Komünarca değiniler ve anekdotlar: Toplumsallaşma – Yüksel Yiğitdoğan

Geleceği geçmişte aramak geçmişten gelecek çıkarmak ve bugünden geleceğin geçmişinde yaşamak başa sarmaktadır. Artık böyle bir lüksümüz yok, o devir kapanalı çok oldu ama görünen o ki realite bize bir başka şey daha söylüyor. O da şu; yeni bir şeyi benimsemek veya kabullenmek yetmez içselleştireceksin, işlevselleştireceksin de.

Elbette çok boyutlu bir süreç bu. Hem tarihsel arka planı var hem de yeni bir tarihsel çıkışa ihtiyaç duyuluyor. Üstelik içinde bulunduğumuz can yakıcı dönem, bir başka şeyi daha belletiyor bize: Gelecek dediğimiz şey artık bugünün ürünüdür, mücadelenin içinden gelişip biçimleniyor, sınanıp deneniyor. Kitleler de buna göre pozisyon alıyor ve bize ne kadar uzaksalar bir o kadar da yakınlaşıyorlar aslında.

Gelişmeler, hareketlilikler, olaylar, olgular bir dizi şeyi deşifre ettikçe bilinmeyen bir şey kalmıyor; peşi sıra yepyeni ifşaları beraberinde getiriyor. Biz bu çözülmeleri, kopuşları skandalları bir süre daha izleyeceğiz. Ama çok hızlı bir evreye girdiğimiz de aşikar. Hızlıca hareket etmemiz lazım, öyle ya süreç bizi beklemez ve de beklemeyecektir. Her şey gayet açık; ya o akışa denk düşen bir pratik sergileyeceğiz ya da sürüklenip gideceğiz. Unutmayalım ki nice kayıp zamanları arkamızda bıraktık, bugünlere geldik. Bu kadar rahat “su akar yolunu bulur” havasında bu döngünün devam edeceği düşünülemez.

Gezi sonrası o dönemle bugün arasındaki ilişki bağını kurarak iç içe geçmiş süreçlerin sonuçlarına baktığımızda; bütünlükten, tutarlılıktan yoksunluğun bir ayağının kendiliğindencilik diğer ayağının ise dogmatizm olduğunu görebiliyoruz. Yan yana gelemez dediklerimiz meğer hiç beklenmedik zamanlarda bir araya gelebiliyormuş. Hafızayı biraz tazeleyelim. Güya “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı sahi, o günden bugüne neyi değiştirdik, neleri değiştiremedik? Soruları çoğaltabiliriz ama gereksiz. Egemen güçler, gezi ayaklanmasının nasıl sonuçlar doğurduğunu bizden daha iyi anlamış olacaklar ki her sıkıştıklarında, yalpaladıklarında, geziye göndermelerde bulunuyorlar.

Demek ki Gezi, onları etkilediği kadar bizi etkilememiş, kalıcı izler bırakmamış ki onlar bize hatırlatıyorlar ve unutturmuyorlar. Devrim bir bilinç işidir. Ve o bilinç yaşamı ve mücadeleyi ne düzeyde toplumsallaştırıp toplumsallaştımadığımızın göstergesidir. Bizatihi bugünün örgütselliğidir. Işte bu gerçeklik geleceğimizi inşa eder. Bir önceki deneyimlerden, anlayıştan farkını ortaya koyarak yeniler kendini. Bugünlerin geleceğini işte o günler belirledi. Yerinde zamanında yapılmayan müdahaleler, değişiklikler iş işten geçtikten sonra artık bir anlam ifade etmez.

Kapitalizm kriz yaşıyor ve onun ideolojik hattı neoliberalizm de ömrünü tamamladı. Ancak kitleler üzerindeki etkisini sürdürüyor. Süreç kendi değişimini, dönüşümünü zorladıkça bütün ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, özellikleri, olanakları, dinamikleri de yan yana getirir. Yeni dinamikler geliştirir, birleştirici nitelikleri açığa çıkarır, çok yönlülük ile aşar kendini. Çıkış esnasında eşiğin etkileme ve çekilme gücüne bakılır. Neyi ne kadar kuşatıyor, neyi ne kadar sarsıyor, neyi ne kadar sıçratıyor ve ne gibi imkanlar sunuyor. Biz buna bakıp zaman bu zaman diyoruz. Ertelemeye, ağırdan almaya gelmez. Tahkimatını buna göre yapıp hedefler koymak ve hedefleri tutturarak gidişata yön vermenin zamanı geldi geçiyor.

‘’Bu kriz kapitalizm krizi… Egemenler yönetemiyor… Yapısal krizin içinden çıkamazlar… Kapitalizm kendi mezarını kazıyor.. Yıkılışını hazırlıyor…’’ vesaire deyip beklentiler içine girmek, bir köşeye çekilip seyretmek demektir. Bu kabul edilemez. Tersinden bakınca biz de krizdeyiz, öyle olmasaydı bu kadar atıl kalabilir miydik? Bu süreci ters yüz edemezsek kapitalizm kendini yenileyecek, kendini yeniden üretecektir. Hayat boşluk kabul etmez, öyle ya da böyle o boşluğu doldurur. Çözüm önerilerimizi, kitlelerle nasıl buluşacağımızı, nasıl sınırlarımızın dışına çıkarak evrenselleşeceğimizi tartışarak somut adımlar atmak zorundayız. Bugün düşünsel, eylemsel, kültürel, ahlaki ve kolektif boyutuyla yeni yaşamı yaratmak bu mücadele tarzımızın toplumsallaşmasıyla mümkündür.

Gündem seçimler, seçimleri belirleyen arızi gündemler

Her şeye hazır olmak lazım; gündemin bu denli hızlı değiştiği bir yerde alışılmışlığın verdiği rahatlık la hareket edilemez. Üstelik kendi iç çatışmaları, hesaplaşmaları üzerinden kanıksanmış her türlü yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık skandalları ayyuka çıkmışken muhalefet cephesinde daha neler olacak acaba dercesine bir ön kabul söz konusudur. Egemenlerin kendi aralarındaki kapışmaları yeni bir noktaya taşınabilir, sertleşebilir, yumuşayabilir. Her şey mümkün! Yeni gündemlere ihtiyaç var. Şimdi o ihtiyacın içinde habire kurcalıyorlar. Kaybetmek ve kazanmak arasında oyun içinde oyun kurguluyorlar. Sahne buna müsait. Kendi aralarındaki zımni anlaşma da gözden kaçmıyor. Nice zamandır bu böyle. Aralarındaki paslaşmalardan biliyoruz. Kitlelerin tepkilerini, öfkelerini, sokağa çıkışını engellemekteki gayretlerinden biliyoruz.

Amasra’da maden işçileri göçük altında kalmış, ölümler var, aileler isyanlarda. İktidar her zamanki gibi bu işin fıtratında olduğunu söylerken muhalefetin de ondan aşağı kalır tarafı yoktu. Niyet belli… Ne olursa olsun, kitleler sokağa dökülmesin. (sürekli sandığı işaret etmeleri boşuna değil.) Korkuyorlar. Muhalefeti de iktidarı da korkmakta haklılar. Sokağın harekete geçmesi demek her şeyin sil baştan başlaması demek. O başka bir evre… Biz şu andan itibaren bu işlerin ne kadar içindeyiz, kitlelerin içinde ne şekilde yer ediniyoruz? Açlığı, yoksulluğu, zulmü yaşayanlarla kadar alakalıyız? Bir esamemiz okunacaksa buradan okunacak. Küçük burjuva siyasetinden, düzen içi muhalefetten bizi ayıran temel farklılık da budur. Bu farkı ortaya koymadan sürecin dönüştürücü niteliklerine erişemeyiz; erişemeyince de dönüştüremeyiz. Bizim gerçekliğimiz bugünden kurulacak ilişkilerle şekillenecek. Kolektifin sınıfsal ve toplumsal güçler içinde karşılık bulması cesur pratiğiyle mümkün olacak.