21. yüzyılın şu son 10 yılı gösteriyor ki ekonomik ve ekolojik krizlerle doğal afetler görülmedik sıklıkla ardışıklaşmış, adeta iç içe geçmiştir. Biri bitip diğeri başlamaktadır. İklim krizi ile bağlantılı doğal afetlerdeki artışlar, uluslararası göç, 2008 -2010 küresel finansal krizi ve büyük durgunluk, 2019-2021 pandemi ve 2022 Ukrayna Savaşı’yla Rusya-NATO karşılaşması kimi yazarların 21. yüzyıl için “endişeler çağı” belirlemesini haklı çıkarmış ve büyük bir sistemik krizle karşı karşıya kalmıştır dünya.
Bu sürece kimileri “nekro siyaset“ diyor. Yani yaşamın ölümün iktidarı karşısında boyun eğdiği bir durumdan söz ediliyor. Bunda en büyük sorumluluk elbette eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, sendika ve güvenceli iş gibi toplumu tüm temel yaşam dayanaklarından yoksun bırakan ve böylece yüzyılların mücadelesi ile kazanılan sosyal refah devletinin sonunu getiren neoliberalizmdir. En vahimi ise açıkçası bu kriz ve çöküş sarmalına cevap verecek siyasi araçlardan yoksun bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıyadır dünya! 19 ve 20. yüzyılın araçları ile bu krizlere müdahale etme şansı kalmamıştır. Devletlerin sermaye lehine yeniden biçimlendirildiği aynı anda daha fazla otoriterleştiği, finansal sermayenin alabildiğine akışkan bir özellik kazandığı ve en sonu sistemik krizin savaşlarla aşılmaya çalışıldığı böylesi bir dünya karşısında toplumlar adeta varoluşsal bir güvensizlik yaşamaktadırlar.
İnsanları enkaz altında bırakıp “zamanında gelemedik hakkınızı helal” diyebilen bir siyasettir, nekro siyaset. Yüzbinlerce ölüm karşısında bile Kızılay örneğinde olduğu gibi bu durumdan rant elde edebilmek nekro siyasetin ne kadar fütursuz olduğunun göstergesidir. Enkaz altından çığlıklar yükselirken bile kamu malı çadırları satmak!
“Kapitalizm öldürür” sloganı nekro siyaset tarafından her gün daha fazla doğrulanmaktadır. Son 10 yılda ekolojik kriz ve doğal afetler karşısında finans oligarşinin karlarına kar kattığını gördük. Orta sınıfların ise sadece hümaniter vicdan gösterileri söz konusuydu. Shakespeare vicdan için söyle söylüyordu: “Vicdan güçlüleri korkutmak için düşünülmüş korkakların kullandığı bir sözcükten başka bir şey değildir. Bizim vicdanımız güçlü kollarımız, kılıçlarımız ise yasalarımızdır”. Tüm siyasi araçlardan yoksun ezilenlere geçmişten kalan sadece budur, güçlü kollarımız ve kılıçlarımız.
Depremin en sıcak günlerinden günümüze her gün suçlu olduklarının kanıtlarını kendi ağızlarıyla itiraf etmiyorlar mıydı? Yaptıkları her şeyin altında suçu bastırma telaşı ve psikolojisi yok muydu? Sarıldıkları argümanlar “asrın felaketi”, ilk 3 günkü gecikmelerini hafifletmek için değil miydi?
-“1 ay içinde inşaatlara başlayacağız” derken ki acelecilikleri!
-Eleştiriler gelmeye başlayınca sosyal medyayı kısıtlamaları!
-STK’ların yardımlarını “devlete eş koşmakla” “akbabalıkla” suçlamaları!
-Göçük altından her kurtulanı “mucize” ilan etmeleri ve bunu TV’lerde İslamcı-milliyetçi sloganlarla Allahuekber nidalarıyla sarmalayarak sunmaları!
-En geç gidilen ve en az çaba gösterilen yerlerin ağırlıklı olarak Alevi ve Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgeler olması!
-Enkaz altında hala binlerce insan varken 7. günde sahaya iş makinelerini sokmaları, birçok yabancı yardım kuruluşunun bu yüzden ülkeyi terk etmeleri!
-Daha deprem yaraları çok taze iken Bülent Arınç vasıtasıyla depremi seçimlerin iptaline gerekçe yapmaya çalışmaları!
-Kendi kabahat ve tedbirsizliklerinin üzerini örtmek için en başından beri depremi “siyaset üstü” ilan etmeye çalışmaları!
-Tüm televizyon kanallarının ortak yayını ile yapılan yardım kampanyasının kendi sermaye gruplarının gösterisine ve bir tür günah çıkarma ayinine dönüştürülmesi!
-Kamu bankaları ve Merkez bankasının vatandaşı adeta aptal yerine koyarak halkın ve devletin parasını AFAD’ a bağışlaması!
-MSB Bakanı Hulusi Akar’ın TSK’nin depremdeki başarısızlığını başarı gibi göstermeye çalıştığı basın toplantısında geciken müdahalenin aslında kendi aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklandığını itiraf eden cümleler sarf etmesi! Sonraki günlerde “Hudutları kim koruyacaktı?” diyerek depreme asker göndermemenin asıl nedeninin Kürt savaşı olduğunu bu sefer açıktan itiraf etmesi!
İşte size nekro siyasetin anatomisi…
Şehir planlamacısı Prof. Dr. Tarık Şengül, nekro siyaset ve toplumun yaşadığı güvensizlik durumuna ilişkin yaptığı projeksiyonda çok anlamlı bir çözümleme yapıyor. “Türkiye gibi ülkeler gelecekte ne olacağının göstergesi. Gelecekte bu dünyanın yaşayacağı modeller Türkiye gibi ülkelerde sınanıyor. Nekro toplum dediğimiz yerde klasik demokrasi modelleriyle gidilmez. Önümüzdeki dönemin yeni yönetim modellerinin sınandığı bir ortamdayız. Türkiye önde gidiyor.”
Türkiye nekro siyasette bir dünya modelidir diyor açıkça…
Pandemide işçileri zorla çalıştıran, onları viral fabrikalara dolduran, orman yangınlarında uçak kaldırmayan, Kürt dağlarında kimyasal kullanan, Selefi cihatçıları Suriye’de, Azerbaycan’da ve Libya’da paralı asker olarak kullanan, 30 yıl hapis yatıp tahliyesi gelen devrimcilerin infazını yakan, hasta tutsakları ölüme terk eden, depremde insanlar enkaz altında çığlık atarken çadır satan bir iktidar olarak AKP-MHP faşizmi dünyada eşine ender rastlanan bir nekro siyaset modelidir.
İnsanlığın düşürüldüğü en dramatik durumlardan birinin, insanın yaşlı gözlerle kendi kendine acıması değilse nedir? Depremzede halkımızın düşürüldüğü durum ne eksik ne fazla bundan ibarettir. Ölümün yaşam karşısında galip geldiği bir toplumsal gerçeklikte ne yazık ki sadece ezilenlerin değil devrimcilerin de gerçekleri yeterince göremediği, görse bile bunu topluma anlatacak uygun kelime ve eylemleri bulamadığı bir dünya bu!
Pandemi döneminde ölüm nedeni olarak Covid-19 yazmakta ne kadar zorlanmışlar ve evrakta sahteciliği bile göze alarak “doğal ölüm” yazmışlardı. Depremde de böyle oldu. “Kader planı”, yani afete bağlı kaçınılmaz ölüm!
Ölüm kendi adını kendi koymuştur: Asrın felaketi!
Asrın felaketi, AKP-MHP faşizmidir! Onun 20 yıllık iktidarı ABD, AB ve Rusya’nın bile şaşkın bakışları altında 21. yüzyıla damgasını vurmuştur. Peki; biz halklarımıza iliklerine kadar yaşadıkları bu felaketten çıkış yolunu ne kadar gösterebiliyoruz?
Göstermek o yolun en önünde bir vuruşan olmaktır.