Gecenin bir vakti. Ayaz. Üstümüzde kalın battaniyemsi ceketler. Üzerimizde yıldızlar, arkamızda sınır ve uzaktan titreşen Ceylanpınar’ın ışıkları.Yanımızdaki duvarda, turuncu gemi, acele etmeden bekliyor bizleri. Bizimki durmadan anlatıyor. Anlatırken gözleri parlıyor ayazın karanlığında. Uzun zaman aradan sonra ilk defa görüşüyoruz, anlatılacaklar çok, bitmez; bekleyenler/beklenenler, umutlar, hayal kırıklıkları, şiirler ve kavgamız.
Ben, yeni gelmişim ve Rojava’yı anlamaya çalışıyorum, özgürleşmeyi bir başka alanda savaş koşulları içerisinde oluşturmanın gereğiyle. Oysa Rojava’nın toprağı, suyu, köylüsü, çocuğuyla, özgürlük rüzgarının dalkıran fırtınasıyla da en içinde çoktan haşır neşir olmuştu Kasırga’mız. Karadeniz’in dağları çok farklı olsa da Rojava’nın dümdüz uzanan kurak topraklarından, serde samimiyet ve doğallıkla yaşıyor her şeyi. Karadeniz’in sert dalgalarında büyümüş biri için kavganın yüzyıllık ağaçları deviren fırtınası ne olacak ki. Ben, o sırada bunları düşünürken, o yıldızlardan başladığı konuşmasına evrenin başka bir mekanından devam ediyordu.
Şimdi, o gecenin üzerinden üç buçuk yıl geçti. Rojava toprakları, faşist AKP iktidarının işbirlikçisi DAİŞ çetelerinden kurtarıldı. Rojava halkları, bir nefes aldı; mermi, havan toplarının sesinden, DAİŞ’in zulmü altından kurtuldu. Aziz’in adını alan Serekaniyeli Aziz bebek, 4 yaşına girecek. Bizimle birlikte sabah sporu yapan, Mehmet Ali’yi her gün sabah kahvaltıya çağıran Mahmut “komutanımız”sa şimdi 10 yaşlarında, doğduğu toprakları ve evini korumaya hazır. Savaşın içinde büyüdü; faşist TC o ünlü duvarlarını örmezden önce de askerlerinin keyfine rasgele attığı mermilerin içinde koyunlarını otlattı bugüne kadar. Yoldaşlarla devriye attı Mahmut. Aziz’i tanıdı, Mehmet Ali’yi tanıdı, Ulaş bayraktaroğlu’nu tanıdı. Ve onları hiçbir zaman unutmadı. Mehmet Ali’yle o gün birlikte baktığımız yıldızlarsa yerli yerinde, aynı güzellikle parlıyorlar gecenin ortasında.
Uzun bir şimdide yaşıyoruz; ondandır her şey içiçe, renkleriyle duruyor. Bugün, Rojava topraklarında, onların izleri her yerde. Hatıralarda, hasretli gülüşlerde, acıda, cesarette, belki de Şeddadi’de bir okul duvarında yazılmış bir sloganda. Bebeklerin isimlerinde, sokak adlarında ve kurulacak olan tüm devrim mevzilerinde.
Mehmet Ali, Gezi direnişi, daha Gezi direnişi olmazdan önce, polisin Gezi Parkı’na yönelmesini, ağaçlara tırmanarak önleyen birkaç kişiden biriydi. O an, olacakları 5 dakikalık bir protesto olmaktan çıkartıp direnişin merkezi haline getiren, çılgınca ama coşkulu bir eylemin sahibiydi. Halkların her özgürlük atan çırpınışında, orada, olmasını bildi. Gezi’den Suruç’ta sınır nöbetlerine devam eden serüveni, daha sonra, Rojava’nın her savaş cephesinde kendine bir uğrak buldu. Nedir bir insanın, kendini gerçekleştirmesi? Özgürlük tutkusuyla hareket eden, yaşamı sadece hayatta kalış üzerinden kurgulamayan bir insan, ancak kendini sınırsızca var eder; ne zaman ne mekan daraltır, sıkıştırır o insanı. Mekan ve zamana bağlı olmayan yaşamlarda; zamanın da, mekanın da bir önemi kalmaz artık. Her şey, şimdi’de kendine bir yer bulur; yeniden yeniden, hiç bitmeyecekmişcesine…
Yoldaşlığı en derinden hissettirenlerdendi. Arkadaşlığını, şartsız koşulsuz verenlerdendi. Cömertti; kendinde ne varsa paylaşan, paylaşmakta tereddüt etmeyen bir komünardı. Öyle ki bir şarkı dinleyemez, bir şiir okuyamazdınız onunla. Çünkü o sırada, O, şiirin/şarkının öyküsünü, tarihini anlatır olurdu. Her eyleminde kendini gerçekleştirmesinden alırdı coşkusunu… Hayatın her anı kavga, her anı dostluk… Onun kalbinde yer bulamayan olmazdı; onun, herkesin kalbinde şartsız, koşulsuz yer bulduğu gibi.
Ve şarkıda söylediğimiz gibi, “gidilmesi gereken yerler vardı gidilmesi zor olan yerler”. O, ise hazırdı buna; canı gönülden, kaygısız. Bir süredir uzaktan ışıklarını izlediğimiz memleketin dağları, ovaları, şehirleri onu bekliyordu. Atakan Mahir’le birlikte, birleşik devrimimizin öncü gücü, “uzay çağının gerillaları”; en zor anlara sakladıkları, en güzel gülüşleri ile direnişlerin en coşkulusunda ölümsüzleştiler.
Peki bugün?.. Bugün, bu topraklara yapılması planlanan hangi işgal saldırısı silebilir buradan Kasırga’nın izlerini. Burada bir devrim oldu; hala kendini inşa eden, kuran bir devrim. Bu topraklarda, bir tarih yazıldı. Gezi’nin cansuyunu taşıyanlar oldu Kobane direnişine, Rojava devrimine. Rojava halklarının özgürlük savaşı, enternasyonal mücadelenin en yalın bir fotoğrafı oldu. Türkiye devrimci hareketi, Ortadoğu halklarıyla buluştu. Rojava devrimi şahsında Ortadoğu halklarıysa, tüm bir dünyaya kucak açtı.
Artık bazı tespitler o kadar aşındı ki, bir ezberi tekrar eden hale döndük. Ancak içerisinde olduğumuz nesnelliği aşan, onu yıkan bir eylemsellik içinde olmadığımız sürece elden başka ne gelir.
“Politikanın estetize edilmesine yönelik bütün çabalar, tek bir noktada doruğuna varır. Bu nokta, savaştır. En büyük boyutlardaki kitle hareketlerini, geleneksel mülkiyet ilişkilerini değiştirmeden koruyarak belli bir hedefe yöneltmeyi, yalnızca ve yalnızca savaş sağlayabilir.” (Benjamin)
Bugün, içerisinde olduğumuz durumun özeti budur. Yüzyılın krizi, ağır. Dünya çapında yaşanmakta olan bir hegemonya krizi var; sistemin yaşanmakta olan hegemonya krizinin düğümünü aşmaya ve yeni bir güçler dengesi oluşturmaya ihtiyacı var. Ve tarihin bu anının, ana sahnesi de Ortadoğu toprakları. Türkiye, bu bütünden azade olmadığı gibi, kendi özgünlüğünde birçok çelişkiyi barındırıyor. Çarpıtılmış, doğasıyla oynanmış kurgu bir tarihin içerisinde, her şey birbirine karışmış durumda. Bu çarpıklığın içerisinden gelişen neoliberalizmin şovalyesi AKP faşist iktidarı, aynı çarpıklıkta sürükleniyor. Bugün, AKP iktidarı, kendini yeniden üretemez haldedir. Öte yandan, bugün sıkça AKP-MHP faşist ittifakı tarafından dillendirilen beka sorunu ise, bir partinin, faşist iktidarın yaşadığı bunalımdan ziyade sömürgeci türk devlet ideolojisinin yaşadığı bir bunalımdır. Çıkış, ne başka bir düzen partisi, ne bu yapıyı iyileştirecek reformlar dizisidir. İçinde olduğumuz zaman, çok büyük yenilgilere de çok büyük zaferlere de açıktır. Ülkeyi hapishaneye çeviren iktidar, kendini dışarıda da Kürdistan’a işgal saldırılarıyla güçlendirme niyetindedir. Ne Erdoğan’ın ne de faşist ittifakın bir psikolojik çıldırma hali değildir bütün bu olanlar. Çok açık ve net; bu, faşizmin, sistemin doğası ve koşuludur.
Mehmet Ali’yi, Rojava halklarıyla buluşturanın ne olduğunu anlamalıyız ki, bugün buraya dönük bir saldırının Türkiye’nin İstanbul’unu, Ankara’sını nasıl etkileyeceğini; bu işgal saldırısının ne demek olduğunu anlayabilelim. Rojava’ya işgal planlarının ağızlardan düşmediği bu günlerde, aynı fetihçi ağızlar, halkların değerlerine de aynı açgözlülükle saldırıyor; Kaz dağlarını, göllerini çalıyor, Hasankeyfi sular altında bırakıp bir halkın kültürel değerlerini yok etmeyi hedefliyor, üniversitelerin parkına bahçesine el koyuyor. Fetihçilik; evden başlayıp tüm bir toplumu hedef alıyor. Bugün Rojava saldırısının anlamı, bir halkı, bir coğrafyayı katletmekten başka bir şey değildir. AKP-MHP faşist iktidarının, kendini yeniden üretmesinden başka bir şey değildir bu saldırı. Afrin’de katledilen sivillerin, göç ettirilen halkın yaşadıkları daha dün yaşandı; ne çığlıklar dindi ne dökülen kan kurudu. DAİŞ’in, Şengal’de Ezidi halkına dönük katliamları, yıllar boyu bu topraklarda yaptıkları orta yerde dururken, onun AKP faşist iktidarıyla ilişkisi tüm gizli açık belgelerle kanıtlanmışken hala ses çıkarmak için neyi bekler dururuz, neyi anlamayız? Ve bizler, Kaz dağlarından Rojava’yı göremezsek eğer, ne dağlarımızı, kentlerimizi ne değerlerimizi ne de okullarımızı savunabiliriz. Bizlerden çaldıkları yaşamımızdır, özgürlüğümüz ve geleceğimizdir.
Faşist iktidar, ilk zamanlar Suriye’ye işgal saldırısına gerekçe oluşturmak, sonrasında da azami fayda hedefiyle, Suriye’deki iç savaşı derinleştirmek, paramiliter güçler üzerinden güç toplamak, Rojava devrimini boğmak için açık ve kirli hesaplarına arkalık yapmak adına kapılarını sonuna kadar açtığı Suriyeli mültecileri, bugün, yangın yeri haline getirmede epeyce payı olduğu Suriye’ye gerisin geri sürüyor. Türkiye’ye göçtüklerinden beri, emek sömürüsünden, bedava iş gücüne, kadın ticaretinden mahallelerde linç girişimlerine kadar her türlü uygulamaya maruz bırakıldılar Suriyeli mülteciler. Ve şimdi de diyorlar ki, ‘Suriyeli kardeşlerimizi evlerine döndüreceğiz, topraklarına yerleştireceğiz’. Yerleştirilecek olan yer; Rojava. Oysa bu Suriyeli göçmenlerin yurdu değil Rojava. Göçmenler, şimdi de Rojava işgaline bahane ve Kürt halkının geleceğine saldırı için namluya sürülüyor.
Bugün, mevcut iktidara, faşist AKP’ye topyekün savaş açma günüdür. Dağlarımızı, tarlalarımızı elimizden alanın yatlarını, villarını ellerinden almanın; açlık içerisinde yaşayan halka ‘bir bomba kaç para haberiniz var mı’ diye soranların cephanelerini, sanayilerini ateşe vermenin; yarım kalmış düşleri tamamlamanın zamanıdır. Halkların birleşik devrim güçleri, bugün, bunu gerçekleştirme iddiasındadır. Atakan Mahir ve Mehmet Ali yoldaşların izleri, atılan her adımda, sıkılan her mermide, patlatılan her bombadadır; velhasılı kelam her yerdedir. Onlar eylemleriyle, duruşlarıyla umudu büyüttüler, bıraktıkları yerden kavgayı da umudu da büyütmeye devam edeceğiz!
Kaynak: Komün Gücü