sosyolojik sapmalara neden olmasıydı. İnsanlar arasındaki ilişkilerde yalnızlaşmanın, ırkçılığın, bireyciliğin, mülteci düşmanlığının ve cinsiyetçiliğin doruk noktasına çıktığı çağımız ekonomi politik açıdan işsizliğin, güvencesizliğin ve gelir adaletsizliğin çağıdır. Tüm bu vahşeti örgütleme, düzenleme ve dizayn etme görevini ise devletler üstlenmekte, faşizm tırmanmaktadır.
Tarih boyunca her radikal değişim, kendi antitezi olan devrim ihtimalini de beraberinde getirmiştir. 21. yüzyılda, neoliberal krizin yapısal sebebi olduğu devrimci kopuşun yürütücü toprakları Rojava sathı oldu. Tökezleyen Arap Baharı ve Latin Amerika deneyimlerinden sonra devrimsel kırılma Rojava’da gerçekleştiği gibi, devrimsel enerji de Rojava’ya akma imkânı buldu. Rojava, yalnızca askeri anlamda değil siyasal anlamda da yeni bir Enternasyonal ruhunun fiziki zemini haline geldi.
Şimdiye kadar devrimcilerin uluslararası birlik çalışmaları Enternasyonal ismiyle anıldı. Bugüne kadar kurulan dört Enternasyonal de farklı ihtiyaçların, farklı bileşimlerin ve farklı ithamların nesnesi oldu. İlki, Marksistlerden anarşistlere kadar yayılan çok geniş yelpazeye ev sahipliği yapmış, Avrupa Devrimini’nin ihtiyaçlarını karşılamaya soyunmuş; ama grupların birbirleriyle olan çelişkileri onun sonunu getirmiştir. İkincisi revizyonizm ile eşdeğer görülmüş, kanlı dünya savaşının sessiz ve utangaç ortağı olmuş, enter-nasyonalden burjuva devletlerin nasyonellerine(anayurtlarına) doğru daralmıştır. Üçüncüsü bir komünist devletin devrimci yükselişinin rüzgârı ile doğmuş, bu doğum onu bir devletle sınırlı kalmakla yüz yüze bırakmıştır. Dördüncüsü ise bitimsiz bir bloklar(Stalinizm/Troçkizm) tartışmasına sahne olmuştur.
Bugünden geriye bakıldığında her birinin bir ihtiyacı karşılamak üzere örgütlendiğini ve karşılayamadığı noktada ise dağıldığını görüyoruz.
Enternasyonal en yalın anlamıyla Birlik’tir. Birlikte düşünme, eyleme ve hareket etme ihtiyacını doğurduğu kadar, zaten bir araya gelmiş insanların mücadelelerine seviye katmak adına artçı eylemliliği olarak da düşünülebilir.
Günümüzün Enternasyonal ruhunun işaret ettiği Rojava Devrimi, devrimcilerin karşılaşmasının coğrafi zemini, 21. yüzyılın biriktirdiği devrimci enerjinin dışa vurumu olmuştur. Rojava, kimi için birleşik bölge devrimin bir cephesi kimi için Enternasyonal dayanışmanın dayanağı kimi için de kendi topraklarının özbeöz devrimidir.
Biz de üçüncü sayımızın ilk dosya konusunun sayfalarını Rojava Devrimi üzerinden yeni bir Enternasyonal ruhunun imkânını sorgulayan tartışmalara ayırdık. Elbette okuyacaklarınız dar anlamıyla bakıldığında bir derginin yeni sayısı için kaleme alınan yazılardan ibarettir. Geniş anlamıyla amaçlanan ise düşünsel ortaklaşma, devrimsel sürecin inşası için katkı sağlama ve dünyanın büyük bir değişimin eşiğinde olmasının verdiği enerjiyi paylaşma inancıdır.
Enternasyonal ve onun günümüzdeki imkânlılığı üzerine olan perspektif yazılarını Ekrem Demirci ve Eylül Arjin kaleme aldı. Her iki yazar da fikirlerini tartışmaya Enternasyonalizm kelimesinin kullanımının yeni yani kapitalizm çağına ait olmasına rağmen, işaret ettiği soyutlamanın çok daha eskilere uzandığını ifade ederek başlıyor. Dinlerin ve çeşitli inanç örgütlerinin tüm insanları kapsayacak bir çağrıya zemin olduğunu söylüyorlar. Kapitalizm öncesine ısrarla vurgu yapan bu bakış, komünistlerin ulus ve uluslaşma eleştirileri ile yetinmemesini öğütlüyor. Bu öğüt coğrafya olarak Avrupa sınırlarına takılı kalınmamasına, ideolojik olarak da Aydınlanmacı bakışın tahliyesine tekabül ediyor.
Her iki yazarımızın da ortaklaştığı ikinci önemli nokta ise yaşanmış dört Enternasyonal deneyiminin başarılı olduğu dönemlerde donup kalmayı değil; yapılan hataların ve bu hatalara olanak sağlayan yapıların analizini önermelerdir. Ekrem Demirci, Selefilerin tavrına benzettiği bu sekter takıntılara karşı yüzünü “sol düşünce ile henüz buluşmayan” Araplardan işsiz Avrupalılara; Şilili öğrencilerden Nijeryalı balıkçılara; ABD’li işçilerden Çinli köylülere, Sarı Yeleklilerden neoliberal yoksullaştırma politikalarına özgürlük yoksunluğuna karşı isyana duran Sudanlılara dönüyor. Eylül Arjin ise özerk yapılar kuran, komünler inşa eden devrimci-sosyalist güçlerle Enternasyonal’de buluşmak mümkün müdür sorusunu soruyor. Arjin klasik devrim anlayışını savunarak, farklı yollardan devrimcilik üretenleri dışlayarak ‘tek doğrucu’ görüntüsü vermenin yerine ütopyayı güne yediren Protopyacı Devrimciliğin de bir yol olabileceğini belirtiyor.
Deniz Cibran ise kısa ama vurucu olan yazısında enternasyonalizm kelimesindeki -izm ekinin bir tür afakîlik sebebi olduğunu ve sahicilik taşımadığını düşünüyor. Yazar, yerelden evrensele kurgusundan çıkmanın; evrensel olanın, evrenselde olanın bir parçası sorunu olarak bakma meselesi olduğunu ifade ediyor. Yani Cibran’a göre hangi “ülkede” olunursa olunsun, bir hareket olarak hacim kaplanılan her “yerelde” olmak demek; başka coğrafyalarda olanları temsilen var olmak demektir.
20. yüzyılın devrimci potansiyelinin en üretken ve canlı olduğu alanların başında Latin Amerika geliyor. E. Gozel Dündar Küba Devrimi’ni, Zafer Yıldız ise Venezuela’daki gelişmeleri ayrıntılı olarak ele alıyor. Esasında bu iki ülkenin önemi, 20. yüzyıldaki başarılarından ziyade, o dönemde kurulan sistemlerini büyük değişiklikler içerse de günümüze de yansıtabilmiş olmalarından kaynaklanıyor. Küba ve Venezuela, hatalarıyla ve doğrularıyla bizleri hem sosyalizmin tarihine bağlıyor hem de geleceği kurgulamak noktasında somut materyal özelliği taşıyor.
Bu dosya başlığı altında ele aldığımız konulardan birisi de Sarı Yelekliler. 2018 yılının Aralık ayından itibaren Fransa’yı saran eylem dalgası, ülkemizde de başından beri çok tartışıldı. Türkiye solu, sanki eylemler ülkemizde yaşanıyormuşçasına ateşli tartışmalara giriştiler: Solcular Sarı Yelekliler’e katılmalı mıydı? Mülteci düşmanlarıyla, cinsiyetçilerle, ırkçılarla birlikte yürünebilir miydi? Benzin zamlarına karşı yürütülecek mücadelenin sınıfsal zemini küçük burjuvaca sayılmaz mıydı? Türkiyeli sosyalistlerin Fransa’da yaşananlarla bunca empati kurabilmesinin nedeni, Gezi’den Tahrir’e, Occupy’dan Öfkeliler’e, mevcut devrimci dalganın, heyecan verici olan bu kıpırdanmaların temel niteliklerinin benzer olmasından kaynaklanıyor. Komün Dergi emekçileri olarak Sarı Yelekliler’in dinamizmi sene başındaki gibi değilken yani devrimsel enerji oldukça azalmışken, sürece bir kez daha bakmanın faydalı olabileceğini düşündük. Nantes Révoltée’den yaptığımız çeviri olayların heyecanını ve kronolojisini iyi yansıtıyor. Agit Jiyan yoldaşımızın eylemlerin içinde gördüklerini analiz ettiği ve dergimiz için kaleme aldığı yazıyı Komün Çeviri Kolektifi Türkçeleştirdi.
Enternasyonalizm ara başlığımızın son konuğu ise Ergun Adaklı. Ergun Adaklı devrimci mücadeleye gençlik yıllarında Deniz Gezmişler’in yoldaşı olarak başlıyor ve idamlarından iki gün önce onları kurtarmak için düzenlenen silahlı eylemin içinde yer alıyor. Ardından, 1993 yılının 6 Mayıs’ına kadar, Türkiye’de yakalanmadan en uzun süre polis tarafından aranan kişi unvanına sahip oluyor! Ortadoğu’dan Kürdistan dağlarına ve Anadolu’nun birçok şehrinden Türkiye’nin zindanlarına kadar her alanda mücadelesini sürdürüyor. Çeşitli dergilerde teorik ve politik yazılar yazıp, çeviriler yapıyor. Onunla yaptığımız röportaj, neoliberalizmin krizinden 5G teknolojisi ve Huawei tartışmalarına kadar birçok konuda oldukça zihin açıcı. Adaklı, bu röportajında ABD eksenli tek kutuplu dünya düzeninin Doğu toplumları karşısında eskisi gibi hegemonik ilişki kuramadığından bahsediyor. Ergun Adaklı, daha yaşıyorken hakkı teslim edilmesi gereken teorisini pratiğine, pratiğini ise teorisine yedirebilmiş birisi.
İkinci dosya başlığımız ise devrimci kopuş ve örgütlenme. Deniz Köroğlu, örgütlerle örgütlü bireyler arasında başlangıçta gelişen tekdüze bağlantının sonunda hem kişisel hem de örgütsel yıkımla sonuçlanmasını problematikleştiriyor. Bir örgüt için üretken olduğunu düşündüğü özgürleşme paradigmasını otonomculukla kıyaslıyor. Otonomculukla arasına kırmızı çizgi çekerken; örgütü, temsili, örgütlenmeyi sorunun kökenlerine inerek açıklamaya çalışıyor. Bunu yaparken örgütlenmenin tezahürlerinden olan dergicilik, yasal particilik, hareketçilik gibi öğeler üzerinden tartışmayı kabul etmiyor; tüm bunların örgüt-örgütlenme ilişkisinin gerçek kökenini ve sorunlarını gizlediğini düşünüyor.
Yüksel Yiğitdoğan’ın komünarca değinileri devrimciler için “İşte Kral çıplak” dedirtiyor. Yiğitdoğan 40-50 yıllık tarihimiz boyunca devrimcilerin onlarca örgüt kurduğunu, onlarca fırsat yakaladığını, çokça kez kriz, mücadele ve devrimci süreç tespiti yaptığını; ama paradoksal biçimde insanların arasında bir o kadar etkisizleştiğini söylüyor. Ona göre Kürt Hareketi’nin meşru mücadele zemini olmasa devrimcilerin sözleri ve cılız eylemleri iyice görünmez olacak! Yiğitdoğan devrimcileri gerçek bir kopuşa; yani yaşamsal, anlamsal, duygusal ve ilişkisel bir kopuşa davet ediyor.
Devrim Doğan, örgüt üzerinde fikir yürüttüğü yazısında günümüzün siyasal mücadelesinin güçlü önderlikler ve merkeziyetçiliği gerektirdiğini; ancak bu önderliğin kişi ve kurum fetişizmi bağlamında değil kolektif önderlik temelinde örgütlenmesi gerektiğini sorguluyor. Doğan, yabancılaşma ve değer yasasının tam karşısına komün gücü ve özgürlük gücü felsefesini koyuyor.
Tarih konulu son dosyamızda ise Resul Kocatürk‘ün Topal Osman karakteri etrafında TC’nin kuruluş paradigmasını analiz ettiği yazısına yer verdik. Adnan Öztel ise perspektif olgusunu değişik açılardan özellikle de diyalektikle ilişkisi bağlamında inceliyor. Biçimden çok öze öncelik tanınması gerektiği vurgusunda bulunuyor. Öztel’in temel amacı özü düzgün bir biçime kavuşturmak olarak özetlenebilir.
Gelecek sayıda karşılaşmak umuduyla…