Ölülerimiz bizi uyarıyor! – Doğa Bakış

Asrın katliamından beri, zaman ve yaşamlarımız adeta havada asılı kaldı, aklımız durdu. Yıllardır olağanüstü zamanları olağan zamanlara dönüştüren, yaşattıkları ve yarattıkları karşısında bizi hissizleştirmeye, birer nesne durumuna dönüştürmeye çalışan faşist iktidar, bugün neden olduğu felaketin büyüklüğüyle bizi sarstı. Bu sarsıntıyla, bizler de faşist iktidarın unutturmaya çalıştıklarını anımsamaya, hissetmeye ve harekete geçmeye başladık. Fakat o kadar acı ki her bir dokumuzun, her bir hücremizin hala acı çekmeye devam ettiği bir deneyimle bunu yaşadık, yaşıyoruz. Yaşanan bu katliam karşısında sadece deprem bölgesindeki halklar değil Türkiye ve Kürdistan halklarının, Suriye ve Rojava halklarının ve dünyanın her yerinde gözü-kulağı burada olan insanların gündelik yaşamları allak bullak oldu. Bu yıkımın-kıyımın tüm aklımızı, bedenimizi, ruhumuzu ve yüreğimizi kapladığını biliyoruz.

İçinde bulunduğumuz bu çağda bu katliama sebep olanlar; Türkiye ve Kürdistan halklarının, bölge halklarının başına gelen en büyük, en yıkıcı, en kıyıcı felaketin kendisidir. Depreme atfedilerek denilen asrın felaketi, kapitalist devletin ve AKP-MHP faşist savaş iktidarının yarattığı sonuçlardan biridir, ama en büyüğüdür. Yaşadığımız tüm felaketlerin, katliamların, kötülüklerin babası kapitalist devlet ve faşist iktidardır.

Binlerce insanımız AKP-MHP faşist iktidarının eliyle depremin ilk anında öldürüldü, ilk anda öldürülmeyen insanlarımızı ise aldıkları kararlar ile ölüme mahkum ettiler. Yaşadığımız bu anda, AKP-MHP faşizminin neden olduğu bu katliamın sonucunda somut bir biçimde tarihsel, toplumsal ve sınıfsal bir dönüm noktasındayız. Zamanın kırılacağı, çubuğun büküleceği bir andayız. An; milyonların acı ve öfkesinin biriktiği, bu birikimin kitleleri kopuşa götüreceği, akacağı kanalları yaratacağı ve yıkımların arasında yeni doğumlar yaratacağı bir sürece gebe. Kendi zamanını ve kendi kaderini yaratacak, yaşamını ele alacak, tüm canlılığıyla-varlığıyla bu zamanı dolduracak somut bir güçle karşı karşıyayız. Bu anın gereklerini ve sorumluluklarını yerine getirebilirsek, toplumun-toplumsallığın içinde kök salabilir, toplumsal mücadele dinamiklerini harekete geçirebilirsek, faşizmin depremi olacak toplumsal fay hattını inşa edebiliriz. Böylece katliama cevap olacak, burjuva-faşist devletten hesap soracak bir hareketi yaratabiliriz. Yani içinde olduğumuz an biz devrimci öznelerin, yapıp ettikleriyle şekillenecek tarihi bir çatallanma anıdır.

Faşist iktidarın katliam politikalarının sürekliliği

Yaşamakta olduğumuz bir rejim krizi, daha ötesi bir devlet krizidir. Hem faşist iktidarın kendi iç çelişki-çatışkıları, hem burjuva egemen klikler arasında süren çatışmalar hem de faşist rejimin yaratmak istediği toplum düzeniyle var olan toplumsallığın ona karşı direndiği bir rotada bu kriz yaşanıyor. Faşizmin yaşadığı siyasal, toplumsal, ekonomik, yönetememe krizi Türkiye ve Kürdistan halklarının iliğine kadar işlemiştir. Yönetememe krizinin halklara yansıması savaş politikası, açlık-yoksulluk-sefalet-barınma-gıda sorunu, özgürlük ve adalet yoksunluğu, kadın kırımı, gençliğin geleceğinin karartılması olarak yaşanmaktadır. Yaşadığı krizin faturasını halklara, sınıfa, kadınlara, gençlere ödetmektedir. Ve bugün deprem, bize faşizmin hayatlarımızı enkaza dönüştürdüğünü en çıplak haliyle gösterdi.

Yıllardır halklara karşı bölgede savaş ve yıkım siyasetiyle faşist iktidarını ve hegemonyasını yeniden üreten, inşa eden bir siyaseti yürüten devlet gerçekliği bugün tüm ağır sonuçlarıyla yüzümüze çarpmaktadır. Faşist devletin savaşçı-katliamcı karakteri, bugün tüm topluma-toplumsal kesimlere kendini yeniden göstermiştir. Yarattığı katliamla kendisini destekleyen toplumsal kesimlere de, yani bir bütün olarak tüm emekçi sınıflara karşı bir savaş hükümeti olduğunu göstermiştir. AKP-MHP faşizmi toplumun tüm kesimine karşı kurulan, yürütülen eli kanlı bir savaş hükümetidir.

AKP-MHP faşizmi, iktidarını ayakta tutmak, yandaş sermaye grupları başta olmak üzere tekelci sermayenin zenginliğine zenginlik katmak için yürüttüğü politikaların, Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın, emperyal hayaller uğruna bölge halklarına karşı sürdürdüğü savaş politikalarının faturası bugün on binlerce insanımızın ölü bedenleri, on binlerce insanımızın yaraları olmuştur. Sebep olduğu bu katliamla birlikte ortaya çıkan insanlık krizi, yaşadığımız diğer krizler gibi AKP-MHP faşizminin, kapitalist devletin neden olduğu bir krizdir. Doğrudan 85 milyonu etkileyen, içine çeken bir felaketin politikasını üretmiştir. Ve bugün yaşanan insani kriz, toplumsal kriz diğer bütün kriz ölçeklerini daha da derinleştirmiş, yeni fay hatları oluşturmuştur. Esasında devlet krizini, yönetme krizini tüm toplumsal kesimlerin sorgulamasına da yol açmıştır.

Yaşanan katliamın sonucunda faşist rejim ile kitleler arasındaki çelişkiler daha da keskinleşmiş durumdadır. Yıllardır yaşattıkları felaketleri, katliamları; “kader planı, bu işin fıtratında var” diyerek hep geçiştirdiler. Sermaye birikimi ile zenginliklerine zenginlik katmak için her yol ve yöntemi kullanan, faşist iktidarını sorgulanamaz kılmak için korku iklimini hakim kılmaya çalışan, tüm insani değerlerimizi kendi iktidarının varoluşu için hiçe sayan AKP-MHP faşizminin hakikatidir; çalıştığımız maden ocaklarını, fabrikaları, barındığımız evleri mezarlıklarımıza dönüştürmesi. Bizlere biçilen kader planı, işin fıtratı bizzat egemenler tarafından bize örülen ölüm ağlarıdır.

Cereyan eden toplumsal kısa devre hali

İlk anda ortaya çıkan devlet gerçekliği, hem ölülerin hem de yaşayanların üzerine depremden daha ağır bir şekilde enkaz halinde çökmüştür. Devletin büyüklüğü ve faşist iktidarın yüceliğinin en acil bir şekilde müdahaleyi örgütleyebileceği sınırsız kurum, olanak, araç ve gereç varken bunu sahaya sürmemesi, devlet kurumlarının belediyesinden valiliğine inisiyatif yoksunluğu ve acil müdahalenin önünde engel olması, katliamın daha da boyutlanmasına, on binlerce insanımızın ölümüne neden olmuştur. Enkaz altında bir umut yaşayanları, öldüren bir düşmanla karşı karşıya kaldık. Katliamın yarattığı insanlık trajedisi ilk andaki devlet gerçekliğinin getirdiği karşılaşmayla tam olarak toplumsal bir travmaya dönüşmüş oldu. Bilinçlerde ve duygularda zincirleri kırılan milyonlar, enkazın altında, üstünde acı içinde “nerede bu devlet, devlet yok, devlet öldürüyor” diye haykırdılar. Deprem toplumsal fay hattının aktifleşmesine, henüz büyük bir depreme dönüşmese de öncü sarsıntılara yol açmıştır. Kolektif-toplumsal bir bilinç, pratik, öfke ve acı bu zeminde açığa çıkmıştır. Devletin büyüklüğünün yaşatmak için değil yaşamdan koparmak için var olduğunu gördü kitleler. Faşist iktidarın ve onun politikalarının ölüm yönetimi olduğu gerçekliği toplumun tüm kesimlerinde bilinçlere kazındı.

Toplumsal muhalefetin, devrimcilerin hızlı bir şekilde inisiyatif gösterip müdahale etmesi ve varıyla yoğuyla deprem bölgesine akması, canhıraş arama-kurtarma ve yaşatma çalışmalarına başlaması, kitlelerin kolektif çalışma-organize olma beceresi, dayanışma ağı oluşturma ve örgütlenme seferberliği; bunun yaratmış olduğu ruh ve duygu birliği devletin yokluğunda, toplumsal bir mümkünlüğün varlığına işaret etmiştir. Yıkımın yarattığı koşullardan hızlıca yaşama umudunu yeşerterek, bir ses telinden yeniden yaşama tutunmanın doğum sancılarını örgütleyen toplumsal seferberliğin inşası kolektif bir bütünlük yaratmıştır. Acısı, öfkesi, üzüntüsü, sevinci, hayalleri, umudu, aklı ve pratiği ortaklaşan bir bütünlük. Erdoğan’ın yıllardır kendinden olmayana karşı savaş açtığı ve toplumu ilmek ilmek yok etme ve teslim alma siyasetini geçersizleştiren bir bütünlük. Faşist iktidarın çizdiği sınırları aşan bir mücadele bütünlüğü. Neoliberal sermaye birikim modelinin toplumu, sınıfı ve bireyi çözmeye, atomize edilmiş insanlara dönüştürmeyi esas alan saldırısını boşaltan bir bütünlük. Ve yıkımın bilinçlerde yarattığı dehşet ve çaresizlik duygusunun yerini yeni bir toplumsallığın, yaşamın mücadelesi ve örgütlenmesi filizleniyor. Dün bilinçlerde var olan şey ne olursa olsun, dünü yok edebilecek daha güçlü bir şey ortaya çıktı. Erdoğan’ın kadr-i mutlak otoritesini, kudretini yok edebilecek olan sınıfın, ezilen halkların, kadınların, gençlerin, toplumsal muhalefetin kolektif hareket ve sinerjisi. Tohum misali serpiliyor, yeşeriyor.

“Kırılan fay hattı değil ar, damarıdır!”

Felaketin büyüklüğü ve faşist iktidarın bundaki payı apaçık ortadaydı. Depremzedelerin enkaz başındaki “Devlet nerede” haykırışları bunun ifadesiydi. İki koca gün sessiz kalan Erdoğan, katliamın 3. gününde buna yanıt olarak OHAL ilanını duyurduğu konuşmasında “namussuzlar, şerefsizler, haysiyetsizler” diye başladı ve sonra “dilinin başka kelimeleri de telaffuz etmek istediğini ama makamından kaynaklı dile gelemediğini” -ki biz neler söylemek istediğini her halinden anladık- söyleyebildi. Neoliberal sermeye düzenin ve faşist iktidarın eseri olan katliamın çapı ve etkisi o kadar büyüktü ki kendi kudret ve yüceliğinin bunun karşısında ne kadar zayıf kaldığını görmüştü Erdoğan. “Nerede bu devlet” diyen milyonların sesine bir cevap üretememiş olmanın (bu sesi bastırmak da onun için bir cevaptı) getirdiği acz ve küçülme duygusu, kadr-i mutlak gördüğü otoritesinin sorgulanması Erdoğan’ın yüzüne öfkeyle yansımıştı. İlk 3 günün ortaya çıkarmış olduğu devlet ve yönetememe krizinin üstüne gidebilseydik AKP-MHP faşizminin daha büyük bir krizin içerisinde debelenmesine ve çıkış yollarının tümünün kapanmasına vesile olabilirdik. Yanlış anlaşılmasın; şu an hala çıkış yolunu bulmuş, krizden çıkmış değildir, andaki gerilim ve mücadele sürüyor. Kriz yönetme ve krizin içerisinde daha ağır krizler yaratma konusunda master yapan Erdoğan’ın işi bu sefer o kadar kolay değil. OHAL ilanı, deprem bölgesine müdahalede, talimatta gecikti-gecikilmedi meselesinden ziyade sürece kendi meşrebince, yöntemince nasıl müdahale edeceğini, devletin baskı ve zor aygıtının yetkin kullanımında ifadesini bulan rolünü de ilan etmiş oldu.

Faşist iktidar, yaratmış olduğu bu katliama perde çekmek için görev paylaşımına girişti. OHAL ile de bu perdeyi zırhlandırmaya soyunarak, devletin tüm kademeleri, bakanları, tüm kurum ve kuruluşları, kukla medyası, paramiliter güçleri ile emekçi halkların karşısında konumlanmaya başladı. Ve organize kötülük korosu şovuna başlamış oldu.

Çıplak sonuç; faşist rejimin, kapitalist devletin cesetleşmesidir

Televizyonlarda ortak yayınla depremzedeler için bağış toplama şovu segilendi. Bu şov; asrın katliamını yaşayan milyonlarca insana, buna tanık olanlara, acı ve öfkelerini unutturma amacından başka bir şey gütmüyordu. Katliamın, felaketin çapı ve etkisi ne kadar büyükse bunun çarpıtılması ve gizlenmesi de bir o kadar büyük, gösterişli bir oyunu gerektirirdi. Gösteri; hırsızlarla, çetelerle, yağmacı-rantçılarla donatılmış ve desteklenmiştir. Katliamdaki sorumluluklarını, suçlarını sildirmenin çabasıdır. Bu şovla, hem bugüne kadar çalıp çırptıkları üzerinden elde ettikleri devasa zenginliklerini göstermenin hem bize yarattıkları enkaz mezarlar, ölüm binaları, ölümlü imar barışları ile dolu sicil defterlerini temize çekmenin hem de yaşanan büyük yıkımla önlerine yeni sermaye birikim sahalarının açılması karşısında ağızlarından akan suyu gizlemenin telaşındalar. Her gösteri, rıza devşirmenin üretim sahnesidir, ancak bu sefer ki her tarafından kan ve irinin aktığı zombileşmiş faşist iktidarın ve sermayedarların geçit töreninin rıza üretimi o kadar kolay olmayacaktır.

Burjuvazi ve faşist devleti, kendi suretinden yarattığı dünyayı boy aynasında görerek tatmin olabiliyor. Çarşamba günü yapılan ortak yayında, ölülerimizin bedenlerini istismar eden, yağmalayan, talan eden ve yaşayanların üzerine daha ölümcül bir şekilde çökmek ve kanımızı emerek sömürmek isteyen canavarların sahnelediği şovu izledik. İşte kötülerin, hırsızların, öldürenlerin ayini; hem suçlarını örtmek, günah çıkarmak hem de bunun üzerinden daha büyük günahlar işlemek için zihinlerimize, aklımıza, ruhumuza saldıran canavarlığın ayini. Faşist iktidar yarattığı bu yağma düzeninin, gelişen toplumsal mücadele dinamikleri ile tehdit altında olduğunu biliyor. Bize karşı yeni bir saldırı ve savaş hazırlığının şovuydu. Kendini iktidarda tutmanın, hırsızlık ve yolsuzluklarının hızına yetişemediklerinin gösterisiydi. Bir yanda OHAL, bir yanda sahne şovlarıyla bu tehdidi savuşturmak, depremle birlikte gelişen yeni toplumsallaşmayı, dayanışma ağlarını yok etmek istiyorlar.

Bu şova değil gerçekliğin kendisine baktığımızda; bugün depremin aynasında çıplaklaşan, çürümüş ve enkaza dönüşmüş sistem ile buna karşıt olarak gelişen yeni filizlenen toplumsallıktır. Yaşanan bu ikisinin -henüz kitleler tarafından tam bilince çıkartılmamış olsa da- çelişki ve çatışmasıdır.

Bütün mümkünlerin kıyısında yeni bir hayat

Yeni toplumsallaşma dinamikleri ya felaket ya da isyan-direniş anlarında tezahür ediyor. Bugün felaket karşısında ortaya çıktı. Katliamın ilk anından itibaren toplumsal dayanışma ağlarının örgütlenmesi, toplumsal seferberlik hali, neoliberal faşist devletin enkaza dönüştürdüğü toplumsal yaşamın içinde yeni bir yaşamın örgütlenmesine dair ilk adımlardı. Ölüm iktidarı karşısında yaşam için kenetlenen bir halk gerçekliği ortaya çıktı. Devrimci güçler ise depremin ilk gününden itibaren imkan ve güçleriyle sahadaydılar.

Felaket, toplumda bu düzenin yıkılması ve değişmesi için acı ve öfkeli bir deneyim ve görme alanı açmıştır. Milyonlar faşizmin yaratmış olduğu bu büyük yıkım karşısında, toplumsallaşarak kendisini yeniden yaratıyor. Ve bizi de yeniden yıkıp yaratıyorlar. Siyasal ve devrimci bir karakterdir anda tezahür eden. Anda açığa çıkan büyük bir devrimci güç var. Devrimciler, anın yüklediği zorlu bir süreç ve ağır bir sorumlulukla karşı karşıya. Hem açığa çıkan devrimci gizil güç ve potansiyelin örgütlenmesi-harekete geçirilmesi hem de ölülerimizin ağırlığı altında yeni bir yaşamı inşa etmenin ağırlığı ve sorumluluğu. Ama aynı zamanda iktidarın enkazla birlikte üzerimize çöküp bizleri yok etmek istiyor olmasının ağırlığı da üzerimizde geziniyor. Bu yüzden mesele; ortaya çıkan mücadelenin sadece kolektif toplumsal hafızada yer edinmesi ve kalıcılaşması değil, elindeki ölüm aparatları-araçlarıyla yaşamlarımızı hedef alan, ölümcül olan faşist iktidar karşısında kendi kaderimizi ele almak ve yaşamımızı kazanmaktır. Tam da bu nedenle devrimci bir müdahale ve dönüşüme, eylemin çağırıcılığını örgütlemeye ihtiyacımız var. Eyleme geçme gerekliliği; bunu sokakta, yaşamın her alanında faşist iktidara karşı, onu yıkacak kitlelerin kolektif eylemine dönüştürmenin gerekliliği. Şimdiki zamanda gerçekleştirilecek devrimci görev, bu misyon ve hedefle, bu perspektifle yol yürümektir.

Eşiğimiz, yol ayrımımız yaşadığımız anlardır ve anı yakalamak, çatallanmalar oluşturmak, koşulları yaratmak bizim elimizdedir. Kendi sınırlarımızı, faşizmin bize çizdiği sınırları ihlal etmenin ve kendimizi gerçekleştirmenin, yıkıp yeniden yaratmanın eşiğindeyiz. Bunun için yaşadığımız anda, anın siyasetini örgütlemeliyiz. Anın siyaseti, gökten inen seçim tartışmasının içine girip olacak, olmayacak tartışması değildir. Yaşadığımız coğrafyada, gündelik hayatın aktığı mekanlarımızda, yaşamlarımıza doğrudan etki eden ve belirleyen felaketin ortaya çıkardığı nedenlerin ve sonuçların tahlilini, yarını da belirleyecek olan andaki koşulların siyasetini öncelemeliyiz. Diğer türlü anı, yarına-geleceğe havale etme kaderciliğine düşmüş olacağız. Anın devrimci değişim olasılıklarını kucaklamak yerine, edilgen bir şekilde yarının ne getireceği belli olmayan, öngörülemeyen zamanlarına kucak açmaya neden olacaktır. Anın siyasetini örgütlemeyecek bir bakış, hem andaki nesnel ve öznel koşullara hem de yarınımıza yabancılaşmayı yaratacaktır. O yüzden anı ve zamanı, siyaseti ve sorumluluğu maniple etmeyelim! Gereğini yerine getirelim.

Bugün yaşamakta olduğumuz anın gerçekliğini, geleceğimizi şimdiden şekillendiren eğilimler olarak okumalıyız. Anda eğilimin yönünü tayin edecek şey ise devrimci potansiyelin aksiyomu ve devrimci hareketin bu aksiyomu, faşist iktidara yönelteceği ve yaşamı birlikte yeniden inşa edeceği yıkıcı-kurucu pratiğidir. Faşist iktidarın sonrasını görebilmek için anın somut çözümlemesine odaklanmalıyız. Bugünün somut çözümlemesi; içerisinde barındırdığı doğum sancılarını görmeyi, olanak ve olasılıkları yoklamayı ve aynı zamanda daha hazırlıklı, boşluk bırakmayan bir mücadele hattını örmeyi gerektirir. Devrimci hareket olarak mevcut koşullar içerisindeki varoluşumuz buna uygun ama hem yetersiz hem de cüret-akıl-siyaset-pratik yönüyle dar-sığ. Hem mikro hem de makro ölçekte politikalarımızı, kurumsallığımız ve kitle bağlarımızın zayıflığına rağmen örgütleyebileceğimiz uygun koşullar bulunmakta ama bunun için cüret etmeli, devrimci atılımları gerçekleştirmeliyiz. 

Yaşadığımız anın içerisinde cereyan eden toplumsal çelişkiler, politik mücadelemizi belirleyecek, politik mücadelemiz ise toplumsal çelişkileri içine alarak çelişkileri yoğunlaştırıp keskinleştirecek; bu temelde gelişecek kurucu kolektif faaliyetin faşist iktidara karşı toplumsal bir karaktere bürünmesine vesile olacaktır. İşte böylesi bir mücadele pratiği, faşizmin andaki mevcudiyetine karşı örgütlenecek duruş, faşizmin ördüğü duvarlarda büyük gedikler açacak; yaratacağı etki ile anla sınırlı kalmayacak yarınımızı belirleyecektir. Faşist iktidara karşı mücadele; sistemden ayrışmayı ve kopuşu sağlayacak toplumsallıkla birleşen, bütünleşen bir hat. Devrimci güçler ortaya çıkan toplumsal hareketin içinde katalizör görevi ve sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır. Devrimci hareket, faşist rejime karşı meşruluğunu görünür kılmak ve örgütlemek, kitleleri faşist rejimi yıkma temelinde hareket ettirmek zorundadır. Kendimizi dayanışma, barınma ağlarının örgütlenmesine daraltmamız, iktidarın her yerden gelen ataklarını karşılayacak ve kalıcı hale dönüşecek bir mevziyi yaratmamızın önünde engel olacaktır. Toplumsal dayanışmayı faşizme itiraz eden, reddeden ve kendini inşa eden, yaratan kurucu bir toplumsal irade ve kararlılığa dönüştürmeliyiz. Dayanışma ve mücadele ağlarıyla birlikte sorumluların hesap vermesi ve yargılanmasını başa alarak, ihtiyaç ve talepleri oluşturup somutlaştırmalı; öz örgütlenme-öz yönetim ve öz savunma ağlarını örgütlemeli, ilişki ve mekanizmaları kalıcı hale getirmeliyiz. Ve en önemlisi bu mücadele hattında özneleşen ve örgütlenen bir toplumsallığın devrimci artçıları olmalıyız. Aksi, yarattığı temas ve etkiye rağmen gerçekten günü kurtarmak olacaktır.

Devrimci hareketin, toplumsal muhalefetin, meslek odalarının yaşadığımız andaki felakete karşı talep siyaseti ve mücadelesi, bir eksik bir fazla ortaklaşan-bütünleşen taleplerdir. Taleplerin bu yönüyle ortaklaştığı yerde, ilk andaki seferberliğin ortaya çıkardığı sinerjiyi de arkamıza alarak talep siyasetini birleşik bir mücadele hattına dönüştürmeliyiz. Tek tek kurumların mücadele pratiğinden çıkarıp daha güçlü, aktif ve her yere yayılan mücadele ve örgütlenme ağları, hem toplumda bir moral-maneviyat değeri ve sahiplenme yaratabilir hem de iktidarı sarsabilir, iktidarda gedikler açabilir. Bu talepleri ortaklaştırmalı, talepler etrafında birleşik bir mücadele hattı örgütlenmelidir. Ama belirttiğimiz gibi ortaklaşan talep siyaseti net bir şekilde;

1- Ölülerimizi-kayıplarımızı faşizmin elinden kurtarmayı, yaşayanlarımızı katliamın sorumlularının karşısına dikmeyi;

2- Asrın katliamının/kıyımının yaratıcısı (sisteme karşı mücadeleden kopartmaksızın) faşist hükümetin istifasını, sorumluların hesap vermesini, yargılanmasını başa almalıdır.

Başa aldığımız bu iki başlıktaki ısrar, kararlılık ve eylem iradesi, faşizmin surlarında onarılamaz gediklerin açılmasını yaratacaktır. Bu, hem faşizmin hegemonyasını sarsıp zayıflatacak hem faşist iktidar ile toplumu karşı karşıya getirecek hem de toplumsal örgütlenme ve mücadelenin deneyimi üzerinden kitlelerde muazzam bir kavga bilinci gelişecektir. Yaşamın aktığı her alanda sürekli teşhir ve sorumlulardan hesap sorucu eylemleri örgütlemeli; her bir sloganı somut, net politikalara dönüştürmeliyiz. Ve aynı zamanda, bugünü de sorgulatan örneğin yeni bir depreme/afet hazır mıyız, yeniden böyle bir katliamın yaşanmasına izin verecek miyiz sorularını kitlelere sorduran ve faşist iktidarın enkaza çevirme ihtiyacını açığa çıkaran bir çalışma hattını örmeliyiz. Unutmayalım, her durumda “ölüm düşmanın ellerindeyse, yaşamak bizim ellerimizdedir.”[1]


[1]Rojava devrimini savunurken ölümsüzleşen Ceren Güneş’in günlüğünden