Komünistler devrimden korkuyor – Sıla Çelik

1964’te ABD’de Berkeley Üniversitesi’nde patlak veren öğrenci ayaklanması birçok ülkeye yayılmışken, en büyüklerinden biri 1968’de Fransa’da ortaya çıktı. Öğrenci ayaklanmaları iktidarı değiştirmeye muktedir olmadı, olamazdı. Ancak, öğrenci boykotları 7-8 milyon kadar fabrika işçisinin grevleri, fakülte ve fabrika işgalleri, çiftçilerin traktörlü protestoları ve Fransa’daki Cezayirliler’in isyanları ile birleşmişken; Fransız Komünist Partisi ve Genel İş Konfederasyonu iktidarı talep etmek şöyle dursun, seçim, ücret artışları gibi taleplerle bu mücadeleleri demokratik-ekonomik ricalara indirgeyerek devrimci güçleri politik hedeflerden uzaklaştırdılar. Sartre, fakülte işgallerini, sokak protestolarını, fabrika grevlerini politik taleplerinden uzaklaştıran, işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarlarını savunma iddiasında olmalarına rağmen, sermaye düzeninden nafaka koparmaya çalışan ”solun temsilcileri” için “Komünistler devrimden korkuyor”demişti.

Gün aynı…

“Komünistler devrimden korkuyor.”

Dün market kamyonlarını kamulaştırıp, erzak dağıtan devrimcileri nostalji ile ananlar, bugün yaşlı ve hastalara muhtarlığın sunduğu erzak poşetlerini dağıtmayı devrimcilik sanıyorlar. Dün Kızıldere şehitlerini narodnizmle/otzovizmle suçlayanlar bugün melankolik sözleriyle “kültürel miras” gibi devrimcileri anıp, devletten ricada bulunuyorlar. Dün 15-16 Haziran direnişini “şanlı güzel tarihimiz” olarak anan hisli sendikacılar bugün grev kelimesini dahi kullanmadan, devletin vicdanına hashtag kampanyalarıyla sesleniyorlar.

Bugün de adlarında “devrimci” olsun olmasın sendika “liderleri”, proletaryanın, ezilen kimliklerin temsilcileri olduğunu söyleyen partiler, fraksiyonlar, 71 kopuşundan bugüne var kalan gelenekler, devrimcilik bir yana devletin burjuvazinin aygıtı olduğunu bilmezmişçesine ekonomik/demokratik ricaları ile burjuvazinin sol kanadı ya da fraksiyonundan başka bir şey olmadıklarını teşhir ve takdis etmektedirler. Devletin “vefa destek hatlarına”, devletin dayanışma piyeslerine memur yazılmış, devletlûlardan da önce alkış tutmuşlardır. Devrimci teori ve devrimci söz, devrimci politik pratikten önce ya da sonra değildir. Burjuvazinin sol kanadı gönüllü/gönülsüz ajanları ile devrimci sözü terk etmeyenlere hilkat garibesi muamelesi yaptıkları sinizmleriyle, kampanya aktivizmciliklerini saklamaya bile gerek duymuyor. Bugün bu kurumlarda, bu yapılarda/çevrelerde şimdiki kuşağa tarihin bilgisini aktarmayıp sivil toplumcu dayanışmacılığı, demokratik hak savunuculuğunu komünizm/sosyalizm olarak dikte edenlerin vebali boyunlarınadır. Ancak bu bilgisizliğin suçsuzluğu şimdiki kuşağı kendi sorumluluklarından azade etmez. Bunlarla yolunu ayırmamanın, bunları teşhir etmemenin vebali de şimdiki kuşağın boynunadır.

Burjuvazinin sol kanadının kurumları olan sendikaların, partilerin reformist/revizyonist talepleri salgın koşullarına göre tahlil edilemez. Onların Corona salgınından önce ya da sonra diye ayrılan bir tarihi yoktur. Salgından önce de şimdiki hallerinden farksızdılar; dolayısıyla çok acil bir salgın durumu nedeniyle politik hedeflerini bir süreliğine erteledikleri düşüncesiyle onları mazur göremeyiz. Oportünist pratikleri Marksizmle, sivil toplumcu talepleri sınıf mücadeleleri ile II. Enternasyonalden beri uzlaşmamıştır, uzlaştırılamaz. Bu yazının gayesi, en devrimci kimdir’i ispat etmek değil; kimlerin devrimci olmadığını, devrimlerden neden korktuklarını, devrimciliği neden sivil toplumculuğa tahvil ettiklerini teşhir etmektir.

Devrimden korkuyorlar…

Çünkü;

  • Bir asgari ücretlinin 20 katı maaş ile oturdukları sendika liderliği koltuklarından ayrılmak, yakıt paralarını dahi ödemek zorunda olmadıkları “sendika”ya ait lüks araçlarından inmek zorunda kalacaklar!
  • “Uluslararası İşçi Sendikaları”nın işçi aidatları ile düzenledikleri organizasyonlara bedava seyahat, konaklama imkânlarıyla katılmaktan mahrum kalacak, döviz üzerinden harcırah alamayacaklar!
  • “Legaliteyi İstismar”, “Legal Olanaklardan Faydalanma” bahanesi altında savruldukları parlamentarizmin sunduğu maaşlardan ve sosyal olanaklardan vazgeçmek zorunda kalacaklar!
  • Kendi kaderini tayin hakkını “kültürel özerklik” taleplerine indirgeyerek, bu özerkliğin açtığı alanlarda gelir elde etme ve ticari işletme kurma fırsatlarını değerlendiremeyecekler!
  • Bir iç savaş halinde emekçilerin, ezilenlerin yaşamasına layık görmedikleri küçük burjuva konformizmini sürdüremeyecekler!
  • Sosyal demokrat partilerin yerel yönetimlerinde edindikleri makamları ve bu makamların sağladığı imtiyazları terk etmek zorunda kalacaklar!
  • Sendikalarının, derneklerinin, vakıflarının, partilerinin adına devrimcilerin katili olan vakıf ve partilerden aldıkları fonlarla lüks otellerde “yuvarlak masa” toplantıları yapamayacak, menülerin en pahalı yemeklerini yiyemeyecekler!
  • Sendikalarının, derneklerinin, vakıflarının, partilerinin adına devrimcilerin katili olan vakıf ve partilerden aldıkları fonlarla çıkardıkları “araştırma” dergileri üzerinden eşlerine, dostlarına maaş, telif ücreti ödeme fırsatları bulamayacaklar!
  • Sanders’ın, Corbyn’in seçim kampanyalarından aldıkları fonlarla neoliberalizmin sandıkta yıkılışı illüzyonuna laf ebesi dergileri ile bir de bu topraklardan bağlanamayacaklar!
  • Kapitalizmin içinde edindikleri sosyalist soslu “sosyal sermayeleri”ni proleterlerin, ezilenlerin üzerinden tahakküm aracı olarak kullanamayacaklar!

Komünistler devrimden korkuyor”, bugün bir ironidir. Çünkü bugün devrimden korkan bu yapılar, devrime “reform”larla ulaşma taleplerinden bile uzak, sahipleri burjuvazinin sesinden başka bir şey değildir. Düzenin içinde kalıp burjuvazinin sağ kanadının önlerine koyduğu sadakalarla beslenmeye razıdırlar.