Kapitalizm dünya ölçeğinde yeni bir uzun dalga krizi yaşıyor. Ve Türkiye bu krizin, en ağır yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Lenin, kapitalizmin ilk uzun dalga krizinin yaşandığı dönemde Rusya’nın geleceği için çıkış yolunu şöyle tarif ediyordu. “Devrim çok zor, demokrasi imkansız”. Ülkemizde de bugün aynı eşikteyiz. Lenin’in sözleri şimdi Türkiye’nin önüne projektör tutuyor. “Devrim çok zor, demokrasi imkansız”.
Kitleler değişimi istemezler, değişim hayatta kalabilmek için bir zorunluluk haline geldiğinde harekete geçmek zorunda kalırlar. “Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi” diye tarif edilen devrimci durumlar, “yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi” ile açığa çıkarlar. Lenin’in “Devrimler yapılmaz olur” sözünü Marks’ın “devrimci durumları kapitalizmin kendisi yaratır” tespitleri devrimin her daim güncelliğine dair bir vurgudur.
Bugün küçük bir demokratik talep dahi devrim sorunudur
Dün düzen içerisinde çözülebilecek ve hatta düzeni daha da güçlendirecek bir demokratik talebin bugün elde edilebilmesi düzenin yıkılmasıyla ilişkili.
- Barınma hakkı dün demokratik bir talepti. Bugün bir devrim sorunudur.
- Gıdaya ulaşabilme hakkı dün demokratik bir talepti. Bugün bir devrim sorunudur.
- Kadınların başta kamusal haklardan eşit yararlanma olmak üzere cinsiyet ayrımcılığının yarattığı tüm eşitsizliklerin yıkılması talebi dün demokratik bir talepti. Bugün bir devrim sorunudur.
- Ekolojik yıkımı durdurmak için verilecek mücadele dün demokratik bir talepti. Bugün bir devrim sorunudur.
- Emekçilerin ekonomik ve demokratik haklarını geliştirme mücadelesi dün demokratik bir talepti. Bugün bir devrim sorunudur.
- İşsizliğin çözümü bugün bir devrim sorunudur.
Dünya ölçeğinde ülkelerin büyüme hızları düşüyor. Kapitalizmin merkezlerinde görülmemiş enflasyon oranları görülüyor ve önümüzdeki yıllar içerisinde bu krizin daha derinleşeceği artık herkesin ön kabulü haline geldi. Kapitalist merkezler bu realite doğrultusunda uzun dalga krizinin önümüzdeki dönem yaratacağı yıkıma dair hazırlıklar yapıyorlar. Türkiye’ egemenlerinin ise yapısal kırılganlığından kaynaklı olarak bırakalım uzun vadeli planları yarına dair bile hiçbir seçeneği ve planı yok.
Devrimci durumlar aynı zamanda faşizmin de kendini örgütlemesi için uygun zemini yaratır. Kitlelerin acil talepleri ve çözüm arayışları demogog faşist şeflerin de yıldızını parlatır. Bu yüzden faşizmin kitle tabanı devrimin kitle tabanı ile aynıdır. Yoksullar…
Kimsenin tarafsız kalabilme şansı kalmadı
Gelinen noktada, devrim ve karşıdevrim savaşımının önündeki halkın gözüne çekilen tüm perdeler inmiştir. Artık çıplak bir savaşın ortasındayız. Kimsenin tarafsız kalabilme şansı kalmadı. Öyle ki Türkiye’de klasik vatandaş/devlet ilişkisi bile ortadan kalkmıştır.
Vatandaşlık hakkının temel prensipleri bile artık Türkiye için hükümsüzdür.
- Siyasal haklar yani seçme seçilme hakkı kaldırılmış yerine kayyum yöntemi ikame edilmiştir.
- Sosyal haklar yani ifade ve örgütlenme özgürlüğünün yerini korku ve terör imparatorluğu almıştır.
- Kamusal hakların tamamı başta eğitim, sağlık, barınma, temiz suya ve gıdaya erişim hakkı, ulaşım, çalışma hakkı, enerjiye ulaşım hakkı, eşit yurttaşlık olmak üzere birer meta olarak piyasa ilişkisine dönüştürmüş ve yoksulların emekçilerin hayatını cehenneme dönüştürmüştür.
Karşıdevrimin düzenin yeniden tahkimi için azgınca saldırmak dışında hiçbir seçeneği kalmamıştır. AKP-MHP faşizmi şimdi gerçek düşmanı burjuvaziyi gizleme çabasıyla, herkesi düşman olarak göstermeye çalışıyor, herkesi birbirine düşman ederek toplumsal muhalefeti parçalamaya çalışıyor. Kürtlere yönelik imha savaşı başta olmak üzere, rejimin içerideki ve dışarıdaki tüm saldırıları sanıldığı gibi AKP-MHP faşist iktidarının ömrünü uzatmak için gelişmemektedir. Daha doğrusu AKP-MHP faşist iktidarının ömrünü uzatmak bu saldırıların tali nedenidir. Esas neden rejimin kendisini tahkim edememesidir. Türk devletinin bekasının tahkimi için egemenlerin ne imkanları ne kudreti kalmıştır. Egemenlerin kendi içlerindeki çıkar çatışmaları ve kliklere rağmen çaresizlikten kaynaklı olarak kendi geleceklerini faşist şefin aklı selimlikten uzak politikalarına bırakmak zorunda kalmışlardır. AKP-MHP faşizmi ile rejimin kaderi ortaklaşmıştır. Faşist şefin egemenler arası çelişkileri uzun süre konsülde etmesi mümkün müdür? Bunu hep birlikte göreceğiz. Ancak kesin olan şu ki, bu gidişatın sonu kaçınılmaz olarak çözülüş ve yıkımdır.
Dış savaş aynı zamanda bir iç savaştır
Rejim, “içerideki” savaşı “dışarıya” çekmeye çalışıyor. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan KDP ve Irak hükümetini arkasına alarak yürüttüğü bu savaş bir iç savaştır. Bu savaş AKP-MHP faşizminin gündem değiştirme, Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı imkanlar, seçim yatırımı olarak okunamaz. Tüm bunlar birer etken olabilir ama bu savaş Türk egemenleri için bir taktik hamle değil bir varlık yokluk savaşıdır.
Ancak Kürtlere yönelik topyekûn imha ve işgal hareketi, kısa vadede başarılı olamazsa, okun ucunun egemenlere döneceği muhakkaktır. İmha savaşının ekonomik, ahlaki ve sosyal sonuçları içerideki fay hatlarını kıracaktır. Televizyon ekranlarından izlenen “dışarıdaki” savaş, mutfağa, sokağa, hayatın her alanına dahil olan gerçek “iç savaşa” dönüşecektir.
Bu yüzden Türk egemenleri için, kimi zaman güncel, kimi zaman potansiyel düşmanlar bitmek bilmiyor. Göçmenler düşman, Kürtler düşman, doğa savunucuları düşman, kadınlar düşman, öğrenciler düşman, işçiler düşman, işsizler düşman… Sesini çıkaran, hak arama mücadelesi veren herkes düşman. Brecht, “Faşizmin Korku ve Sefaleti”nde 1942 Almanya’sını şöyle tasvir etmekteydi;
aynasızı zindancısı celladı işte!
ammeye hizmete daim amade
hık dedik mi ana avrad düz gider
gık dedik mi derimizi yüzerler
sağ olsunlar aziz vatan uğruna
ezerler milleti boğaz tokluğuna
başımızda Demokles’in kılıcı
kabzasını tutan egemen gücü
bu hukuk hepimizindir derler
hak dedik mi tepemize binerler
sağ olsunlar aziz vatan uğruna
ezerler milleti boğaz tokluğuna
Karşıdevrim şimdi hem en güçlü hem de en zayıf anında. Ama diğer yandan devrimin kitle tabanı alabildiğine genişlemiş durumda. Bugüne kadar çok parçalı ve eş zamansız gelişen toplumsal hareketler için birleşik mücadele bir tercih değil zorunluluk haline geldi.
Tüm toplumsal muhalefet hareketlerini kendi dinamikleri ile kavgaya sokacak Komün’ler ve farklı muhalefet hareketleri arasında eşgüdümlülüğü sağlayacak merkezi bir perspektif ile kitlelerin değişim talebini devrim arzusuna dönüştürecek bir komünist hareket tüm yakıcılığı ve yükü ile omuzlarımıza biniyor.
Komün, bu bilinç ve iddia ile 1 Mayıs’ta seni alanlara çağırıyor.
Komün, seni 1 Mayıs’ta hiçbir mevziyi boş bırakmamaya çağırıyor. Devrim aynı zamanda bir semboller/değerler savaşıdır. Taksim, devrimcilerin ve Türkiye devriminin hafızasına kazınmış bir mevzidir. Bu mevziyi asla burjuvaziye terk etmeyeceğiz. Taksim’i kazanmadan devrimi kazanamayacağımızı biliyoruz. Bu yüzden Komün bayrağını Taksim’de dalgalandıracağız.
“Komünistlerin işçi sınıfının çıkarlarından özel ve farklı çıkarları yoktur”. Komün, 1 Mayısta yığınlar hangi alanlarda olacaksa aynı zamanda o alanlarda da Komün bayrağını yükseltecektir. Komün, daha ileriden bir devrimci savaşı yürütme perspektifiyle her alanda konumlanacaktır.
Komün, 2022 1 Mayıs’ını 8 Mart ve Newroz ile yükselen devrimci dalganın ileri bir evresi olarak büyütmek sorumluluğuyla tüm ezilenleri 1 Mayıs alanlarına çağırıyor.
1 MAYIS’TA KOMÜN SAFLARINDA TAKSİM’E!
1 MAYIS’TA KOMÜN SAFLARINDA TÜM ALANLARA!
SEN DEĞİLSEN KİM ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?