Öncelikle olaylara, olgulara ve yaşama kabataslak/genel-geçer bir bakış açısı üzerinden bakmak yerine özünü kavramaya yönelmek daha doğru ve bilimsel olanıdır. Bunun içinde şeylerin iç ve dış bağıntılarını gözden kaçırmamak gerekiyor. Kavramsallaştırmamız bunun üzerinden gerçekleştiği takdirde her şeyin anlaşılması ve kavranması daha kolay olacaktır.
Bir konunun anlaşılması için doğru tarzda ve doğru bir yöntemle ele alınıp incelenmesi gerekiyor. Yoksa, yanlışı doğruda ayrıştırmak mümkün olmaz. Görünüşler ve söylem biçimleri bizi aldatır. Doğrularda birleşmek ancak yanlışlardan ayrışmakla mümkün olur. Somutlarsak ancak ayrıştırarak birleştirebiliriz. Diyalektik mantık, bize bunun için doğru düşünme ve araştırma yöntemi sunar.
Diyalektik mantığın yöntemi olayların nedenlerini ve nasıllarını sorgulayarak çözümler. Bu bizi çelişkinin esasına yani çekirdek kısmına götürür. ‘Bu olayın mantığı nedir?’ ve ‘Olayın hareket ve gelişim seyri nasıl olmuştur?’ sorularına mantıklı cevaplar arayarak ilerleriz. Bilimsel ve tarihi verilerle beslenen sorular zinciri bizi günümüzün çözümlenmemiş sorularına çözüm bulmaya yöneltir. Geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmamızı sağlar. Bu da ancak olay ve olguların anlaşılması, mantığının kavranması ile mümkündür. Mantığı kavranmış bir olaydan hareketle benzer ya da farklı olay ve konulara çözüm önerileri geliştiririz. Ama yine de yeterli düzeyde çözümlenmeyebilir çünkü bilimsel ve tarihi bilgi birikimi ile kanıtlanması gerekir. Mantığı olmayan bir ton bilgi yığını ile hiçbir şey yapılamaz. Amaca bağlı olarak, kendi mantığı içerisinde bilgi yığını ile bir şey yapmak mümkün değildir. Amaca bağlı olarak, kendi mantığı içerisinde bilgi yığınının işlenmesi gerekir. Bilgi, -bize- zamanı verimli kullanma işlevini yerine getirir. Doğru bilgi ise yanlış ve yanılsamalardan ayrıştırılmış olması sonucu bizi gerçeğe yakınlaştırır.
Diyalektik yöntemde nedenden sonuca gitmek önemlidir. Ancak bazen de sonuçtan hareketle nedenlerini araştırıp açığa çıkartırız. Özellikle yanlış bir sonuca varıldığında nedensel eleştirileri açığa çıkartmak zaruriyet kazanır. Bu sebepledir ki; diyalektik yöntem sadece tümevarım ya da sadece tümden gelim yöntemini kullanmak yerine her iki yöntemi de kullanır. Tümevarım yöntemini tek başına kullanmak yeterli değildir. Bilgi, deney ve gözlem sonuçlarından bir genel, somut bilgiye ulaşmak üzerine kurulu tümevarım yönteminde; A-B-C-D-… kuşlarının kanatları vardır. ‘Öyleyse bütün kuşların kanatları vardır’ çıkarsaması ile sonuca varır. Oysa ki yarasaların da kanadı vardır ama tür olarak kuş sayılmaz. Bizi süpekülasyona açık sonuçlarla yetinmek zorunda bırakır. Tümden gelim yöntemi ise “mutlak bilgiden hareketle şeylerin doğalarını açıklamaya çalışır. İklimi değişik coğrafyalarda beyaz kuğuya rastlandığında tümden gelim yönteminin mantığı yetersiz kalır. İdealistçe bir sonuç verir. Bu basit örnekler üzerinden mantığın bir soyutlama, akıl yürütme yöntemi olduğunu görürüz. Şeyleri yeterince tek başına açıklayamaması, diyalektik yöntemin anlaşılmasını gerektirir. Hem tümevarım hem de tümden gelim yöntemi bütün buna rağmen hem güncel yaşamda hem de bilimsel çalışmalarda kullanılmaya devam etmektedir.
Diyalektik düşünce yöntemi daha komplike soyutlama ve somutlama yaparak her iki yöntemi de kullanarak bunları aşmış bulunuyor. Diyalektik mantığın zihinsel akışı, meselenin “ilmine” eriştiği an, bütün olayı çözülmemiş olsa bile, doğada ve toplum hayatında her şeyin çözümlendiği söylenemez. Aksi bir durum ne bilimle ne de Marksist diyalektik mantıkla bağdaşmaz. Çelişkiler yumağı hayatın her anı için yeni sorunları karşımıza çıkarmaya devam eder. Bu bizim düşüncemiz dışında bir doğanın varlığına işaret eder. Diyalektik mantık, işte bu bizim dışımızda varolan doğadan hareketle, tarihselci-nedenselci analitik çözümleme yöntemi ile soyutlamalar yapar. Kavramlara ulaşır. Ulaşılan kavramsal somutluktan başka başka bağıntılara geçerek soyutlamalar yapar ve her alanda farklı somutluklara ulaşır. Tarihsel bilgi yanında bilimin tüm sonuçlarından beslenerek, hayatı, toplumu yeniden keşfederek geleceğe ışık tutar.
Diyalektik mantığın kavramsal somutluklara nasıl ulaştığını anlamadan, özünü kavramak oldukça güçtür. Ezber düzeyinde bilginin hayata tatbiki söz konusu değildir. Hareketin, gelişim ve değişim dinamiğini harekete geçirecek olan bilgiyi biz, mantıksal soyut bilgi düzeyinden soyutlamak yoluyla somut bilgi düzeyine çıkartarak somutlarız. Bunun hayatta iç içe geçen diyalektik bir yanı vardır. İşte nasıl düşündüğümüz sorusu, nasıl bir sonuca varacağımızla ilişkili bir konudur. Neyi düşündüğümüz sorusu ise bizim, hayatla kurduğumuz bağ ve yapmak istediğimiz şeyle ilgilidir. Bu sorulara doğru cevaplar bulduğumuzda hayatımıza yön verebiliriz. Diyalektik mantığın toplum, tarih ve sınıf analizleri ile üretim süreçlerini anlamamızı kolaylaştıracak şey aşamalandırmadır. Üretim süreçlerinin nitelikleri ile toplumsal ilişkiler bağlamı bakımından aşamalandırma; tarihsel, bilimsel ve diyalektik mantıksal analiz sonuçlarından çıkan somutluktur. Bu diyalektik gelişim zinciri, hiyerarşik değildir. Düz bir çizgi üzerinden bir gelişim seyri izlemez. Mantık, bütün mevcut durumu doğrusal-zincirleme bilgi düzeyine taşır. Komünal-köleci feodal kapitalist toplum nitelendirmeleri esasta birbirinden kopuk toplum tarihi varsaymaz. Aynı zamanlı ve aynı yolu izleyeceğini iddia etmek de ne bilimle ne de diyalektik mantıkla bağdaşmaz. Bu nitelendirmeler-aşamalandırmalar esasa ilişkin olup kimi zaman iç içe geçebilir. Öncelikleri şartlara göre değişebilir. Esas olanın çözümü sonradan gelebilir ya da tersi biçimde tersi biçimde seyredebilir.
Capcanlı hayat bambaşkadır
Bilimsel yöntemin konuları ele alışı esas olanı yani özü açığa çıkarmaya dönük bir çalışmayı gerektirdiği için varılan sonuçlar biz her şeyin bu somutluktan ibaret gibi gözükmesi gayet tabi gerekir. Oysa capcanlı hayat bambaşkadır. Hayat bize bütünü gösterir. Bütünün ne olduğunu nelerden oluştuğunu nasıl yaşandığını bedenimizde ve ruhumuzda hissederek yaşarız. Bir ağacın sadece bir ağaç olmadığını, bir kadının sadece bir kadın olmadığını, bir işçinin de sadece bir işçi olmadığını hayat bize fazlasıyla öğretir. Bunun işçinin de sadece bir işçi olmadığını hayat bize fazlasıyla öğretir. Bunun için hayatın akışını yeniden yeni bilgilerimizle eleştirel sorgulamaya tabi tutarız. Eskiyen şeyler eskimiştir ama yok olmamışlardır. Sadece artık yaşamın akışına yön verecek nitelikten yoksun kalmışlardır. Hareketin, gelişimin yeni safhasını anlamak, hayatla bağını kurmak için eskiyle yeninin ayrıştırılması, varsa ortak bağını kurmak durumundayız.
Ayrıştırmak, bilimsel çalışmanın amacıdır. Gerçeğe ulaşmanın ayrıştırmak yani soyutlamaktan geçtiği aşikardır. Bu bakımdan tarihsel akış seyrinin eleştirilerek, kendi özelliklerini ayrıştırmak/netleştirmek zaruridir. Ayrıştırmak ve birleştirmek hareketin sürüp giden, diyalektiğini anlamak için olmazsa olmaz yasasıdır. Bunu verili koşulların soyutlaması ile yaparız. Dün ile bugünün farkını kararlaştırarak yaparız. Olay ve olguları kimi özelliklerinden soyutlayarak elde ederiz. Esasa ilişkin özlerini, temelinde yatan çelişkileri açığa çıkartıp somutlaştırmak bu şekilde mümkün olur. Şeylerin özlerini açığa çıkartmak; dışında kalan özellikleri yok saymak değildir. Bilakis onu aşana, içeren şeylerin özüne nüfuz eden bir bilinç düzeyine varmaktır. Bu nedenle, hayatı olduğu kadar kavramların donuk dünyasını da eleştirir ve sorgularız. Eskiyen kavramlar yaşamın akışına yanıt verecek düzeyde olmadıkları için yeni kavramlar üretiriz. Ayrıştırmak ve birleştirmek hareketin sürüp giden diyalektiğine dairdir. Bunu somut koşulların soyutlanması ile yaparız. Bilgi birikimimizi somutlayarak öngörülerde bulunuruz. Neyi, nasıl düşünmemiz gerektiğini bu şekilde bilincimiz belirler. Temelinde yatan çelişkiler çözümlenmeden görünüşte ve yer yer öne çıkan sorunları çözmek mümkün olmaz. Kapitalizmin ortaya çıkardığı her bir çelişkiyi birebir çözmek mümkün olmadığı için onu topyekün ortadan kaldırmak zaruriyeti baş gösterir.
Emek sermaye çelişkisini kavramadan bu da mümkün olmaz. Çözümlenmemiş sorunlar, derinleşerek başka biçimlere bürünebilir. Öncelikli sorunlar haline gelebilirler. Ne var ki ille de temel sorunu çözdükten sonra, öncelikli sorunun çözümünü sonraya bırakamayız. Bu da öncelikli soruna ilişkin temel çelişkilerle bağını kurduğumuz bir mantıksal analize bağlanır. Mantık bize tutarlı çözüm önerileri geliştirmemizi sağlar. Marksist yöntemin diyalektiği bize bunu verir ya da biz bu düşünce yöntemi ile hayatı yeniden kurabiliriz.
Yöntemimiz, şeylerin özleri dışında seyreden özelliklerini yok saymaksızın, onları içeren hayatla bağını kurduğumuz ilişkilerin nitelendirilmesinden oluşur. Diyalektik yöntem olay ve olguları incelerken, analize tabi tutarken her ne kadar teknik bir veri gibi görünse de mantığı kavranmadığı sürece hep şekilsel, dogmatik ve spekülatif bilgi yığını olarak kalır. İçsel mantığını, özünü kavramak, tarihsel oluştan ve bilimsel sonuçlardan beslenerek yoluna devam eder. Bu soyutlamadan somutlamaya doğru sürüp giden bir düşünüş biçimidir. Diyalektik yöntem bilimsel bir yöntemdir. Onun güncel hayata dair söyleyecekleri dahi bir mantık silsilesi içinden bir sorgulama üzerine kuruludur.
Felsefenin sorusu: İlk belirleyici, madde mi bilinç mi?
Felsefe bize düşünsel bakış açısı sunar. Felsefede ilk ayrışma ‘madde mi bilinci’ yoksa ‘bilinç mi maddeyi’ belirler sorgulamasıdır ya da ‘ilk veri madde mi yoksa düşünce mi’ sorusudur.
İlk çağlardan beri insanlar gerçeğin bilgisine varmak için değişik yöntemler kullanmışlardır. Sonuçta vardıkları nokta ‘düşünce-bilinç-tin mi’ yoksa ‘madde-varlık-nesne mi’ ilk veri şeklindeki tartışmalardır. Bu ayrışmanın kökeninin toplumların tarihsel süreçlerinde ürettikleri birikimlerini yani bilgi hazinelerini, nasıl ve ne şekilde kullanmak istedikleri ile ilgilidir. Basit şekilde ‘madde mi yoksa düşünce mi’ karşıtlığından çok konumlandıkları kavramsal süreçlerden hareketle kurdukları ilişki ve çelişkilerinin belirlenmesi sonucudur.
Doğru yöntemler kullanmaksızın gerçekliğin kimi yanlarını, olay ve olguların kimi özelliklerini ortaya çıkarabiliriz. Ama bu gerçekliğin bütününü ya da özünü ve temel özelliklerini apaçık ortaya koymamıza imkan sunmaz. Bir başka açıdan ise doğru yöntem kullandığımızda, bilimsel verilerin yeterli olmaması sebebiyle gerçeğin özüne erişilemeyebilinir. Bilimler, somut bilgiler üzerinden gelişim sağlar. Diyalektik yöntem de somut bilgiler üzerinden soyutlamalarda bulunarak, somutun tahlilini yapar. Tarihin birikimine ihtiyaç duyar. Tarihsel bilgi birikimi, doğru yöntemle ele alınmadıkça bilginin doğru ya da yanlış ayırdımını yeterince yapılamaz. Gerçekliğin özünü açığa çıkartıp topluma maledilme süreci güdük kalır. Bilimsel gelişmenin önü tıkanır ve bilinci bulanıklaştıran “tarihi sonu” gibi ideolojik argümanlar toplumsal hafızada kabul görmeye başlar.
İlkçağlarda Asurlular ve Mısırlılar doğayı gözleme o kadar önem vermişlerdir ki doğayı bilmişler ve görmüşlerdir. Doğal felaketlere yönelik önlemler geliştirmişlerdir.
Antikçağ filozoflarından Sokrates “soru sorarak” gerçeği açığa çıkarmayı bir yol olarak görmüştür. Tümevarım yöntemi ile vardığı sonuçlardan gerçeğin bütün bilgisine varmak istemiştir. Yine Aristoteles, tümden gelim yani akıl yürütme yöntemi ile “Organon” kitabıyla mantığın kurucusu sayılmıştır. Ortaçağ boyunca hüküm süren Skolastik düşünce, Aristo mantığını kullanmıştır. Tümden gelim yönteminde kanıtlanmak istenen şey, önsel olarak ilk önermede içerilmektedir. Esas olan birincil önermenin doğrulanması üzerine sıralı önermelerden kuruludur.
Ancak tarihsel gelişim süreci, üretici güçlerin gelişimi, bilimsel gelişmeler ve keşiflerle birlikte gelişen sömürgeci birikim süreçleri, skolastik düşünceyi ve Aristo mantığının yetmezliğini, bilimsel olmadığını; doğa, toplum olaylarını, deneyin ve bilimin ispatları ile açığa çıkarmıştır.
Salt mantıksal yolla “mutlak hakikate” ulaşabileceğini savunan Descartes’in yöntemi, şüpheci bir sorgulayacılık üzerinden sezgiye ve tümevarım yöntemine dayanır. “Düşünüyorsam, öyleyse varım” sözü de onundur. Descartes, karmaşık ve karanlık önermeleri adım adım yalın önermelere indirgenebilirse ve daha sonra da en yalın, bütün sezgilerden hareketle, bütün önermelerin bilgisine yükselebilinirse doğru yöntemin bulunmuş olacağını belirtir. “Yalnızca matematikçiler, doğrulara ispat yoluyla gideler” diyerek matematiği evrensel yöntem olarak görmüş. Evrenin de tanrının ilk başlatıcı hareketiyle başladığını; matematik formüllere göre mekanik nedensellik ilişkisi içinde hareket ettiğini savunmuştur.
Marx’ın ‘Feuerbach Üzerine Tezleri’nin birincisinde: “Feuerbach’ın materyalizmi de dahil olmak üzere bütün eski materyalizmin başlıca kusuru nesnenin, gerçekliğin duyularla kavranan dünyanın bu materyalizmle de insanın somut eylemi olarak ve pratik olarak öznel bir biçimde değil de nesne ya da sezgi biçiminde ele alınmasıdır. Bunun için materyalizme karşıt olarak etkin yön, elbette gerçek somut olduğu gibi eylemi bu niteliği ile tanımayan idealizm tarafından soyut bir biçimde geliştirildi.”
Marx’ın maddi temellerde oturtarak uyguladığı diyalektik yöntemin kökleri Heraklieitos’a kadar uzanır. “Bir nehre iki kere girilmez” sözünün ona ait olduğu söylenir ancak diyalektik yöntemi idealist temelde de olsa geliştiren bütünlük içerisinde işleyen metafiziği alt eden Hegel olmuştur. Güçlü bir iç tutarlılığa sahip Hegel’in düşünce tarzı ne kadar salt fikirden hakaret etmiş olursa olsun, kendinden önce gelen mantıkları ve metafizik düşünceleri aşabilmiştir.
Lenin “Kapital’in yönteminin anlaşılabilmesi için Hegel’in anlaşılması gerektiğini belirtmiştir. “Aforizma-Hegel’in Mantık’ının tümü iyice incelenmeden ve anlaşılmadan, Marks’ın Kapitali’ni ve özellikle de Kapital I. bölümünü anlamak olanaksızdır. Şu halde hiçbir Marksist ondan yarım yüzyıl sonra bile Marx’ı anlamış değildir.” (Felsefe Defterleri syf. 146)
Marx’ın 1859’da yayımlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da (E.P.E.K) ve 1867’de yayımlanan Kapital’de diyalektik yöntemi yetkin bir şekilde uygulayarak; gerçeğe nasıl yaklaşılması gerektiğini somut alarak göstermiştir.
Kapital’de en çok bilinen ve görünür META’yı bütün ekonomik yapının çekirdeğine yerleştirerek, soyutlamalar yoluyla somutlamalar yaparak; kapitalizmin içsel mantığını, işleyiş yasalarını, artı-değerin nerden geldiğini; karın, faizin ve rantın ticaretten değil artı değer sömürüsünden geldiğini ekonomi politikçilerin eleştirisi üzerinden somut olarak göstermiştir. Tıpkı, Hegel’in diyalektiğinin idealist özelliğinin eleştirisinden materyalist-diyalektik yöntemi geliştirmesi gibi yadsımanın yadsımasını geliştirerek gerçekleştirmiştir. Kapitalizmde üretim anarşisinin yarattığı krizler, sermaye yoğunlaşması, emek sömürüsünün üretim araçlarının gelişimi ile nasıl büyüdüğünü; meta üretiminin bütün özelliklerinin metadaki kullanım ve değişim değerlerinin emek-zaman, değer teorisi ile izahı ve eni sonu kapitalizme özgü artı değerin kar, rant, faiz şeklinde kapitalistin sermayesine eklenmesinin sürüp gitmesi ve kapitalist sömürü gerçeğinin bütün iç yüzünün diğer etkilerden soyutlayarak açığa çıkartıp somutlaşmıştır. Sermayenin, karın canlı emek sömürüsünden doğmasını açıklamış olması Marsksist yöntemin mantığının diyalektik sonucudur.
Marx, Kapital’de kapitalist toplumun temellerini ortaya koymuştur ama değişik zaman ve mekanlarda işleyişini tüm yönleriyle ve çeşitliliğiyle işlediği söylenemez. Onun çözümlediği “kapitalizm hiçbir yerde olmayan ama tüm kapitalist ülkelerde var olan kapitalizmdir.” (F.Engels)
Marksizmin araştırma yöntemi de sunuş yöntemi de hem tarihsel hem de diyalektik, mantıksal yöntemi kapsar. Tarihsellikten kopuk, mantıksallık idealizmdir. Mantıksallıktan kopuk tarihsellikte görüntülerde kalıp bağıntılarına ulaşamamaktır. Mantıksal yöntem, aynı zamanda soyutlama demektir. Soyutta, somutu elde etmektir. Somutun zenginliğini soyutta tekrar üretebilmek demektir. Öze ilişkin olmayan yanları atarak rastlantı düzeyinden ortaya çıkanları yok sayarak özü koruyabilmek demektir.
Tarihsel yöntemle, somutun sınırsız zenginliğinden hareket ederek olguları gerçekliğin tüm yönleriyle bilince çıkartıp kavramak mümkün değildir. Ancak görünüşün kopyasını elde edebiliriz. Bilimsel yöntem olguları sadece gözlemlemek onları üst üste yığmakla uğraşan tarihsel yöntemden ibaret değildir. Esas olarak, soyutlamalar yaparak, somutun yeniden üretilmesi demek olan SOYUTTAN SOMUTA GİDİŞ YÖNTEMİ: Diyalektik-Mantıksal yöntemdir.
Lenin’in “somut şartların somut tahlili” sözünde işaret ettiği soyutlama yapmaksızın somut şartların somut tahlilinin yapılamayacağını belirtmesi önemlidir.
Marx, Kapital’de “dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı her türlü bilim gereksiz olurdu.” (syf. 871, Kapital I)
Diyalektik yöntem bize, neyi gözlemleyeceğini, gözleme nereden başlayacağını, şeyi diğer şeylerden ayırarak somutun zenginliğinde boğulup kalmadan genellemeler yapmak yerine gelişmenin yönünü, esasını ve özünü görmüş ve göstermiştir.
Nisan 2020