Milli ve gayri milli piyango – Vefa Pınar

Yolsuzluk, hırsızlık, israf ve çarçur edilen paralar Türkiye’de o kadar çok kanıksandı ki, yüz milyarlarca lira tutan bir hırsızlık olayı bugün bütün belgeleriyle ispatlansa dahi, eğer iktidar cenahından birileri tarafından gerçekleştiriliyorsa tek bir yaprak kımıldamaz. Onların hırsız, düzenbaz, yalancı ve şatafat meraklısı geniş bir toplam olduklarını herkes biliyor, herkes bildiği için de bu ağır suçlar sıradanlaşmış durumdadır.

Milli Piyango özelleştikten sonra, kısa yoldan şans eseri zengin olmayı vadeden bu oyuna olan ilgi oldukça azaldı. Ne yani, bunca para tek bir elde, Saray’da toplanıyorken; milyonlarca lira şans eseri bile olsa gidip de sade vatandaşın birine mi gidecekti? Sultan Mahmut’un hazinesine küreğini yanlışlıkla ters daldırıp sadece bir altın çıkarabilen İstanbullu gibi, bu yılbaşı çekilişinde de büyük ikramiyenin dörtte üçü olan 75 milyon TL kimseye gidemedi. Piyango idaresi de “Vermezse Mabud neylesin Mahmud” minvalinde bir açıklama yaparak, bundan sonra büyük sosyal sorumluluk projelerine girişeceklerini açıkladılar.[1]

Bu çekilişte bir tür hilenin yaşandığı aşikâr olduğu ve soygunculuk sıradanlaştığı için, insanlar artık “Hırsız var!” demiyorlar, bunun için çenelerini yormuyorlar. Bari çalıntı paraların en azından bir kısmı işe yarar bir yere gitsin istiyorlar. Varlık fonuna aktarılacağı ifade edilen 75 Milyon TL için birçok yerden, bu paranın SMA (Spinal Müsküler Atrofi) hastalığının tedavisine aktarılmasını isteyen çağrılar yükseldi. Bu çağrı, şimdilik sosyal medya kampanyası ve tek tük gerçekleşen basın açıklamaları düzeyinde devam ediyor.

AKP-MHP iktidarının, hatta yeryüzündeki bütün kapitalist iktidarların, ücretli emekçilerin alın terinden çalarak var olabildiklerinin belli olması ve bu çalıntı varlığın sağlığa, eğitime veya dişe dokunur faydalı bir alana değil de ranta, lükse, şatafata kurban edilmesinin fark edilmesi çok olumlu bir gelişmedir. Hele hele bu çalıntı varlığının işe yarar bir yere kanalize edilmek istenmesi daha da olumludur. İşte geniş yığınların gelecekte sermaye düzeninin hâkim olduğu devletleri yıkıp, kendi kendini denetler bir sistem kurabilmesinin nüveleri sayılabilecek olaylardır bunlar. Bizlerin yani geniş yığınların çalışıp ürettiği değerin simgesi olan paralar nerelere gidiyor? Bu paraların bir kısmı hasta çocuklar için ayrılsın! Bu talep, içinde hem iktidarı ele geçirmenin hem de kuvvetli bir aşağıdan denetim mekanizmasının nüvelerini barındırıyor.

Devrimci olanaklar kendi sınırlarıyla çarpışırken

Fakat fazla heyecanlanmamak gerekir! Bu talep devrimsel süreçlere motivasyon kaynağı olan duygulardan sadece birinin nüvesidir. Esasında ardında birçok tehlike barındırmaktadır. Sebeplerini maddeler halinde sıralayalım:

  • Bu tehlikelerden ilki rakip burjuva fraksiyonlarının bu tip kampanyaları kendi çıkarlarına alet etmek noktasındaki maharetleridir. Nitekim bir süredir SMA hastalarını kendi kişisel PR çalışmalarına alet etmek isteyen magazin figürleri sıklaşmıştı.[2] Ekrem İmamoğlu da fırsatı kaçırmadı ve kampanyaya dâhil oldu.[3] Çıkarları birbiri ile çatışan sermaye fraksiyonlarının temel amacı halkın sağlığı değildir, hele hele nadir görülen bir hastalığın ilacının tedariki hiç değildir. Onlar için bu tip konular yalnızca birer rekabet aracıdır. Dolayısıyla bu kampanyaların altı mücadele ile doldurulmazsa ve süreç sınıfsal öz kazanmazsa, rakip sermaye fraksiyonlarından birine alet olunması kaçınılmazdır.
  • Hazır koronavirüs pandemisi dolayısıyla ilaç çalışmalarına, bu çalışmaların Faz I, Faz II, Faz III gibi aşamalarına aşina olmuşken, son kampanya ışığında SMA hastalığında hangi ilacın talep edildiğine bakalım. Bu hastalıkta omurilikte bulunan ve kasların hareketini sağlayan sinir hücrelerinin ölmesi söz konusudur. SMN1 isimli bir gendeki hasar bu hastalığa yol açmaktadır ve anne ve babasının ikisinin de bu hasarlı genin taşıyıcısı olması durumunda, %98 oranında hastalık ortaya çıkmaktadır. İlk 6 ay boyunca sinir hasarı büyük ölçüde tamamlanmakta bu aşamadan sonra hiçbir ilaç fayda vermemektedir.

    Hastalığın dört alt tipi olmakla birlikte Tip 1 ve Tip 2 ağır fiziksel engelle seyretmektedir ve oldukça nadirdir. Türkiye’de kabaca her gün bir hasta hayata gelmektedir, toplamda 3000 civarında hastanın varlığından söz edilebilir. Genetik tedavi ve gen tedavisi seçenekler arasındadır. Genetik tedavi başlığında Biogen adında bir Amerikan firmasının ilacı olan Spinraza ismiyle piyasaya sürülen nusinersen etken maddeli bir ilaç yer almaktadır. Bu ilacın kullanımı oldukça zahmetlidir, ilaç bel içine enjekte edilerek etki göstermektedir; ne kadar erken uygulanırsa o kadar iyi fayda göstermektedir. Bu zaman dilimi literatürde 3 ay gibi bir zamana tekabül etmektedir; yani bu ilacın etki göstermesi için hastanın 3 aydan önce tanı alması ve bu ilaca başlaması gerekmektedir. İlk sene için altı kez enjeksiyon (ilk dördü yükleme, sonrakiler idame) önerilmektedir, sonrasında ise dörder aylık aralıklar uygun görülmektedir. İlacın bir flakonunun bedeli 73 bin Euro’dur.[4]

    Bu ilaç ABD’de Aralık 2016’da onay almıştır; Temmuz 2017’den itibaren Türkiye’de SGK tarafından karşılanmaktadır. Fakat asıl sorun burada başlamaktadır; binlerce Euro tutan bu ilacı SGK karşılamaktadır ama hasta bebekler bu ilacı alabilmek için yollarda sefil olmakta, tekrarlayan enjeksiyon nedeniyle enfeksiyona yatkın hale gelmekte, ilacı alacağız derken fizik tedavi süreçlerini aksatmakta, yani bir nevi kaş yapalım derken göz çıkartılmaktadır. Bu tedavinin sonuçları umulduğu gibi olmamış, tedaviden fayda gören hasta bebek sayısı istenilen düzeye ulaşamamıştır. Çünkü bir hastalığın idaresinde yalnızca ilaç değil; bakım, temizlik, beslenme ve egzersiz de büyük rol oynar. SMA hastaları popüler olduğu ölçüde sadece ilaca kilitlenilmiş, tek amaç ilacı elde etmek haline gelmiş ve bu nedenle ilaca göre çok daha ucuz ve erişilebilir olan bakım, enfeksiyonlardan korunma ve egzersiz geri plana itilmiştir.
  • Aslında tam da hastalık konusunda bilimsel olarak etkili ama uygulanma noktasında pratikte sorunlar içeren bir ilaç varken, gen tedavisi gündeme gelmiştir. İşte son günlerde tedarik kampanyası yapılan ilaç, gen tedavisi başlığına ait olan onasemnogene abeparvovec etken maddeli ve Zolgensma piyasa ismindeki ilaçtır. Bu ilaç, İsviçre merkezli Novartis firmasına bağlı olan ve merkezi ABD’de yer alan AveXis isimli bir firma tarafından üretilmektedir. Fiyatı ise dudak uçuklatıcıdır: Tam 2,4 milyon dolar![5] Yani birkaç gün önce başlatılan kampanya sonuç verse, Milli Piyango’dan arda kalan 75 milyon TL bu işe ayrılsa bile, yani “Verse Mabud, istese sultan Tayyip” dahi sadece dört hasta çocuk ilaca ulaşabilecektir. Ne yazık ki, bu ilaç da fiyatının zihinlerde uyandırdığı başarıyı göstermiyor; Türkiye’de geri ödemesi yapılan nusinersen ile neredeyse başa baş etki gösteriyor. İlacın biricik avantajı ise tek seferde uygulanabilmesi. İlaç tek seferde uygulanıyor ama iş burada bitmiyor; bu molekül karaciğer enzimlerinde tehlikeli bir yükselişe sebebiyet veriyor ve bu nedenle 3 ay boyunca yakın kan tahlili kontrolü ve yüksek dozda kortizon tedavisi gerekiyor. Bu da çocukları enfeksiyona açık hale getiriyor. Bu ilaç da tıpkı nusinersen gibi yaşı 3 aydan küçük olan, bir miktar kas gücüne sahip ve çok ağır durumda olmayan hastalarda işe yarıyor.
  • Sonuçta SMA çok ağır bir hastalıktır, mucizevî sayılabilecek bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. En az ilaçlar kadar önemli olan şeyler arasında egzersiz, yakın enfeksiyon takibi ve beslenme gibi faktörler yer almaktadır.

2020 için 100 şanslı bebek!

Bu bilgiler ışığında akıl yürütmelerimize devam edelim. Herhangi bir ilacın fiyatının 2.4 milyon dolar olması, tedavi/ilaç odaklı bilimin sermayeye doğrudan teslim olduğunun ispatı durumundadır. Bu fiyatı belirleyen Novartis isimli şirket, bütün dünyanın gözünün içine baka baka, zengin olanların bile değil, sadece çok zengin olanların tedaviye ulaşabileceğini açıkça söylemektedir. Bu fiyat kapitalizmin irrasyonelliğinin de göstergelerinden biridir. Hiçbir ilacın maliyeti, ne kadar zor koşullarda üretilirse üretilsin böyle bir rakama ulaşmayacaktır. Novartis adlı şirketin bu fiyatı belirlerken yaptığı şey, ilacın tek seferde uygulanabilmesinden ve pazarda tekel olmalarından kaynaklanan umut tacirliğidir. Tek dozluk bir ilaca bu fiyatı biçmek, kapitalizmin dizginlenemez kâr dürtüsüne iyi bir örnek teşkil ediyor. Elbet Marksistler olarak biliriz, sermaye olarak ilaç şirketleri sadece kâr için çalışır; ama bu öylesine bir kârdır ki, sermayenin devletlerini bile ürkütecek boyuta ulaşabilir. Nitekim Avrupa ülkelerinin sağlık bakanları dünyanın en pahalı ilacı haline gelen Zolgensma‘nın fiyatının ciddi etik ihlalleri yarattığını açıklamak durumunda kalmışlardır.[6]

Türkiye’de piyango biletlerinin parasının Zolgensma için aktarılması tartışıladursun, şirketin kendisi geçen sene bir piyango düzenledi bile. Bu utanmaz şirket tek dozluk bir ilaca 2,4 milyon fiyat biçmesi yetmezmiş gibi, bu ilaca kullanım onayı vermeyen yoksul ülkelerde doktor kontrolünde kendilerine başvuran hastalar arasından 2020 yılı için 100 kişiye bu ilacı ücretsiz vereceğini duyurdu.[7] Doğru kelimeyi kullandığımızdan eminiz; bu bir piyangoydu. Dünyadaki binlerce hasta arasından sadece 100 kişiye ücretsiz ilaç temin etmek, bir piyangodur. İşte kapitalist şirketler, nefes almakta güçlük çeken, kolunu ve bacağını oynatamayan hasta bebekler üzerinden piyango düzenleyecek kadar alçaktırlar. Milli piyango rakip yerli sermaye fraksiyonlarından, gayri milli piyango ise tekelci yabancı sermaye fraksiyonu tarafından düzenlenmektedir.

Vaziyet böyleyken, uluslararası sermayeyle bütünleşse onların çıkarlarının sözcülüğünde kusur etmese bile, Türkiye’de kökeni kasaba tüccarlığına dayanan bezirgân artığı sermayede böylelerine para kaptıracak göz var mıdır? Menzilci tarikat şeyhlerinin emir eri, özel hastane sektörüne çöreklenmiş bezirgân sermayedarların sözcüsü Fahrettin Koca, hemen tepkisini gösterdi. Tam da sınıfsal kökeniyle uyumlu bir bahane buldu kendine; çocukları kobay olarak kullandırtmamaktan bahsetti. Hâlbuki bu ilacın bir mucize olmadığını yukarıda aktarmıştık; ama bu ilacın Faz III olarak adlandırılan klinik güvenlik testlerinden başarılı şekilde geçtiğini de ifade etmek gerekmektedir.

Sonuçta tam bir açmazla karşı karşıyayız. Ortada hırsızlıkla ve gasp yoluyla iktidarda olan bezirgân sermaye fraksiyonlarının eline geçmiş ve artık kitlelerin gözüne batmış bir miktar para var. Ya bu para yerli piyango vasıtasıyla bezirgânlarda kalacak ya da acımasızlığı gayri milli piyango usulü ile tescilli dev ilaç tekellerinin eline geçecek. Kırk katır mı kırk satır mı? Üstüne üstlük her iki durumda da fizik tedavi, enfeksiyon takibi ve beslenme gibi temel halk sağlığı koşulları sağlanamamış çocuklar hasta kalmaya devam edecek.

Bütün sermaye düzeneklerinin hepsi birden yok olmadıkça esenliğe çıkılamayacağının iyice netleştiği bir çağın içindeyiz. Eskiden, Sovyetler Birliği’nin kurmuş olduğu hegemonya ve devrimci dinamiklerin Çin’den Avrupa’ya kadar yayıldığı dönemde, kapitalist devletler sosyalizmi bir tehdit olarak algıladığı için sağlığa yatırım yapar, halk sağlığını başlıca referans kabul eder ve teşhis-tedavi süreçleri sermayeden görece bağımsız üniversiteler tarafından yürütülürdü. 1970’lerin sonlarında sosyalizm tehdidi fiilen ortadan kalkınca sermayedarlar bütün halk sağlığı politikalarının köküne kibrit suyu döktüler. Şimdi bu sürecin sonuna erişmiş durumdayız; nadir görülen hastalıkları da milyonlarca kişiyi etkileyen pandemiyi de dev ilaç tekelleri yönlendiriyor. Kapitalizm, artık kafa karışıklığına meydan vermeksizin açık bir düşman olarak önümüzde duruyor. Fahrettin Koca’ları, Tayyip Erdoğan’ları, Koç’ları, Kolin-Cengiz-Limak-Kalyon’ları, Pfizer’leri, Novartis’leri, Apple’ları aynı anda tarihin çöplüğüne göndermekten başka bir yol kalmıyor!

Bilim insanları ve Ekonomi 101

Tam da bu kargaşa ortamında gözler bağımsız verileri değerlendirecek bilim insanlarını arıyor. Hastalıkların nedenlerini, korunma yollarını, tedavi seçeneklerini ve ilaçları etraflıca açıklayacak birilerini. Ara ki bulasın! Tıp profesörleri ekonomi politiğe merak salmış… Her biri hastalıklar hakkındaki tedavi süreçlerinin etkinliğinden çok ilaçların maliyetini, bu maliyetleri devletlerin karşılayıp karşılamayacağını tartışıyor. Koronavirüs pandemisi bilim kurulu gibi bir organizasyonu politik dünyamıza dâhil etti. Meğer Türkiye’de koronavirüsten alıştığımız kurulun yanında “SMA Bilim Kurulu” diye bir kurul da varmış! Bu kurulda ülkesinde ve dünyada nam salmış pek ünlü saygın bir hoca da yer alıyormuş. Sert mizacıyla ve keskin kararlarıyla bilinen ve bu kurula fırsat buldukça katıldığını iddia eden bu hoca, bahse konu ilacın ülkeye alınması konusunda, hacıağa diliyle konuşup çocukları kobay olmaktan kurtardığını iddia eden TC Sağlık Bakanı ile aynı fikirdeymiş.[8]

AKP-MHP iktidarının basit aparatları haline gelen ve burjuva iktisadının temel dersleriyle çok ilgili olan bu bilim kurullarındaki üyelere, Marksist görüşün basit öğütlerini vermekle yetinelim:

“Kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar ise sonsuzdur” şeklinde duyduğunuz motto kocaman bir aldatmacadan ibarettir. O sınırlı olan kaynaklar, iş sermaye devletlerinin silah ve askeri araç depolamasına gelince bir anda bollaşıverir. Sadece reklamcılık ve silah sanayine ayrılan kaynaklar bütün dünyadaki halk sağlığı problemlerini çözmeye yetecek dizeydedir. Daha şimdiden, insanlardaki üretkenlik tam anlamıyla açığa çıkmadan bile, bütün sağlık sorunları çözülebilecek seviyededir. Bırakın da kaynakların kıt olduğu bahanesini bilim insanları değil de asalak politikacılar dillendirsin.

Hepimizin ama özellikle de kimlikçiliğin test edildiği yer olarak engellilik

Yazının başında, geniş yığınların paranın kaynağını ve nerede kullanıldığını ciddiyetle sorgulamaya başladığını belirtmiştik. Bu durumun olumlu yönlerinden ve devrimsel süreçlerdeki duygu halinin bir nüvesi olduğundan bahsetmiştik. SMA ve engellilik yaratan diğer hastalıklar konusundaki kampanyalara, sadece kampanya düzeyinde ilgi gösterenler için şimdi biraz daha ileri gitme vakti!

Politik örgütlenmelerimiz bir süredir mücadeleyi çeşitli kimlikler üzerinden algılamaya alıştı. Günümüzde “gençler, işçiler, Aleviler, kadınlar…” neredeyse her söze başlanırken kullanılan bir kalıp oldu. Engelliler ve hastalar kimlikçiliğin tezgâhında yer bulamıyor. Çünkü kimlikler, ona sahip olanı bireysel düzlemde eylemsizce olumlarken; engelliler herkesi göreve çağırıyor!

Teorik ve pratik sorunlar kalabalığının arasında “sistem içi” somut bir öneri: Yatalaklığı, hastalığı ve engelleri anlamak ve emek vermek. Magazincilerin PR çalışmasına veya rakip sermaye fraksiyonlarına alet olmak yerine neredeyse her ailede ve yakın çevrede bulunan yatalak/engelli bir hastaya emek vermek. Kapitalizmin para odaklı kampanyaları yerine komün ruhuna dayalı bir paylaşım.

Açık sözlülükle: hiçbir üretim çıktısı olmadan, “verimsizce” bir canlının canlılığının biyolojik ve ruhsal devamını sağlamak… Canlılığı sürdürmek… Kategorik önemi olmadığını, toplumsal olamayacağını bilerek, yetersizliğin farkında olarak birilerinin çabasını anlamak…


[1] https://www.haberturk.com/tesekkurler-2925230

[2] https://www.haberturk.com/berguzar-korel-sma-hastasi-cocuklar-icin-yardim-istedi-magazin-haberleri-2777357-magazin

[3] https://t24.com.tr/haber/sma-hastasi-cocuklar-icin-baslatilan-kampanyaya-destek-olan-cem-yilmaz-dan-tepki,924425

[4] https://www.aa.com.tr/tr/saglik/smanin-tedavisinde-kullanilan-ilacin-fiyati-dusuruldu/1947959

[5] https://sol.org.tr/haber/bilim-insanlari-dunyanin-en-pahali-ilacina-tepkili-dr-zeynep-h-gumus-ile-24-milyon-dolarlik

[6] https://www.bmj.com/content/368/bmj.m580.full

[7] https://www.novartis.com/sites/www.novartis.com/files/global-map-community-statement-on-avxs-101.pdf

[8] https://www.milliyet.com.tr/gundem/prof-dr-topaloglu-turkiyede-sma-tedavisi-var-6397366