Kuzey Kafkasya ve Kuzey Kafkasya Çerkes halklarının sorunları çok boyutlu ve son derece karmaşıktır. Çerkeslerin tarihi, ulusal ve kültürel sorunları, kendi ana vatanlarında azınlığa düşürülmeleri, büyük nüfusun diasporada yaşaması, dil ve lehçe farklılıklarının getirdiği parçalanmışlık durumları her biri başlı başına irdelenmesi gereken sorunlardır. Sorunları bütün boyutlarıyla ele almak bir anma yazısının sınırlarını çok aşar. Ancak yalnız soykırım üzerine yazmak bir tarihsel trajediyi canlı tutmaktan öteye, bu soykırımın sebeplerini, daha önemli olarak soykırıma uğrayan bu halkın yaşamda kalanlarının güncel sorunlarının üzerini örter. Kuzey Kafkasya soykırımı 1864’le başlamadığı gibi bu tarihle son bulmamış günümüzde ağırlaşarak devam etmektedir. Bu yazıda soykırımın 158’inci yılını anarken, sorunu tarihsel boyutları ve güncel yakıcı kültürel ve siyasal sorunlarıyla değerlendirmeye çalışacağız.
Kafkasya için ön bilgiler
Kuzey Kafkasya, Karadeniz’den Hazar Denizi’ne uzanan sıradağların, kuzeyde geçit vermez dağlarla kaplı son derece sert bir coğrafyadır. Sürekli büyük tarihsel göç ve akınların geçiş noktasında bulunması ve sürekli istilalarla birlikte büyük güçlerin rekabet alanı olmuş ve büyük yıkımlar yaşamıştır. İstilalarla, nüfus transferleri ile geçen uzun tarihe rağmen Çerkeslik, bu coğrafyaya rengini veren silinmez bir kimlik ve kültür birikimidir. Bugün Çerkesler, azınlık olmalarına ve dışardan gelen değişik halkların çoğunluk olmalarına rağmen Kuzey Kafkasya, Çerkesliğin otantik kültürünün etkisi altındadır. Zira, Çerkesler bu bölgenin otokton halklarıdır. Kendi topraklarında tüm kırım, katliam ve sürgünlere rağmen yok edilememiştir.
Kuzey Kafkasya’da Çerkeslerin dışında birçok halk ve etnik kültür yaşıyor, değişik din ve inançlara sahipler ama yerli, bin yıllardır orada yaşayanlar arasında -çeşitli ayrımlar oluşmasına rağmen- ortaklık ve benzerlikleri daha öndedir, birbirlerinden çok şey almış ve vermişlerdir. Kuzey Kafkasya, dünyanın en zengin, canlı, etkin kültürel renklerine sahiptir. Çok bilinen “72 Millet” deyimi Kafkasya için somut bir gerçekliktir. Kuzey Kafkasya’da onlarca irili ufaklı etnik ve ulusal topluluk iç içe yaşamaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde böylesine zengin etnik ve kültürel zenginliğe rastlanmaz. Özgür ve adil bir dünyada, bu durum, hiçbir şeyle ölçülemeyecek büyük bir zenginliği ifade eder. Ancak kapitalizmin hakim olduğu bir dünyada bu büyük zenginlik, bölge halklarına acı, zulüm ve katliamlar olarak yansımıştır.
Kafkasya üzerine uyarlanmış bir fıkra, burada anlatılanları özetliyor. Allah dilleri yaratıyor ve bir torbaya dolduruyor. Baş meleklerden birini çağırarak dil torbasını veriyor. “Kullarım için çeşitli diller yaptım, al bu torbayı dünyaya götür dağıt” diyor. Melek torbayı alıyor ve geçtiği bütün ülkelerin üzerine birer birer dilleri dağıtıyor. Bütün dünya dağıtımı bitiyor, bir tek Kafkasya kalıyor ama dillerin yarısı torbada duruyor. Melek de torbada kalan tüm dilleri Kafkasya üzerine serpiyor. İşte Kafkasya’nın dil zenginliği bu hesap bilmeyen meleğe bağlanır.
Kafkasya’nın uzak geçmişi
Kafkasya halklarının tarihi, gerçek anlamda bin yıllara yayılan özgürlük ve varoluş mücadelelerinin tarihidir. Tarihsel istilalara, güçlü düşman saldırılarına, ölçü kabul etmez eşitsiz koşullarda inatçı bir direnişin tarihidir. Bundan dolayı, toplum ve bireyler olarak Kuzey Kafkasya halklarının savaşçı yetenekleri çok gelişkindir. Ancak bu, hiçbir zaman başka halklara saldırganlık ve işgalcilik boyutuna geçmez. Tarihin her döneminde, onlar hep topraklarını ve özgürlüklerini, diasporada ise kültür ve kimliklerini korumak için savaşmıştır.
Marks, Çarlık Rusya’sıyla ilgili yazılarında sık sık Kafkas halklarının direnişlerinden bahseder, bu direnişleri destekler ve onları “özgürlük kartalları” olarak niteler. Kafkas halklarının bir adı da “dağlılar, dağlı halklar”dır. Bu tanım coğrafyadan çok, bu halkların özgürlük tutkusunu ifade eder. Özgürlük tutkusu bu halkların inançlarında, kültürlerinde, geleneklerinde, folkloründe capcanlı fışkırır.
Günümüzde farklılaşmış olsa da, otuzdan fazla değişik dil ve lehçe ile konuşan topluluklar, Çerkes ortak kimliği altında tarifleniyordu. Bugün farklı toplumlar, kendilerini ayrı kimlikleriyle tanımlıyorlar. Ama tarihsel ve kültürel yakınlıkları, güncel siyasal baskılar ve buna karşı mücadele görevleri, onları birlik olmaya zorluyor.
Çerkesler, Kuzey Kafkasya’nın bilinen en eski, otokton halklarıdır. M.Ö 3000 yıllarından beri bu bölgede yaşıyorlar. Bugün yokoluşa direnen bu halklar, binlerce yıl önce çok zengin bir kültür ve yaşam kurmuşlardır. M.Ö 2000 yıllarında tarım yapıyor, hayvan yetiştiriyor, bakır kullanıyor, çömlek eşyalar yapıyorlar. Beşinci ve altıncı yüz yıllarda, toplu yerleşim birimleri kurmuşlardı. Günümüze gelen Nart Destanları, Yunan Mitolojisinin esin kaynağıdır.
Kafkasya, tarih boyunca, güçlü devletlerin rekabet alanı olmuş ve istilalar hiç bitmemiştir. Aynı zamanda, Asya içlerinden Anadolu’ya ve İran’a geçiş kapısı olduğu için, iki yönden gelen kitlesel akınların ve fetih hareketlerinin yağma alanı olmuştur. M.Ö. 200 yılında İskitlerin devamı olan Sarmatlar tarafından işgal edilmiş, sonrasında ise Alanlarla savaşlar yaşanmıştır. M.S. 400 yılında Hunların, 13. yüzyılda Moğolların istilasına uğradı. Kafkasya, 15. yüzyılda Kırım Hanlığının saldırılarına sahne oldu. Coğrafyasının geçit vermez yapısından dolayı merkezileşemeyen değişik kabileler arasında çatışmalar devam ederken, bölgeye giren Ruslar prenslikler kurdular. Çerkes direnişleri, bu ilk dönemde kurulan Rus prensliklerini yıktı. Daha sonra gelen Moğol istilası Kafkasya’yı tam bir yıkıma uğrattı. Moğollar, uzun süre kalmadan batıya ve güneye doğru akınlarını sürdürdüler ancak, geçtikleri yerleri yağmalayıp taş üstünde taş bırakmadılar, önlerine çıkan ve direnen herkesi kılıçtan geçirdiler. 1600-1700 yılları arasında kesintisiz Rus saldırıları başladı. Ruslar, dönem dönem barışçıl ilişkiler kursalar da Çerkes kabileleri arasındaki çelişkileri kullanarak tüm Kafkasya’yı işgal için hazırlandılar.
Çerkes Soykırımı
Rusya, 16. yüzyılda Korkunç İvan döneminde (1556) Kafkasya’ya girer ve prenslik kurar ama bu çok yaşamaz, Çerkes direnişleriyle yıkılır. Çarlık, güçlendikçe Karadeniz ve Kafkasya’ya yayılır. 18. yüzyılda başlayan Rus saldırıları 300 yıl boyunca aralıklı olarak devam eder. Çerkesler başından itibaren Rus işgaline sert direniş gösterir. Rusya, büyük bir güçle saldırıya geçip belirli bölgeleri işgal eder ve buralara askeri kaleler kurarak geri çekilir. Savaş sonucu yüksek dağlara sığınan Çerkesler, güçlerini toparlayıp bu kaleleri yerle bir ederler ama Rus saldırıları aralıklarla devam eder ve 1800’lerin başlarında kalıcı yerleşim yerleri kurulur. 1556’da başlayan işgal saldırıları, 1700 ortalarından sonra kesintisiz,1864’e kadar devam eder. 1864 yılında Soçi’deki savaşla, Çerkes direnişi kırılır ve Ruslar, Çerkeslerin yaşadığı toprakları işgal edip köyleri ve şehirleri yıkar, tarlaları ateşe vererek halkı sürgüne mecbur bırakır. Bu dönemde 500 bin kişi kılıçtan geçirilir, 2 milyona yakın kişi 5 ayrı kampta toplanır. Kamp yerlerinde toplananların yüz binlercesi, kara ve deniz yoluyla yaptıkları uzun yolculuklarda; salgın hastalıklar, deniz kazaları, soğuk ve açlıktan ölür. Sürgün yolu da Çerkesler için ölüm yolu olur. Bu, insanlık tarihinin tanık olduğu en korkunç soykırımlardan biridir.
Osmanlı’nın Çerkes iskan politikası
Can çekişen Osmanlı egemenliği, Çerkeslerin göçünü birçok bakımdan, kendisine taze kan aşısı olarak benimsemiştir. Daha baştan Çerkes nüfusu, çok yönlü çıkarlarına uygun ve kullanabileceği bir iskan politikasına tabi tutmuştur. İskan politikasının bir çok sebebi vardır. Birincisi, gelenlerin asimilasyonudur. Bunun için Çerkesleri, Balkanlardan, Ege ve İç Anadolu’ya, Samsun’dan başlayarak Hatay üzerinden Suriye, Irak, Ürdün ve Filistin topraklarına uzanan geniş bir coğrafyaya yerleştirmiştir. Anadolu’daki yerleşimde, belirli bölgeler hariç, birbirinden o dönem için çok uzak aralıklarla köyler kurulmuştur. Sakarya, Düzce’den başlayarak Bursa’dan Manisa’ya kadar hem tarımı geliştirmek hem de Ege bölgesinde azalan Müslüman nüfusu çoğaltmak maksadıyla toplu yerleştirmiştir. Kayseri ve Sivas bölgelerine ise o dönem sorun yaşadığı Avşar nüfusuna ve Sivas’ta Kürt Kızılbaşlara karşı “tampon” amacıyla toplu yerleştirmiştir. Çerkes nüfus içinde de bey sülalelerine ayrımcı davranır. Geleneksel olarak kabile şeflerine bağlı ve silahlı olduklarında kabile reislerini şehir merkezlerine aldı, geri kalanlar kırsal bölgeler serpiştirdi. Askeri şeflere, beylere ve seçtiklerine Osmanlı ordusunda rütbe verdi.
İkinci olarak Osmanlı, Çerkesleri tüm Balkan coğrafyasına, Balkan Halklarının devam eden bağımsızlık mücadelesine karşı kullanmak için seçilmiş isyan bölgelerine yerleştirmiş ve bu amaç gerçekleşmiştir. Çeteler olarak silahlandırdığı ve ordu içine aldığı bu güçleri, Balkanlar’daki katliamlarına ortak etmiştir. Rumeli’ye yerleştirilen Çerkes nüfus 400 bin olarak kayıtlara geçmiştir. Bir diğer tampon yerleşim hattı, Samsundan başlayıp Sivas, Malatya, Maraş ve Hatay üzerinden Filistin’e uzanmaktadır. Çerkesler, Sivas, Malatya, Maraş’ta Kızılbaşlara; Hatay’dan Filistin’e uzanan hatta ise Arap isyanlarına karşı yerleştirilmiştir.
Çerkeslerde din ve kültür
Kafkasya, önce Roma ve Pers imparatorluklarının, sonra Bizans ve Arapların daha sonra da Rusya Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğunun rekabet alanı oldu. Bu dönemlerde rekabet eden güçler, her dönem kabileler arası çelişkileri kullanarak kendilerine işbirlikçiler buldular. Osmanlı ve Ruslar din ve kabile rekabeti üzerinden, Çerkes egemenleri eliyle, bu halkları çok yönlü kullanmışlardır.
Kafkasya coğrafyası, Çerkes toplumunun gelişmesinde, başka toplumlarda olduğundan çok daha etkili olmuştur. Ardı arkası kesilmeyen işgaller, sert ikilim koşulları, ulaşıma elverişsiz coğrafya, Çerkes kavimlerinin dil, kültür ve ekonomik birliğinin gelişmesin geciktirmiştir. Yine bu durum, Çerkeslerde Hint kast sistemine benzer bir ikili yapıyı; “köle ve bey kabileler”i doğurmuştur. Bu ayrımcılık, sınırlı kalsa da izleri günümüze kadar devam eden gerici bir gelenektir. Yakın tarihe kadar Çerkesler, ortak, kolektif özgür topluluklar halinde yaşıyorlardı. Bazı bölgelerde erken, bazı bölgelerde daha geç sınıf farklılıkları başlasa da, sık sık istilalar sonucu dağlık bölgelere çekilmeleri kalıcı yerleşimi engelliyor ve bu durum toplumsal birliği ve pagan kültüründen getirdikleri komünal değerleri yaşatıyordu. Yerleşim alanları sık sık istilalarla yıkılan Çerkes kavimleri, Kafkasların yüksek dağlık zirvelerine çekiliyor; buralarda birikiyor, aralarındaki sınıf farklılıkları flulaşıyor, tüm bireylerin katılımına açık toplumsal ilişkiler öne geçiyordu.
17. yüzyıl sonları ve 18. yüzyıl başlarında, Çerkes kabilelerinde toprak sahibi soylular oluştu. Bazı kabilelerde, zaten beylik ve kölelik ayrımı yerleşmişti. Kafkasya’da feodal toprak sahipliği, kölelik-beylik ilişkileri ve ortak mülkiyet, aynı anda, birlikte görülebiliyordu. Coğrafya etkisi ve özel mülkiyetin geç ortaya çıkması, Çerkes topluluklarının gelişmesinde olumlu ve olumsuz etkilerde bulunmuştur.
Kafkasya halkları, mitolojik ögelerle süslü, kendilerine özgü gelişkin pagan inançlara sahiptiler. Kafkasya’da din, son döneme kadar, hiçbir zaman katı kurallı, dogmalar düzeyine çıkmamıştır. Dinsel bağnazlık ve diğer dinlere düşmanlık da çok yaşanmamıştır. Bizans ve Araplarla başlayan ilşikilerle, Hıristiyanlık ve Müslümanlık egemen kabileler eliyle sınırlı etkileşim gösterse de 1600 yıllarına kadar, tüm Kafkasya’da pagan inançlar hakimdir. Hıristiyanlık ve Müslümanlık çok geç yayılmıştır. İlk dönemler, Rusya ile işbirliği yapan bazı kabileler Hıristiyanlığı benimsediler. 1700 yıllarında Rus Çarlığının baskılarına tepki olarak, Osmanlı ile ilişkiler sonucu İslamiyet yayılmıştır. Çerkeslerin Hıristiyanlığı gibi Müslümanlığı da kendi pagan inançlarıyla karışıktır. Müslümanlık ve Hıristiyanlığın yanında kendi pagan inançlarını koruyan bir kesim hep olmuştur. Müslümanlık çoğunluğun benimsediği din olsa da, Çerkes ulusal ve kültürel motiflerinin önüne geçememiş, toplumsal yaşamı belirleyecek oranda güçlenmemiştir. Din, yalnızca kişinin kendi özel inanç dünyasında kalmış; toplumsal yaşam, ulusal geleneklere göre biçimlenmiştir.
İslamiyet, Çarlık Rusya’sına karşı mücadelede inanç yönünden çok, bir kimlik olarak benimsenmiştir. Müslümanlık, Çarlığa karşı mücadelede güçlü bir motivasyon yaratmış ama aynı zamanda Kafkas halkları arasında bölünmeler yaratmıştır. Zamanla bir akım olarak Nakşibendi tarikatının bir kolu olan “Mürüdizm” yaygınlaşmıştır. Mürüdizmin yaygınlaşması, değişik kabileler arasında önemli sorunlar doğurmuştur. Mürüdizm, belirli bölgelerde dağlı, özgür topluluklar üzerinde, kabile egemenlerinin güçlü bir baskı aracına dönüşmüş, gerici egemen sınıfların kendi çıkarlarını ve otoritelerini yerleştirmeye hizmet etmiştir.
Çerkeslerde egemen sınıflar
Çerkeslerin, ulusal gelişme ve birliklerini tamamlamasında dış faktörler (Osmanlı-Rus rekabeti arasında sıkışma, istilalar) etkili olmuştur. Bunun yanında yukarıda belirttiğimiz iç faktörlerin de önemli etkisi olmuştur. İç ve dış etkiler birlikte, ulusal bütünleşmeyi engellemiş, merkezileşme gelişmemiştir. Öte yandan, eski özgür toplumsal gelenekler de zamanla bozulmuştur. 17. yüzyıldan sonra, beylik-kölelik, soyluluk-serflik temelinde sınıfsal ayrışma derinleşmiştir. Kabileler arasında ve kabile içinde kıyasıya çekişme ve iç çatışmalar artmıştır. Çerkes beyleri, birbirleriyle kanlı çatışmalara girmiş; bu çatışmalarda halkı birbirine kırdırmıştır. Kabilelerin çatışmalarından bıkan halk kitleleri, dönem dönem ayaklanmıştır.
Geç ortaya çıkan Çerkes egemen sınıfları, zayıf, cılız ve ulusal bilinçten uzak oldukları, en gelişkinleri bile aile ve kabile çıkarlarının ötesinde bir bilince sahip olmadıkları için, dış güçlerle kolay ilişki geliştirmiştir. Geleneksel egemenler, Çerkes halkına dış düşmanlar kadar zarar vermiştir. Bu gerici tabaka, hiçbir ulusal talebe sahip çıkmamıştır. Bir dönem, dini kurallar adına halka kan kusturan Mürüdizmin şeyhi Muhammet Emin, daha sonra Rusların safına geçerek müslümanlara karşı savaşmıştır. Osmanlı-Rus rekabetinin yükseldiği dönemlerde Çerkes egemen sınıfları, gönüllü olarak bu rekabette yer almış ve kendi etkiledikleri kesimleri de bu rekabette karşı karşıya getirerek yok oluşa sürüklemiştir. İşgal, sürgün ve soykırımı Rus Çarlığı yapmıştır, ancak bu gelişmelere Çerkes egemenlerinin de katkısı az değildir.
Çerkes beyleri ve Osmanlı ilişkisi
Osmanlı’ya toplu göçlerin başını, gerici sınıflar çekmiş ve Osmanlı topraklarında da bu uğursuz rollerini devam ettirmişlerdir. Baştan gerici sünnilik temelinde, sarayla bütünleşmiş ve sarayla birlikte Çerkes ulusal külür ve geleneklerine karşı savaş açmışlardır. İslamın şeri hükümleri ile uyuşmayan yüksek Çerkes ulusal değerlerini, gerici islam temelinde yeniden düzenlemeyi, Saray adına bunlar başlatmıştır. Darmadağınık geniş Osmanlı topraklarına serpiştirilen halka, ileri kültür değerlerini yasaklamışlardır. Çerkes toplumundaki özgür kadın erkek ilişkilerini, kadını aşağılayan islam anlayışıyla değiştirilmiş ve ulusal kültürün en önemli ögeleri olan dans ve müzik islama aykırı addedilerek yasaklanmak istenmiştir. Bunlar daha sonraki asimilasyonun ve kimlik kaybının başlatıcıları olmuştur.
Geleneksel Çerkes gericiliği, asalak Osmanlı hanedanına uşaklıkta sınır tanımamıştır. Bunların uygulamalarıyla Çerkeslerin onurlu kimliği kirletilmiştir. Özgür Çerkes kadınını köleleştirmiş, savaşçı Çerkes gençlerini Osmanoğullarının kirli saltanatlarının bekçisi haline dönüştürmüştür. Yüzlerce, binlerce Çerkes kadını fiziki özürlü Osmanoğulları ve Saray çevresine peşkeş çekilmiştir. Bugün hala Çerkes denildiğinde ilk akla gelen, güzel kadınlarını saraya cariye olarak vermeleridir. Yanı sıra gözü kara savaşçı, atak ve cesur gençlerinin saraya kölece bağlı korumalar olduğudur. Bu onursuz imajların yaratıcısı geleneksel Çerkes gericiliğidir.
Muhaceratta Çerkesler
Ülkesinde soykırıma tabi tutulan ve topraklarını terk etmek zorunda kalan Çerkes kitleleri, çaresizlik içinde, “denize düşen yılana sarılır” misali bu gerici önderliklerin peşinde Osmanlı sarayına sarılmıştır. Bu durum daha sonra Çerkes kitlelerinin iktidarlarla yakın ilişkisini, hiç onurlu olmayan güvenilir bir teba olmasını getirmiştir. Ancak bu Çerkesliğin bir yüzüdür, daha çok geleneksel gerici Çerkes soylularının ve onların etkisindeki kesimlerin yüzüdür. Geleneksel Çerkes gericiliğinin daha sonraki evrimi, daha kirli ve iki yüzlüdür. Bu uşak takımı, TC’nin kuruluş yıllarındaki yaşananların etkisini kullanarak; ırkçı Türk milliyetçiliği ve anti komünist faşizan dinci eğilimlerle ve devletle bütünleşmiştir.
Yerleşik hayata geçen Çerkes toplulukları, hem üzerlerindeki asimilasyoncu baskılara hem dayatılan islamın gerici kurallarına hem de gerici önderliklerine karşı, zaman içinde yavaş yavaş kendi kimliklerini ve geleneksel değerlerini korumuş ve güçlendirmiştir. Uçsuz bucaksız Osmanlı topraklarının bir boydan bir boya ıssız bölgelerine serpiştirilen Çerkesler, bir asırdan fazla zamana rağmen tümüyle ulusal kimlik ve kültüründen kopmamış, ağır Türk milliyetçiliğine ve şovenizmine direnmiştir. Bilinçli olarak birbirinden uzak mesafelere kurulan köyler, az çok uygun koşullar oluştuğunda bulundukları tüm yörelerde kendi renkleriyle yeniden görünür hale gelmiştir.
Kendi kimlik, kültür ve inançlarını inkar ederek Türk sünni kimliğine geçenlerin yanında büyük bir kesim şu veya bu biçimde, kendisi olmakta ısrar etmiştir. Asimilasyona direnerek yerleşik halklarla olumlu ilişkiler geliştirmiştir. Hiçbir zaman anayurt özlemi ve Kafkasya sevgisinden kopmamış ama yaşadığı toprakları benimsemiş ve toplumsal yaşamın her alanında aktif tavır almıştır. Geri dönüş özlemi içindeki Çerkesler, 1877 (Hicri takvimle 93 Harbi olarak bilinir) Osmanlı-Rus savaşını bekledikleri zaman olarak kabul edip akın akın Kafkasya ve Rumeli’de tüm cephelerde, bütün güçleriyle orduya gönüllü katılmıştır. Bir yıl önce başlayan Bulgar bağımsızlık ayaklanmasının ve diğer Balkan halklarının direnişlerinin ezilmesinde, hem çeteler olarak hem düzenli ordu içinde yer alarak çok etkili roller oynamıştır. Bu savaş ve isyanlarda gösterdikleri ataklıkla, Çerkesler içinde de ayrıcalıklı Saray tebası kesim oluşmuş ve bu kesimler Saray Muhafızlığı, Osmanlı ordusu, Hamidiye Alayları, Teşkilat-Mahsusa vb kurumlarda yer edinmiştir. Bugün de TSK içinde, MİT’te, gerici ve faşist teşkilat ve güvenlik kurumlarında önemli roller oynamaktadır.
Çerkeslerin politik etkinlikleri
Tüm diaspora topluluklarında olduğu gibi Çerkesler de homojen bir topluluk değil sınıfsal konumlarına uygun yerli topluluklarla ilişkiler geliştirmiştir. Osmanlının son döneminde ve Kurtuluş savaşında Çerkesler toplumdaki güçlerinin çok üzerinde politik ve toplumsal etkide bulunmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunda ve lider kadroları arasında çok sayıda Çerkes yer almıştır. İlk siyasal gizli örgüt olan Fedailer Cemiyeti’nde de Çerkesler vardır. Saray çevresinde Çerkes lakaplı bir çok paşanın ismi geçer. Padişahın hafiye ve fedailerinin çoğunluğu da Çerkeslerden seçilmiştir. Bu durum, o zaman Osmanlı içinde olan Suriye ve Ürdün’de de görülmektedir. Ürdün’de Kralın Hasa Alayı, ordusu ve diğer güvenlik birimlerinde, Suriye’de Muhabarat ve ordu içinde, her iki ülkede siyasi ve bürokrasi içinde yüksek makamlarda çok sayıda Çerkes kökenli yer alır. Bunların yanında, geleneksel gerici önderliklerden kopan Çerkes kitleleri ve Çerkes aydınlarının bir kesimi, her dönem muhalif ve ilerici hareketlere katılmıştır.
Tek boyutlu, Türkiye Kurtuluş Savaşı olarak öğretilen süreç, dış savaşlardan önce yoğun ve çok boyutlu bir iç savaşlar sürecidir. Ermeni, Süryani soykırımı ve Rum nüfusun sürülmesinden sonra, devletçe örgütlenen çetelerle, Karadeniz bölgesinde Pontus Rum halkı toplu katliamlarla yok edilmiştr. 1921 Ocak ayı içinde TKP önderleri Karadeniz’de boğdurulmuş ve aynı tarihte Çerkes Ethem ve Kuvay-i Seyyare güçleri dağıtılmıştır. Gene 1921 Martı’nda Koçgiri Kızılbaş Kürt isyancıları ezilmiştir. Bunlar, muhalif kesimlere karşı yürütülen iç savaşın bir boyutudur. Daha büyük iç savaş, egemenlerin kendi içinde, Saray ve Mustafa Kemal kuvvetleri arasında yaşanmıştır.
Kurtuluş Savaşında Çerkesler
Yunanlıların Anadolu işgaline karşı ilk ve güçlü direniş, Çerkes Ethem etrafında örgütlenen eski askerler ve çeteler tarafından başlatılmıştır. Çerkes Ethem etrafında örgütlenenlerin çoğunluğu Çerkeslerdir. Ankara Hükümeti’ne karşı Saraydan yönetilen Aznavur İsyanı, gene Adapazarı ve Düzce isyanları, çoğunluğu Çerkeslerden oluşan güçlerdir. Bu isyanları, kanlı bir biçimde Çerkes Ethem kuvvetleri bastırmıştır. Yozgat’ta başlayan büyük isyanı da Ege’den gelerek Çerkes Ethem kuvvetleri bastırmıştır. Ankara Hükümeti’ni en zor döneminde ayakta tutan ve koruyan Çekes Ethem kuvvetleridir. Çerkes Ethem’in Yeşil Ordu ve Kuvay-i Seyyare çalışmalarına girmesi ve diğer muhalefet güçleriyle birleşme eğiliminin öne çıkmasıyla Osmanlı artığı paşalar, komplolarla diğer muhalif güçlerle birlikte Çerkes Ethem Kuvvetlerini de tasfiye etmiş ve kendi komplolarını “Çerkes Ethem ihaneti” olarak yansıtmışlardır. Görüldüğü gibi Çerkesler, hem Saray çevresinde hem Ankara Hükümeti içinde ve savaşta hem de Yunan işgaline karşı her cephede çok önemli roller oynamıştır.
Çerkes Ethem’e karşı yapılan komplocu tasfiye ve “hain” damgası, Çerkes halkı üzerinde derin izler bırakmıştır. Resmi tarih tarafından hain damgası vurularak lanetlenen yalnız Çerkes Ethem değil, onun şahsında tüm Çerkes halkı olmuştur. Bu kampanyanın hedefi yalnız Çerkesler değil, Kurtuluş Savaşına ayrı bir önderlikle katılmak isteyen tüm halkçı ve devrimci güçlerdir. Çerkes Ethem olayından sonra Kurtuluş Savaşına Mustafa Kemal’le birlikte önderlik eden Çerkes paşalar da zamanla tasfiye edilmiştir.
TC’nin Çerkes Politikası
Yeni kurulan TC devleti, Osmanlı’yı aratır boyutlarda faşizan, ırkçı ve şoven bir Türkleştirme politikası izlemiştir. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm farklı ulusal ve etnik kökenliler üzerinde baskı, imha ve yok etme dönemi açılmıştır. Cumhuriyetin tarihi, gerçek anlamda azınlık kimlik ve kültürlerinin kazınması, zorla asimilasyon ve Türkleştirme tarihidir. Bu katmerli baskıların en öndeki hedeflerinden biri de Çerkes toplumu olmuştur. Diğer etnik kökenliler gibi Çerkes halkı da kendi kültür ve kimliğinde ısrar ettiği müddetçe baskı ve aşağılamaların her biçimine maruz kalmış, acımasız bir kültür imhasına tabi tutulmuştur. Kendi dillerini konuşmaları engellenmiş, Çerkes isimleri yasaklanmıştır. Irak’ta, Suriye’de, Ürdün’de Çerkesler kendi dillerini rahatça kullanabilmekte, kültürel faaliyetlerini yapabilmektedir. En gerici döneminde Çarlık Rusyası’nda bile Çerkesler, Çerkes olarak bilinir; Türkiye’de Çerkesler, “Kafkas Türkleri”dir.
En büyük Çerkes nüfusu, bugün TC sınırları içinde yaşamaktadır. Anayurtta kalanlardan birkaç kat daha fazladır. Eski Osmanlı sınırları içinde olan Irak, Suriye, Ürdün başta olmak üzere, Avrupa ve Amerika’ya uzanan geniş bir Çerkes diasporası oluşmuştur. Asimilasyon ve kültür kaybının en güçlü ve etkili olduğu ülke ise Türkiye’dir. Çerkesler, Türkiye’de vatandaşlığın tüm yükümlülüklerini yerine getirmekteler; vergi veriyor, askerlik yapıyorlar; Türkiye’nin gelişmesine ve imarına katılıyorlar. Ama kendi kimlik ve kültürel haklarından yoksunlar. Milyonları bulan Çerkes halkının hiçbir kimlik ve kültürel talebi resmi olarak kabul edilmez. Toplumsal ve siyasal anlamda güçlü bir şovenist baskı ve ayrımcılığa tabidirler. Bürokraside, eğitimde, toplumsal yaşamda Çerkes kimliğiyle yer alamazlar; Çerkes kimliğini kullananlar aşağılanır. Bu kesintisiz baskılar sonucu, yeni kuşaklar büyük oranda dillerini dahi unutmuştur.
Türk şovenizminin boyutları paranoyak ve trajikomik uygulamalar gösterir. Çerkes halkına, kelaynak kuşları kadar değer verilmez. Nesli tükenmekte olan bu kuş türünün yaşaması için her şey denenirken, Çerkes neslini tarihi ve kültüründen koparıp, yok etmek için her şey yapılır. Çerkes halkının onuru en kaba biçimde çiğnenir. Çerkesleri aşağılayan yüzlerce fıkra türetilmiştir. Çerkes kültürü bir yandan aşağılanırken, diğer yandan, birçok yüksek kültür değerleri yağmalanır ve başına Türk eki getirilerek çalınır, Çerkes folklor figürleri “Türk folkloru” olarak sunulur. Türk Devleti, farklı ulusal renklere ve kültürlere karşı paranoyak bir saldırganlık içindedir. Bu devlet diğer halklara olduğu gibi, Çerkes halkına karşı da, kendi kimliğinde ısrar ettiği müddetçe düşmandır.
TC, tüm Çerkeslere düşman değildir, aksine TC’nin geniş bir “Türk Çerkesleri” dediği uşak kesim vardır. Bunlar, Çerkesliğini inkar ederek kendisine “Kafkas Türkleri” diyen, TC için en makbul Çerkeslerdir. Hatta bunlar, Türklerden daha muteberdir. Onlar, Türkiye’nin kontrgerilla ve MİT dahil TC’nin bütün kurumlarında istedikleri gibi at oynatabilir; düzenin bütün kapları onlara açıktır. Siyasi partilerin yönetimlerinde Çerkes halkını pazarlayan lobiler vardır. Bunlar geçmişte kah Osmanlı’yla kah Rusya ile işbirliği yapan Çerkes gerici egemen sınıflarının günümüzdeki mirasçılarıdır. Bu uşak tabaka, evrim geçirerek burjuvalaşmış; genaral, polis şefi, vali, iş adamı, müteahhit, milletvekili olmuştur ama görevleri aynıdır; Çerkes halkı içinde ajan faaliyeti yürütmek, Çerkes kimliğinin imhası için içten çaba göstermektir.
Çerkes Ethem olayından sonra, Çerkesler üzerinde ağır bir baskı dönemi başlar. Çerkesler, sürgüne tabi tutulur. Daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Aralık 1922’de, Gönen-Manyas ilçelerinde 14 köy, Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgüne gönderilir. Değişik biçimlerde tüm Çerkes toplumu üzerinde baskılar artarak devam eder. Çerkes dili aşağılanır, camilerde imamlar, okullarda öğretmenler bu dilin konuşulmaması, “Moskof dili” olduğu propagandası yürütür. Çerkes müziği, Çerkes düğünleri baskı altına alınır; o derece ki, mızıkalar yakılır, jandarmalar düğünleri basar. Kadın erkek birlikte düğünler, islama karşı kafir adetleri ilan edilir. Uzun bir dönem baskı altında sürdürülen “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyası, Kürtlerin yanısıra Çerkesleri de hedefleyen bir uygulamadır. 1926 Soyadı Kanunu ile Çerkesler, sahip oldukları binlerce yıllık soyadlarını terk ederek yerine Türkçe soyadlar almaya zorlanır. Tarihe 150’likler olarak geçen dış sürgüne tabi tutulan 150 kişinin 82’si Çerkes kökenlilerdir.
Çerkes Ethem’e komplo kurularak hain ilan edilmesi ve bu eksende yükseltilen kaba Çerkes düşmanlığı, Çerkes toplumunu bir dönem için politik mücadelede oldukça gerilere savurdu. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin kuruluşunda, çok yönlü olarak aktif siyasete katılan Çerkesler, siyasal yaşamın dışında kalmış, siyasete katılan belli kesimler de muhafazakar sağ partileri tercih etmiştir. Aynı biçimde, daha önceki aktif ve politik Çerkes aydınlarının büyük kesimi geri çekilirken, bir kesimi Türkçü, faşist, dinci faaliyetlere katılır.
Çok partili dönemde Çerkesler
Burada Çerkes aydınları üzerinde bazı tespitler yapalım. Eğitim görmüş Çerkeslerin oranı oldukça yüksektir. Bilim, kültür ve sanat alanlarında oldukça etkili Çerkes kökenliler bulunur. İlginçtir, Osmanlı’da Çerkes dili ve kültürü üzerine çalışmalar yapılır; Çerkes tarihi yazma girişimi başlar, Çerkesleri anlatan bir tiyatro eseri yazılır ve bir salonda oynamaya başlar (gerçi kısa zamanda tiyatro yakılır), Çerkes Teavün Cemiyeti kurulur. Kurtuluş Savaşı dönemindeki gelişmeleri yukarıda anlattık. Burada anlatmak istediğimiz Çerkes aydınlarının, Çerkes kimliği ve kültüründen uzaklaşmasıdır. Bizim bildiğimiz, 1960’lı yıllara kadar ulusal kimlik ve kültür sorunlarına eğilen bir aydın ve eser yoktur. Çok partili döneme geçiş ve 1950 yılında kurulan DP (Demokrat parti) iktidarının ilk yıllarında kısmi siyasal özgürleşme yaşandı. Bu dönemde DP iktidarına yakınlık duyan, dinci ve Türk milliyetçiliğini benimseyen kesimler, aktif politik faaliyete başladılar. Aynı dönemde çeşitli dernekler açıldı ve yayın faaliyeti başladı. Ancak Çerkes ismi hala kullanılamadığı için dernekler ve yayınlar, Kafkasya Dernekleri adıyla kurulabildi. Bir de kurulabilmesi için “Türk” sözcüğü zorunlu kılınmıştı. Kısa zamanda, bu derneklerin ezici çoğunluğu gerici Çerkes işbirlikçilerinin kontrolüne geçti ve bu dernekler, Sovyet düşmanlığı ve anti komünizmde, Komünizmle Mücadele Dernekleriyle yarışır hale geldiler.
Çerkesliği çağrıştıran Kafkasya ön adıyla kurulan bu dernekler, 1960 sonlarına kadar bütün Türkiye sathında örgütlendi ve buralar daha çok MHP’nin kontrolünde, tüm ilerici ve devrimci mücadeleye karşı kullanılan vurucu güç durumuna dönüştürüldü. Dinci kesimler, Şamil Vakfı benzeri vakıflarda etkin oldular. Her iki kanaldaki örgütler için Çerkeslik, yüzlerine taktıkları bir maskeydi ve Çerkeslik olarak İmam Şamil ve Rus mezalimi dışında, Türlük ve İslam propagandası eşliğinde faşist ve dinci militanların cirit attığı, kadro devşirdiği odaklara dönüştüler. İşbirlikçi gerici Çerkesler, bu dönemde hem burjuvazi hem devlet için tekrar “makbul” vatandaş mertebesine yükseldiler ve sistemin bütün olanakları ve bürokrasi kapıları ardına kadar açıldı. 1960’ların ikinci yarısında kurulan MSP ve MHP, Çerkesler içinde anti Sovyet propaganda üzerinden geniş taraftar buldular. Bu durum 1960 sonlarına kadar devam etti.
1966 yılında Süleyman Demirel hükümeti, Sovyetler Birliği ile “dostluk ve kültür anlaşması” imzaladı ve bu anlaşmayla kopuk olan ana vatanla ilişkiler serbest hale geldi, karşılıklı ziyaretler başladı. Bu ziyaretlerin Türkiye’deki Çerkesler üzerinde derin etkileri oldu. Ana vatana seyahat eden Çerkesler orada bir mezalim değil, geniş bir özgürlük havasıyla karşılaştılar. Uzun yıllar boyunca beyinlere yerleştirilen derin anti Sovyet, antikomünist propaganda, Kafkasya gerçekliğiyle karşılaşınca büyük bir sarsıntı geçirdi. Yalan üzerine inşa edilen zehirlenmiş bilinçler, bir anda şoka uğradı. Kafkasya halkları üzerinde “Sovyet mezalimi”nin tersine, özgür topluluklarla karşılaşan muhacerat Çerkesleri, ulusal ve kültürel hakların özgürce kullanıldığını, kendi unuttukları veya gerileyen dil, kültür ve geleneksel değerlerinin gelişmiş ve canlı olarak yaşandığını gördüler. Bu durum, Çerkes toplumunun geniş kesimlerinde kökleşmiş gerici, anti Sovyet ve sol düşmanlığını kısa zamanda savurup attı. Kafkasya’da yaşayan Çerkes toplulukları, reel sosyalizmin birçok çarpık uygulamalarına hedef olup, önemli sorunlarla karşılaşsalar bile, Türkiye’de yaşayan Çerkeslerden yüz kere daha özgürdü. Ayrıca ulusal ve kültürel bakımdan da yine Türkiye’deki Çerkeslerden çok gelişkin oldukları ortaya çıktı.
1960-80 Çerkes uyanışının canlanması
1960’ın ikinci yarısında, Türkiye toplumu içinde bir boydan bir boya, tüm toplum kesimlerinde, büyük bir siyasal canlanma başladı. İşçi grevleri, toprak işgalleri, üretici eylemleri, öğretmenler ve memur örgütlenmeleri ve gençlik hareketleri yükselişe geçti. Özellikle öğrenci gençlik içinde devrimci fikirler, hızla yayıldı ve kitlesellik kazandı. DEV-GENÇ, kitlesel ve militan bir örgüt olarak büyük bir prestij kazandı. Toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir canlanma yaşandı. Bu atmosfer, tüm Türk ve Kürt halklarını etkilediği gibi Çerkes halkını da derinden etkiledi. Bu konuda en etkili olan, yukarıda bahsettiğimiz anayurtla ilişkilerin gelişmesiydi. Anayurtla ilişki ve oradaki kültürel zenginlik ve canlı Çerkeslik, zaten hiçbir dönem yok olmayan ulusak kimlik arayışını güçlendirdi ve Çerkeslerdeki gerici anti-komünist eğilimleri zayıflattı. İkinci etki, Türkiye toplumunda yükselen özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin Çerkesler arasında güçlenmesidir. Çerkes toplumu, Türk ırkçısı Çerkes gericiğinden ve sağcı, muhafazakar eğilimlerden kopuştu. Çok uzun olmayan on yıllık bir sürede, 1970’li yıllarda, artık Çerkesler arasında faşist MHP ve gerici dinci propaganda etkisini kaybetti. Ancak Türk devletiyle ve dinci, faşist gerici ideolojiyle bütünleşmiş azımsanmayacak bir tabaka bugün de ajan faaliyetlerine devam ediyor.
1974-75’ler, Türkiye toplumunun yeniden coşkulu ve kitlesel olarak devrimci yükseliş dönemidir. Bu dönemde Çerkes toplumu, hem ulusal kimlik ve özgürlük talepleriyle hem Türkiye’deki devrimci, demokratik taleplerle yükselen mücadeleye geniş kesimleriyle aktif olarak katıldı, yaygın ve hissedilir bir örgütlülük ve kimlik bildirimi başladı. İlk defa ulusal kimlik, kültür ve özgürlük taleplerini daha cesaretle ileri süren periyodik yayınlar ve kitaplar yayınlanmaya başladı, Çerkes tarihi ve ulusal özgürlük sorunlarında canlı tartışmalar başladı. Irkçı Türk faşizminin etkisindeki Kuzey Kafkasya Dernekleri, yurtsever ve devrimci eğilimlerin kontrolüne geçti. Türkiye çapında başlayan ulusal uyanış doğrultusundaki faaliyetler, Çerkes toplumunda ilgiyle karşılandı. Çerkes aydınları içinde devrimci eğilimler güçlendi.
Çerkeslerde politik ayrışma
12 Eylül 1980 askeri faşist darbe öncesi, Çerkes toplumunda kaba hatlarıyla üç eğilim oluştu ve birbirlerinden ayrıştılar. Bir eğilim, din ve “Kafkas Türklüğü” üzerinden devlet ve sermayeyle bütünleşen Çerkes gericiliğidir. Çerkes gericiliği ideolojik olarak iflas etmiştir ama bu kesim TC devleti ve onun gizli açık faşist kurumlarıyla ve karşı devrimci vurucu güçleriyle bütünleşmiş ve palazlanan Çerkes burjuvalarının bir kesimi tarafından desteklenmektedir.
Çerkes toplumu içinde ikinci eğilim; Kafkasya ile ilişkiler başladıktan sonra güçlenen “Ana vatana Göçü” savunan Çerkes milliyetçiliğidir. Sovyetler Birliği dağılmadan önce hayali bir hedef olan göç, dağılma sonucu Kafkasya’da oluşan uygun koşullarda, tartışılan bir boyut kazanmıştır. Ancak koşulların değişmesine ve birçok özerk cumhuriyet, gelenlere yeterli olanaklar sağlanacağını ilan etmelerine rağmen, geniş göç savunucularından ihmal edilir bir azınlık dışında göçen olmamıştır. Hangi gerekçelerle olursa olsun, “ben ana vatanımda yaşamak istiyorum” talebi, doğal demokratik bir haktır. Devrimciler, bu haklı talebi destekler. Bugün gerçekleşmeyen göç ileride artabilir ve bu istek desteklenmelidir. Göç isteği yanlış değildir, yanlış olan; göç gerekçesiyle yaşanılan ülkedeki özgürlük mücadelesini önemsememektir. Şurası kesindir; ileride yüz binleri bulan bir göç gerçekleşse dahi, milyonlarca Çerkes burada kalacaktır. Göç politikası, yaşanılan ülkedeki hak ve özgürlükler için mücadeleyi, faşist baskılara karşı direnişi zayıflatan ve daha önemlisi genel demokratik mücadeleden koparan bir pasifizme hizmet ediyor.
Çerkes aydınlarının destek gören göç eğilimin en belirgin özelliği devrimci olmamasıdır, Çerkes sorununa devrimci değil reformist çözümler öneriyorlar. Çerkes halkının özgürlük ve kimlik sorunlarının çözümüne, TC’den koparılacak tavizler olarak bakıyorlar. Çerkes toplumunun özgürlük talepleri için kararlı bir mücadeleyi göze alamadıkları için, bir “kaçış” olarak göçü savunuyorlar.
Çerkes toplumundaki üçüncü eğilim, devrimci kesimlerdir. Çerkes devrimciler, hem Çerkes halkının demokratik talepleri için kitle örgütlerinde hem de Türkiyeli devrimci örgütlerde, sosyalizm için mücadeleye katıldılar. Türkiyeli devrimci örgütlerde yer alan Çerkes kadrolar, Türkiye Devrimci Hareketinin, Çerkes halkının ve diğer azınlık hakların özgürlük taleplerine küçümseyici ve sosyalizm sonrasına ertelemeci tavrından dolayı Çerkes toplumundan koptular. 1980 öncesi devrimci demokratik eğilimlerin kontrolüne geçen Kafkas Kültür Dernekleri’nde devrimci örgütlerin faaliyetleri, buralarda kadro ve taraftar kazanmak düzeyindeydi. Bu durumda, Çerkes toplumundaki gelişen demokratik birikimi örgütleyemediler, devrimci örgütlere katılan Çerkes kadrolar aynı zamanda Çerkes toplumundan koptular. Buna rağmen, Çerkes ulusal sorununu gündeme getiren ve tartıştıran devrimcilerdir. Bu etkiyle, Çerkes kurumlarında ulusal sorun, ulusların kaderini tayin hakkı ekseninde geniş kesimlerce tartışılmıştır.
12 Eylül faşist darbesi, tüm demokratik güçler ve devrimci harekete olduğu gibi Çerkes halkının devrimci demokratik kesimlerine de ezmek ve dağıtmak için terör yöntemleriyle saldırdı. Türkiye ve Kürdistan halkları ve emekçileri ağır baskılar ve işkencelerden geçirildi, devrimci güçler ve demokratik tüm kurumlar şiddet kullanılarak dağıtıldı, Çerkes ilerici kurumları da aynı baskılarla karşılaştı. Kafkas Kültür Dernekleri kapatıldı, devrimci dergiler ve kitaplar yasaklandı, bu dönemde Çerkes ulusal sorununu tartışan bir kitap “bölücülük” suçlamasıyla toplatıldı ve yazarına 7,5 yıl hapis cezası verildi.
Hızla değişen dünya düzeni, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Türkiye’de yükselen Kürt özgürlük mücadelesi, baskı altındaki diğer kimlikler gibi Çerkesler de kimlik taleplerini artık daha yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır.12 Eylül faşizmine karşı ilk ciddi başkaldırı, sömürge statüsünde tutulan Kürt halkından geldi. 1984 yılında başlayan gerilla mücadelesi, 40 yıldır TC faşizminin tüm gücüyle saldırmasına rağmen yükselerek devam ediyor. Aynı zamanda şoven baskılar altındaki tüm azılık halkları derinden etkiliyor. Kürt gerillaları, TC faşizmine karşı tüm ezilen ulusların ve sınıfların hak ve özgürlükleri için savaşıyor. ‘90’lı yıllarda başlayan bu süreç, giderek Çerkes halkı içinde geniş bir destek bulmuştur. Bu etki sonucu, Çerkes kurumlarının en önemlileri ulusal ve demokratik haklar için mücadeleyi savunmaktadır.
Çerkes Dernekleri Federasyonu, KAFFED 56 derneğin üst kuruluşudur ve aşağıdaki talepler için mücadele etmektedir:
– Çerkes soykırım ve sürgünü tanınmalı.
– Hak ve özgürlük temelli yeni bir anayasa hazırlanmalı.
– Anadil, kimlik ve kültürel haklar kurumsal ve yasal güvence altına alınmalı.
– Çerkesce TV ve radyo yayınları yapılmalı.
– Çerkes kültürüne yönelik çalışan sivil toplum kuruluşları desteklenmeli.
– Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri ile ilişkiler geliştirilmeli.
– Abhazya ve Güney Osetya tanınmalı.
Gene uzun bir dönemdir yayınını sürdüren JİNEPS gazetesi, gerek Çerkeslerin kimlik ve özgürlük taleplerinde gerek Türkiye genelinde yürütülen demokrasi mücadelesinde kararlı ve tutarlı bir çizgi izlemektedir.
Bugün Türkiye’deki Çerkes nüfusu 5,5-6 milyon olarak tahmin edilmektedir. Diğer halklar gibi Çerkesler de şovenist baskıların etkisiyle nüfus sayımlarında gerçek kimliklerini gizlemek zorunda kaldıkları için, tahmini ama gerçeğe yakın tespitle yetiniyoruz. Bu büyük kitlenin sorunları, Türkiye halklarının sorunlarıyla birleşmiştir.
Çerkes ulusal ve kimlik sorunları nelerdir? Bu sorunları yaratanlar kimlerdir? Çerkesler ulusal haklarını kimlerden istiyor? Çerkeslerin ulusal haklarını gaspedenler, toplumsal benliğini aşağılayanlar, kültür ve kimlik taleplerini yasaklayanlar, kimler ve hangi güçlerdir? Türkiye’de yaşayan Çerkesler, bu haklarını kimlerden ve nasıl kazanacaklar? Bu sorulara doğru ve bütünlüklü cevap veremeyen tüm eğilimler, Çerkeslerin sorunlarını çözmeye ve özgürlüğünü kazanmaya hizmet etmez. Bu soruların cevabı iki boyutta açık ve nettir: Çerkes halkının haklarını baskı yöntemleriyle yok eden TC faşist devletidir. Nasıl kazanacaktır sorusunun cevabı da açık ve nettir: Tüm ezilenlerle ortak mücadele cephesinde birleşerek.
Çerkesler, ana vatanda ve geniş bir diasporada yaşıyorlar; bundan dolayı ayrı ayrı ama ilişki içinde ele almak zorunludur. Ana vatanda ve diasporadaki Çerkeslerin sorunları, birbiriyle bağlantılıdır. Çerkesler, Türkiye’deki genel demokrasi ve devrim mücadelesinin dışında kalamazlar. Kendi ulusal demokratik örgütlerini kurarak ve özgürlük taleplerini programlaştırarak, Türkiye’deki devrimci demokratik mücadeleyle birleşmek zorundalar. Aynı zamanda, en büyük Çerkes topluluğu olarak ana vatandaki mücadeleyle sıkı bir dayanışma göstermek durumundalar.
Çerkes halkının ezici çoğunluğu diasporda yaşamaktadır. Diasporada yaşayan Çerkes nüfusu ana vatanda yaşıyanlardan kat kat fazla ve bunların ezici çoğunluğu, Türkiye sınırları içinde yaşamaktadır. Türkiye’de Çerkesler dahil hiçbir ulusal, etnik veya azınlık inançlara (Hıristiyanlık, Alevilik, Şiilik vb.) mensup topluluklar tek başlarına özgürlük taleplerini gerçekleştiremezler. Aynı zamanda, ezilen sınıflarla birleşmeden, hiçbir alanda kalıcı başarılar kazanamazlar. Tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de acımasız bir sınıf mücadelesi kızgınlaşarak devam ediyor. Çerkes halkının özgürlüğü ve kurtuluşu, Türkiye’nin tüm emekçi ve ezilenlerin kurtuluşuyla iç içe geçmiştir.
Kuzey Kafkasya’da Çerkeslerle birlikte, kendilerini değişik kimliklerle ifade eden başka halklar yaşıyor. Çerkesler ve diğer halklar arasında, hatta aynı kimlikten topluluklar arasında, çeşitli farklılık ve çelişkiler bulunuyor ve zaman zaman bunlar çatışma düzeyine varıyor. Ancak bunları aşan binlerce yıla dayanan birlikte yaşam ve hepsi otokton olan halkların yakın yaşam ve kültür birlikleri, dünyanın en zengin halklar mozaiğini oluşturuyor. Kuzey Kafkasya’nın tarihsel şansızlığı; büyük güçlerin rekabet alanı olma durumu artarak devam ediyor. Kuzey Kafkasya, bugün hem Çarlık özlemi içindeki Rus egemenlerinin hem Batılı emperyalistlerin rekabet alanıdır. Onlarca ulusal topluluk ve topluluklar içinde daha fazla alt kimlikler temelinde parçalı durumu rakip emperyalistlere olanak sağlıyor. Kuzey Kafkasya halklarının bir veya diğer zorba güçlerle işbirliğinden hiçbir çıkarı olamaz, tersine işbirliğine girenler kendi kendilerine ihanet etmiş olurlar. Kuzey Kafkasya halklarının tek bir geleceği vardır: Tüm ulusal, kültürel, dinsel farklılıkları bilerek ve tüm farklı kimliklerin özgürlük içinde yaşayacağı ve dünyanın diğer ezilenleriyle dayanışma içinde olacak büyük bir federasyon.
20 Mayıs 2022
Görsel: Pyotr Nikolayevıch Gruzinsky, Rus Birlikleri Yaklaşırken Dağlıların Köylerini Terk Edişi, 1872, Tuval Üzerine Yağlı Boya, St. Petersburg Rus Devlet Müzesi