Komün için komünler – Yüksel Yiğitdoğan | Komün 7. Sayı

Komün Dergi, politik altüst oluşun iliklere kadar hissedildiği bir atmosferde, Türkiye’de, basılı yayın hayatına başlıyor.” (Komün Dergi, Sayı-1, Ocak-Şubat-Mart 2019) Bu cümle, birinci sayıyı çıkarmamız, farklı olmayı hedeflememiz veya bölgemize finans kapitalden bağımsız jeo-stratejik önem atfetmemiz nedeniyle yapılmış sıradan bir girizgâh değil. Yeni bir işe koyulmanın sebep olduğu, başkalarından çok kendi mahallemize motivasyon sağladığı heveskar bir cümle de değil. Bu altüst oluş ve bilindik kavramların, araçların, yöntemlerin olan biteni açıklamaya yetmediği hava, herkesi derin bir umutsuzluğa sürüklüyor. Karl Marx, Ruge’a yazdığı bir mektupta “Bana umut veren şey, tam olarak bu umutsuz durumdur.” demişti. İlk sayısını çıkaran Komün Dergi, umudunu tam da içinde olduğumuz umutsuz durumdan alıyor.

Dergimiz yayın hayatının üçüncü yılına girmiş bulunuyor. İlk sayımızın “Başlarken Komün” başlıklı yazımızda yaptığımız alıntı aynı zamanda arkamızda bıraktığımız son iki yılın da bir hatırlatmasıdır. Hatırlatmalar sadece geriye dönük değildir; bugüne ve geleceğe de dairdir. Önümüze koyduğumuz hedefler bakımından sorumluluklarımızı, görevlerimizi yerine getirip getirmediğimizle alakalıdır. Sorup soruşturan, denetleyen, denetlenen bir yerden bir kopuş hikayesi ve o kopuş hikayesini bir çıkış hikayesine çevirmenin sancılı süreçlerinin öznelliği ve nesnelliği içinde kat edilen, edilmeyen mesafeyi bütünlüklü bir biçimde değerlendirme meselesidir. Neyi nasıl değiştirip-dönüştürdüğümüz ya da neyi, nasıl değiştirmeyip-dönüştürmediğimiz meselesi…

Komün” bir adlandırma değil, anlamlandırma ve yapılandırmadır yani gerçekte olandır. Yapan, eden bir yerden düşünsel duygusal duyarlılıklar kazandırandır ve yaşamı işlevsel kılandır. Kullandığımız tüm araçları pratiğin emrine sunandır. Ele aldığı her konuyu bu minvalde yaklaşırken ön açan ve yol gösterendir. Dahası aşılmayanı da aşandır. Hem düşüncenin hem de pratiğin takibini yapandır. Öncelikleri günceler ama o güncelin içinde erimez, akışında savrulmaz, sürüklenmez ve oluruna bırakmaz. Her daim hedefleri ve amaçları gözetir; böylece hareketliliğimizi sürekli kılar. Salt başlangıç anı için değil; sonrası ve daha sonrası içinde aynı heyecanı, coşkuyu, mücadele azmi ve kararlılığını ve dahası bir sürü şeyi içine alır, içinde dönüştürür. Bir taşıyıcı olduğu kadar taşınandır da. Tüm bunlar bir “komünar”da vücut bulur. Öncelediği şeye dönüşmesi ve sonrasında da dönüştürmesidir. Bu özümseme hali, çözülmemiş-çözülememiş sorunları çözer. Bir noktada çakılı kalmaz, bir noktada yoğunlaşmaz. Sınıfsal ve toplumsal mücadelenin yapı taşlarının tamamına nüfuz eder. Kendini gerçekleştirdiği yerde, çıkışının pratik nüvelerini hayatın her alanına yayar. Bu çerçeve genişledikçe derinleşir, ideolojik, teorik ilişkilenişin asli unsurlarıyla gerçek manada buluşur. Hayatın içinden cümleler kurar ve yeni bir yaşam sunar. Bu aynı zamanda kat edeceğimiz yoldur. Bu izdüşümün peşinden koştururken en ilerimizden en gerimize kadar bilince çıkarıp harekete geçirebilirsek büyük bir adım atmış oluruz. Bu ve bu gibi çıkışlara ihtiyacımız var. Buraları zorlayalım ki pratik örnekleri çoğaltalım. Kolektifin önünü açış, arz edileni arz etmekle yetinmez, farkını da ortaya koyar. Zoru zor kırar. İçinden geçtiğimiz süreç böyle bir süreçtir. Zorluğun kendisi tersinden avantajlar da sunuyor. Mesele de buralardaki maharetimizde… Eskiyi arkamızda bırakmakla veya reddetmekle ile bitmiyor ki; kopuşu gerçekleştirecek şey, yeni kazanılması, yeninin inşası bu elverişli koşulların içinden çekip çıkarılması, yaratılması sorunu. Bir yerde hızlı hareket etme, o hız içinde yavaşlamasını bilme meselesi… Belirlenen istikamette tavizsizce yürüme ve irili-ufaklı eylemleri örgütlemem meselesi… Bizim böylesi yönelimlere ihtiyacımız var. Bu ihtiyacı karşılayan bir yerden kurulur bu hikaye… Neyi, nasıl yaptığımızı, yapacağımız konusu hakkında çok güçlü fikirler verir bize ve düşüncemizi bu şekilde hayata geçiririz. Hareketi bir yerden bir yere taşırız. O taşıyışın, gidişatımız olduğunu biliriz ve görürüz.

Bizim için önemli olan; nerede bulunursak bulunalım sınıfın ve emekçi kitlelerin mücadelesinde yer almak ve yer açan olmaktır. İki arada bir derede kalmaktan böyle kurtuluruz. Ara duraklar elimizi-kolumuzu bağlıyor. Bekleme yapıyoruz. Yola koyulmakta geç kaldıkça düşüncede kalıyoruz. Hala bu bizim yumuşak karnımız. Bir yerde de paradoksumuz oluyor. Sahada işler farklı yürüyor ve farklı işliyor. Öyle olduğu içindir ki ayak uyduramıyoruz. Birinci sayımızın “Başlarken Komün” yazısında belirttiği gibi altüst oluşun bir parçasıyız. Kendimizle ilgili olduğumuz kadar, her şeyle de ilgiliyiz ve bu açıdan olup bitenlerden mesulüz de… Öyleyse hiç vakit kaybetmeksizin sürece nüfuz edelim. Bu gerçekten çok önemli, kendi değişimimiz de buna bağlı çünkü. Hem öznesi hem de nesnesiyiz, öyle olunca; ters-düz etmek için illaki değişirken dönüştürür, dönüştürürken de değişiriz. Unutmayalım ki bugünün koşulları dünün ürettiği sorunların yalnızca bir yüzünü temsil ediyor. Mevcut durum da geleceği ilgilendirdiğindendir ki hikayemizi o yönde çatıyoruz. Koşullar ve şartlar ne olursa olsun, gelecek bugünün işidir, yarının değil… Nasıl şekillenirsek ve nasıl şekillendirirsek öyle gidecektir.

Mücadelemizin geldiği noktayı içselleştirme çabası, kendini gerçekleştirme hareketidir. Etkinlik ve yetkinlik kazanma işidir. Sınıfsal ve toplumsal güçler içinde köklü ilişkiler ağını kurup yaygınlaştırma arayışıdır. Açıkçası bu alandaki ilişkilerle doğru dürüst bağlar kurulamazsa boşa kürek çekmiş oluruz. Doğruluk-haklılık bir şey ifade etmez; hatta nice pratiklerde bulunsak bile sonucu değiştiremeyiz. Başladığımız noktaya dönmek istemiyorsak, kopuş ve çıkış noktalarımızı birbirimize hatırlatalım. Süreç bizden hızlı ve ileride! An an, saat saat, gün gün güncelliyor kendini. Bu hıza ayak uydurmak elbette kolay değil. Değişime ve hıza nüfuz edebilmenin yolu hem nesnesi hem de öznesiysen mümkün… İçten içe, öğrenen, öğreten, eyleyen bir yerden cevap verdikçe, sürecin belirleyici aktörü oluruz. Hareketin akışı reflekslerimizi geliştirir gündemi yakalar ve gündemler oluştururuz. Bu kitlelerin devrimcileştirilmesi, insanlarla hemhal olabilme halidir. Her açıdan bizim de yaşama karışmamızdır, yapılmayanı yapmamızdır. Olmayanı oldurmak ve yaratmaktır.

Çok yönlülüğüne, çok yönlü karşı çıkışlarla yanıt verebiliriz. Bütün bu olup bitene denk düşen bir karşı koyuşu örgütleyebiliriz. Aksi takdirde bu durum hep böyle gitmeyecektir. İçerden ve dışarıdan dönüşüme uğrayacaktır. Daha şimdiden kimi çevreler açık veya örtülü bir şekilde beyan etmekten kaçınmıyor. Nasıl olsa bu hükümet-iktidar öyle ya da böyle gidecek çünkü bir dibe vuruş söz konusu, -beklenti de o yönde zaten- hal bu olunca, o beklentinin ardından her bir çöküşün bir de yükselişi olurun arkasına sığınarak derinselliğe de atıf yaparak bugünü aynılaştıran, bir tutan bakış açısı dolaşıma sokulmuştur. Yarın öbür gün daha yüksek tonda dillendirilecektir de… Oysa her şey göz göre göre geliyor, göz göre göre yaşanıyor! Gerçi yaşayıp geçme hali bizim unutma biçimimizdir. Başka türlü nasıl aynı yerden başlanır, hiçbir şey yaşanmamış gibi yapılır. Bu kalıpları, uygulamaları kırma zamanı… Kendisini sınırlayan ne dünden ne de bugünden bir şey anlamamış demektir. Karşı karşıya kalınan bu durumun sorumluluğunu almaktan da kaçınır ve savunmaya geçer. Gerçeklerin dillendirilmesinden rahatsızlık duyulur. Dün olduğu gibi bugünde aynı tavrı göstermekten imtina etmez. Savunma siyaseti siyasetsizliğin siyasetidir. Kapitalizm çok boyutlu bir kriz yaşıyor ama savunmadan çok saldırıyor. Geriye çekilmiyor. Hücum etmeden savunamayacağını biliyor. Sınıfın ve emekçi kitlelerin harekete geçmesi ihtimali dahi büyük bir endişe ve kaygıya yol açıyor. Gezi’nin ruhu, kalbi, ayakları yeniden ayaklanmasın ve başkaldırmasın diye iktidar bloğunun korkusunu bize satmaya çalışıyor. Ey bilinç altı, ey korku, sen nelere kadirsin böyle!? Bahçeli’nin “Mutfaktaki yangını dile getirenler vatandaki yangını niye dillendirmiyorlar?” serzenişi aslında aynı kapıya çıkıyor. Beka siyaseti de para etmiyor artık bunun da farkındalar. Bu nedenle de işler zorlaşıyor. Zorlaşan yerden zorlamak, kırılan yerden kırmak bir güç meselesidir. Eğer o güç olsaydı bugün başka bir şeyi konuşur, tartışır ve yapıyor olurduk. Biz hala hareketin kendi dinamiği üzerinden bize aralanan kapılardan nasıl sızacağımızı nasıl değerlendireceğimizi üzerinden yürüyoruz. Yaşanan gelişmelerin içinde nasıl yer edinir ve mücadelenin bir parçası haline getiririz derdi; en önemli sorunumuzdur. Geriye dönük nice eylemler, direnişler ve krizlerle karşı karşıya kaldık. Bu kriz hepsinin de üstünde. Nerede nasıl patlayacağı ya da nerede, nasıl sönümleneceği konusu kitlelerin yanı sıra devrimci hareketin göstereceği performansa bağlı. Sürekli yozlaşma, çürüme, çözülme, çöküşten dem vurmak bir şey ifade etmiyor. Emekçi halk kitleleri için zurnanın zırt dediği noktadayız. “Hayatta kalmak için insanlıktan çıkacaksın” demeye başlamışsa insan, gerçekten sözün bittiği bir yerdeyizdir. Öyleyse ne bekliyoruz? Böylesi zamanlarda kitleler örgütsüzlüğünü aşar, kendiliğinden örgütlenir, harekete geçer, sokağa-eyleme çıkar ve çeşit çeşit renge bürünür. Bunun emarelerini her geçen gün sergilenişiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Pandemi koşulları bu süreci daha çok tetikliyor. İşten çıkarmalar, yasaklar, artan işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet ve ölümler kitlelerdeki tepki ve öfkeyi büyütüyor. Pandemi döneminde kongre salonlarını doldurmakla övünmek, binlerin katıldığı cenaze merasimlerinde boy göstererek hayli güçlüyüz imajı vermeye çalışmak çaresizliğin acı bir sonucu. Gare operasyonu da bu güç gösteriminin bir parçasıydı ancak operasyondan bekledikleri sonucu elde edemedikleri gibi karşı cephede büyük bir hayal kırıklığına da yol açtı. Faşizm ne zaman sıkışsa bu tür girişimlerde bulunuyor, kitleleri maniple ederek pozisyonunu güçlendiriyordu. Bu sefer öyle olmadı. İçerde ve dışarıda bir prestij kaybına uğradıkları kesin. Bu başarısızlığı bir an evvel telafi etmek isteyecektir, temkini elden bırakmadan tabii.  Çünkü yaşayan bir kırılmadır hem siyasi hem de askeri bir kırılma. Hiç beklenmedik bir şekilde de sorgulamaya başlaması egemenleri fazlasıyla rahatsız, huzursuz etmiştir. Bu başarısızlık bazı şeyleri harekete geçirmiştir. Hızlandırmışta olabilir. Güç ve iktidar mücadelesinin dengelerini sarstı, zamanlaması bakımından da oyun kurayım derken ellerinde patladı. İster istemez eskisinden daha sıkı tutma gayreti içine gireceklerdir. Bütün bu gelişmelerin peşi sıra yaşanacaklarla birlikte nasıl bir evreye girdiğimizin ipuçlarını veriyor aslında. Sorun tam da bu noktada süreci derinleştirmektir. Bir başka deyişle başarı şansı vermemektir. Bu süreçte esas olan girişilecek her güç gösterisini boşa düşürmektir. Kendini yeniden tahkim etmesine fırsat tanımamaktır. Hata yapmasını sağlamaktır.

Siyasetin kırılganlığını derinleştirmenin bir başka yolu; elbette işçi ve emekçi kitlelerin, ezilenlerin içinden ses veren, ses çıkaran bir çıkışa ve arayışa soyunmaktır. Emeğimizi ve enerjimizi bu hatta yoğurmalıyız. Mücadele bunu emrediyor, bunu buyuruyor. Hareket, örgüt, parti bir gücün örgütlenmesi meselesidir. O güç olmadan olmuyor yani önderlik edebilmek için örgütleyici kapasiteye sahip misin, değil misin? Örgütlülüğünü büyütemeyen-geliştiremeyen önderlik edemez. Koşullar bizden yana, biz bu koşullarda bir başarı öyküsü yazmak zorundayız. Bu zorlayıcı çıkışı geldiğimiz aşamanın bize dayattığı bir gerçek! Elbette bu durum herkesin gerçeği değil; bunun da farkındayız. Açıkçası örgütlükten bu kadar bahsedip bir türlü örgütlenememek sınıfsal ve toplumsal güçlerin bırakalım sosyalizmle yaşamsal bir bağ kurmayı, herhangi bir fikri yakınlığı dahi yok. Biz kendimize biçtiğimiz rol üzerinden bir kurgu içindeyiz. Bu doğallığı bir yere kadar anlamlandırabiliriz, fazlası abartıya kaçar, bizi gerçeklikten uzaklaştırır. Teorik düzlemin tetikleyici, kışkırtıcı, ayartıcı ve bağlayıcılığının nasıl bir ilişkiye evirildiği de aşikardır. Yanlış anlaşılmasın, birinden birini tercih etmiyoruz ya da küçümsemiyoruz, biz her ikisini de birleştiriyor ve buluşturuyoruz. Bu mücadeleyi başka türlü yürütemeyiz. Alaşağı edilecek o kadar çok şey var ki yıkarken yenisini yapmalıyız. Komünler ve komünarlar bunun için var.

Devrimci tarzın kitleler içinde hayat bulması demek örgütlülük demek. Mücadelenin değerleriyle bütünleşerek geleceğe doğru yürümektir. Yaratacağımız her komün bir mücadele okuludur, bir maniveladır. Her alanda komünleri devreye sokmakla başlangıç yapabiliriz, bu çok zor değil, en azından ilişkilenme biçimimizi bu temelde harekete geçirelim, eksiğini, gediğini o hareketliliğin içinden kendimizi sınayalım, pratiğin sorunsallıklarını buralardan konuşalım. Çünkü konuşacak şeylerimiz olacaktır, dışarıdan değil bu seferde içerden seslenirken işin özüne inerek “En altta işler nasıl yürüyor ve asıl işliyor?”, “Gerçekten neye ihtiyacımız var?”, “İlk olarak neye öncelik vermemiz gerekiyor?” gibi sorunların cevapları aynı zamanda kendi örgümüzün de cevabı olacaktır. Doğrudan meselelerin içine dalmak ve orada iş yapmaktır. Büyük hedefler koyup o büyük hedeflerin arkasında dolanıp durmaktansa, yapabileceğimiz işleri yapmaya soyunmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Parçayı bütüne tercih etmiyoruz, gerçeğe değiniyoruz, onunla ilişkilenmek istiyoruz. O gerçeğin kendisini büyütmek, geliştirmek istiyoruz. Şu an elimizi nereye uzatsak mutlaka birileriyle tokalaşacağız, biriyle temasa geçeceğiz. Kafamızı kaldırıp etrafımızda kimler var kimler yok demeden bir kez daha çevremizi sarsmalıyız, içerden dışarıya dışarıdan içeriye doğru. Her yönelim mutlaka kendi yönelimini doğuracaktır ve yeni başlangıçlar yaptıracaktır. Hedef küçültmüyoruz, aksine hedefleri büyütmenin, hedefe doğru yürümek olduğu gerçeği olduğunu düşünüyoruz. Bazen adım adım bazen koşar adım bazen de hiç beklenmedik bir anın içinden çıkıştır -en azından bunun arayışıdır- bizim işimiz. Mevcut koşullar buna uygun, hiçbir şey bizi şaşırtmamalı… Öyle ki bir bakmışsın taktik dediğin şey stratejiye, strateji dediğin şey ise taktiğe dönüşmüştür. Bu yer değişikliği konusu mücadelenin konusu olmaktan çıkıp siyasette varoluşsallığa indirgenmiştir. Yaşamda kimileri kendi derdine düşmüştür, kendini konuşturmaktadır ve kendine çalışmaktadır. “Buradan bir şey çıkmaz, bir yere varılamaz” anlayışının bir başarı şansı yoktur. İster siyasi iktidarın öyle ya da böyle gideceğini söylesin, isterse devrimci durumu yüceltsin sonuçta rolünü oynamadıktan sonra kime ne yararı var ki… Strateji şudur, taktik şudur deyip sürekli dolaşıma çıkardıkları kampanya, forumlar, seçimlerle zamandan çalarak zamana karşı yarışın, rekabetin bir parçasıdır. Biz sürecin dışına doğru taşacağız ki hareketin içinde kendi tarzımızı ve yönelimimizi geliştirebilelim. Buralardan yenilenip beslenebilelim ve dersler çıkararak yeni yollar açalım. Bu olağanüstü koşullarda anlattığımız her şey mümkün!

Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki; hareketin akışkanlığını yakalayıp-yakalama sorunu uzun zamandır bizi meşgul ediyor. Bu meşguliyete sürekli vurgu yapıp bir şeyi değiştiremiyorsak, değişmeyeni değiştirmemiz şart! Tersten söylersek, mücadele somutlayamayanı soyutluyor. Hakikat bu! Önümüze ne koymuşsak ona odaklanalım. Yapılanı ve yapılmayanı hareket içinde takip edelim. Mevcudu harekete geçirmenin hareketi mevcutlaştırmanın -en azından şimdilik bir başka yol yaratana kadar- yegane yolu budur!