Kriz (2) – Sadık Sabancılar

İlk yazıda yaşanan krizin yapısal bir kriz olduğunu belirttik. Hem kapitalizmin üretim anarşisinden doğan bir devrevi durumu söz konusu hem de emperyalist kapitalizme bağlı olmaktan doğan ve kendi kendine yetmeyen ve dış ekonomik-siyasi etkilere açık olan bir bağımlı ve çarpık bir gelişim. Krizin içine girmekten kendini alamayan bir Türkiye panoramasını izliyor ve yaşıyoruz. 

Elbette yaşanan krizin tek bir sebebi yok ama en belirgin özelliklerini ve onu besleyen sebepleri yöntemsel bir analiz ile açığa çıkarabilirsek mevcut duruma dair daha doğru tespitler yapmak mümkün olur.

Türkiye ekonomisi “büyümek” ve “gelişmek” istiyor. Bu da neo-Osmanlıcı ve milliyetçi rüyalarıyla yapmak istiyor. Bu hayaller ile bölgede güç ve iktidar sahibi olmak arzusu ile iç ve dış siyasetini tahkim ediyor. Sık sık İslami referanslara ve gündemlere başvurması bundandır. Dün Mısır’da Müslüman Kardeşler ile bugün Afganistan’da Talabani ile kurulan ilişkiler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Daha önceleri Demirel döneminde de Türki Cumhuriyetlerle “Büyük Türk Dünyası” hayali üzerinden benzer ilişkiler kuruldu. Batı karşıtlığı üzerinden “üçüncü dünyanın” mazlum halkları ile kurulmak istenen Osmanlıcı-Türki hevesleri depreştiren “alt-emperyalist” yönelimlerle bölgede büyümek, gelişmek ve varlığını daim kılmak isteği özellikle kriz dönemlerinde hep canlı tutuldu.

Aslında bunu AKP’nin daha evvel ortaklık kurduğu Gülen Cemaati de başka şekillerde İslami referanslarla dünyanın farklı yerlerinde denedi. 15 Temmuz sonrasında ortaklık trajik şekilde kesin olarak sonlanınca AKP kendine başka iç ve dış ortaklar arayışına girdi. Bu noktada da en yakınında MHP’yi ve Ergenekon bloğunu buldu. Kürtlerle kurduğu diyaloğu ve açılım siyasetini de bu bağlamda bitirdi. Bu başlayan yeni dönem ile beraber de esasta Alevi açılımı, Roman açılımı, Ermeni açılımı vb. tüm süreçler “Türk milliyetçiliği” ile kurulan yeni ittifakla birlikte kesin olarak sona erdirildi.

“Krizin tek bir sebebi yok, birçok sebebi var” dedik ve tüm bu nedenler de diyalektik ilke gereği birbirine bağlı. AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, şu anda içerdeki tüm ittifak girişimlerini toplumsal manada tüketmiş durumda. Müslüman görünümlü Türkçülük siyasetine saplanılıp kalınması AKP’nin siyasi krizinin geldiği son noktayı net şekilde gösteriyor.

Bu kriz, iktidarın sonunu getirecek bir kriz. İktidarın halka dine bulanmış milliyetçilik dışında söyleyecek farklı bir sözü ve vaadi kalmamıştır. AKP’nin üzerinde artık MHP’nin ideolojik gölgesi dolaşmaktadır. İslamcılık temelindeki, Mustafa Kemal’in kurucu liderliğine ve Kemalizm’e ilişkin eleştiriden vazgeçilmiştir. İktidar, tarikatlara sonsuz bir alan açarak ömrünü uzatmak istemektedir. Yön duygusunu kaybetmiş bir parti konumundadır. Kitlesine güven veren bir vizyonu kalmamıştır. Ranta ve yalana batmış olması çürümenin ve yozlaşmanın parti bünyesini sarmış olması asıl çıkmazıdır. Bu hastalıklı yapısıyla seçime gitmeyi dahi göre alacak durumda değildir. 

AKP, 2002 ve 2013 arasındaki eski günlerine günlerine özlem duyup, şimdiki haline hayıflanan kadro ve kitlesiyle kopuş noktasına varmıştır. Ancak mevcut muhalefet henüz söz konusu kararsız kitleyi kendi safına kesin olarak çekememiştir ve hayat boşluk tanımıyor.

CHP, İYİP, DEVA, Gelecek, DP, Saadet Parti’nin oluşturduğu Millet İttifakı, HDP olmadan tek başına iktidara yürüyemeyeceği de mevcut koşullarda apaçık ortada. Dezavantajları ve avantajları ile Cumhur İttifakı’nın yerel seçimlerde yenilgiye uğratıldığı denklem oldukça önemlidir. 

AKP’nin kararsız seçmenleri, karşılarında net bir şey göremedikçe hala o eski günlerin gönül okşayan “adalet” partisinden bir şeyler beklemektedirler. Ancak ekonomik krizin bu kadar derinleştiği geçimin giderek zorlaştığını bugünlerde bu kitle bağlar kurmanın imkanı eskisinden çok daha fazla olduğunu görmemek mümkün değildir.

Bugün AKP içinde kara paraya, uyuşturucuya, ranta ve talana bulaşıp da zenginliğine zenginlik katanlar için AKP’li olmak eşittir mal mülk sahibi olmak olurken, tabandaki bir AKP’li için bu durum adaletli olmak olmuyor. Yani gelinen aşamada tek bir AKP’li profili de yok. Öte yandan bir parti devleti oluşturulması itibariyle AKP bir yandan gücünün zirvesindeyken bir yanda da en zayıf anını yaşıyor olması trajiktir. Bu durum Erdoğan açısından da aynı şekildedir çünkü o artık tek olduğu kadar oldukça yalnızdır. Artık yanında tek bir eski dava arkadaşı yoktur. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Ali Babacan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener gibi yol arkadaşları yanında değildir. Bugün Erdoğan’ın yakınında duranlar -görüşü olmayan, itiraz edemeyen, vasıfız- AKP’nin çöküşünü daha da hızlandıran isimlerdir. Bu haliyle Erdoğan, yalnızlaşmış bir siyasi profil çizmektedir. Hem gücünün zirvesindedir hem de siyasetinin zirvesinde yapayalnızdır. Bu çelişki onu daha güvensiz yapmaya yetiyor da artıyor.

Erdoğan’ın faize karşı oluşunun en azından İslam’daki yeri bakımından Erbakan zamanından beri bugünlere gelen bir evveliyatı vardır. İdealist diyebiliriz. Kapitalizmde bulun mümkün olmayacağını Erbakan hükümeti de yaşayarak gördü. Zaman içinde köprünün altından çok sular aktı. Bugünkü reel durumda faize karşı oluşun hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Faiz başka başka biçimlerde ekonomik gidişatın gerçeği olarak varlığını her alanda görünür ve yaşanır kılmış durumda. Bütün olarak faiz ve rant ile işleyen sermayenin dolaşımından işçinin, memurun, çiftçinin, emeklinin borç ve faizlerini silmek-yapılandırmak gündeme gelmeyip de enflasyon sorununun tek sebebi olarak faizin gösterilmesi ekonomi bilimine rahmet okutur cinstendir.

Krizin yarattığı sonuçlar yaşama sirayet ettikçe, toplumsal hayatta etkiler yaratacaktır. Bu gidişatın olağan bir gidişat olmadığını en iyi bilen, Erdoğan ve AKP’nin kendisidir. Fakat hiçbir sorun yokmuş gibi yaparak iktidarda kalma marifeti çok az siyasi partinin yapacağı bir şeydir. Hiçbir şey yapmadan, mevcut durumun sürdürülmesi, şu anki çıkarlara uygun düşüyor olsa gerek(!). İçişleri Bakanı’nın ‘’Allah yaptırıyor’’ demesi de yapılan bunca haksızlıkların, hukuksuzlukların derinleşmesini perdelemediğini bilmek zor olmasa gerek.

Öte yandan Bülent Arınç’ın AKP’nin eski günlerine dönme çağrı ve arzuları dikkate alınacak olsa idi önce parti içinde ranta, uyuşturucuya, kara paraya, mafyatik ilişkilere bulaşmış kadroların ve ilişki biçimlerinin tasfiye edilmesinden başlamak zorunda kalırdı ki bu da partinin parçalanmasını ya da küllerinden yeniden doğmasını getirecek bir siyaset biçimi olurdu.

Bütün mesele mevcut muhalefetin, iktidara yürüme odaklı muhalefet yapamamasıdır. Asıl AKP’nin ömrünü uzatan budur. Mafya, kara para, rant ilişkileri içinde salınan AKP’nin en zayıf yerinden muhalefet etmek varken hala klasik tarzda muhalefet etmektedirler. Halk kitlelerinin sorunları ile yüzleşmek, birlikte çözüm üretme yönelimi oturmuş değildir. AKP iktidara yürürken 2001 krizinin tepkilerini nasıl ardına alıp umut oldu, nasıl türban meselesini kendine haklı neden yaparak kullandı!?

Nasıl Kürtlerin, Alevilerin, Romanların, Ermenilerin taleplerine hitap ederek iktidara yürüdü? Türbanın kabul görmesi dışında siyaseten hiçbiri olmadı ve olamazdı. Bugün gelinen noktada tüm bu vaatlerin de ötesinde kadınların hukukunu, yaşam hakkını öne alan İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırarak demokratik değerlerin en gerisine düşmüştür. Öyle ki artık siyaseten cepten yemesi yetmez gibi ekonomiyi de batırdı. Üretime dönük bir ekonomi yerine ranta dayalı tüm yatırım sahalarının ekonomiye getirdiği kambur her gün büyümektedir.

Gelinen aşamada kriz ve çöküş iç içe yaşanıyor. Nereye varılacağını bilmek kolay değil. Toplumsal hayat, krizle kendini test ederken krizde kaybedenlerin ve kazananların olacağı bir süreç yaşanacaktır. Krizden çıkış için evdeki mal varlıklarını yabancı sermayeye satarak çıkış arama çabaları var. Körfez ülkelerinin sermayesine yaslanarak ekonomide faiz artırımına gitmeden sorunları kurtarma çabaları var ama nafile. Ekonomi kara delik gibi önüne gelen yıldızları, göktaşlarını, gezegenleri yutuyor. Ona artık hiçbir değer yetişmiyor. Bu yüzden Merkez Bankası’ndaki döviz rezervi açık veriyor. Merkez Bankası’ndaki döviz toplamı tamamen swaptan oluşunca ne yaparsan yap çözüm olmaz.

Dövize endeksli yeni TL-Kur sistemi ile faiz sisteminin ortadan kalkmayacağını biraz ekonomi bilgisine sahip herkes bilir. Bu adına faiz denmeyen daha tehlikeli bir faiz sistemi. Faiz kavramını kaldırınca faizin kendisi yok olmuş olmuyor. Faiz, kapitalist piyasa ekonomisi içinde siyaset eliyle daha da maddileşmiş oluyor.