İktidar partisi bir süre önce ”muhafazakar devrimcilik” kavramını piyasaya sürünce, üzerine epey eleştiriler yapıldı. Elbette Cumhur İttifakı’nın bu kavramla ifade ettiği şeyler eleştirilebilir, reddedilebilir. Herkesin kendi çıkar hesabı ve bazen de işi kitabına uydurduğu durumlar vardır. Burjuva partileri çoğunlukla gerçek niyetlerini kamufle ederler. Toplumu avlama yöntemlerini de iyi bilirler.
Şimdi biz cumhur ya da millet itifakının ötesinde, haklı-haksız yapılmış eleştirilerin de ötesinde ve dışında durarak, ama bu kavramla esaslı bir konu üzerinde durmak istiyoruz.
Bize göre ”muhafazakar devrimcilik” gayet de mümkündür ve bazı ideolojik yanılgıları ortaya koymak için gayet de gereklidir!
Muhafazakarlık genel olarak devrimciliğe karşı statükoculuk, ilerlemeye karşı gericilik şeklinde bir dikotomiye bağlanmaktadır. Bu da Rönesans-Reform-Aydınlanma çağının ideolojik argümanıdır. Avrupa burjuva devrimlerinin, felsefi geleneklerinin, ideolojik belirlemelerinin damgasını taşırlar. Özcesi Avrupamekezci bir tarih-toplum okumasıyla karşı karşıyayız. Çağımızın çiğ insanı bu ideolojik manifestoyla afyonlandığı için bağımlılık zincirini kıramaz. Dünyayı tarihin zorunlu ilerleme çağlarına inanarak değerlendirir. Burjuva devrimlerinin ilerlemenin doruğu olduğuna ikna edilmiştir. Diğer çağlar gericidir. İsterseniz bu ilerici burjuva sisteme bir de sol’dan sosyalizm eklersiniz ve o geleneği komünist ideolojiye taşırırsınız. Olan da budur zaten.
Bu ilerlemeci zihniyet her önceki aşamayı geri, sonrakini de ileri görüp köklerini-geçmişini aşağılayıp durmaktadır. Oysa ”ilerici-gerici” (muhafazakar -devrimci”) dikotomisi zaten egemenlerin tarihidir. Bir iktidar kavgasıdır. Tarihi egemenlerin düellosu, halef-selef ilişkisi, önceki-sonraki şeklinde izah edenler bizzat egemenlerin tarih anlayışını anlatır. Sosyalistin savunacağı tarih bu değildir.
Burjuvazi kendini devrimci-ilerici ilan edip ortaçağı aşağılarken, biz bunu kabul etmeyeceğiz. Feodaller antikçağı kendi iktidarları için hor görüp lanetlerken, biz hayır diyeceğiz. Medeniyet (uygarlık) adına komünal tarih ilkel-geri-cahil vb. denilerek reddedildiğinde biz karşı duracağız. Eğer karşı durmazsak köklerimizden bihaber kalırız. Geleneklerimizden koparız, başkasının sahasında-minderinde dövüşmeye başlarız. Bu da ideolojik ve sistemsel düzeyde eklektik eğreti bir melezleşme yaratır.
Biz hayata halklar dünyasından başlayacağız. Mazlumların dünyasından! özgürlük dünyasından, sınıfsızlık dünyasından. Antik kölelikten, toprak köleliğine, oradan ücretli köleliğe geçişe toplum adına ilericilik-devrimcilik denmez.
***
Geçmişinden koparılıp burjuva ideolojisiyle yoğrulmuş insan doğal olarak gerçeğin farkına varana dek burjuva gözlükleriyle bakar dünyaya. Eski olanın ortadan kaldırılmasını yenilik-ilericilik- devrimcilik diye anlar. Dahası bunu dayatır. Dünyayı kendi anlayışı doğrultusunda biçimlendirmek için mühendislik projeleri geliştirir vs.
Bizim için aslolan halkların özgürlük tarihidir ve tarihteki iktidarlar hep bu özgürlüklere karşı savaşmışlardır. Halkların adalet-eşitlik-kardeşlik-özgürlük sloganları her çağda dalga dalga yayılmış, yaşanmış ve kendi geleneğini yaratmıştır. Nice bilge, filozof, bilim insanı, nice din-mezhep-tarikat, nice kadın hareketi, nice komünal hareket tarihte hep özgürlük değerlerini elden ele taşımışlardır. Bu bir bayrak yarışıdır.
Bugün yaşanan doğal felaketler, evrensel krizler, sağlık sorunları ve daha nice yozluk, bozukluk, yabancılaşma nedeniyle sorunlara çözüm arayışında olan alternatif hareketler gözlerini geçmişe çevirmişlerdir. Kendi köklerini aramaktadırlar. Aslında kaybettikleri cenneti aramaktadırlar. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet vb. sloganların burjuvaziye ait olmadığını, halklar dünyasından çalındığını görüyoruz. Ekolojik düşüncenin-doğa ile uyum içinde yaşamanın, zulme karşı çıkmanın, organik tarımın, kadın özgürlüğünün, laikliğin, veganlığın ve vejetaryenliğin çok “eski” zamanların eskimeyen değerleri olduğunu biliyoruz. Feministin, anarşistin, ekolojistin, komünistin, kurtuluş teolojisinin.. Bizlerle başlamadığını biliyoruz.
Bilgeler, dervişler, peygamberler, ”sıradan insanlar” bu değerleri binlerce kez söylediler, savundular, uğruna bedel ödediler. Kendini bil, özel mülkiyeti kaldır, her şey herkes birbirine bağlıdır-örülüdür dediler. Eline, beline, diline sahip ol dediler. Bir lokma bir hırka dediler. Hayvan öldürme, işkence yapma dediler. ”Kadın eşitimdir’ dediler. Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir dediler, zina günahtır dediler. Kul hakkı yeme dediler. Doğru düşün, doğru söyle, doğru yap dediler. Kötülüğe karşı diren dediler. Fazla mal mülk biriktirme, gereksinimin kadar al dediler. Haram yeme, el sürme dediler. Zevki safaya, şana şöhrete kapılıp toplumun ahlakını unutma dediler. Yarin yanağından gayrı her şeyi paylaşmayı savundular. Yani kısaca alın terini, göz nurunu, el emeğini, aşkı ve ahlakı, eşitliği ve adaleti söylediler, savundular.
Bu saydıklarımız tarihimizin başından itibaren var olan değerlerdir. Yani insanlık ne kadar “ileri” giderse gitsin hep bu “eski değerleri” muhafaza ettikçe özgür olacaktır. Biz bu köklerden geliyoruz. Geleneğimizi gerici diyerek hor görenlerden olmayacağız. Savunduğumuz değerler bize analarımızdan-atalarımızdan mirastır-emanettir ve bu değerler kutsaldır. Dün de doğruydu bu değerler bugün de doğrudur yarın da doğru olacaktır. Biz insan olarak kaldıkça bu değerlerin muhafazakar devrimcileri olacağız.
Feodal ile köleci, burjuvazi ile feodallerin ilerici-gerici, devrimci-muhafazakar belirlemeleri bizim için tuzaktır. Biz özgürlüklerin muhafazakarıyız!