KöZ’ün Rojava’ya dair yazdıkları üzerine
Komün’de Proudhon çizgisi üzerinden Rojava’daki devrimci gelişmeleri mahkum ediyorsunuz: “Bugün maalesef kötü bir karikatürü şimdi Rojava’da yapılmaktadır. Demokratik konfederalizm bu düşüncenin neticesidir. Komün’ün bastırılmasında da bugün Rojava’daki ademi merkeziyetçi tutum önemli rol oynamıştır.” (“Proletarya Diktatörlüğü Olarak Paris Komünü” Oturumunun Transkripsiyonu) Bu son derece basma kalıp ve ezbere bir değerlendirmedir. Daha önemlisi nasıl en radikal sözleri ileri sürerken, hemen yanı başındaki, hatta Türkiye devrimi ile iç içe gelişen Kürt devrimci dinamiğine böylesine bir yabancılaşma olabilir; başka bir izahat bulamadık ancak doktriner körlükle açıklanabilir. Aynı zamanda bu, Rojava gerçeğinden bihaber olmaktır. Burada söylenenlerin, komünler temelinde ve devletsiz toplum üzerine, PKK’nin ideolojik açılımları dışında gerçeğe dokunan hiçbir doğru yanı yoktur. PKK’nin bu konudaki görüşlerinin tartışması, bu yazının konusu değil. Rojava’da bu anlamda iktidarın ortada bırakıldığı gibi hayali bir durum yok. Tersine PKK’yi kendi devletsizlik tezleriyle karşı karşıya bırakan bir gerçeklik yaşanıyor. Rojava, birçok yanıyla Komün derslerini, teorinin pratiğe dönüştürülebildiği oranda, bizzat deneyimlenmesi yönüyle bugün canlı ve taze devrimci bilinci berraklaştırmaktadır.
Ezbercilik yaşamdan kopuk afakizmi besler, ezberden Rojava tanımının Kuzey Suriye olarak değiştirilmesini Rojava devriminin bitişi olarak ilan ediyorsunuz. Gerçekten ne dediğinizin ve önerdiğinizin farkında mısınız? Hiç sanmıyoruz, Kürt devrimci hareketine, Kürt milliyetçiliği sınırlarına çekilmesini öneriyorsunuz, ama farkında değilsiniz. Devrimin sınırları Rojava’yı aştı ve mevcut durumda eldeki topraklarda Kürt nüfus Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çerkes nüfusa göre azınlıkta (hatta Rojava sınırları içinde bile bu böyle) ve bu coğrafya Kürtler kadar onların da ülkesi. Bütün bu renkli ulusal gerçekliği doğru olarak kavrayan Kürt devrimci hareketi, hem sınırlar genişlediği için hem de diğer halklar gerçekliği nedeniyle Kürtlükle tanımlanan ismi değiştirdi ve tüm diğer halkları kendi kurtuluş ve kuruluş mücadelesine katmak için bu adımı attı. Bu, ulusların ve halkların eşitliği ilkesinin uygulanması kadar devrimin yaşaması ve komünal temelinin sağlamlaşması açısından da bir zorunluluktur. Bu coğrafyadaki halkların kardeşleşmesi ve ortaklaşması gerçekleştirilmediği ve sağlamlaştırılmadığı müddetçe, er veya geç bir Kürt-Arap savaşı kaçınılmaz olacaktır. Siz Kürtlere milliyetçilik önerdiğinizin farkında bile değilsiniz, doktriner körleşme böyle bir şey.
“Kendini Kürdistan’ın güneybatısı olarak tanımlayan Rojava yönetimi artık Suriye devletinin bir parçası değildir, artık orada yeni bir egemenlik alanı vardır yanıtını veriyorduk.” Siz bu yanıtı, neye ve kime dayanarak veriyorsunuz? Elinde dünyanın en büyük askeri gücünü bulunduran ABD bile bu kadar rahat, şurası şu devletin parçası değil, diyemiyor. ABD dahil emperyalist koalisyonda yer alan tüm emperyalistler ve Türkiye başta olmak üzere bölge gerici faşist devletleri, el altından Suriye’yi emperyalist ve gerici çıkarları doğrultusunda parçalamak için ellerinden geleni yaptılar ama başaramadılar. Bunun önünde en büyük engel, doğru bir politikayla Rojava devrimi oldu. Siyasal kararlar kafadan ve şablonlar üzerinden verilmez, somut şartların somut tahlili esastır. “Sırtında yumurta küfesi olmayanlar” dünya ve bölge dengelerini hesaplanmadan, kafasındaki şablonlara göre, istediği kararı verir ama dünyanın en büyük canavarları arasında bir varlık yokluk savaşı yürütenlerin böyle bir lüksü olamaz.
Başka bir yerde Rojava için söyledikleriniz ise kargaları güldürecek cinstendir. Başlığınız: “Rojavayı Türkiyeli emekçilerin gündemine taşımak”. “Rojavayı Türkiyeli emekçilerin gündemine taşımak sadece Rojava’daki devrimci egemenlik aygıtlarının daha rahat nefes almasını sağlamayacak aynı zamanda Kürdistan’da devrimci bir mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin Rojava’yı Suriye’nin bir parçası haline getirmeyi zafer olarak sunanlara karşı daha etkili bir mücadele yürütmesini sağlayacaktır.” (Bolşevizm Kazanacak! Bolşevik Ayrışma Yolunda Devrimci Çizgi / Temmuz 2019) Rojava’da kan can pahasına savaşan güçlerin yetersiz ve yanlışlar içinde olduğunu düşünebilirsiniz ve yanlış doğru eleştirebilirsiniz, kimse devrimci eleştirinin üzerinde değildir. Ama bu “Kürdistan’da devrimci bir mücadeleyi sürdürmek isteyenler” kimler? ve “Rojava’yı Suriye’nin bir parçası haline getirmek isteyenler” kimler? Ve siz her kimlerseniz, “Kürdistan’da devrimci bir mücadeleyi sürdürmek isteyenlerin” daha etkili mücadele yapmalarını nasıl sağlayacaksınız? Rojava’da bedel ödeyerek savaşan güçleri hadsiz bir dille suçlarken amacınız nedir?
İnciler devam ediyor: “…Rojava’daki devrimci iktidarı gündeme getirmek… Türkiye’de işçilerin demokrasi mücadelesini ancak silahlandıkları ve iktidarı ellerine aldıkları zaman verebilecekleri tezini somutlamayı mümkün kılmaktadır… Emekçileri Rojava’daki işgale karşı çıkan bir mücadele yürütmeye çağırmak her türden şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadele bayrağını yükseltmek demek olduğu gibi, Kuzey Kürdistan’daki ilhaka karşı mücadeleyi ezen ulus cephesinden büyütmek anlamına gelecektir.” (agy.) Bütün bunları gazetenizde yazmaktan başka “Rojava’yı Türkiyeli emekçilerin gündemine taşımak” için neler yapacaksınız? Orada savaşan Türkiyeli devrimci güçlerin propagandaları bunu yapamıyor. Orada savaşan güç ve savaşın kendisi de yetmiyor, bunları belirtmeye de gerek yok. Türkiyeli emekçiler Rojava’nın farkında değil, sizin gazetenizde yazdıklarınızla bu gerçekleşecek, buna ancak kargalar güler!
Devam ediyor, ipin ucu kaçmakla kalmıyor, ipi koparıyorsunuz. “Seçimlerde sınıf işbirliği yolunu seçen, burjuva partilerini destekleyen güçleri neden açıkça eleştirip onlarla aranıza mesafe koymuyorsunuz? Neden sürekli emekçileri yükselen faşizm, artan faşist saldırganlık umacılarıyla korkutuyorsunuz? Neden halk sağlığını bahane ederek eylem ve etkinlikleri iptal edenleri açıkça eleştirmiyorsunuz?” Bunlar kimler, bu toptancılık nereye varır, gereğini yapıyor veya yapamıyor ama sorduğunuz sorularda, seçimler ve sağlık bahanesiyle eylemlerin iptaline aynı eleştirileri yapan onlarca örgüt biliyoruz. Ancak burada, üzerinde duramayacağımız faşizm sorunu ile ilgili sorduğunuz soru: “Neden sürekli emekçileri yükselen faşizm, artan faşist saldırganlık umacılarıyla korkutuyorsunuz?” Bunlar ne demek? Bu sorular sizi bambaşka yerlere sürüklüyor; “artan faşist saldırganlık” size hiç dokunmuyor ama tüm muhalif halk kesimlerinin canına okuyor. Size dokunmadığı için faşist saldırganlığı hissetmiyor olabilirsiniz, Türk ve Kürt emekçilerinin çoğunluğu kadınlar, gençler, işçiler her gün ve her alanda faşist terörle karşı karşıya, konformist dünyanızda faşist terörü hissetmiyor olabilirsiniz ama kitleler etinde ve kemiğinde hissederek yaşıyor.
Birileri halkı faşist terörle korkutuyor, peki, şu yazdıklarınıza ne demeli? “Yani bugün Türkiye’de bu kadar kan gövdeyi götürüyorsa Türkiye demokratikleştiği için oldu.” Hani size dokunmayan faşist terör emekçileri korkutma umacısıydı, kan gövdeyi götürüyor diyorsunuz, kimlerin kanı akıyor? Asıl büyük gaf cümlenin içinde gizli: Bu cümleden ne anlayalım, demokratikleşme kanlı mı olur deniliyor, Türkiye demokratikleşti mi deniliyor? Bu durumda, AKP-MHP diktatörlüğünü nasıl adlandıralım? Belki bunları kendi kurgularınızla rakip gördüğünüz oportünistleri mat etmek için yazıyorsunuz ama aynı zamanda AKP-MHP diktatörlüğüne Türkiye’yi demokratikleştirme payesi verdiğinizin farkında mısınız?
Gazetenizde yazıyorsunuz: “Afrin çatışmasız bir biçimde terk edildi.” Buna “işkembeden atmak” bile denmez, daha kötüsü Tayyip’in ve Tayyip basını ağzıyla konuşmak ve devletin psikolojik harp propogandasını tekrar etmektir. İçlerinde Türkiyeli 8 devrimcinin, sayısını tam bilmediğim dünyanın değişik ülkelerinden enternasyonalistlerin de bulunduğu 2000’den fazla Kürt gerillası hayatlarını vererek Afrin’i savundu. Afrin’in çatışmasız teslim edildiğini Türk medyası yazdı, siz niye Türk Devleti’nin yalan propagandasını tekrar ediyorsunuz?
HDP üzerine
HDP’nin konumu ve izlediği siyasi çizginin değerlendirilmesi, dönemsel olarak aldığı tavırlara veya tek tek olaylar karşısında takındığı politikalara bakılarak doğru değerlendirilemez. HDP’nin yeri ve rolünü doğru kavrayamayanlar, onun bir durum karşısında aldığı tavrı kendi terazilerine göre tartar ve boşluğa eleştiri yaparlar. HDP, kendi başına ayrı bir özne değildir, bir bütünlüğün parçası, 40 yıllık gerilla savaşının açık siyasi ucudur. Bunu anlamadan yapılacak her değerlendirme, havada kalır ve bu yöndeki kendince tüm “devrimci” zorlamalar, ona bütünlüğü içinde bakamayan ve bu gerçekliği kavramayan yanlış anlayışlardır. HDP, Kürt siyasal hareketinin bütünlüğü içinde ve o bütünlüğün gerektirdiği öncelikleri esas almak zorundadır. HDP, bu eksenden kopamaz ve koparsa zaten kendisini ve halka karşı görevlerini inkar etmiş, başka bir siyasete savrulmuş olur.
HDP’nin Türkiye partisi olma özelliğini, onun bu bütünlükten bağımsızlaşması, kopması olarak anlamak doğru değildir. Türkiye devrimci güçleriyle oluşturduğu dayanışma, güç birlikleri ve ittifaklar bu bütünlük içerisinde değerlendirilmek durumundadır. Burada dönem dönem TDH’nin öncelikleri ve görevleriyle HDP’nin öncelikleri karşı karşıya gelebilir. Bu koşulda kimsenin gocunmadan HDP’nin kendi bütünlüğü doğrultusunda davranmasını -doğru tavır olarak- anlayışla karşılaması gerekir, asıl yanlış tersine davranması olur. HDP ile içinde veya yanında ittifak ve güç birliği içinde olanlar, bu gerçekliği bilerek davranmak durumundadır. Kürt devrimci hareketi bölgesel çapta, çok boyutlu ve çok cepheli büyük bir savaş yürütüyor. Bu savaşın ve mücadelenin her cephesinde önceliklerinin, mücadelenin genelinin çıkarlarına tabi olmasından doğal bir durum olamaz. Bu doğrultuda bir cephede derinleşirken başka bir cephede ittifak değiştirerek ve politik taktiklerini kırarak, savaştığı bir güçle uzlaşmalara gidebileceği gibi uzlaşma içinde olduğu başka bir cephede savaş kararı alabilir. Burada eleştiricilerin tam olarak anlamadığı şey budur ve kalıplara göre siyasal ve ideolojik eleştiriler yöneltmeleri, bu özgünlükleri gözetmediklerinden dolayı yanlış eleştirilerdir. Bu söylediklerimiz, HDP eleştirilemez, yanlışları görmezden gelinsin, demek değildir. HDP’nin ideolojik ve politik tüm görüşleri bu özgünlükler gözetilerek eleştirilmelidir.
KöZ, güncel siyasal eleştirilerinin başına HDP’yi yerleştirmiş ve HDP’nin tasfiyesini savunuyor, bunu açık olarak dillendiriyor. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çelişkiler içinde. Söylediğimiz gibi içinde HDP eleştirisi olmayan politik değerlendirmesi yok gibi. Bunların hepsini değerlendirmekten çok KöZ’nin mantığını sergileyen önemli gördüğümüz temel bazı konuları değerlendireceğiz.
Türkiye soluna ve HDP’ye önerilenler, KöZ’ü bambaşka bir düzeye savurmaktadır. Kürt sorunu ve bu temelde yükselen gerilimin genel siyasal ortama ilişkin etkilerini ve Türkiye’de bir kurgu değil uzun bir mücadele dönemi sonucu oluşan ortamı anlayamamaktır: “Türkiye’de tasfiyecilik sürecinin ilerlemesi için sadece HDP’yi değil solun belli başlı diğer odaklarını ve CHP’nin muhalif kesimlerini kapsayan PKK’nin etkisinden bağımsız bir muhalefet partisine ihtiyaç vardır.” Kürt mücadelesi yasal platformlarda kitlesel güç halinde siyaset sahnesine çıktığından beri, Türk gerici faşist iktidar klikleri, HDP’yi PKK’den kopararak kontrol etmek istiyor, burada aynı platforma düştüğünüzün farkında değil misiniz? Ancak bu sehven yapılmış bir politik gaftan çok öteye, teorik körleşme sonucu, kan revan içinde yürüyen sınıflar savaşından kopuk, kendi dünyasında bir sektin siyaseten kötü bir savrulmasını anlatıyor. Burada yıldırımlar yağdırdığınız liberallerin bile gerisine düştüğünüzün farkında değilsiniz. Sol liberaller bile değil, bildiğimiz burjuva liberaller HDP’nin demokrasinin asli gücü olacağını, tek kusurunun PKK ve gerilla ile kopuşmaması olduğunu yazıyorlar. Gerilladan kopan HDP’yi çok kolay ham yapabileceklerini biliyorlar. İtiraz edebilir, hayır biz başka anlamda söylüyoruz diyebilirsiniz, hiç fark etmez; gerilladan kopan HDP en başta Kürt halkına, aynı zamanda Türkiye devrimci güçlerine ihanet eder.
KöZ, Türkiye devrimci güçlerinin Kürt mücadelesiyle ortaklık yapmalarına yıldırımlar yağdırıyor… Bu konuda da devletle aynı çizgiye düştüğünüzün farkında değilsiniz. Devlet de Türkiye devrimcilerinin Kürt mücadelesiyle birleşmemesi için elinden geleni yapıyor. Kürt mücadelesine mesafeli duranlara farklı, birlikte mücadele edenlere Suruç ve Ankara’da yaptıklarını yapıyor. Biz de bunlara karşı mücadele ediyoruz, diyebilirsiniz ama hangi gerekçelerle olursa olsun devrimcilere, yetmiyor HDP’ye PKK etkisinden bağımsız! olmayı önermek devletle aynı çizgiye düşmektir. Daha önemlisi Kürt mücadelesinden kopuk bir muhalefet, günümüz Türkiyesinde ancak majestelerinin muhalefeti olur.
“Bu kesimler devrimci durum tespiti yaptıklarında kendilerine şu soruların yöneltileceğinin farkındadırlar: Madem bir devrimci durum söz konusu o halde devrimci öncülük görevinizi niye yerine getirmiyorsunuz? O halde Türkiye’yi pençesine almış krizin barışçıl yollarla çözülebileceği hayallerini yayan, başta HDP olmak üzere, reformistleri niye cepheden karşınıza almak yerine onları yanyana gelmek istediğiniz mütteffikler olarak tanımlıyorsunuz?” (Bolşevizm Kazanacak! Bolşevik Ayrışma Yolunda Devrimci Çizgi / Temmuz 2019) Burada ipin ucunu epeyce kaçırıyorsunuz, HDP ve bileşenlerini “barışçı yollar” “hayalleri” yaymakla suçluyorsunuz. Siz, her satırınızda devrim, iktidar, kapitalizmin mezarını kazıp, proletarya diktatörlüğü kurmayı dilinizden düşürmezken bu sistemin sahipleri bırakın tavır almayı duymazlıktan geliyor. Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz. HDP en çok barıştan söz ediyor ve sizin kullandığınız dili kullanmıyor ama onun “barış, demokrasi, özgürlük” sözleri bile yüzlerce üyesinin katledilmesi, binlercesinin işkence görmesi ve cezaevlerine doldurulmasıyla sonuçlanıyor. Tuzu kuru dünyalarında yüksek siyaset yapanlar rahat rahat işlerini yapıyor, “barışçıl yollar” hayalinde koşanlara katliam ve zindanlar düşüyor. Bu düşman niye böyle davranıyor; kör mü, neyin ve kimin tehdit olduğunu görmüyor mu? Bu yaman çelişki üzerine düşünmek gerekmez mi? Çok güzel mantık: 40 yıldır TC ile dişe diş savaş yürüten bütünlüğün bir parçası olan hareket, “barışçı hayaller” kuruyor; ömürleri boyunca vukuat düzeyinde devletle karşı karşıya gelmeyenler tavizsiz devrimci sayılıyor. Ölümlerle zulümlerle kan revan içinde HDP’de mücadele edenler devrimci değil, rahat ortamlarda burnu kanamadan Sovyetler, Komün, proletarya diktatörlüğü vb. yüksek teorik tartışmalar yapanlar devrimci. “Bu ne yaman çelişki anne!”
KöZ’e özgü yüksek politik taktik önerisi: “HDP’nin reformist ve tasfiyeci parti olduğunu söylemek onu savunmakla çelişmez. Komünistlerin HDP’nin reformizmi hakkında doğru tespitlere sahip olması devrimci bir siyasi odak yaratmak için gerekli olsa da yeterli değildir. Bugünkü tasfiyeci iklimde belirleyici olan sol hareketin içinde devrimci iddialar taşıyan militanların ve HDP’nin tabanının, HDP ve kendilerinin HDP içindeki varlığı hakkındaki yanılsamalardır. Bu yanılsamalardan kendi siyasi deneyimleriyle kurtulmaları gereklidir. HDP içinde kalarak da devrimcilik yapılabileceğini savunanların HDP içinde kalarak HDP’nin dahi savunulamayacağını kendi deneyimleriyle görmesi şarttır. “HDP’yi savunalım” tam da bu amaca hizmet eden politik bir hamledir.” (Devrimci Durum Koşullarında Devrimci ve Oportünist Tutum) Tamam birçok yerde yerden yere vursanız da burayı anladık: “Tasfiyeci ve reformist bir parti savunulabilir”. Ama “sol hareketin içinde devrimci iddialar taşıyan militanlar”a ve “HDP’nin tabanı”na dair değerlendirmeniz ve HDP’den nasıl kurtulabilecekleri konusunda söyledikleriniz çözülmez bulmaca. Yalnızca HDP’de yer alan devrimcilere değil, HDP tabanına da HDP’yi terkedin diyorsunuz ve HDP’yi savunma politik hamlenizin aynı zamanda buna hizmet edeceğini söylüyorsunuz. Burada kurulan bulmacayı biz çözemedik, çözebilen varsa beri gelsin!
Amsterdam Enternasyonali yok diyen bizlere, HDP’ye ne diyorsunuz, sorusunu soruyorsunuz. İkisi ne alaka sorusu bir yana, siz, gerçekten bütün sendikalar ve kurumlardan Amsterdamcı kabul ettiğiniz Kürtleri tasfiye etmeyi mi öneriyorsunuz. Bu konuda size gerek yok sömürgeci faşist TC bu işi fazlasıyla yapıyor, onları kurumlardan tasfiye etmekle yetinmiyor, gölgelerine kurşun sıkıyor.
“Bu teslimiyetçi çizgiyi örtbas etmek üzere ve güya ayrı bir çizgiyi ifade etme görüntüsü sağlamak için dile getirilen “üçüncü yol” tarifi de, özellikle Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları ardından yeniden gündeme girdi…. HDP’nin ve daha önce solun pek çok kesiminin sık sık önüne koyduğu “üçüncü yol” çizgisinin mucidi elbette Türkiye’deki tasfiyeciler değildir. Çar ile liberal demokrasi kanadının yanı sıra “tarafsız” bir “üçüncü yol” çizgisi tarif eden, onların kavgasına karışmadan kendi tabanlarını örgütleyeceğini iddia eden ve bunun devrimci tutum olduğunu savunan Menşevikler bunun en iyi örneklerinden biridir.” Burada yazılanlarda sapla saman birbirine karıştırılıyor tabii, Menşeviklerden söz etmeniz son derece aydınlatıcı ve gerçekten ufuk açıcı, yoksa herkes Menşevikler tarihe karıştı sanıyor. Önce bir düzeltme yapalım, “üçüncü yol” Selahattin Demirtaş’ın değil PKK’nin Kürdistan’ın konumu, kendi pratikleri ve ideolojisi üzerinden oluşturduğu özgün çizgisini anlatmak için kullandığı bir kavramdır. Bu çizginin tartışma veya eleştirisine burada giremeyiz ama PKK’nin mevcut Türkiye siyasal gündemine önerdiği ve Kürt Devrimiyle ortak savaş platformunda yer alan Türkiyeli devrimci örgütlerin de katıldığı üçüncü yol, mevcut gerici faşist burjuva kamplar karşısında tarafsız değil, faşizmi yıkmak ve demokratik halk devrimini kurmak hedefiyle oluşturduğu devrimci çizgidir. İki burjuva faşist kampa karşı, demokratik bir devrimle halkların birleşik devrimini gerçekleştirmeyi hedefleyen devrimci bir stratejidir.
Arkadaşlar bunları niye yazıyorsunuz?: “Boğaziçi Direnişinin ilk haftaları boyunca HDP sessizliğini korumuş sonrasında da kendi milletvekilleriyle sembolik destekler vermiş, etkisi altında tuttuğu kurumlarla öğrencilerin eylem girişimlerinin önüne set çekmeye çalışmıştır.” Hemen tüm siyasal gelişmelerde HDP’nin uzlaşmacılığını, teslimiyetçiliğini, burjuva sosyalizminin yelkenlerini şişirdiğini vb. teşhir ediyorsunuz, bunu kendinize görev mi seçtiniz? HDP eleştirilmemeli demiyoruz, eleştirinizi somut olarak kanıtlayın, siz teşhir yapıyorsunuz. Burada da teşhir yapıyorsunuz: “…etkisi altında tuttuğu kurumlarla öğrencilerin eylem girişimlerinin önüne set çekmeye çalışmıştır.” bunun için ne yaptı, ne söyledi? Hemen aynı sayfanın altında yazdıklarınıza ne demeli: “Tıpkı Gezi’de olduğu gibi CHP’nin uzlaşmacı rolü gözler önüne serilse de her türlü sorumluluktan kaçan tutumuna karşın HDP direnişin en büyük destekçisi edasıyla hareket edebilmektedir.” Hem öğrenci eylemlerine set çekmeye çalıştı hem direnişin en büyük destekçisi edasıyla hareket edebilmektedir. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” bu birbirine ters iki işi aynı anda nasıl becerebildi, açıklasanız da öğrensek.
Neler neler yok sizde, “maydanozlu köfteler” cinsinden tekerlemeler: “Dolayısıyla bugün Ortadoğu’da asıl anti-emperyalizm bölücü olmaktan geçer. Anti-emperyalizm başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki ezen ulus devletlerinin tümünün dağıtılması için mücadele etmek anlamına gelir. Bağımsız, birleşik Kürdistan’ı savunmadan anti-emperyalist olmak mümkün değildir.” Cümle alem PKK’ye bölücü örgüt diyor, siz gerçek bölücü biziz diyorsunuz. Güzel ama bölücülüğün gölgesine kurşun sıkan bu devlet nasıl oluyor da baş bölücü! KöZ’ü görmüyor? Yoksa size torpil mi geçiyor? Biz küçümseyici bir tavırda değiliz ama baştan aşağı yazdıklarınız ince mizah alanına giriyor.
Hemen her güncel değerlendirmenizde devrimci güçleri CHP kuyruğuna takılan Amerikancı siyaset yapmakla suçlarken şu yazdıklarınıza ne denir? “Bir eyleme CHP’nin damga vurması o eylemden uzak durmanın bahanesi olamaz.” Herhangi bir devrimci çevrenin CHP’nin etkisindeki bir eyleme katılması veya olumlu bir anlam biçmesi, kuyrukçuluk ve Amerikancı muhalefetin peşine takılma oluyor ama siz katılabilirsiniz, siz özelsiniz!
Kadın özgürlük mücadelesi üzerine
Bütün dünyada ve ülkemizde direngen ve kitleselleşen kadın hareketiyle ilgili şunlar söyleniyor: “Kadınların kurtuluşu konusu bugün ziyadesiyle önemli, özellikle Türkiye’de seksenlerden sonra yeni bir şey ortaya çıktı. Hemen Şimdi! diye tamamlanarak öne sürülen muhtelif talepler var. Güya kadın sorununu devrimden sonraya havale etmek sosyalistlerin en büyük kabahatidir. Bunun yanında şimdiden, daha bugünden bunları çözebiliriz diyen radikal görünümlü bir çıkış vardır.” Cins mücadelesi konusunda devrimci hareketin eleştirisinin yapılması neden yanlış olsun. Feminist hareketi cins mücadelesine dönük talepleri bugünden yükselttiği ve bunları gerçekleştirme hedefinden dolayı değil gerçek kurtuluş ve özgürleşmenin yolunun ancak devrimle açılabileceği ve bu nedenle tüm mücadelenin aynı zamanda devrim perspektifine bağlanması gerektiği konusunu es geçtikleri için eleştirebiliriz. Kadın hareketleri, kendi kurtuluşlarının kendi mücadeleleriyle sağlanması gerektiğini düşünerek mücadelenin sosyalizm veya devrim sonrasına havale edilemeyeceğini söylüyorlar. Devamında söyledikleriniz tam anlamıyla absürt veya şeytan taşlama: “Niye sınıfsız toplumun üst evresine ulaşmaktan bahsederken, iş bölümünün ortadan kalkmasından bahsederken yani kır-kent, kafa-kol, kadın-erkek arasındaki sorunlar bu aşamada çözülecek derken bu en sona atılmış oluyor…Bugün hadi şu şu reformlar yapılsın ve hepimiz özgürleşelim diyebiliyor muyuz?” Feminist hareketi ufkunda devrim olmamakla eleştirmek ayrı bir şey devrimci hareketin uzunca bir süre kadın özgürlük mücadelesini devrimin temel dinamiklerinden biri olarak okumamış olması ayrı bir şeydir. Devrimci hareketinin cins özgürlük mücadelesinin yakıcılığını göremeyişinde, devrim zaten bu sorunları çözecek, anlayışının hakim olmadığını söyleyemeyiz. Bu toplumsal iş bölüşümünün sönümlenmesiyle sınıfsız, sınırsız, özgür bir dünyaya geçilebileceğini ve kadının gerçek özgürleşmesinin bu şekilde olacağını söyleyerek perdeleyebileceğimiz bir sorun değildir.
“Bu aslında Türkiye devrimci hareketine yönelik bir eleştiridir. Dolayısıyla önce buradan yola çıkılması lazım. Yani kadının özgürleşmesi hemen şimdi diyerek yapılacak bir şeyse o zaman bu proletarya diktatörlüğü, sınıfsız toplumun ilk evresi ve sonra ikinci evresinde bu sorunları nereye koyacağız. Niye sınıfsız toplumun üst evresine ulaşmaktan bahsederken, iş bölümünün ortadan kalkmasından bahsederken yani kır-kent, kafa-kol, kadın-erkek arasındaki sorunlar bu aşamada çözülecek derken bu en sona atılmış oluyor. Bu ihmal ya da kadın meselesini küçümseyen bir şey değildir. Tam aksine bunlar olmadan kadın kurtuluşa kavuşamaz diyoruz. Bugün hadi şu şu reformlar yapılsın ve hepimiz özgürleşelim diyebiliyor muyuz?.. Lenin’in devrime giderken sınıfsız topluma giderken tarif ettiği üç evreyi göz ardı etmektir. İlk iş bölümü kadın ve erkek arasındadır ve en sonunda bu çözülecek ve bu çözülmeden de özgürlüğe gidilemeyecek. Marx’ın kurgusu budur.” (agy) Bunları nasıl bu kadar kolay yazıyorsunuz, cesaretiniz takdire şayan; kadın hareketi hemen şimdi özgürleşelim demiyor, özgürlük için hemen şimdi mücadele edelim diyor. Bugünkü Türkiye’de sokaklarda polisle çatışan kadınların mücadelesinden rahatsızlık niye?
Aynı mantıkla devam ediyorsunuz: “Diğer pek çok “Marksist” örgüt kadınların ve LGBTİ+’ların kurtuluşunu İstanbul Sözleşmesi’nde ararken KöZ onların ezilmesinin asıl nedeni olan maddi temellerle bir hesaplaşma içinde bulunuyor.” Ne zaman ve nerede hangi Marksist örgüt kadınların ve LGBTİ+’ların kurtuluşunu İstanbul Sözleşmesi’nde arıyorlar, bu böyle arıyorlar diye yazarak geçiştirilemez, somut olarak göstermek zorundasınız, yoksa olmayan bir tavır üzerinden çamur atmış durumuna düşersiniz. İstanbul Sözleşmesi’ni kadın mücadelesinin de zorlamasıyla atılmış bir reform adımı olarak değerlendirip, kadın mücadelesinin bir kazanımı olarak sahiplenmeyle ondan kadının kurtuluşunu bekleme iki ayrı şeydir. İkincisi sizin kadın hareketlerine ve İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı mücadele eden devrimci örgütlere izafe ettiğiniz bir şeydir.
Feministlerin devrimci harekete dönük eleştirilerini, bugüne kadar ki pratiğimiz üzerinden değerlendirmek durumundayız. Kadın özgürlük mücadelesini devrime bağlamayanları eleştirebiliriz de, öte yandan kendi tarihimizle de yüzleşmeliyiz. Bir de komünizmi göstererek buna doğru yürüyüş sırasında, mücadelenin her aşamasında kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeyi eksen olarak belirlemeliyiz. Oysa siz, devrimci hareketin özeleştiri gerektiren tarihine toz kondurmamak için teori parçalıyorsunuz. Bu yaklaşımınız bugün de kadın özgürlük mücadelesiyle nasıl ilişkilendiğinizin bir göstergesidir. Burada size dönük eleştirimizin nedeni, daha önce de dillendirdiğimiz gibi, tüm talepleri proletarya diktatörlüğüne bağlama eğiliminin sizi savurduğu yerdir: Apolitizm! Çok renkli kadın hareketlerine, erkek egemenliğine karşı mücadeleden bir şey çıkmaz, proletarya diktatörlüğü için mücadele edin mi diyorsunuz? Bu alıntıları yaptığımız yazınızın devamında, hem kendiniz Komün’ün kadınlara oy hakkı bile getirmediğini söylüyorsunuz hem de başkalarının aynı şeyi eleştirmesine yasak koyuyorsunuz: “Komün, kadınlarla ilgili ne olumlu şeyler ya da ne yanlışlar yaptı analizi yapmak yanlıştır.” Olur, siz böyle buyuruyorsanız kadınlara söz düşmez!
KöZ’den kehanetler
“Devlet ve Devrim” üzerine seminerde konuşmacı büyük kehanetler ileri sürüyor: “Biz bugün dünyaya baktığımızda giderek genişleyen ve etki alanı artan, hatta dünya çapına yayılmış bir devrimci durum tespiti yapıyoruz. Bunun en yoğun olarak da Türkiye’de bulunduğunu söylüyoruz. Türkiye ve Kürdistan’ın emperyalist zincirinin zayıf halkası olduğunu söylüyoruz. Proleter devrimlerin buradan başlayacağını söylüyoruz.” (“Devlet ve Devrim” Transkripsiyonu) Hiçbir devrimci böylesi kehanetlerde bulunamaz, devrimci tahliller somut şartların analizinden en fazla olasılıklara işaret etmekle yetinir, yalnız müneccimler buradaki gibi kehanetlerini deklare ederler. “Türkiye ve Kürdistan’ın emperyalist zincirinin zayıf halkası olduğunu söylüyoruz. Proleter devrimlerin buradan başlayacağını söylüyoruz.” diyorsunuz, siz müneccim misiniz? Tarihte hiçbir devrimci önder patlayan devrimci kalkışmaları ve devrim başlangıçlarını önceden görememiştir. Lenin, Şubat devriminden üç ay önce İsviçre’de devrim olanağının ortadan kalktığını hatta kendi kuşağının devrimleri göremeyeceğini söyler. Size “proleter devrimlerin buradan başlayacağını” müneccimler mi söyledi?
“Bolşevizm Kazanacak!” başlıklı yazıda kehanetler devam ediyor: “Darbecilerin niyetlerinden bağımsız olarak 27 Mayıs’ın sınıf mücadelesi üzerindeki etkisi ile 12 Eylül’ün etkisi farklıdır… 27 Mayıs ise toplumdaki politizasyonu daha da derinleştirerek aslında sonrasında 12 Mart’a varacak sosyal hareketlerin yolunu açmış, muhalefet hareketlerinin bilincine damgasını vurmuştur… İçinden geçtiğimiz dönemdeki olası bir darbe 12 Eylül’den ziyade 27 Mayıs’a benzeyecektir. Türkiye’deki olası bir askeri darbenin Türkiye’deki artan politizasyonu durdurması ve toplumun üstüne 12 Eylül’deki gibi bir karanlık perde indirmesi mümkün değildir. Hatta tam tersi sosyal ve siyasal sonuçları olacağı beklenmelidir.” (Bolşevizm Kazanacak! Bolşevik Ayrışma Yolunda Devrimci Çizgi / Temmuz 2019) Nasıl bir gerekçeyle, hangi mantıkla Türkiye’de yaşanan bunca deneyden sonra bunlar ileri sürülebilir? Kehanet bile diyemiyoruz, olsa olsa sayıklamalardır. Burada yazılanlar KöZ’ün ordu, devlet ve devrim sorunlarını sürekli keskin sloganlarla gündemleştirmesine, herkese yukarıdan bir edayla ders vermeye devam etmesine rağmen hiç anlamadığını gösteriyor. Günümüz Türkiye ve Kürdistan gerçekliğinde ve 40 yıldır Kürdistan’da kirli ve kanlı savaşı yürüten TSK’den ortamı ilerletecek darbe bekliyor. “Allah’ım bu kullarına biraz akıl fikir ver.”
Dünya burjuvazisi, tekelleri ve devletler devrim korkusu yaşıyor diyorsunuz: “Bugün tekelleri, dünya burjuvazisini ve burjuva devletleri devrim korkusu sarmış durumda. Emperyalist ülkelerin orta sınıflarını ve özellikle düzenden beslenen küçük burjuva aydın tabakaları da düzeni korumanın telaşına düşmüş gözüküyor. Dünya proletaryası ve ezilenlerin devrim hazırlığının temel bir yönü de bu sol-liberal sınıf işbirliği ideolojisini ve politikasını etkisizleştirmektir.” Arkadaşlar, bu satırlar günümüz dünya gerçekliğini anlatıyor mu? Dünya tekelleri ve burjuvazisini devrim korkusu sarmış diyorsunuz, bu gerçeklere ne kadar uyuyor? Birçok yerde ve ısrarla devrim partisi olmadan devrim olmaz ve devrim yapacak partiler yok diyorsunuz. Sizin olmadan devrim olmaz dediğiniz partiler nerede ve bunların hangi eylemleri görünüyor? Burjuvazi ve tekeller hayaletlerden mi korkuyor? Evet devrim korkusu oranında korkutmasa da tüm ülkeleri saran kitlesel ayaklanmalar, kadın, çevre, gençlik hareketleri, açlar ordusunun kitlesel göç dalgaları, dünyanın birçok ülkesinde sistem sahiplerini tedirgin ediyor. Bu hareketlere katılanların büyük bölümü, sizin düzeni koruma telaşına düşmüş gördüğünüz orta sınıf ve aydın küçük burjuva dediğiniz kesimler. Dünyanın hiçbir ülkesinde bunları aşan, bunlara yaklaşan saf proletarya hareketleri görülmüyor.
KöZ’den inciler
“Rojava devrimi PKK eliyle boğularak Baasçılara teslim edilmektedir.” (KöZ)
TDH için: “topluca İmamoğlu cephesine iltihak ettiler.” (KöZ)
“Bizse yine akıntıya karşı yüzdük.” (KöZ)
“Hali hazırda düzen partilerine yedeklenmek isteyen güçlere siyasal bir zemin sunma kapasitesine sahip tek özne platformumuzdur.” (Gene tek özne KöZ)
“Devrimci durumlara yol açacak koşullarla tasfiyeciliğin birlikte ilerlediği koşullarda” KöZ, “devrimci çizgiyi siyasi bir pratik içinde savunan biricik odak olmuştur.” Hep tek, hep biriciksiniz!
“Tasfiyeci basınç 31 Mart’taki seçimlerde biçimsel olarak bağımsız tutum alan akımları da Amerikancı muhalefete yedeklemiştir”
“Hali hazırda düzen partilerine yedeklenmek isteyen güçlere siyasal bir zemin sunma kapasitesine sahip tek özne platformumuzdur.” (Gene tek öznesiniz)
KöZ, UKKTH’nı savunuyor ama Kürt Ulusuna don biçmekten geri durmuyor, savaşan devrimci ulusal harekete program dikte ediyor: “Dolayısıyla bugün Ortadoğu’da asıl anti-emperyalizm bölücü olmaktan geçer. Bağımsız, birleşik Kürdistan’ı savunmadan anti-emperyalist olmak mümkün değildir.”
“Kürt Sorunu”nun “Demokratik Cumhuriyet” çizgisinde çözülmesine razı gelirken biz bağımsız, birleşik Kürdistan sorununun güncelliğinden ve öneminden hiçbir şey yitirmediğine dikkat çektik.” Hep biz demiştik, dediniz ne oldu, ne yaptınız?
“Kısacası bugün devrimci durum tespitinden yan çizenler sadece doktriner çevrelerle sınırlı değildir, her fırsatta kriz tamtamları çalıp mücadelenin ateş hattında yer almakla övünenler de aynı kusurla maluldur.” Kendiniz dışında, her şey ve herkes yanlış, yan çiziyor. Bu ancak alayı hak ediyor.
“Tam tersi doğru, çünkü Türkiye’de emekçilerin egemen olarak örgütlenmesini, Kürt ulusunun Kürdistan’da devleti yıkarak kendi egemenlik organlarını kurmasını bir tek biz savunuyoruz. Bugün kendi egemenliğimiz için hükümete karşı mücadeleyi bir tek KöZ savunuyor.” Böbürlenmenin böylesi de olmaz ki! Bir tek KöZ var.
“Onların eksiklerini kendi fazlası sayanları, devrimci örgütlenmeler dağıldıkça parsa toplama umuduyla ellerini ovuşturanları da oportünist akımlar olarak karşımıza alıyoruz.” Bu cümlede KöZ tam kendisini anlatıyor, yukarda alıntıladık ve üzerine yazdık, temel stratejik hedefi olan komünist partinin kuruluşunu KöZ, başka örgütlerin dağılacağı ve kopacaklar üzerine kuruyor.
“1 Mayıs sendikacıların, işçilerin bayramıdır” bahanesine sığınmadan 1 Mayıs’ın enternasyonalist özüne sadık kalmak için şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadele gereğini ve TC’nin Kürdistan’ın muhtelif parçalarındaki işgalci varlığına son verme gereğine yani 1 Mayıs’ın şovenizme karşı muhtevasına işaret eden bir tek KöZ olmuştur.” Gene “bir tek KöZ!
“KöZ’ün bu siyasi çizgisinin sol üzerine bir basıncı olduğunu dile getiren yoldaş, bunun sonucunda pek çok kesimin harekete geçtiğini ve bunlarının sayısının da süreç içerisinde arttığını, dolayısıyla bu bağımsız etkenin kendisinin de elbet 2021 1 Mayıs’ının 2020’den farklı geçmesine sebep olduğunu dile getirdi.” 2021 1 Mayıs’ına da yine KöZ damga vuruyor! Kendi kendine sevdalılık, her yerde ve her durumda tek devrimci KöZ ve tüm oportünistleri hizaya getiriyor!
KöZ’ü değerlendirme ve eleştirilerimiz
KöZ’ün tüm teorik, siyasal, örgütsel faaliyetini bağladığı ve temel stratejik hedef olarak Leninist partiyi yaratmak için önüne koyduğu çerçeve, baştan aşağı olmazların sıralaması, siyasal örgütsel mücadelenin tümden boşa düşürülmesidir. Bu partiyi yaratmak için düşünülen bileşim ve beklentiler tam olarak ‘bir parti nasıl kurulamaz’ onu anlatıyor. Bu tezimizi açmak için söyleyeceklerimizden daha önemli kanıt 22 yıllık pratiğidir, ama aynı biçimde bu pratiği yaratan siyasal ideolojik çerçevedir.
Komünist parti yaratmak için beklentiler (hayaller demek daha doğru) ve bileşim şöyle tarif ediliyor: “Tasfiyeciliğe direnen örgütlerin kendi örgütlerinden daha güçlü bir örgüt yaratmak için daha fazla sorumluluk üstlendiği, önüne koyduğu ödevleri daha etkin bir biçimde yerine getirdiği bir birlik olmalıdır.” (Birlik Zemini sayı 20) Bunlar sıradan yasal partilerin kongrelerinde aldığı “dilek ve temenniler” bölümünde yer alan “daha fazla sorumluluk üstlenmek” “ödevleri daha etkin yerine getirmek” türünden dileklerdir. Devamında yazılanlar: “Bu parti ancak yüzünü komünizme dönmüş bulunanların içinde bulundukları oportünist tasfiyeci örgütlerden kopmaları ve güçlerini birleştirmeleriyle kurulabilir.” (agy) Yeryüzünde bu şartları esas alan bir parti olduğunu bilmiyoruz ve böyle bir parti kurulamaz, Bolşevik parti hiç kurulamaz, böyle kurulan parti de Bolşevik olamaz. Bolşevizm başka bir çağın gerçekliğinde, dilek ve temennilerle değil sınıf mücadeleleri içinden doğmuştur. KöZ, Bolşevik partiyi kurmayı oportünist ve reformist akımlardan kopanlara bağlıyor: “Oportünist ve reformist akımlardan kopan komünistler parti yolunda birleşmeden komünist parti yaratılamaz.” (agy) Oportünist ve reformist akımlardan komünistler kopacak, kopmaları yetmez “parti yolunda birleşecek”, bunlar gerçekleşmeden “komünist parti yaratılamaz”. Yukarda komünist parti için dilek ve temenniler öne sürdünüz, sonunda oportünist ve reformist akımlardan kopuşa bağladınız, bu “olmayacak duaya amin” demeye benziyor veya yağmur duasına çıkmak gibi, kopmazlarsa ne olacak? Öyle ya, siz yazıyorsunuz: “Oportünist ve reformist akımlardan kopan komünistler parti yolunda birleşmeden komünist parti yaratılamaz.”
22 yıllık örgütsel ve siyasal pratiğinizi en iyi ifade eden gelmeyecek olanı beklemek, edebiyattaki Godot buna örnektir. Godot beklentisi, beklemeye mecbur, eylemsizliğe mahkum bir tarzı anlatır. Bunun sizdeki biçimi, kendinizce hiç gerçekleşmeyecek partiyi beklemek durumudur. Devrimci mücadelede her şeyiyle mükemmel bir parti hiç olmayan ve olmayacak partidir.
22 yıllık örgütünüz, hiçbir deneyden geçmemiş, hiçbir kitle ilişkisinde denenmemiş, yalnızca sizin için var olan bir örgüttür. 22 yıldır kapalı devre siyaset ve bunun biricik devrimci seçenek olarak sunulması, bütün diğer boşlukları gizleyen örtü durumuna geliyor. Anın görevi kitlelerin eylemlerini devrimcileştirmektir, bu görev yerine getirilmeden, örgüt sorununun çözülmesi hayalden öteye, pratiksiz oyun oynamaktır. Kendinizden başka kimsenin farkında olmadığı, kimsenin camınıza taş atmadığı, düşmanın üzerinize gelmeye bile gerek görmediği muhteşem kalenizden herkese ve her tarafa savaş naraları atıyor, kılıç sallıyorsunuz. Varlığınızın neye yarayıp yaramadığının bile farkında olmadan, mücadelenin kendisinden daha önemli olarak var olmayı gören bir kendi kendine sevdalılık. Bütün pratiklerinizi ve siyasal görüşlerinizi biricik ve tek doğru, dışınızdaki tüm birikimi hep yanlış ve sapma olarak görerek sürekli kendinizi ayrıştırıyor ve bunun gelişme, güç toplamanın tersine kendi kendini şişirme olduğunun farkında değilsiniz. Bunun en kötü tarafı, var olanı değiştirmek yerine, var olana direnmek aynı zamanda değişmemek için direnmektir.
Ayrı ayrı kongreler yapıyor ve bu kongreleri Bolşevikleşme olarak sunuyorsunuz, kendini avutma hatta kandırma dediklerimiz bunlardır. Siz, Bolşeviklere benzemek için yapıyorsunuz, benzemekten öteye onları aştığınızı iddia ediyorsunuz ama Lenin bu tarz siyasetçilik için “oyun” diyor.
KöZ, kendi 22 yıllık işlevsiz varlığını gerekçelendirmek için keyfince Lenin’i konuşturuyor: “Lenin kitle diye soyut bir şey yoktur diyor, bu bazen bir kişidir bazen 15 kişidir bazen tüm işçi ve köylülerdir.” Siz neye dayanarak bunları yazıyorsunuz? Siyasal bir varlıktan söz edeceksek ve Lenin’in dediği yerden tarif edeceksek, siyaset milyonları etkilemeye başladığı yerden başlar. Lenin, kitlelerin katılmadığı siyasal faaliyetleri açıkça oyun olarak niteler: “Siyaset, milyonlarca erkek ve kadının olduğu yerde başlar. Binlerce değil milyonlarca insan neredeyse, ciddi siyasetin başladığı yer de işte orasıdır.”(Lenin, RKP (Bolşevik) 7. Olağanüstü Kongresi – MK’nın Siyasi Raporu) Bu tanıma göre kendisine hangi misyonu biçerlerse biçsinler Türkiye’deki devrimci örgütler siyasal varlıklar değildir. Devrimci var oluş, her zaman küçük çekirdek gruplarla başlar ama 40 yıl aynı yerde durmaz, durursa bu siyaseten bitiştir ve bunda hala ısrar ve bir çıkış için cesaretsizlik tehlikeli bir iç tasfiyeciliktir.
Devrimci pratikten anladığımız nedir? KöZ devletle kapışmayan pratikleri, devrimci siyaset olarak kabul etmiyor. Ama başkalarının yaptıkları için kolayca oportünizm, uzlaşmacılık laflarını savururken bir kez olsun aynaya bakmıyor. Bir kez olsun baksa tüm bu eleştirilerin en başta ve en çok kendisini tarif ettiğini görecek. Zira yapıp ettikleriniz zaten yayınınızda anlattıklarınızdır. Bunlar da paneller, basın açıklamaları vb. bunları da siz devrimci siyasetten saymıyorsunuz. Devrimci pratikten kopuk, 22 yıllık siyaset farkında olmadan kendiliğinden pratiksizliğini teorik keskinlikler, siyaseti ahlakileştirerek ve ilkelere daraltarak örtme çabasıdır.
“KöZ’ün arkasında duran komünistler”in oluşturduğu bir bileşeni, kongresinde şu tespitlerde bulunuyor ve görevler belirliyor: “Türkiye’de kendini muhalefetle sınırlayan hareketler siyasi mücadelede daha baştan havlu atmaktadır.” ve devamında: “söz konusu örgütlerin tabanındaki politizasyon ile bu örgütlerin girdiği teslimiyetçi ve güdümlü yönelim arasındaki çatışmayı büyütecektir” diyor. Bu koşullarda kendi görevini ise “müdahale edebileceği kesimlerin sayısında bir artış olacağı” ve buna hazırlıklı olmak gerektiği şeklinde tarifliyor. Başlarken iki tespit yapıyorsunuz: Bir, rejim krizi derinleşiyor; iki, örgütlerde derinleşen tasfiyeciliğe karşı toplumda artan politizasyonun etkisiyle, örgütlerin tabanlarında çatışmanın büyüdüğünü ve sol içi ayrışma imkanlarının artığını söylüyorsunuz. Ve kongre karar olarak, rejim krizine karşı bir görevden bahsetmeyip, sol içine müdahale için, “platformumuzun bu konuda hazırlık yapması gerektiği açıktır.” diyor. Yani soldan parça koparmak için hazırlık öneriyor. Bu örgütün kongresinin tüm kararlarında yukarıdan aşağı, sağdan sola tam boy diğer örgütler toptancı bir biçimde mahkum ediliyor. Kriz içindeki sisteme karşı ve “devrimci durum” koşullarında, “devrim yahut karşı devrim dışında bir seçeneğin kalmadığı daha belirgin bir şekilde görünmeye başlanmıştır” tespitlerine rağmen, bu konuyla ilgili tek bir hazırlık, tek bir somut öneri, tek kelime yok.
KöZ tüm faaliyetini dışındaki sol üzerinden inşa ediyor; yalnızca ideolojik alanda değil, tüm politik faaliyetlerini de dışındaki solun teşhiri üzerine kuruyor. Devrim ve sistemi yıkmak iddiasındasınız ama tüm literatürünüzde sola eleştiriler devleti, sistemi, faşizmi ve kapitalizmi eleştirmekten daha çok, daha fazla yer tutuyor. Arkadaşlar, sözler de size ait değil yüzyıl önce söylenmiş sözleri tekrar ediyorsunuz.
“Alameti farikaları savaşa karşı barış çizgisi olan bu revizyonistlerin hiçbiri elbette emperyalist savaşları iç savaşa çevirme yahut ayaklanma çizgisini savunmamaktadırlar.” Revizyonistler savaşa karşı barış çizgisini savunuyor. Siz, birçok yerde, savaşları iç savaşa çevirmeyi yahut ayaklanma çizgisini savunuyorsunuz, başarılı başarısız, büyük küçük kaç yerde iç savaş veya ayaklanma hazırlığı namına bir şey yaptınız. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Hadi, parti yok, bunlar gündemimizde değil diyebilirsiniz, nerede bir cam kırdınız?
“Bugün Türkiye Solu’nda devrimci durum tespitinden kaçanların durumu da Kautsky’den farksızdır… Madem bir devrimci durum söz konusu o halde devrimci öncülük görevinizi niye yerine getirmiyorsunuz?” Burada güçleri oranında sistemle mücadele edenleri, “her fırsatta kriz tamtamları çalıp mücadelenin ateş hattında yer almakla övünenler” olarak eleştiriyorsunuz. Eleştiriyi aşan küçümseyici suçlamalar yönetiyorsunuz: ““Savaşıyoruz mücadele ediyoruz” sloganlarıyla pespaye liberal projelerin içindeki varlıklarını meşrulaştırmanın en revaçtaki biçmidir.” Peki devrimci durumda söz dışında, siz ne yapıyorsunuz?
Birçok yazınızda, sürekli ve sistemli olarak tüm diğer devrimcileri, devrimi inkar etmekle devrimci gelişmelerden ürkmekle kaba biçimde suçluyorsunuz ve kendinizi devrimi savunan tek güç olarak sunuyorsunuz. Aynı coğrafyada yaşıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla kendisini sosyalist, devrimci, komünist olarak tanıtan hiçbir eğilim açık ve kesin bir dille devrimi yapmaktan, sosyalizmi kurmaktan vazgeçtiğini söylemiyor. Tıpkı sizin iddia ettiğiniz gibi hemen tüm eğilimler, devrim mücadelesi verdiğini söylüyor. Bunlar sadece iddia düzeyinde; örgütsel olarak devrime doğru yükseliş geliştiren bir örgüt yok. Siz de aynı durumdasınız, sözler dışında biricik devrimciliğinizin ölçütü tek bir pratiğiniz yok. Kendisini örgüt olarak kuran tüm eğilimlerin kendi ayrımlarını net olarak vurgulamaları onların varlık sebepleridir. Sizlerin de kendi devrimci ve komünizm mücadelesinde doğru veya yanlışlığının ötesinde ayrımlarınızı koymanız görevinizdir. Bunları temel belgelerde açık olarak ilan edip somut gelişmelerde ve gereken yerde, bu yönde ideolojik eleştiriler de yapılmalıdır. Ama tüm siyasal faaliyeti ve tüm propagandanızı, dışınızdaki devrimcilerin sapkın, kendinizin tek devrimci komünist çizgi kıyaslaması üzerine oturtuyorsunuz. Bu son derece ilkel bir iddiacılıktır ve farkında veya değilsiniz başkalarına göre politika yapmaktasınız, ama pratiğiniz hemen her alanda ve tarzda küçümsediğiniz örgütlerden daha geri ve düzen içinde kalan işler: Paneller, piknikler, tartışma toplantıları, yasal gösteriler ve seçimler… Bu düzeyi aşan bir eylem tarzınız bilinmiyor. Benzeri çalışmaları yapanları olduğu gibi, doğru yanlış düzene karşı yasa dışı temellerde örgütlenenleri ve yapabildikleri kadarıyla silahlı eylemlilikleri de reformist ve düzeniçi olmakla eleştiriyorsunuz. Sizin her yaptığınız, sıradan seçimler katılmak tutumunuz, paneller vb. devrimin ve proletaryanın iktidarına hizmet ediyor, bu nasıl oluyor? Sözler ve subjektivizm, “biz iktidar için yapıyoruz” dışında, somut bir göstergeniz var mı? Sözlerde keramet olsa, en değme demagoglar, en başarılı devrimciler olurdu.
Bir yazınızda şunlar anlatılıyor: “Komünistlerin asıl ayırt edici rolü geçelim demokratik anayasayı, en basit bir demokratik talep için bile hükümetin silahlı bir ayaklanma yoluyla devrilmesi gerektiğini, bugünün acil görevinin de bu ayaklanmayı işçi sınıfının devrimci enerjisine yaslanarak örgütleyecek devrimci partinin inşa edilmesi olduğunu söyledikleri zaman çıkar.” Öğrenci eylemine destek mesajlarına kuyrukçuluk derken, hükümetin silahlı bir eylemle devrilmesini gerektiren görevler önermek, silahla hükümet devirmeyi silahçılık oynamak olarak anlamaktır? Siz ne zaman, nerede, neyi devirdiniz de eylemci öğrencilere “hükümeti silahlı bir eylemle” devirecek “partiyi inşa etmeye” çağırıyorsunuz ve bunu “en basit bir demokratik talep için bile” eylemde olanlara öneriyorsunuz. Bu ve benzeri propagandalarınız bir tek şeyi gösteriyor; silahla hükümet devirmenin ne olduğundan bihabersiniz.
Aynı yerde devamla: “O halde mücadele edenlerle hükümete karşı kitlesel bir seferberliğin imkanlarını konuşmanın ilk koşulu onlara öncelikli görevin hükümeti alaşağı edecek bir ayaklanmaya önderlik edecek bir partinin yaratılması olduğunu hatırlatmak, onları bu görev için sorumluluk almaya davet etmekten başka bir şey olmasa gerek.” Devrim silahlı ayaklanma diyor, herkesi işçiler, öğrenciler, kadınlar velhasıl herkesi davet ediyor, bu konuda davetçilikten başka bir şey yapmıyorsunuz. İşçi ve emekçileri birliğe davet eden bütün örgütlere çok haklı olarak “önce siz birleşin” diyorsunuz. Hemen her konuda, “en basit bir demokratik talepten söz ederken bile”, silahlı işlerden söz ediyorsunuz. Silahla hükümet devirme, ayaklanma, silahlı devrim ajitasyonu yapmadan konuşmuyor, yazmıyorsunuz. Birileri de önce siz yapın da görelim derse çok haklı olur. Hayır, biz önce partiyi kurmayı esas alıyor ve silahlı işleri de bu dönem sonrasına bırakıyoruz diyorsanız, o zaman “en basit” taleplerden söz ederken “hükümeti silahlı ayaklanmayla yıkma” ajitasyonunu biraz gevşetin. Buna da hayır diyorsanız, hükümet yıkma ajitasyonundan değilse bile devrimci mücadelede silah kullananları aşağılayıcı tavırlardan vazgeçin.
Burnu kanamadan 22 yıl Bolşevikçilik oynuyor, bunlarla övünüyor ve bu pratiğinizle her alanda Bolşeviklerden daha gelişkin bir düzeyi yakaladığınızı öne sürebiliyorsunuz. Arkadaşlar, gerçekten bunları yapmasaydınız Türkiye ve dünya devriminden ne eksilirdi, mücadelede hangi doldurulmaz boşluklar doğardı? Bolşevikler, sizden çok geri! halleriyle bir şeyler yaptılar, size göre gerilikleriyle! Ekim Devrimi’ni yaptılar. Yapmasaydılar dünya tabii ki, başka devrimlere sahne olabilirdi ama Ekim Devrimi’nden mahrum olurduk. KöZ olmasaydı Türkiye ve Kürdistan devrim mücadelesinde ne eksik olurdu? Bu ölçü, kendimiz dahil az çok mevcut bütün Türkiyeli komünist ve devrimci örgütler için kullanılabilir, derece derece kendine biriciklik atfetme tüm ortamımıza hakim olsa da kimse sizin yükseldiğiniz zirveye varamaz, bu konuda en ileridesiniz. İsterseniz söylediklerimizi dışarıdan bakan eleştirel bir göz olarak, isterseniz merkezci, Kaustkici iflah olmaz oportünist yaveleri olarak alın, bu söylediklerimiz üzerine düşünmeniz sizi geliştirecektir.
Günümüz dünya gerçekliğinde komünizm iddialı bir partinin devrimci olup olmadığını belirleyen unsur onun kendine has teorik doğruları değil dışa dönük, devrimci pratik eylemlilikleridir, hareket hali, somut gerçekliğidir. Marksizme teorik bağlılığı değil andaki hareketliliği veya bir konjoktürdeki duruşudur, varlık ancak hareket yaratan bir tutumla gerçeklik kazanır. Pratiği teorik tartışmalar ve meşru protestolar olan tutum ve pratiği etkili etkisiz, zamanlı zamansız, doğru yanlış tartışılabilir devlete karşı şiddet kullanan bir tutum iki ayrı varoluş halidir. Devrimci faaliyeti her an ve her durumda şiddet kullanma olarak anlamıyoruz bu somut şartlara bağlı olarak zaman zaman geri çekilebilir ama şiddet başlangıcından sonuna kadar devrim mücadelemizde kurucu unsurdur.
Gene aynı biçimde günümüzde bir partinin devrimciliği devlet karşısındaki tavrıyla ortaya çıkar, sınıflar savaşı her koşulda sürer ama devlet denilen mekanizmalar yıkılıp parçalanmadan hiçbir kalıcı sonuca ulaşmaz, günümüz devrimciliğinin devrimci kalmasının tek ölçütü devletin yıkılıp parçalanmasıdır, bunu söz olarak kabul etmek yetmez, buna uygun örgüt, kadro, lojistik, politika, taktik ve stratejik araçlardır, bunların hazırlanmasıdır. Devrimcilik adı kullanılacaksa bu devrim yapmak anlamınadır ve devrim demek devlet iktiranın parçalanıp yıkılmasıdır.
Yazı ve konuşmalarınızda sürekli, devleti karşısına almayan, proletarya diktatörlüğünü hedeflemeyen tüm faaliyetleri reformcu ve düzen içi olarak eleştiriyorsunuz, katılıyoruz. Ancak 22 yıllık pratiğinizin, bunun çok uzağında olduğu açıktır. Sizin de yazdığınız gibi, komünist partisinin devlete yaklaşımı yalnız teorik söylemler düzeyinde kalamaz, bir süreç boyunca devlete karşı şiddet içeren eylemlilikler zorunludur. Bu pratiğe uzak duran siyasal faaliyetleri, devrimci politik faaliyet olarak kabul edemeyiz. Sizler hem devrimci durum tespiti yapıyor hem de rutin faaliyetlerinize devam ediyorsunuz. Bu hem bir çelişki hem de ciddi bir teori ve pratik uyumsuzluğuna denk düşüyor.
Türkiye gerçeğinde silahlı mücadele, uzun bir süreçte, devrim mücadelemizde, değişik yoğunluk ve biçimlerde, zafere kadar sürecek stratejik bir sorundur. Silahlı mücadele, nihai an beklenerek başarılacak bir görev değildir. Devrimde iddialı parti, silahlı mücadelenin devrim sürecindeki tüm aşamalarını ve olası gelişmeleri gözeterek, kendisini bu görevlere hazır hale getirmelidir. Türkiye‘nin tarihsel geçmişi ve güncel konjonktürü silahlı mücadeleyi, bizim için, devrime kadar, biçimleri ve yoğunluğu dönem dönem değişse de, kesintisiz sürecek temel ve stratejik bir mücadele biçimi haline getirmektedir.
Komünist Enternasyonal’i de belirleyen temel yanılgı, dönemin Marksizmine hakim olan devrim süreçlerinin “toplu ayaklanma” stratejisine mahkum edilmesi, bu stratejinin mutlaklaştırılmasıdır. Avrupa’daki tüm ayaklanmaların ve faşizme karşı mücadelelerin başarısızlığının altında toplu ayaklanma anlayışından kopamamak yatmaktadır. Toplu ayaklanmacılık stratejisinin, bütün partileri iktidarsız ve başarısız bıraktığı tarihe çivilenmiştir. Daha sonraki tüm devrimler, ülke özgünlüğüne göre silahlı tarzı uygulayan partiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu belirlemeler sonucu sizlerin kesin ve net bir tutum olarak belirlediğiniz toplu ayaklanmacılık tarzı, eski görüş ve silahlara bağlı yenilgicilikte teorik ısrardır.
Buradaki eleştirilerde yanlış, anlam kayması veya söylenmeyeni söyletmek vb. gibi bir yanılgıya düştüysek düzeltme yapmaya ve bunları aynı yerde yayınlamaya hazırız. Eleştirideki, yer yer sert üslup ve ifadeleri, ince alaycı tarzı benimsememekle birlikte, sizlerin dışınızdakilere karşı kullandığı aşağılayıcı üslubun gereksizliğini göstermek için bilerek kullanıldı.
Sizlerde devrimci bulduğumuz önemli bir tavır, kendinizi büyük bir devrim partisine bağlamış olmanızdır. Ekim Devrimi, Bolşevikler ve 1922 yılına kadar Komüntern çizgisinde inat ve ısrarınızın kaynağı, geleneğe bağlılık olsa da bu konuda duruşunuzu dogmatizm olarak görüyoruz. Dogmatizm, TDH’nin devrimci kesimlerinde mücadele edeceğimiz en ciddi hastalıktır. Bu uzun eleştiriyi Köz Platformu’nu yerden yere vurmak, mat etmek için yazmadık, muhatabımızı ciddiye aldığımız için yazdık. Devrim savaşımızın partisinin yaratılmasının ve siyasal bir güce dönüşmesinin herkesin kendi köşesini sağlamlaştırarak değil devrimci güçlerin değişik biçimlerde ortak mücadele platformlarında hem düşmanla hem birbirleriyle kıyasıya mücadele içerisinde güçleneceğine inanıyoruz. Bu eleştiri yazısını da buna vesile olsun diye yazdık.