Normalleşmek Düzenin Restorasyonudur-Sinan Karacan

14 Mayıs genel seçimlerinde AKP-MHP blokunun karşısında pozisyonlanan bütün siyasal kesimler için büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Bu duruma istinaden çokça yazılıp çizildi. Tekrar oraya dönmeden ama o bağlamdan da kopmadan 31 Mart yerel seçimlerinde ve devamında olup bitenlere dair birkaç kelam etmekte fayda var.

AKP MHP koalisyonunun seçimi kesin kaybedeceği inancıyla girilen 14 Mayıs genel seçimlerinden büyük bir hüsranla çıkan muhalefet, henüz üzerinden on ay geçmeden ve pek de 14 Mayıs seçimindeki gibi mutlaka kazanacağı inancıyla girmediği yerel seçimlerde büyük bir başarı elde etti. Tabii durum biraz ilginç oldu, mutlak zaferin beklenildiği bir genel seçimde büyük bir yenilgi, diğer taraftan hemen 10 ay sonrasında ve ülkede seçim sonucuna doğrudan ve derinden etki edecek bir olgunun olayın cereyan etmemiş olmasına rağmen bu türden bir başarının beklenmediği bir yerel seçimden de AKP MHP koalisyonunu derinden sarsacak bir başarı..

Esasen 14 Mayıs seçimlerinde bir zafer beklentisi muhalefet açısından ve muhalif kitleler açısından ayakları yere basan bir beklentiydi, ancak muhalefetin çok başlı kaotik yapısı ve  bu haliyle yarattığı güvensizlik atmosferi ve cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun çokça tartışılıp tartıştırılması AKP MHP tabanından kopuş eğiliminde olan seçmenin kopmamasına sebep oldu.  Hal böyle olunca da dengeler muhalefet lehine değişmedi.

29 Mart yerel seçimlerine gelindiğinde ne değişti diye sorulacak olursa, muhalefet arasında Haziran seçimindeki gibi çok başlı kaotik bir koalisyon yoktu ve bu bile başlı başına ön açıcı bir etkiye sebep oldu. Diğer taraftan elbette seçmen tavrında köklü değişimlere sebep olma becerisi olan yüksek enflasyon ve yoksullaşma daha da derinleşmişti.

Tabi iki seçim arasındaki niteliksel farkın sonuçlara etkisi üzerine de söylenecekler var ama o bu yazının konusu değil. Nihayetinde biri genel diğeri de yerel seçim ve bu her iki seçimin de kendine içkin bazı karakteristik özellikleri var deyip kapatayım.

Seçimin getirdikleri

29 Mart seçimleri ile birlikte nihayet büyü bozuldu. Yıkılmaz denilen AKP – MHP kalesi yıkılmadı ama büyük hasar aldı. Bu durum kitlelerde yüksek bir moral ve motivasyon oluşmasına sebep oldu. Bu moral motivasyon hali derhal toplumsal yaşamda kendisini göstermeye başladı. Van Belediyesi’ne Kayyum atanma girişimine karşı gösterilen reaksiyon, devamında 1 Mayıs eylemlerine yoğun ve coşkulu katılımların sergilenmesi, Deniz Gezmişlerin katledilişinin yıl dönümü ile ilgili etkinliklerde yine moralli ve yoğun katılımların oluşması ve artık iktidara karşı yöneltilen itirazların daha üst perdeden yapılıyor olması ilk elden bu coşku ve motivasyonun yaşamsal boyutlarına verebileceğimiz örneklerden.

Ancak özellikle düzene eleştirel bakan ve kısmen yüzü düzen dışına dönük geniş bir kitlede bu moral ve motivasyona eşlik eden bir örgütlülük ya da örgütlülüğe yöneliş maalesef yok. Bu kitlelerin önemli bir kısmı gerek TKP, TİP ve benzerleri dolayımı ile ve seçmen kimliğine hapsolarak gerekse de doğrudan CHP’ye yedeklenmiş konumda ve bunun getirdiği seçeneksizlik ve etkisizlikle baş başa kalmış durumda. Maalesef bu kitlenin önemli bir kısmında yabana atılmayacak oranda CHP’ye umut bağlama davranışı var. Örgütsüz kalmış yenik ve geniş sol bir tabanda CHP’ye bağlanan umutlar elli yıl sonra, 12 Mart yenilgisinin ardından 1973 seçimleri sonrasındaki CHP’ye yönelişe çok benziyor.

Diğer taraftan devrimci sosyalist yapılar belki de tarihlerinin en ağır kitlesizlik halini yaşamaktalar.  Devrimcilerin kitlelerle bağı nerdeyse yok denecek noktaya varmış durumda. Tabii bu kitlesizlik aynı zamanda bir iddiasızlığın da oluşmasına sebep oluyor. Bu anlamıyla DEM’i bir tarafa bırakırsak, başta CHP olmak üzere düzen partilerinin bir seçim zaferi üzerinden kitlelerin yakaladığı moral motivasyon birincisi CHP’nin düzeni restore etme çabaları üzerinden, ikincisi de sosyalist hareketin zayıflığı dolayısıyla iddiasızlığı üzerinden yeniden sönümlenme riskiyle karşı karşıyadır.

Oysaki kitlelerin cesareti ve özgüveni gün geçtikçe artıyor, dolayısıyla demokratik talepler gitgide artacak ve gitgide düzen sınırlarını zorlayacaktır. Devrimci hareket bütün bunlara hazırlıklı olmalıdır. Aslında bu moral ve motivasyon hali bir fırsat ve aynı zamanda bir görev çağrısı niteliğindedir. Ve bu görev çağrısı da devrimcileredir.

Bu görevi DEM’e yüklemek gerçekçi bir beklentiye sahip olmamak anlamına gelir ki DEM’ in misyonu ve mevcut yapısı buna uygun değil. Elbette DEM her şeyden önce bir kitle partisi ve öncelikli siyasal hedefleri arasında ezilen Kürt halkının ulusal kurtuluşuna dönük siyaset üretmek var. Zaten bugüne kadar DEM’e bu türden bir misyon yükleyenler geldiğimiz gün itibariyle DEM’in böyle bir misyona uygun bir siyasal araç olmadığını çoktan anlamış olmalılar.

Devrimci hareket bu görev çağrısını en iyi şekilde okuyarak halk muhalefetinin cesaret ve özgüven kazandığı ve her geçen gün yükseldiği bu konjonktürü çok iyi değerlendirip, bu süreçten azami kazanımla çıkmayı başarabilir. Bu moral ve motivasyonun CHP’nin devletçi pratikleri marifetiyle sönümlenip gitmesine engel olmak için açık kitle çalışması ve militan kitle mücadelesine ağırlık vererek halk arasında yeniden devrimci mevziler, devrimci ocaklar yaratabilir.

Devrimci hareket süreci dikkatle izlemeli, süreci olabildiği kadar birlik içinde karşılamalı ama öncelikle talepleri giderek radikalleşecek olan kitleler içinde klasik kitle faaliyetine yoğunlaşmalı, bir anlamda halklaşma yönünde bu süreci değerlendirmelidir. Kısa bir süre sonra CHP’de umduğunu bulamayan halk yanı başında devrimcileri bulmalıdır. Bunu yapabilmesinin elbette önemli ayaklarından biri öznelliğini nesnel gerçekliğe uygun olarak yeniden kurmasıdır. Zira devrimci yapıların bu oranda kitleselliğini yitirmesi tarihin bu kesitinde kendilerine yaşam alanı bulamamalarından değil, ağırlıklı olarak kendi öznel sorunlarından kaynaklıdır.

Normalleşme derken?

Nihayetinde 47 yıl sonra birinci parti olarak seçimi tamamlayan CHP, bu kadük düzenin kadim partisi olarak asli görevi için hemen kolları sıvadı. Yeni anayasa yapım süreci ve normalleşme adı altında AKP – MHP ile CHP arasındaki görüşme trafiği yoğunlaştı. Ne de olsa CHP bu cumhuriyetin kurucu partisi ve elbette devletin bekasının temel sürdürücüsüdür. Doğaldır ki ilk işi ve her zaman en önemli işi devletin ve düzenin sürdürülebilir kılınması için çabalamaktır.

Elbette CHP’den bunun aksini yapmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırı. Ama sırf bu tespitle de muhalif kitleleri peşinden sürükleyen CHP ‘yi bu emelleriyle baş başa bırakmak elbette kabul edilebilir değil.

CHP seçim başarısını ağır ekonomik koşullar altında ezilenlere, güvencesizlere, kadınlara, geleceksiz gençlere, açlıkla yüz yüze bırakılmış emeklilere seslenerek ve iktidarın rantçı halk düşmanı ve yağmacı politikalarına dur diyeceğini söyleyerek, şeffaf ve sosyal belediyecilik yapacağını vaat ederek kazandı. Böylelikle kazandığı bu siyasal gücü AKP-MHP iktidarına yanaşarak AKP-MHP iktidarıyla işbirliği yapmak suretiyle hem onların elini rahatlatmak hem de düzeni restore etmeye dönük kullanacaktır ki buna izin vermemek gerekir.

Faşizminin bir şekilde CHP’yi ve ona bağlanan umutları kullanarak tepede bir AKP-CHP uzlaşmasıyla kendini restore etmesine karşı da halkı uyarmalı ve buna karşı mücadele etmeliyiz. Sürekli yinelenen otokratik tek adam faşizminden eski tip, Türkiye’nin klasik parlamenter faşizmine geçiş halk muhalefetini tatmin edemez. 1973 sonrasını unutmamak lazım. CHP soldan ve Kürt hareketi tarafından büyük bir baskı altında tutulmazsa çok kolaylıkla faşizmin kılık değiştirmesine, onun restorasyonuna hizmet eder.  

Şu çok açıkça görülmelidir ki normalden kasıt AKP öncesiyse ki bizce öyledir bu da;  “Kürtler hariç” normaldir. “Ezilenler hariç” normaldir. “Kadınlar, gençler hariç” normaldir. “Hak, hukuk, adalet hariç” normaldir. Türkiye’nin normali böyledir. Düzenin alt yapı ve üst yapı kurumlarının azami işlerlik kazandığı, AKP öncesindeki gibi yalan da olsa burjuva hukuk sisteminin olduğu, yalan da olsa parlamenter sistemin işlerlik kazandığı, sistemin fabrika ayarlarına döndüğü bir durumdur. Yani Normalden kasıt doksanlardır, seksenlerdir, yetmişlerdir. Yani halk düşmanı işkenceci tekçi parlamenter faşizmdir. Bugünden farklı olarak bir parti devleti değil, kişisel keyfiyetle yönetilen değil, kurumsal bir devletli sistemdir.

Sonuç olarak evet AKP- MHP faşist bloğu yarından tezi yok yerle bir edilmelidir. 31 Mart yerel seçimleri bu manada önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ancak yolun başındayız. Faşist şef iktidarını daim kılmak için her yolu deneyecektir. Ayrıca içinde bulunduğumuz ekonomik yıkımın faturasını ezilenlere yoksullara kesen iktidar, kestiği acı reçeteyi uygulayabilmek için hedef saptıracağı gündemlere ve fırsatlara ihtiyaç duymaktadır. Bunun bugün için en net görünen yolu “Normalleşme” yalanı ile CHP’yi kendine yedekleyip toplumsal muhalefeti elimine etmektir. Diğer taraftan CHP kendisinden beklenen devletçi refleksleri yüzünden bu tuzağa düşmekten kurtulamayabilir ve halk muhalefetini parlamenter faşizm sevdasına kurban etmekten kaçınmaz.

İşte bu “normalleşme” ve “yumuşama” dan ezilenlere ve muhalif kitlelere ekmek çıkmaz.

Bir Mayıs alanın emekçilere olağanüstü önlemlerle kapatıldığı bir günün akabinde kapatanların ayağına giden muhalefetten de zaten aksi bir normalleşme iradesi çıkmaz!