Kriz (1) – Sadık Sabancılar

2001’den 2022’ye adım adım yeni bir kriz doğdu. Özcesi hayat pahalılığının artması ve yoksullaşan halk kesimleri… Öyle bir haldir ki; marketler, mağazalar ağzına kadar dolu ama satın alacak paradan yoksun olan geniş halk yığınları bir dilim ekmeğe muhtaç olmuş. Durum bu kadar vahim! 250-300 yıllık kapitalizmin yeni bir tekrarı. Başka bir zaman, başka bir coğrafya. Dünyanın neresinde olursak olalım, özel mülkiyetin kapitalist biçiminin geldiği nokta ve yarattığı sonuç aynı oluyor. Yıkım, açlık, evsizlik, intiharlar, toplumsal cinnet halleri ve düzenin işleyişinde kırılmalar.

Derin ve büyük bir ekonomik krizin içine girdik. Döviz cinsinden her türlü yabancı para ve altın Türk Lirası (TL) karşısında değer kazandı ve kazanmaya devam ediyor. TL tabiri caizse pul oldu. Kapitalizm, her yerde kapitalizm(!) ama Türkiye’deki sadece “faiz sebep, enflasyon netice” ısrarından kaynaklanıyor diyerek açıklanamaz. Açıklansa da yetersiz bir açıklama olur. Üretimden sağlanan kaynaklar Türkiye’de yirmi yıldır har vurulup harman savruluyor. Gelinen noktada evde avuçta bir şey kalmadı artık ülkenin sularını dahi satar hale geldiler! Tüketime ve ithalata dönük bir ekonominin varacağı nokta bundan iyi olamazdı. Yapısal olanın üstüne bir de hoyratça kullanılan Merkez Bankası (MB) rezervinin tüketilmiş olması işi iyice içinden çıkılmaz yaptı.

Tarihte öyle anlar vardır ki; büyük sorun çözüme kavuşturulmadan küçük çaplı sorunlar da çözüme kavuşturulamaz. Bütün sorunların çözümü “büyük sorunun” aşılmasına bağlıdır. Tek elde toplanan iktidar gücüne bağlanmış olan hayatın tüm kolları da tek bir kanala akar. Böyle zamanlarda büyük bendin aşılması gerekir. Artık her şey otomatiğe bağlanmış gibidir. Ekonomi, hukuk, siyaset ve sosyal hayat…

Gelinen eşikte halk kesimleri, büyük sorunun sebep, hayat pahalılığın netice olduğunun farkındadır. Mevcut sorunlar karşısında minimal düşünce ve eylem biçimlerinin çözüm adına tek bir faydası yoktur. En yakınındakinin sırtına basarak ayakta kalma gibi sınıf dışı eğilimleri hortlatmak ancak ve ancak kriz severlerin ekmeğine yağ sürmek olur.

Krizden çıkarı olan fırsatçılar ve büyük çelişkinin sürdürücüleri, hayat pahalılığından şikayeti olanların öfkesiyle karşı karşıya gelmeden edemeyeceklerdir. Bu bir yangındır. ‘’Öyleyse az tüketin’’ denecek bir durum değildir. Krizden köklü çıkış reçeteleri olacaktır ama bu 2001 krizi gibi değildir ve reçete ile çözülebilir hiç değildir. Kriz, yapısaldır. Krizin yarattığı sonuçları kendine neden yapanlar, halk kesimlerinin içinde bu öfkeyi yıkıcı bir öfkeye dönüştürenler kazanacaktır. Biriken öfke akacak bir kanal da açacaktır. O kanal bir siyasi mecra üzerinden hedeflerine erişecektir. Öfkenin hedefine varması için mutlaka amacını iyi belirlemesi gerekir. Her krizden hayalperest anlamda beklenti içine girmek yanlıştır. Çöküş ve kriz ancak yarattığı yeni durumun kavranması neticesinde zafere ulaşabilir. Kriz kendi başına bir zafer vadetmez. Biz onu anlar, doğru ve gerçekçi bir harekete dönüştürürsek, sonuçtan nedene, nedenden sonuca gitmiş oluruz ve başarıyı elde ederiz.

Bilimsel bakış açısıyla toplumsal yapının, kapitalizmin ürettiği kriz sarmalından çıkışı, o yapının içinden doğacak bir toplumsal sosyalist bakışla mümkün olacaktır. Bunun adı komünizm, sosyalizm, komün yönetimidir. Bunun bir tarihsel arka planı da vardır. Elbette yapılacak şey, birebir geçmişin aynısı değildir ancak kendi içinde mutlak olarak tarihsel bir süreklilik barındırmaktadır. Dün, bugün değildir ama dünsüz de bugün yoktur! Her şey değişir ve bir akış içinde sürüp gider. Bedrettin’in ilkel komünizmine yaslanacağız. Pir Sultan’a, Yunus’a, Babailere, Celalilere, yakın tarihte 70’lerin militan devrimciliğine, Mahir’e, Deniz’e, İbrahim’e ve Gezi’nin gücüne ve yaratıcılığına… Sosyalizmi kendine hayat tarzı olarak benimsemiş, bunu mücadele gerekçesi yapmış Komünarlara…

Hazır reçetelerimiz yok ve olmasın da. Tepeden modeller sunmak kalıcı bir çözüm getirmez. Hayat ırmağının içinde mücadeleyi örgütleme başarının yolunu açacaktır. Tıpkı bir sistemi yeniden inşa eder gibi. Sadece kriz olduğu için değil ama krizin varlığını da bir sebep olarak ele alıp düşünmek gerekiyor. Çöken bir ekonominin hayatın içinden yeni diyebileceğimiz sosyalist bir sistem inşası hiç kolay değil ve kolay olmayacaktır da. Yaşam alışkanlıklarından, refah seviyesinden, toplumsal statülerden vazgeçmek zorunda kalan milyonlarca emekçi halk sınıflarıyla hayatı yeniden kurmanın mücadelesini vermiş olacağız. O halde değişime ve değiştirmeye en başta kendimizden başlayacağız. Kriz, bugün 2001’den farklı olarak hayatın bütününe nüfuz etmiştir. Bugün krizi her alanda iliklerine kadar hisseden halklarımızın krizsiz bir kapitalizm yerine sosyalizmi düşünmesi neden mümkün olmasın?

Mahallesinde, fabrikasında, köyünde, iş yerinde, evinde, sokağında hayat hiç eskisi gibi olmayacak. Halklarımız bu durumun farkındalar. Artık sadece ekonominin krizden dertlenip şikayetçi milyonların bu sürüp giden rejimden de güvenli bir gelecek beklentisi kalmamıştır. Sistemin dışından düşünmek ama halkın içinde olmak bize daha gerçekçi bir yol oluşturur. Halkı ve krizi anlamanın en iyi yolu budur.

Devam edecek…