Ütopya sözcüğü insanlığın bilgi haznesine 1516 yılında Thomas More’un kitabı ile katılmıştır. Ütopya sözcüğü neolijizm (türenti) bir kavramdır. Ve Thomas More’un kitabında betimlediği kusursuz adayı imlemektedir.
More, ütopya sözcüğünü kullanmadan önce hayali adasını adlandırmak için başka bir sözcük kullanıyordu. Nusquama… Nusquama Latince “hiçbir yer”, “hiçbir yerde” ve “hiçbir durumda” demektir. More kitabına Nusquama adını verseydi, hayalindeki o yerin varlığını da inkar etmiş olacaktı.
More, Erken dönem Rönesans çağının yazarıdır. Avrupalıların antik dünya (Yunan ve Roma) medeniyetlerini insanlığın entelektüel birikiminin zirvesi saydığı bu dönem, insanın salt yazgısını kabul etmek için yaratılmadığı, aynı zamanda geleceği inşa etmek için aklı kullanma bilincinin geliştiği hümanizma dönemidir. Bir anlamda insan kapasitesine duyulan güvenin başlangıcı olan dönemdir.
More, bu özgün dönemin duygularını aktaracak bir metin bırakmak istiyordu. Bu yüzden eserinin adına Ütopya ismini verdi. Ütopya kelimesi (türentisi) bu ihtiyaçla doğdu. More, ütopya kelimesini yaratırken Yunanca iki sözcüğe başvurmuştur. “Değil/olmayan” anlamı taşıyan “u” sesine indirgenen ouk ile “yer” anlamına gelen topos sözcüklerine, ia sonekini ekledi. Dolayısıyla ütopya olumlama ve yalanlamayı aynı anda içeren, aslında “olmayan bir yer” demek oluyordu.
Ancak More, bununla sınırlı kalmayıp Eutopia kavramını da aynı metinde geliştirdi. Eutopya “iyi yer” demektir. Çünkü bu ada bilinen dünyanın uzağında ücra bir yerdedir ama vardır. Bilinen dünyanın tahayyülü bu adada gerçektir
“ütopya” ve “eutopya” nın okunuşu aynıdır. Ve aynı okunuşlu bu kelimeler kendi içinde kalıcı bir ikilik oluşturarak bu güne kadar kendisini taşımıştır. Artık ütopya ücra bir yer bile olsa belirsizliğin ortadan kalktığı ve koordinatlarının bilindiği bir yerdir. İnsanın özgür gelecek tahayyülü Ütopya Adası nazarında ete kemiğe bürünmüştür. Ve insanlık artık Nusquama’nın “hiçbir yer” “hiçbir yerde”, “hiçbir durumda” çaresizliğinin zincirlerini henüz parçalayamasa bu zincirlerle yaşamayı kabullenmeme iradesi ve isteğini açığa çıkarmıştır.
Habil ve Kabilden itibaren başlayan bir savaş anlatılan. Sınıf savaşı. Kaderin zincirleri paslanıp çürümeye yüz tutarken, bu zincirlere vurulmuş insaniyet ise gün gün bu zincirleri kırma iradesini ve isteğini daha güçlü ortaya koyuyor. Bu tarihsel savaşın bugünkü öncü neferleri ise “devrimci komünist”lerdir.
“Devrimci Komünist” tanımının bugün daha özel bir anlamı vardır. Bütün Komünist reaksiyon ve kuramların hedefi aynıdır. Komünist reaksiyon ve kuramların her biri tarihsel kırılma anlarında sahici birlikler veya sahici ayrışmalar yaşamışlardır. Paris Komünü ve 1 Enternasyonal Anarşistlerle Marksistlerin kesişim ve ayrım noktalarını açığa çıkarmıştır. Ha keza Ekim Devrimi’de tarihsel olarak farklı ayrışmaların ve kesişmelerin önünü açmıştır. Her devrimci kalkışma ister kazanılsın ister kaybedilsin benzer bir işlev görmüştür. Bugünün tarihsel kırılması ise Rojava devrimidir. Rojava öncülleri gibi yeni ittifakların yeni arayışların ve yöntemlerin tezahürüdür.
Rojava devrimini savunmak ve birleşik devrim perspektifiyle Anadolu topraklarına geçmek üzere Rojava topraklarına ayak basan Devrimci Komünistler, savaş pratiğinin yıkıcılığı ile yaşama-yaşatma pratiğinin kuruculuğu diyalektiğini işletiyorlar. Komünist zeminde sahici bir birliğin inşasını pratikle sınayarak hayata geçiriyorlar. Bu topraklarda aynı zamanda yepyeni bir enternasyonalin “savaşanların enternasyonali”nin tohumları gelişiyor. “Kendini eylemde kavrayan insanlığın” yolu bir kez daha açılıyor ve genişliyor. Devrimci Komünistler “Dünyanın sırrını bir tür Kozmo-analitik çöp çukurunda değil, kazanılması gereken bir geleceğin ufkunda arıyorlar”. Kendi kafalarındaki ideler dünyasını bu dünyada gerçekleştirmek çabası yerine bu dünyanın direnç ve değişim dinamikleriyle yıkıyor ve kuruyorlar. Devrimci Komünistler, tarihin belli bir evresinde kesintiye uğramış kayıp cenneti aramıyorlar. Kendi cennetlerini kuracak yapı taşlarını üstüste koyuyorlar. Kayıp cennetin imgesi ile gören gözler hep kusurları görüyor.
Devrimci Komünistler’de, bu kusurları/eksikleri görmüyor değiller. İyimserliğimiz kimseyi yanıltmasın. Devrimci Komünistlerin iyimserliği “bir Müslümanın Asrı Saadet’e duyduğu platonik aşk” değildir.
Thomas More’nin Ütopya adası bugün bir anlamda Rojava’dır. Rojava bir Ütopya’dır çünkü her yer Rojava olana kadar Rojava hiçbir yerdedir. “Yeni Ekimler Yaratacağız”, “Bir iki üç daha fazla Vietnam” sloganlarının taşıdığı anlam Rojava ile toplumsal bellek dolabının naftalin kokulu çekmecelerinden dışarıya çıkmıştır.
Rojava bir Eutopya’dır çünkü Rojava her yerdedir. Nasıl Thomas More’nin Ütopya’sı, denizaşırı kıtaların keşfi ile “ötekinin” tanınması ve o “iyi yer” de yaşayan ötekilerin-yerlilerin, kendi aralarındaki özgürlükçü komünal değerlerin ve yaşam tarzının görülmesi-anlaşılması ile esinlenilerek yazıldı ise Rojava’da bugün bütün dünya ezilenleri için Komünist bir dünya ütopyasının esin kaynağı olmaktadır.
ÜTOPYA KAŞİFÇİLERİ ÖLÜMSÜZLER
Ölüler hiçbir zaman canlılardan ayrı bir kategori değildir. Bu tespit bir soyut imge ya da maneviyatçı bir metafor değildir. Ölüler her zaman yaşayanlar için bir kerterizdir. Hayatta kalanın en küçük mikro iktidarıdır ölüler. Çünkü en zayıf olanlar ölülerdir. Sadece yaşıyor olmak, ölmemiş olmak bile bir hiyerarşik ilişkiye dönüşür, neticede hala hayatta olan ölmemiştir. Ölmemiştir çünkü ölenle aynı hataları yapmamıştır. Hayatta kalan, ölüleri ölçü alarak yaşamanın kendisi için “zafer” olduğu sonucunu çıkarır.
Karl Popper, hayatta kalmanın “zaferi” ile, Açık Toplum ve Düşmanları kitabında Marksizm’i aşağılıyordu. “Şu anda varolan iyi şeylerden fedakarlık etme pahasına radikal ölçüde yeni ve güzel bir dünya inşa arzusundan beslendiği” için Marksizm’le dalga geçiyordu. Popper’in bu alaycı yaklaşımı yeni değildir. Sınıflar savaşımı tarihinin belki de en eski argümanıdır bu. Horatius’ta, Roma İmparatorluğunun şaşalı günlerinde “hazcılığın domuz ahırında debelenmenin” mutluluğunu anlatıyordu. (Horatius orijinal metinde hazcılık yerine “Epikürosçuluk” kavramını kullanılır. Ancak Epikürosçuluk ve hazcılığı özdeşleştirmesi, aynı şey gibi göstermesi bilinçli bir çarpıtmadır. Epikürosçuluk döneminin devrimci akımıdır. Egemenlerin çarpıtmasıyla ahlaksızlık olarak gösterilmeye çalışılmıştır.)
“Yaşamının kutsallığına” dair boş öğütler ve alaycı yaklaşımlar özünde neyi anlatmaktadır? Nedir Devrimci Komünistlere gerekirse şehitliği göze aldıran eylemi? Burjuvazinin merhamet ve hümanizma çemberine ezilenler hiçbir zaman dahil edilmediler ve edilmeyecekler. İnsanca yaşamak istekleri yüzünden köpek muamelesi gördü tarih boyunca ezilenler. Ne zaman ki ezilenlerin öfkesi şiddet olarak açığa çıkar, bir anda burjuvazinin “Evrensel Ahlak Ölçüleri” hatırlanır. Siyasetçiler, din adamları vs. o eski bayatlamış vaazlarını çığırır. Luther, Münzer’in-köylü ayaklanmasının aslında hiçte kendilerinden kaynaklanmayan şiddet eylemlerinin yıkıcı korkusuyla “bütün şiddet” eylemlerini “düzmece iyilik” safsatalarıyla efendileri adına lanetlemişti. Karl Popper’de, Marksizm’in “şu anda var olan iyi şeylerden vazgeçmek pahasına fedakarlığını” eleştirirken çağdaş bir papaz kisvesiyle Luther olup karşımıza çıkar. Söylediği şey çok açıktır. İnsanca yaşamak için eylemeye kalkışmak yerine köpek yerine konulmaya devam edip, köpek kulübenizin ve önünüze atılan kemiğin tadını çıkarın. Hem biraz daha şanslı ve çalışkan olursanız, sahibinizin önünüze atacağı kemikte, birazcık bile olsa et parçası olabilir. “Veresiye bir cennet için neden peşin cehennemden vazgeçelim ki?”
Popper’in bugünün “gelecek için vazgeçilmemesi gereken şu an var olan “iyi”si aslında köleliğin ta kendisidir. Mark Kapital’de köleliğin yok olması ve “Özgürlüğün Krallığı”nın kurulması için kayıp cennetin nerde gömülü olduğunu gösteren bir harita sunar bize. “Özgürlüğün krallığı, gerçekte zaruret ve dışsal gereklilikler tarafından belirlenen çalışmanın sona erdiği yerde başlar, demek meselenin doğası esasen maddi üretim küresinin ötesindedir.”
Özgür insan ölümün kum saatini tersine çevirebilir yalnızca. Bütün hiyerarşik ilişkileri reddeden ve kaderi özgürlük olan insan. O insan ki, “insanın kaderinin gene insan” olduğunu kavramış bir deniz feneridir. Tüm keşfedilmiş kıtaların en uç noktasındaki bir deniz feneridir o. En uç noktadan sonra ileriye ışık tutar ve gemilerin yolunu aydınlatır. Aynı zamanda geminin rotasının doğru olduğunun göstergesidir o deniz feneri.
Özgür insana Luther’in “tüm insanlığa” atfettiği “düzmece iyilik” evlerden ıraktır. Özgür insanın mirası Münzer’in kılıcıdır. O kılıç özgürlüğün hapsedildiği kaleyi koruyan bekçilerin son nefesi olduğu gibi özgürlüğün hapsedildiği kalenin kilidini parçalayacak olandır.
ÖLÜMSÜZLER ORDUSU
Önce hepsi bir şeyler koydu kendisinden. Sonra hepsi kendini koydu ortaya. Ordumuz’un ilk neferi Aziz oldu. Aziz’in etrafında kenetlendi diğerleri. Aziz’in yarım kalan hayali bir taarruz emri oldu diğerleri için. Büyüdü ordumuz yarım kalan hayallerimizin tamama ermesi için. Kızılordu milyonlarca neferini yitirerek 8 Mayıs günü zaferini ilan etmişti faşizme karşı. Kendi coğrafyasında yeniden hortlayan faşizme karşı 9 Mayıs günü nazire yaparcasına Ulaş’ın şahadeti haberi geldi. Kavganın kesintisizliğiydi Ulaş. Yapımızın en bocaladığı günlerdi. Yaralarımızı sağaltan bir doktor lazımdı bize. Ceren Güneş yoldaş sağalttı yaralarımızı. Günışığı gülümsemesiyle aydınlattı karanlıkları. Der-Azza çöllerinde Dörtler’in çaldığı hücum borusu duyuldu Anadolu coğrafyasından. Büyüdü Ölümsüzler Ordusu İbrahim Tufan tevazusu kuşanarak. Büyüdü ölümsüzler ordusu, durmadan büyüdü hep kendisinden bir şeyler katarak.
Hepsi bir şey kattı kendisinden. Ölümsüzlük onlarla buldu gerçek anlamını. Ölümsüzlük ne kristal kadehlerde içilen İsa’nın kanıdır, ne de Ab-ı Hayat suyunda gizlidir. Ölümsüzlük “Özgürlük Krallığı” Komünizm yolunda yürümektir. O yolu düzleştirmektir gerektiğinde bedenlerimizle. Bizden sonra yürüyecek olanlar için yakınlaştırmaktır menzili.
Hepsi bir şey kattı bize kendisinden. Şimdi bizimle yaşıyor Ölümsüzler, Ölümsüzler şimdi “biz”de yaşıyorlar. Onların soluğu ile aşacağız engebeleri. Onların mavzerini kuşanacağız. Onların sancağını kaldıracağız düştüğü yerden. Onlar büyüdükçe “biz”de, küçülecek “ben”lerimiz. Ve dünyanın tüm alanlarında yumruklarımızı sımsıkı kaldırarak haykıracağız adlarını o büyük gün gelinceye kadar.
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR.