Milli irade gaspı değil; Kürdistan’ın işgali! – Sinan Karacan

Hayır! Bu bir milli irade gaspı değildir. Bu, kelimenin tam anlamıyla Kürtlere karşı yürütülen bir savaştır. Milli irade gaspı dememiz için öncelikle Kürtlerin TC nezdinde “milli” olması gerekir. Dolayısıyla yaşananlar ne Trabzon’un ne Bursa’nın ne de CHP’nin meselesidir. Yaşananlar, Kürtler ile yerlilik–millilik şeklindeki faşist propagandayı ırkçılık ve sermaye düzeninin yansıması olarak okuyan ve Kürtlerin siper yoldaşı olan Marksist devrimcilerin meselesidir. Dolayısıyla “demokrasi zemininde kalmak’’, meseleyi ortak vatan meselesi olarak ele almak, CHP’den cılız kınamaların ötesinde bir aksiyon beklemek, doğru bir okuma olmadığı gibi iki boyutlu biçimde hedef saptırmaktır.

Bu hedef saptırma bir boyutuyla demokrasicilik oynayanların bilinçli kastıdır ki anti-Kürt ve anti-komünist ögeleri yoğun olarak barındırırlar. Diğer boyutuyla da Kürtlerin Türkiyelileşme çabasını ısrarla yanlış anlayan ve yanlış anlatanların işgüzarlığıdır.

Bu iki boyutun kesiştiği nokta Kılıçdaroğlu’nun ‘’İstanbul seçimini iptal ettiklerinde ne sokağa çıktık ne de seçimi boykot ettik. Demokratik zeminde kalıp halkın ferasetine güvendik.’’ demeci ile HDP’nin “Bu mesele Demokrasinin meselesidir. Tarabzon’un, Bursa’nın meselesidir’’ ve ‘’Demokrasi zemininde kalacağız, gündemimizde sine-i millet yoktur’’ demeçleridir.

Elbette sine-i millet ve boykotun telaffuzu kolaydır; fakat pratiği o kadar basit değildir. Dolayısıyla Kürt hareketinin ve HDP’nin bu yönde kararlar almıyor oluşunu -hele ki Batı’da güçlü bir Marksist devrimci müttefikten yoksunken- bulunduğumuz yerden yargılama hakkını kendimizde bulmuyoruz. Ancak problemler bunun çok ötesindedir. HDP açısından, yalnızca demokrasi zemininde kalma gayreti ya da meseleyi ortak vatan meselesi biçiminde ele almayı karşılayacak türden bir gerçeklik söz konusu değildir. Bu gerçeklikten kaçmak HDP’yi Türkiyeleleştiremeyeceği gibi, onun Kürdistaniliğine de zeval getirecektir.

Öncelikle meseleyi demokrasi, seçme-seçilme hakkı vb. ekseninden tartışmayı bırakmak gerekiyor. Çünkü belediyelerin gasp edilmesi pratiği bir demokrasi meselesi olmaktan çok bir işgal meselesidir. İlk olarak işgal deyince de aklımıza gelecek olan AKP–MHP faşist koalisyonu değil, tarihsel olarak işlerliği bulunan sermaye devletidir. Bu devlet bütün klikleriyle birlikte geçmişten bugüne kadar Kürdistan’da işgalci pozisyondadır. CHP genel başkanının yapacağı Suriye çalıştayına hiçbir Suriyeli Kürt temsilciyi davet etmemesi bu işgalciliğin derinliğine ve genişliğine dair net bir örnektir. 1930’da Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır’ diyen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tan “Kürtçe medeniyet dili değildir” diyen Bülent Arınç’ a kadar süren kesintisiz bir derinlik ve genişliktir bu. İkinci olarak işgal deyince aklımıza AKP–MHP faşist bloğu gelir ki, daha önce de dediğimiz gibi bu blok, diğer bütün kliklerin kayıtsız şartsız desteğini Kürtlere yönelik yürüttüğü savaş ve imha politikası üzerinden alabilmektedir. Bugün bu blok, işgal ve soykırımın nöbetçi sürdürücüsüdür. Seçimlerin hemen akabinde AKP’nin zayıfladığı ve sıkıştığı tespiti üzerinden geri adım atmak zorunda kalacağını söyleyenler ya da seçim zaferi üzerinden AKP-MHP faşizmini yendiğini zannedip “demokratik günler” bekleyenler meseleyi isteyerek ya da istemeyerek bağlamlarından kopararak ele almakta ve her defasında şiddetle yanılmaktadırlar.

31 Mart seçimlerinde ve akabinde 24 Haziran İstanbul seçiminde HDP’nin aldığı pozisyonun da bugünkü tabloda payı vardır. Herkes bilmelidir ki CHP o gün neyse bugün de odur. CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun ‘’Kayyım yanlıştır ama sokağa çıkmak da yanlıştır’’ tespiti bugün sokaklarda Kürtleri dövdüren etmenlerden biridir. Polis tarafından etkisiz hale getirilmiş olmasına rağmen bir eylemcinin bir metre mesafeden kafasına plastik mermi yemesi, Van’da polisin kafede yakaladığı eylemciyi kask ve jop ile öldüresiye dövmesi, HDP milletvekillerinin darp edilmesi vb…  Elbette AKP–MHP faşist iktidarının marifetidir; ama bir boyutuyla da Kılıçdaroğlu’nun son demecinin marifetidir. Kendi milletvekilleri tutuklanıp da adalet kendisine lazım olduğunda şehirlerarası yürüyen Kılıçdaroğlu’nun belediyeleri gasp edilen Kürtlere sokakları çok görmesi ‘’bana dokunmayan faşizm bin yaşasın’’ tutumudur.

Yine herkes biliyor ki, Hayır Bloku o gün neyse bugün de odur. Son derece hetorejendir ve apolitizme varan kof bir AKP karşıtlığı ile malüldür. Diğer taraftan da sıkı Kürt düşmanı yapıları barındırmaktadır. O günlerde HDP’yi kendisinin bileşeni olarak görmediği gibi bugün de görmemektedir, kayyumları şiddetle alkışlamaktadır. Alkışlamıyorsa da bunu AKP karşıtlığının malzemesi haline getirdiği içindir ya da Kürt meselesi stratejisinde AKP-MHP ittifakı ile örtüşüyor olmasına mukabil taktik hamleler konusunda ayrı düşünmesi nedeniyledir. Çünkü bu blokun önemli bir kısmı burjuva anlamda bile demokrat değildir. Nitekim merkez sağa oturmaya çalışan İYİP bile faşistliği elden bırakamamaktadır.

CHP de dahil olmak üzere Türkiye’deki hiçbir egemen kliğin demokrasi bildirgesinde Kürtlere yer yoktur. Bütün bu klikler bu konuda ‘’kendine Müslüman’’ dır. Zaten tam da bu sebepledir ki Kürt lokması Türk Devleti’nin boğazına sıkışmış, ona can çekiştirmektedir.

Bu anlamıyla şunu çok net ifade etmek gerekir, “demokrasi zemini” Kürtlerin ve onların yasal temsiliyetini yürüten HDP’nin üzerinde yürüyebileceği türden bir zemin maalesef değildir. Bugün Kürtlerin mecliste oluşu, belediyeler yönetmesi “demokrasi zemini” değil, mücadele zemini sayesindedir. Elbette Kürt siyasal hareketi ve sosyalist hareketler ‘’demokratik’’ alanda olacaklardır; ancak o zeminin gerçekten işler olduğuna yönelik inanca sahip olamazlar. Elbette Kürtler ve Türkiyeli sosyalistler ortak mücadele zemini örecek, siper yoldaşlığı yapacaklardır ve ortak kurtuluşun bayrağını dalgalandıracaklardır; ancak bu Misak-ı Millicilik zihniyle yapılamaz.

Burjuva siyasetinin derin dehlizlerinde egemenler arası kutuplaşma ve çatışmada bir egemen bloka yaslanmak, faşizmin varlığını öne sürerek başkası için kürek çekmek veya salt oy kullanmak gerçekçi ve devrimci bir tutum alış olmayacaktır. Doğru olan şey, bağımsız devrimci bir hat örmektir. Halihazırda öznel koşullarımızın elverişsizliği bu gerçekliği yadsımanın zemini olmamalıdır. Gerçek gerçektir. Bizim öznelliğimiz üzerinden eğip bükebileceğimiz bir şey değildir.

Sonuç olarak evet, CHP’ye doğrudan yaslanan solun hali vahimdir, ancak HDP’nin seçim tutumu Kürt Özgürlük Hareketi açısından bütünüyle anlamsız olmamıştır. En hafif anlamıyla Kürtler burjuva siyasetindeki dengeyi değiştirmiş ve önemli bir siyasal güç olduğunu bir kere daha kanıtlamıştır. Seçim sonuçları faşist bloku ciddi oranda sarsmıştır; ancak kısa zaman sonra görüyoruz ki bir yerel seçimle her şeyin güzel olmaya pek niyeti olmadığı gibi faşist blok da dağ gibi yerinde durmaktadır. Gerçekliğimiz bizi bir kere daha kağıda değil sokağa işaret etmektedir. Bugün belediyelerin gasp ediliyor olması, önce işgalciliğin sonra da faşist blokun bütün gücüyle sürdüğünün göstergesidir.

Egemenler tek blok halinde halklara düşmanlık etmektedir. Bizim zeminimiz de demokrasi zemini değildir!