Ceren Güneş’in ölümsüzleşmesinin ardından 2019 yılında yayınlanan bu yazıyı, Ceren’in ölümsüzlüğünün 5. yılında tekrar sizlerle paylaşıyoruz.
“Devrim, karşıdevrimi güçlendirir” diyor Regis Debray. Rojava Devrimi bütün karşıdevrimci güçlerin kirini ve pasını açığa çıkardı. Emperyalist devletler bin bir farklı hesapla içlerindeki cerahati Rojava’ya boşaltmaya yeltendi. Kimisi petrol kuyuların başında makbuz kesmeye çalıştı; öbürü askeri gücünü yaygınlaştırma niyetini açık etti; diğerleri ise türlü türlü kirli mafyatik ilişki ağlarını halklara yansıttı. Rojava Devrimi, bütün emperyalist devletleri ve emperyalizme göbekten bağımlı bir ülke olan TC’yi azgınlaştırdı, pervasızlaştırdı. Şimdi hepsi Rojava Devrimi’ni boğmak için farklı ses tonuyla ve farklı sözcüklerle aynı berbat cümleleri kuruyorlar.
Debray’ın sözünün tersini de düşünmek gerekiyor. Karşıdevrim de devrimi güçlendiriyor. Karşıdevrim etikten, ilkeden ve değerden yoksundur. Emperyalist devletler, TC ve cihatçı çeteler birer karşıdevrimci güç olarak tam da böyledirler. Rojava Devrimi, onların bütün kirli yüzlerini açığa çıkardı. Hepsi petrolün, paranın, yağmacılığın, orta uzun vadeli pazarlıkların ve kendi kişisel bekalarının peşindeler. Onlarca cümle kuruyorlar, derinlemesine tespitler yapıyorlar, “jeo” ve “strateji” kelimelerinin dibine kadar iniyorlar ama servetten şişmiş bedenleri ve doyumsuz ağızlarından tek bir kez dahi Kürt, Arap, Türkmen, Süryani ve Ermeni halklarının özlemleri çıkmıyor. İşte bu ortam, bu cehennemi ateş Rojava Devrimi’ne asıl rengini veren şeydir. Rojava Devrimi bu çirkinliğin tam ortasında billurlaşmıştır. 3 Kasım 2019 tarihinde Serakaniye-Til Temir cephe hattında şehit düşen Özge Aydın (Ceren Güneş) yoldaşımız, işte bu devrim sürecinin en cesur ve en idealist kadrolarından, komutanlarından biridir. Özge’nin mücadelesi ve hayatı, ezilenlerin kıvancı, düşmanlarının kâbusudur; bizlerin ise örgütlenme ve asla pes etmeme şevkidir!
Özge’nin sol yumruğu lise yıllarında bir Ege kasabasında Dev-Lis saflarında havaya kalkmıştı. O yumruk hep sıkılıydı ve daima havada kaldı; Ege’de, Ankara’da, İstanbul’da, Menbic’te, Rakka’da ve Serakaniye’de…
Hacettepe’den Rojava’ya
Özge genç yaşında Ankara’da Hacettepe Tıp Fakültesi’ne geldiğinde, Dev-Lis’in üretken mizahının konusu olmuştu. 2009 yılındaki Öğrenci Seçme Sınavı’nda büyük başarı elde etmiş ve Türkiye genelinde ilk 100’e girmişti. Yoldaşları, Özge’nin bu derecesini muzipçe Dev-Lis’e mal etmişlerdi. Marka olmuş koca koca dershanelerin veya zengin ailelerin milyonlar verdiği özel okulların yapamadığını işte Dev-Lis yapıyordu! Dev-Lis’lilere göre Özge’nin bu başarısı elbette ki Dev-Lis’in eseriydi. Başarı mutlaka Dev-Lis’in hanesine yazılmalıydı!
Bu mizahi başlangıç, Özge’yi iyi tanımlayan çekirdek bir özellik sayılabilir. Tıpkı 2009 ÖSS gibi, onun bütün yapıp ettikleri daima içinde bulunduğu yapıların hanesine yazıldı, başarısı kişiselleşmedi aksine örgütünü büyütmeye yaradı. Bugünlerde vurgulamaya daha fazla ihtiyaç var; Özge hep örgütlü biriydi!
Diğer yandan bu başlangıcın, Özge’nin mücadelesini anlamak için başka bir mesajı daha var. Özge bu sınav sistemi içinde böylesine büyük bir başarı elde etmesine karşın bu sistemi eleştiriyor, bu düzenin adaletli olmadığını düşünüyor, birçok basın açıklamasında gençliğin üretkenliğinin bu sınav sisteminde çürüdüğünü haykırıyordu. Yani Özge önce başarıyor; sonra eleştiriyordu. Bir şeyi eleştirmek için illa ki onu başarmak veya aşmak gerekmeyebilir; hatta sosyalizm ve devrim mücadelesinin bir tür yokluk, yoksulluk hali ya da ezilenlerin iyi bir yaşam için verdiği savaş olduğu da doğrudur. Dava, genel itibarıyla yokluğu paylaşmanın davasıdır; ama bir de bu davada varlığını paylaşanlar da vardır. İşte Özge yokluğu değil; varlığı paylaşanlardandı ve bu vurguyu, bu ayırt edici özelliği belirtmeyi fazlasıyla hak etmektedir. O, devrim davasına bedensel ve manevi bütün potansiyel varlığını yatırdı.
Özge’yle karşılaşmam onun Tıp Fakültesi’ndeki ilk yılına dayanıyor. Bizim kuşağımızın sol görüşlü öğrencilerinin yaygın iki uç eğilimi vardır; biri lümpenlik öbürü ise akademicilik. Solcu öğrenci ya içinde bulunduğu örgütü göklere çıkarmak adına güya örgütü lehine okulunu, derslerini, sosyal bağlarını ezcümle hayata dair her şeyi kibirle küçümseyerek geride bırakır ve böylece örgütlenmiş olur; ama asıl yaşanan şey lümpenleşmedir. Diğer türdeki solcu ise örgütlenmenin bireye ket vurduğu, özgürleşmeyi engellediği ve iktidarlaşma yarattığı düşüncesiyle teorinin ve kişisel akademik kariyerin dehlizlerine dalar. Sanırım bu iki eğilim güç kazanarak hala devam ediyor.
Çoğumuz bu iki uç arasında salınıp dururken, bizim çevremizde bu iki eğilimden de uzak duran tek tük sosyalistlerdendi Özge. Hayatı ile örgütü arasında tutturduğu denge takdire şayandı. Hem örgütlüydü hem başarılıydı; lümpenlik ve akademicilik eğilimlerinin ikisine de metelik vermiyordu. Örgütlü bir sosyalist olarak hayranlık uyandırıcı olan tutarlılığını hiç elden bırakmadı.
Hayatı ile örgütü arasında tutturduğu dengenin en büyük kaynağı, gıdasını kadın özgürlük mücadelesinden almasıydı. Bu sayede hayatın en ince ayrıntılarını teorileştiriyor ve bunlar arasındaki ataerkil ilişkileri açığa çıkarmaya çalışıyordu. Makro-politikaya, büyük sözlere, tumturaklı analizlere pirim vermiyordu. Yolda, sokakta, okulda, evde karşısına çıkan sorunları teorileştiriyordu; büyük teorik sistemleri de yola, sokağa, okula ve eve uygulamaya çabalıyordu.
Özge Aydın, Ceren Güneş’tir!
Geçen yıllar içinde Gezi Direnişi oldu, faşizm tırmandı, Ankara Gar Katliamı, Suruç Patlaması yaşandı… Özge’nin ideallerinin ve hayallerinin gerçekleşmesinin tek yolu silahlı mücadeleydi. Mücadelesi adım adım ve kararlı bir biçimde bu yönde evrildi. Evet, O, üniversite yıllarında kadın, gençlik ve sosyalizm mücadelesinin aktif bir militanıydı; ama son dört yıllık pratiği mücadelenin kategorik olarak çok başka bir veçhesiydi. Onu militan kadın, gençlik ve sosyalizm mücadelesi ile anmak yanlıştır. Özge’yi silahlı kadın, gençlik ve sosyalizm mücadelesi ile, Ceren Güneş olarak anmak gerekir. Özge, Ceren Güneş’tir!
Son dört yılda, silahının yetkinliği arttıkça kaleminin de gücü artmıştır.. Ceren Güneş imzasıyla Komün Dergi’de ve Komün Gücü’nde yayımlanan yazıların diline ve düşünce örgüsüne bir kez daha bakmayı herkese öneriyorum. O kısa metinler Ceren Güneş’in nasıl da bütünsel bir devrimci olduğunun iyi bir göstergesidir.
Onu tanıyanlar sesindeki naifliği, heyecanı, hızlı hızlı akan sözcüklerin arkasındaki samimiyeti ve mütevazılığı çok iyi bilirler. Özge çok başarılıydı, çok mütevazıydı, çok inançlıydı ve devrimcilik namına gereken hırsa ve azme fazlasıyla sahipti.
Ölümsüzlerimiz devrimci kahramanların soyundandır; hepsi direngenlikte birbirlerine benzerler. Özge de Che Guevara’nın hayatının içinden çıkmış gibidir. En çok da şu tarihsel andan:
Kübalı devrimciler ve Che 1956 yılında Meksika’dan ünlü Granma adlı gemi ile Küba’ya yola çıkarlar. Küba devriminin başlangıç tarihi de bu andır. Gemi karaya yanaşır yanaşmaz Batista orduları saldırıya geçerler. Che’nin bir yoldaşı kaçmış ve kaçarken de cephanelik dolu çantayı bırakmıştır. Che Guevara’nın elinde ise tıbbı hizmet çantası vardır. İkisi bir arada taşınamayacak kadar ağırdır. Che o anda hekimlik mesleğini bırakmaya karar verir ve tıbbi bakım çantasını yere koyarak cephanelik dolu çantayı eline alır.
Özge, sen iki çantanın da hakkını fazlasıyla verdin!
6 Kasım 2019