Komünarca değiniler ve anekdotlar II – Yüksel Yiğitdoğan

Örgütlenme üzerine: Örgütlenmeyen örgütlenemez

Örgütlenme sorunumuz esas olarak örgütsel bir önderlik ve bu önderliğin örgütselliği sorunudur. Sonda söyleyeceğimizi başta söylemiş bulunuyoruz. Ne yazık ki dünün ve bugünün gerçekliği bunu doğruluyor. İç içe geçmiş bir sorunla karşı karşıyayız ve bu sorunu ancak iç içelik halinde çözebiliriz. Önümüzde iki yakıcı temel mesele var. Biri örgütün örgütlenmesi, diğeri ise kitlelerin örgütlenmesi meselesidir.  İkisinin aynı anda örgütlenme zorunluluğu bize eşgüdümsel bir örgütlülüğü dayatıyor. Bunun kaçınılmazlığını “başlangıç ve kopuş” hikâyesinin gereği olarak görüyoruz.

Geçmiş geçmişte kalmış değil, hala kendini dayatıyor ve konuşturuyor. Bu durumda bir inandırılıcılık ve sahicilik sorunu söz konusu oluyor. Elbette bunun bilincindeyiz. Sorunlar üzerinde bu denli titiz bir şekilde durmamamızın sebebi de zaten budur.

Bizim sınıfsal ve toplumsal devrimcilik inşamızın belirleyeni yalnızca içinde bulunduğumuz koşulların ve açmazların bir sonucu değildir. Aynı zamanda üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi ve üretim ilişkilerini ulaştığı pozisyonlarıyla da ilgilidir. Her açıdan farklılaşan ve yenilenen dünyaya ve durumlara karşı gözümüzü kapatamayız ve gerçekleri görmezden gelemeyiz. Partinin inşasıyla, kitlelerin devrimci mücadelesi tam da bu karşılıklı etkileşimin bir ürünüdür. Birbirini besleyen, büyüten bu iç içe geçişin bağlayıcılığıdır. Aslında örgütsel önderlik, önderliğin örgütselliğinden kastettiğimiz şeydir. Yani ör-güt-le-ye-me-yen, ör-güt-le-ne-mez. Devrim dediğimiz olay tam da bu sorunların çözülmesine bağlıdır. Her nerede olursak olalım her ne yaparsak yapalım; geneli özelle, kitleleri de önderliğin örgütselliğiyle buluşturmakla yükümlüyüz. Bundan kaçamayız.

Anekdotumuz örgütlenme üzerinedir. Örgütsel projektörü bir kez daha kendi içselliğimize doğru tutuyoruz. Ne görüyor ne hissediyor ve duyumsuyorsak onu paylaşalım ki, neyi nasıl yapacağımızı neye nasıl yanıt olacağımıza karar verelim ve zihnimizi berraklaştıralım.

Somutlamalara ihtiyaç var

Yeni eskinin içinden çıkıyor ve çıkacaktır ama aynı zamanda içinde barındırdığı handikapları şimdiden öngörme ve önlemler almakta yeninin sorumluluğundadır. Gerekli dikkati, özeni ve uyanıklığı göstermelidir. Eskinin yeniliği, yeniden üretim sorununu sanıldığı gibi çizilen çerçevelerle birden bire değişiklik içermez.  Özellikle söz konusu, yeni-yenilenme üzerinden bir şekillenişse bahsettiğimiz; meselenin kendisi ister istemez en başta bir öncekinin taşıdığı özellikleri (deneyim-tecrübe-birikim) ve alışkanlıkları bünyesinde barındırır. Biz her ne kadar alışkanlıklardan koptuğumuzu iddia etsek de bir süre daha bizimle beraber varlığını sürdürecektir. Ta ki yeni konumlanışımızı kazanana dek. Hem yeni denilen şey de bir süre sonra eskir veya eskitilir. Yeninin hakkını vermezsek sonuç bu olur. Can sıkıcı hatırlatmaları bunun için yapıyoruz. Günümüz eski, bugünümüz yenidir deyip işin içinden çıkamayız her ikisinin toplamıyız ve sonucuyuz. Bunu bilip ona göre hareket edeceğiz. Pozisyonlarımızı, konumlanışlarımız; bakış açısıyla ilişkileniş biçimiyle ve pratik çıkışlarımız belirleyecektir. Bugün olduğu gibi bu hattın kendisine ihtiyaç duydukça başvurmak zorundayız. Yanlış anlaşılmasın önceliği kendimize veriyormuş gibi görünse de ancak birlikte yürüyeceklerimizle birlikte kendimizi değiştirip dönüştürebiliriz. İlişkimizin özünü teşkil eden bu tarzın yerleşmesi bizim olmazsa olmazımızdır. Eski ve yeni arasında gidip gelmek istemiyorsak, sadece tedbir almak yetmez, ilkesel bir duruş da gereklidir.

Eskiler ve yeniler tabiri bizi rahatsız etmesin; kaldı ki böylesi bir ayrım söz konusu değildir. Sadece içinde bulunduğumuz halin kendisini özel anlamlar yüklerken dikkatleri üzerimize çekişin bir sonucudur. Bugünden geleceği öreceğiz diyorsak, ipin ucunu sıkı tutacağız. ‘Öne geçmekmiş’, ‘yer açmakmış’, ‘yer kapmakmış’ bizim işimiz olamaz! Bizler kolektifin ön açıcılarıyız; ne bir yarışın içindeyiz ne de bir rekabetin peşindeyiz. Özellikle de birbirimize karşı bu durum geçerlidir. Sözün özü; devrimciler, devrimcilere devrimcilik yapmaz, yapamaz! Eski ve yeni tabirinden yola çıkarak dillendirdiğimiz bu halin kendisine karşı atçımızı bir savaş var. Tasavvurunu kurduğumuz dünyanın insanını bugünden örgütleme derdindeyiz. Yenileneceksek buradan yenilenecek ve örgütleneceğiz! Önderliğin önde duran bu sorun yalnızca önderliğe havale edilemez. Kolektifin her bir unsurun da sorunudur. Öyleyse önderlikten bekleneni kendimizden esirgemeyelim. O neyse biz oyuz, biz neysek o da o!

Bugün bir geçiş sürecindeyiz ama bir yandan da bu geçiş süreci bizim özümüzü belirleyecektir.  Başlangıç anlarının önemi burada yatar. Varlığımızı ve yokluğumuzu anımsatır. Karşı karşıya kaldığımız meselelerde ne düzeyde çözümler üretebildiğimizi ve ne düzeyde gelişme dinamiklerimizi işlevsel hale getirebildiğimiz ortaya çıkarır. Hareketimizin ve çalışmalarımızın seyrini buradan gözlemleyebiliriz çünkü harekete geçecek ve hareketi gerçekleştirecek olanın kendisi özellikle edindiği ve edineceği yeni paradigmanın eylemcisidir. Bu eylemlilik ve yoldaşlık ilişkisi özü itibariyle örgütün örgütlenmesi esnasında “özgeciliğe” dayanmaktadır. Bizim böylesi bir anlayış ve yönelime ihtiyacımız var. Hatta böylesi bir anlayışı derinleştirmeye ve geliştirmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız duyuşumuz ise toplumsal devrimciliğimizin bir gereğidir. 

Başlangıç noktalarımız ve ilk yönelimlerimiz

Bir an için kendimizle baş başa kaldığımızı farz edelim. Bir başınalığın biriktirdiği ya da ardından bıraktığı kurcaladıkça anımsayabileceğimiz birçok şey vardır. İyisiyle-kötüsüyle, eksiğiyle-fazlasıyla bakmamızı sağlar. İşte tam da bu noktada “nereden başlayacağız?” sorusuna verdiğimiz yanıt; hepimizin bildiği bir yanıttır ama bilmenin yetmediği gerçeğiyle bir daha yüzleşiriz. Yeni bir hikâye kurmak ve bugüne uyarlamak ciddi bir hesaplaşmayla mümkündür. Kendinden kaçmayan ve kendini saklamayanların işidir bu. Herkes kendi hikâyesinin öncüsü ve örgütçüsüdür.

Şimdi bir başınalıktan çıkıp bugüne bakalım; “nereden başlayacağız?” sorusunu daha önce neren başlamışsak oradan yanıtıyla katkı verecek her insanımızı kazanmanın yollarını arayıp bulmamız gerekiyor. Hem de hiç vakit kaybetmeden yollara düşelim… Birilerinin bizi çağırmasını beklemeyelim. Nereye gidilecekse ilk giden biz olmalıyız. Başkalarından medet ummayalım, oluruna bırakmayalım. Zira her ne yapacaksak biz yapacağız. Örgütlenmenin özellikle de kitleleri örgütlemenin reçetesi yine kitlelerdir.  Biz, o kitlelerin içinden çıkıp, o kitlelerin toplumsal mücadelenin birer neferi olarak en başlangıç noktası olan kendi gerçeğimize yüzümüzü dönüşümüz, nereden nereye geldiğimizi ve bundan sonra nereye varacağımızı da gösterir. Ardımızda bıraktıklarımızın bir de bu yönüyle irdeleyelim. Bir şey çıkmaz deyip kestirip atmayalım. Biz bugün için zorlayabileceğimiz her şeyi zorlayacağız, derlenip toparlanmak geçmişin ve bugünün ilişkilerini doğru bir eksene çekerken aynı zamanda kendimize de çeki düzen veririz. Bu vesileyle de kendimizi kontrol etmiş oluruz. Bugüne kadar kimlerle nasıl ve ne düzeyde bağlar kurduğumuzu veya kuramadığımızı öğrenmiş oluruz. Evet, ne yapıp-edip bu küçük ama bir o kadar da hepimiz için önemli adımları atmak yeniye duyulan inancı, güveni ve umudu pekiştirip büyütecektir.

İlişkilenme biçimimiz ilişki kuruş biçimimizi belirler

İster birebirde, ister grup ve isterse kitlesel ilişkilerde olsun; herkes birbirine yakın kişiyle, grupla,  toplulukla ve kitlelerle ilişkilenir. Bu doğal durumu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Biz herkesin öyle ya da böyle içinde bulunduğu ilişki biçiminin hala geçerliliğini koruduğunu ama bir yandan günümüz insanının giderek değişik özellikler edindiği ve bunun yarattığı olumlu ve olumsuz ektikleri de göz önünde bulundurmalıyız. İlişkilerde ve ilişkilenişlerde etkileşimler sayesinde bağ kurarız. Bu etkileşimler ihmale gelmez ve bu durum temel bir kuraldır. Bugün için dünümüzü anımsatmamız boşuna değil, durumun daha iyi anlaşılması içindir. Bir nevi kendimizle söyleşiyoruz, eleştiri-özeleştiri yapıyoruz ve bunun yarattığı imkânı ve inisiyatifi ele geçirirken bir yandan da en yakınımızdakilerle aramıza koyduğumuz mesafeleri, bariyerleri kaldırıyoruz. Her türlü engeli aşıp bir kez daha o günlerin kendisine dokunurken geçmişin gözüyle değil bugünün gözünden yarının geçmişinin peşine düştüğümüzü gösteriyoruz.

İlişkilenme biçimimiz şekillenişimizi ortaya çıkarır. Bize düşense bu ilişki kuruş biçimimizi geliştirmek ve yaygınlaştırmaktır. Değdiğimiz, dokunduğumuz he r kim varsa ve ne ile ilişkilenmişsek bizden bir parça alır. Aynı şey bizim içinde geçerlidir. Buradan şöyle bir sonuç çıkmasın, herkesin birbiriyle eşitlemiyoruz. Önyargılarımızı bir kenara bırakıp daha nesnel yaklaşılmasını istiyoruz. Kuşkusuz kimi ilişkilenmelerin özgünlüğünü bir kenara not edelim. Biz genel bir çerçeve üzerinden yakınlığa ve uzaklığa bakmaksızın bütün kapıları çalalım; açılmamış bir kapı bırakmayalım diyoruz. Bizi bu geç kalmışlık duygusundan ancak o henüz açılmamış kapılar kurtarır. Peşine düştüğümüz şeyin kendisiyiz; bildik tanıdık yüzleriz. Geçmişten bugüne ve bugünden yarına değen yüzleriz. Bazıları daha ilk karşılaşmada bizden hesap sorar. Kimileri ise hep geçmişte kalmıştır; bugünü beğenmez geçmişi için bugünden kaçar. Kimileri de kırılmışlıları, dökülmüşlükleriyle küskünlüğünü biler ve o, bazılarının içinde bazıları vardır ki tekrar bir araya gelmenin özlemi sevinciyle ne yapacağını bil(e)mez.  Bu gönül bağı dediğimiz şeydir. Haklı eleştiri ve uyarılarıyla bizleri nereye ve kimlere gideceğimizi gösterir. Yol-yordam göstermekten de kaçınmaz. Daha bir sürü şeyle yüzleşiriz. Bunlar bilmediğimiz, karşılaşmadığımız şeyler değildir. Aşinası olduğumuz bu hallerin hem üreticisi hem de tüketicisiyiz.

İlişkilerimizin bir bağlayıcılığı vardır. Verdiğimiz kararlar bunu doğrular. Bu doğrultuda her şeye hazırlıklıysak, karşılaştığımız bir olumsuzluk bizi yolumuzdan döndüremez. Beklentilerimizin altında kalsak bile önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşırız. İlişki kuruş biçimimiz bunlardan biridir. Öyleyse iş başına! İlk elden ulaşacağımız yerleri belirleme ve harekete geçme zamanımız gelmiştir. Önceliklerimiz nezdinde ilişkileneceklerimizin neler düşündüğünü, neler düşünebileceklerini dikkate almalıyız. Yaklaşım önemlidir ve belirleyicidir. Sonrası karşılıklı etkileşimlerle nereye doğru evrileceğini gösterir. Üzerimize düşeni yaptığımız zaman arkası mutlaka gelir. Bugün olmazsa yarın; yarın olmazsa ertesi gün… Örgütçü asla vazgeçemeyendir,  vazgeçmiş göründüğünde bile örgütleyendir.

Biz diğer önemli husus; aile bağlarımız ve yakın çevremizdir. Bugüne kadar en yakınımızdakilerle doğru düzgün bir bağ kuramamışken buna örgütlü mücadele içinde düne kadar bizimle yürüyenlerin hareketin dışına çıktıktan sonra çeperimizde dahi yer almayışlarına da değinelim.  Acaba hangisine daha yakınız ya da daha uzak!? Bu öylesine sorulmuş bir soru değildir. Kaldı ki sadece bize özgü bir sorun da değildir, genel bir sorundur.

Sosyalizm için mücadele etmiş, her türlü bedeli ödemiş ve bedel ödemekten çekinmeyen insanlar toplamı mevcuttur. Bu az buz bir şey değildir; “Düzene çekildikleri”  retoriğini kabul edemeyiz, bu durumun kendisini mazur görmüyor, bundan kendimizi sorumlu tutuyoruz çünkü doğru yaklaşım budur. Gönüllük esaslı bir devrimcilikten dem vuruyorsak hiç değilse sosyalizm değerleri üzerinden birlikte yürüyebilme ve dayanışma kurma çerçevesinde buluşabilmeliyiz. En yakınımız olarak bildiklerimize gösterdiğimiz duyarlılığımızı doğru ilişkilerle yeniden ele alabiliriz. Bu anekdotun örgütlenme üzerine oluşun, “başlangıç noktaları ve yönelimlerimiz sıralaması içinde kitlelerle nasıl bağlantı kuracağız” sorusu üzerinden düşündüğümüzde sosyalizmin bir yaşam biçimi olarak örgütleyemedikten sonra devrimciliğimiz örgütlülük içinde kalana kadardır.

Örgütlenmeye uzun erimli bakalım

Aceleciyiz, hemen her şey olsun bitsin istiyoruz. Bu tarz sebebiyle olur olmaz yargılara varıyoruz. İşimize gelen, kolay olanı seçiyoruz. Bunla kalsa iyi ancak kestirip atıyoruz ve çabuk vazgeçiyoruz. Sonuç: elde var SIFIR! Oysa geriye dönüp bir kez daha bakabilme sabrını ve cesaretini gösterebilsek bazı şeyleri gerçekten değiştirebiliriz. Bazı şeyler gerçekten geride kalır ve öne fırlarız. Bu meselede adımın büyüklüğü ya da küçüklüğü önemli değildir, girişimin kendisi önemlidir. Bizde bundan referansla olup bitenlerden kendimizi sorumlu tutuyoruz, öyleyse en baştan ve en yakından başlayalım.  Kendimizden kaynaklanan ilgisizlik zamanla boş vermişliğe bu boş vermişlik de giderek tavır halini alır bu tavır da tutuma dönüşür. Bunları olduğu gibi kabul etmeyi ve bunlardan uzak durmayı tercih etmişizdir. Bu hiç yabancı olmadığımız bir durumdur. Çoğu kez bunu bir kopuş olarak adlandırmış hatta örnek gösterip ödüllendirdiğimiz durumlar mevcuttur. Öykünmelerle var olan kimi bağlar da yitip gitmiştir. Ama bir hakikat var biz vazgeçsek de onlar bizden vazgeçmemiştir. Nereden olursak olalım, nereden durursak duralım bu onların yabana atmayacağımız bir gerçeğidir. Bu da bir örgütlülüktür. Bunu nasıl tanımlarsak tanımlayalım sonuçları itibariyle değişmez olan bu gerçekliliği istisnalar hariç doğru kavrayalım. Toptancılıktan kaçınalım, bizim tasavvur ettiğimiz dünyanın insanına duyacağı, besleyeceği duygu-düşünce ve davranışlar silsilesini toplumsallaştırma çabamızın küçük emareleri bize bazı gerçekleri hatırlatmalıdır. Burada bir aile güzellemesi yapmıyoruz. İlişkilenişleri arasındaki ilişki biçimlerinden öğreneceğimiz çok şey var; hepimiz mevcut pozisyonlarımızı gözden geçirerek neler yapabileceğimize kafa yormalıyız. Her yeni ilişki ve her yeni ilişkilenişin kendisini örgütleyeceği yer burasıdır. Nasıl düşünürsen öyle şekillendirirsin. İçe dönük bu iki basamağın yani en yakın bağlarımızın ilk elden öncelenmemesinin nedeni sanıldığı gibi ne bir ihtiyaç eseridir ne de sil baştan başlamamızın zorunluluğuna dayanır. Hesap-kitap bizim işimiz değil, faydacı bakışı elimizin tersiyle itişimiz beslendiğimiz damarla ilgilidir. Biz her şey değiliz ama her şeyin içinden kendimize bakıyoruz ve ona göre konumlanıyoruz.  İşçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve ezilenlerin yararına olacak her şey bizim de yararımızadır. Onları ilgilendiren her şey bizi de ilgilendirir. Bugün Komün Gücü’nün geliştirmeye çalıştığı bu anlayışı yaygınlaştırırken toplumsallaşmamızın tezahürlerinin bir öze dönüş hikâyesi olarak görebileceği gibi aynı zamanda bir toplumsal çıkış hikâyesidir. Sınıflı bir toplumda bunun ne denli zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Sadece yıkarak ve devirerek devrimi gerçekleştirsek bile devrimi devrimden önce gerçekleştirmek zorundayız! Devrimimizin ayakta kalması ancak buna bağlıdır. Bu ne yarının ne de yarından sonrası zamanların sorunudur, devrimin güncellemesi sorunudur. Örgütü örgütlemek siyasetin teoride ve pratikte kitlelere taşınabildiği oranda bir anlam ifade eder. Bu yüzden devrimimiz ve devrimciliğimiz çok yönlülük üzerine kurulmalıdır. Ezberlerimiz, ön kabullerimiz ve koşulların yarattığı engeller birer birer ancak böyle kaldırılabilir. Sağlam ve güven veren adımlar atılmalıdır. Önceliğimiz yine Komün Gücü’nün ve genç kuşak Komünarlar’ın geleceklerini belirleyecek devrimci pratik, devrimci düşüncelerini gerçekleştirecek bir pratik olmalıdır. Her devrimci kurum ve yapı bu duruma dair azami düzeyde sorumluluklarını yerine getirmelidir.

Kitlelerin içinde örgütlenmenin önemi

İlk iki eşiğimizin bize hatırlattıkları kendi örgütlenmemizin izdüşümlerinin hiç vakit kaybetmeksizin harekete geçme ve geçirme hedefini önümüze koyduğumuz yerde kitle örgütlenmesinin içinde toplumsal örgütlenme ağını yaratıp geliştirme imkanının arayışıdır. Her ilişki bir başka ilişkiyi yaratma imkânıdır. Bizim ilgilendiğimiz nokta budur. Sadece iddia sahibi olarak değil, bizzat örgütleyeni örgütleyeniz. Yapıcı ve kurucu unsurluğun buralardan geçtiği bir gerçektir. Sürekli örgütlenmenin zorunluluğundan dem vurup bir türlü o örgütlülüğe ulaşamamanın paradoksunu örgütsel önderlik, önderliğin örgütselliğine bağlayışımızın sebebi: önderlikten kadroya, kadrodan önderliğe, kadrodan kadroya,  kadrodan da daha alt birimlere ve alt birimlerden de yukarıya doğru sirayet eden şekillenişin arızalı yönlerine dikkat çekmek istiyoruz.

Komün Dergi’nin 3. Sayısındaki “Tarihe giriş yapabilmek ve kuruculuk –Devrim Doğan” ve “Teorik ve siyasal ön kabullerden radikal bir kopuş –Deniz Köroğlu” yazılarıyla birlikte düşünüldüğünde bize bir fikir sunuyor. Alıntılardan kaçındığımız için bu yazılara belirli aralıklarla dönüp bakmakta yarar var. Neyi nasıl yapacağımızın ve konumlanışımızın ana hatlarına sıkı sıkıya sarılmakla birlikte onun yarattığı çelişki ve çatışmanın içine nüfuz etmek ve değiştirici rolümüzü oynayarak gerçekleştirebiliriz. Bunun için emekçi halk kitlelerine dönük somut pratik çalışmaları kendimize uyguladığımız yöntemin aynısı olmasa bile alanların özgünlüğüne göre uyarlayabiliriz. Örgütlenme hassasiyeti bunun için gereklidir. Tüm bunlar ısrara ve kararlılığa bakar, kararlılık sonuç aldırır, amaca yaklaştırır. Birleşmemizi bütünleşmemizi sağlar. Toplumsal bir güce dönüşmek yalnızca örgütlülükten geçer; sözde değil özde bir örgütlenme, buluşma ve kavuşma!

Somutlamalara ihtiyacımız var herkes kendi soyutundan somutunu ortaya çıkarsın. Kolektifin bu çağrısı bir davettir. Gerçek anlamda bu davete icabet göstermek en başta Komünarlara düşer.

Örgütlenmemizde sınıfsallığın ve toplumsallığın yeri

Ne örgüt sosyolojisiz olur ne de sosyoloji örgütsüz olur. Dolayısıyla örgütlülüğümüzün gelip dayandığı yer işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleridir. Onlarsız bir devrim ve onlarsız bir örgütlülük düşünülemez. Hem örgütü hem de kitleleri bir arada örgütlemek zorundayız. Bugünün koşullarında devrim ancak bu şekilde örgütlenebilir. Birinden birinin yoksunluğu şimdiden malumun ilanıdır. Biz bir kitle partisi örgütü olmasak da kitleler içinde eriyebilen özelliğimiz, kitlelerin devrimci örgütlülüğünü kendi içlerinden örgütleyendir.

Bir önceki hikâyelerimizde, biz her daim önde olmanın peşindeydik. Devrimciliğimizi kitlelerin devrimciliğiymiş gibi gördük. Bu varsayım devrimin asıl sahiplerini devre dışı bıraktı. Öncülük misyonunu da bu vesileyle yitirdik. Ne öncelediğimiz örgüt olduk ne de kitleleri mücadeleye katabildik. Devrimcilik bu her iki şeyi de gerçekleştirme yeteneğidir. Bu her zaman böyle olmuştur fakat içinde bulunduğumuz koşullar eskisinden ağırdır. Dünün ezberleri bugünü karşılamıyor. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin yerini kendilerini hatırlatınca fark ediyoruz. Son 20 yılın tezahürlerini hatırlatmaya gerek yok. Artık başkalarının devrimleri üzerinden yapılan devrim kurgularına son verilmelidir. Deneyim ve tecrübelere bir itirazımız olmasa da sadece devrim yapmış yerlerin hikâyeleri üzerinden hikâye kurma bize bir şey kazandırmadığı gibi hayalle gerçek arasına sıkıştırır. Bugün bu sıkışma halini de arar durumdayız.  Devrimciliğin en büyük irtifa kaybı alternatif üretememesi ve sınıfsal aynı zamanda toplumsal bir güce dönüşmemesidir. Kitlelerin içinde örgütlenmedikçe ne işçi sınıfı ne toplumsal güçler kendi kaderini devrimcilere bağlamaz. Kendimize roller biçeceksek gerçekler üzerinden biçeceğiz. Kolay olmasa da bir yerden başlamak lazım. Her an hareketlenecek noktalara önem verirsek bir zeminimiz olur Bu bir noktada kazan kazandır. Yeri geldiğinde bu ve benzeri yaklaşımları devreye sokmaktan kaçınmayalım. Zorlukların yarattığı fırsatlar ve olanakları pratiğin içinden bulup çıkaralım. Başarılar paylaştıkça, gelişir ve büyür. Her bir kolektifin varlığından memnuniyet duyarız.

Örgütlenme sorunu ve önderlik sorunu, devrimin ve sosyalizmin sorunları vb. sorunlar bugünün sorunları değil, bize katlanmış vaziyette geçmişten kalan sorunlar olarak önümüzde duruyor. Çözüm üretemediğimiz müddetçe o bizi çözüyor. Bugün biz bu sorunun bir parçası haline geldik. Bunun farkında olmak önemli olsa da yetersizdir. O yüzden sınıfsal ve toplumsal devrimciliğimizin özelliklerini yeniden belirleme ve inşa etme göreviyle karşı karşıyayız. Hareket tarzımız, düşünüş biçimimiz içinden geçtiğimiz süreci kendi gerçeğimizle örgütlemeyi başardığımız zaman anlam kazanır. Biz bu somut adımları atabilecek miyiz yoksa atamayacak mıyız? Hatta son bir yılda neler yaptığımız veya yapmadığımız bizim uzun erimli faaliyetimizde büyük fotoğrafın içinde yer alıp almayacağımızı belirleyecektir. Emekçi kitleler içindeki örgütlülüğümüzün durumu budur. Kendine devrimciliğin, bireyselleştirmesinden ancak böyle sıyrılabiliriz. Kendinden menkullüğün ürettiği şeylerin bir kalıcılığı olmaz ancak kendini tekrar eder. Kendini tekrar edişin gerekçesi kendini her şeyin önüne koyuşun gerekçesidir. Emekçi kitlelerin gerçekte ne düşündüğü ve ne yaşadığından çok kendi kurgusu içinde siyaset yapma alışkanlığı devrimcileri bu hale getirir. Bu konuyu daha detaylı olarak ilerleyen yazılarımızda ele alacağız.

Sonuç olarak

Yüzümüzü ait olduğumuz yere dönelim oradaki değişim, dönüşüm bizi de değişmeye ve dönüşmeye davet ediyor. Komün Gücü olarak bu davetin düşünsel çıkışlarının yanıtı olmaya çalışıyoruz. Bu girişime pratikte yanıt verme sürecinin zorluğunda komünün dünyasıyla bütünleştirebildiğimiz oranda başarabiliriz. Yazımızda değindiğimiz şeyler kimileri için bir şey vaat etmeyebilir bunu anlayabiliriz. Anlayamadığımız şudur: Biz bir kopuşun ürünüysek bugün o kopuşun ete kemiğe bürünmesini istiyorsak her yolu deneyeceğiz. Zamanın arkasına sığınmayacağız. Devrimciliğin hiçbir yerde hazır bir formülü yok. Bu formül yolun kendisidir. Bu gerçekliğe göre konumlanırken mümkün mertebe bu yolu benimsemek ve yola koyulmak zorunluluktur. Temel düsturumuz; bugünü kazanmak değildir ve bugünden yarını kazanmaktır. Biz yarının tohumlarını bugünden atabilirsek ve o tohumların da yeşerdiğini görebilirsek ilk önemli eşik aşılmış demektir. “Bu niçin bu kadar önemlidir?”sorusu geride bıraktıklarımıza bir göndermedir. Aracın, amacın önüne geçmeyeceği bir örgütlülük… Bu örgütlülük, gelecekte devrimciler olmasa da işçi, emekçi ve ezilenlerin kendi yolunu bulacağına olan inancın ve güvenin yolun en başında önünü açma özverisini ve cesaretini gösterebilmesidir. Kitle çalışmasındaki etkisizliğimiz, doğalında toplumsallaşamayışımızın sebebidir. Artık mevcut devrimcilik toplumsallaşamıyor. “Kendine bakma nasıl?” başlıklı Komün Dergi’nin 2. sayısında yer alan yazımızda sözü geçen “devrimci olmak, devrimci kalmak”tan kastımız da bu tek yönlülüğün tezahürüyle ilgiliydi. Eylemde ve düşüncede aslolan sınıfsal ve toplumsal bakışın taşıyıcısı olan bir devrimciliktir! Bizim devrimcilikten anladığımız bu çok yönlülüğün bir ürünüdür. Bunun dışında hiçbir seçeneğin bir karşılığı hiçbir yerde yoktur. Bugüne yanıt olabilmenin güçlüklerini dile getirmekle birlikte bütünlükçü bir yaklaşım sahibi olmadan gelecek örgütlenemez. Biz bugünden geleceğin ön koşullarını aralamış bulunuyoruz. Bütün mesele düğümü çözecek olan pratiktedir!