Özgür Basın Geleneği’nin Temelleri Nasıl Atıldı? – Hüseyin Aykol

Özgür basına yönelik saldırıların yoğunlaştığı bugünlerde; özgür basın geleneğinin önemli temsilcilerinden, dergimiz yazarı Hüseyin Aykol’un yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Türkiye’de toplumsal muhalefet, 1990 yılında 12 Eylül faşist cuntasının kalıntılarını temizlemeye çalışıyordu. Kürt halkı ve emekçiler başını kaldırmaya kitlesel olarak başladılar. Grevler ve yürüyüşlerin bastırılması eskisi kadar kolay değildi. Yurtdışında ise Sovyetler Birliği’nde reel sosyalizmin çözülmesiyle SSCB dağıldı; Doğu Avrupa’da Sovyet sonrası ilk seçimler yapılmaya başlandı; Almanyalar birleşti. Öte yandan, Lübnan’daki iç savaşın sona ermesiyle Ortadoğu’da henüz bir nefes alınmıştı ki, Irak lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesiyle bölgede yeni bir savaşa kapı aralandı.

İstanbul’daki Kuruçeşme toplantıları, yeni sol partilerin kuruluşu için zemin yoklarken; 12 Ocak 1990 günü, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’den (SHP) ihraç edilen 15 Kürt milletvekili yeni bir parti için yola çıktı. 12 Şubat’ta başfiyatları protesto eden tütün üreticilerine Akhisar’da müdahale edildi ve 200 üretici gözaltına alındı. Yine 2 Mart günü Yıldız Üniversitesi öğrencilerinin toplantısında polis 200 civarında öğrenciyi gözaltına aldı. Batı’da bunlar yaşanırken, Cizre’deki baskıları protesto eden esnaf 20 Mart’ta kepenkleri kapatırken, çıkan çatışmalarda 4 kişi öldürülünce, eylem neredeyse tüm bölgeye yayılacaktı.

İşte böylesi bir siyasi ortamda, Halk Gerçeği gazetesi için 1990 yılının ilk haftalarında başlatılan çalışmaları Nisan ayı itibariyle iyice yoğunlaştırdık. Devrimci Birlik’te bir araya gelen örgütlerin görüşlerini benimseyen 5-6 dergiden gelen temsilciler olarak, İstanbul-Cağaloğlu’nda bir büroda çalışmaya başladık. Geldiğimiz siyasi çevrelerin her biri zaten kendi dergilerini çıkarıyordu ama şimdi de birlikte verilmesi kararlaştırılan mücadeleyi yansıtmak üzere ortak bir gazete çıkaracaktık.

Haftalık gazeteyi çıkarmak üzere önce “İMC” isimli ve dört ortaklı bir şirket kuruldu. Gazetenin imtiyaz sahipliğini İsmet Ateş, yazı işleri müdürlüğünü İsmail Safter üslenirken; siyasi çevrelerin gazetede çalışmak üzere gönderdiği kişiler, paylaşılan sayfaları yayınlamak üzere editör oldular. Gazetenin künyesinde de belirtildiği üzere editörlerin isimleri şöyleydi: Hüseyin Aykol, Nesrin Ulu, Yıldırım Bilgen, Zeki Albayrak ve Gürcan Çilesiz…

Adı geçen editörler, gazetenin künyesine yazıldı. Gazetenin ortaklarından üçü (İsmet Ateş, Zübeyir Aydar ve Serhat Bucak) avukat olmasına rağmen, hukuki mücadelenin zorlu geçeceği beklentisiyle, hukuk danışmanı olan avukatların isimleri de künyeye konuldu. Dahası; daha gazete yayınlanmaya başlamadan, ülkenin değişik şehirlerinden haber göndermek ve gazeteyi orada dağıtmak üzere temsilciler belirlendi. Söz konusu kişiler de -tanınması için- gazetenin künyesinde yer aldı.

Künyede gazetenin değişik illerdeki temsilcileri de yer aldı: Müşerref Uysal, Nilgün Özdoğan, Sezai Candan, İsmail Güler, Hasan Özdemir, Remzi Erkut, Mustafa Ercan, Ali Kavurgacı, Cavit Kutanis, Mehmet Önder, Kenan Azizoğlu, Adnan Gökçe, Ethem Çaparoğulları…

Gazetenin hazırlanacağı yer, Melsa Yayınları’ndan çıkacak kitaplar ve benzeri broşürlerin teknik hazırlığının yapılmakta olduğu Cağaloğlu’ndaki “Diz Basın Yayın” isimli bir büro idi. Halk Gerçeği çalışması başlayınca, hemen onun üst katındaki daire kiralandı ve çalışma oraya taşındı. Melsa Yayınları’nın yasal sorumlusu Metin Dağlı (Çiyayi) idi; ancak bilgisayar ve printer kullanmasını bilen ve geçici olarak Almanya’dan gelen bir arkadaş, sadece Melsa’nın neler yayınlayacağını belirleyen yöneticisi değildi, aynı zamanda siyasi olarak Halk Gerçeği’nin bileşenlerinden birini temsil ediyordu.

Editörler olarak sayfaları paylaştık. Çıkacak sayı için yazılar-haberler yazılmaya başlandı. Diğer editörler, daha önce gazete-dergi çıkarmış kişiler olmadığı gibi, zamanlarının tamamını buraya ayıramıyorlardı. Yayıncılığın tüm aşamalarını bilen ve daha önce dergiler çıkarmış biri olarak gazetenin fiili yayın yönetmeni haline geldim. Tüm zamanımı da buraya verdiğim için ortak alınan kararları uygulamaya koyan kişi oldum. Nitekim gazetenin basımı ve dağıtımı için Hürriyet gazetesinin yetkilileriyle konuşmaya Diz Basın sorumlusu ile ben gittim.

Halk Gerçeği’nin tirajı kaç olmalıydı? Her çevre kendi aylık dergisini yayınlıyor ve bir şekilde hepsini satamasa bile dağıtıyordu. Mevcut dergilerin tirajı toplandığında 70-80 bin gibi bir tiraj çıkıyordu. Buradan hareketle 100 bin baskı isteyenler olduysa da, herkesi 50 bine zor ikna ettim. Matbaa ve dağıtım sözleşmesi imzalandı. İlk sayı için gerekli olan para tedarik edildi. Artık gazeteyi bir an önce hazırlayıp, baskıya göndermemiz gerekiyordu.

Gazeteyi tabloid boy yayınlamaya karar verdik. Niye bunu seçtik, hatırlamıyorum ama ülkemiz için kötü bir tercihti. Nitekim bizden başka bir-iki gazete de bu boyu denedi ama başarısız oldular. Neyse, ilk sayı 22 Nisan 1990 günü çıkmak üzere hazırlıklarımızı yoğunlaştırdık. O kadar ‘ortak’ bir gazete yapıyoruz ki, neredeyse her editör kendi sayfasına kendi çıkış yazısını yazmıştı. Sayfaları herhalde kendi kurtarılmış bölgemiz olarak görüyorduk! Bu arada, 9 Nisan günü çıkan 413 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gündeme bomba gibi düştü.

TMK bize engel olamadı

Bugünkü Terörle Mücadele Kanunu’nun temeli olarak görülmesi gereken bu kararname, Olağanüstü Hal Valisi’ne sansür ve sürgün yetkisi veriyordu. Çok büyük yetkilere sahip olduğu için “Süper Vali” denilen OHAL Valisi, isterse bir gazete-dergiyi Bölge’ye sokmuyor; istediği kişiyi Bölge’den sürgün edebiliyordu. En korkuncu da, Bölge’ye sokmama kararı alınan yayını basan matbaaya el koyabiliyordu. İşte bu yüzden, 9 Nisan’dan sonra sosyalist dergiler, kendilerini basacak matbaa bulamaz hale geldiler.

Kararname bizi korkuttu ama yine de bize değmeyeceğini düşünüyorduk. Korktuk çünkü gazeteyi çıkaracak olan “İMC” şirketinin dört ortağından biri olan Zübeyir Aydar, hakkında sürgün kararı alınan ilk isim oldu. Bize değmeyeceğini düşünüyorduk, çünkü Hürriyet gazetesiyle baskı ve dağıtım sözleşmemiz vardı. Hürriyet’e de el koyacak değillerdi ya (!) Hakkımızda dava açılırsa, bir avukat ordusu bizi savunmak üzere, hazır bekliyordu…

Nihayet gazetenin ilk sayısı hazırlandı. Aydınger çıkışlarını aldık ve Hürriyet gazetesinin matbaasına gittik. Basmıyorlar. “Basamayız” diyorlar. 413 sayılı KHK var, çünkü. İyi ama sözleşmemiz var. “Sözleşme 413’ten önceydi” deniliyor. Hayır dava açsak, ne olacak? Sözleşmede sadece kaç adet basılacağı ve kaç para verileceği var. Basmama durumunda tarafların sorumluluklarını belirleyen maddeler falan yok! Peki, diyoruz; dağıtım anlaşmamız ne olacak? “Onda sorun yok; gazetenizi bastırabilirseniz, biz dağıtırız.” diyorlar. 413 ona karışmıyor çünkü.

Elimizde gazetenin aydıngerleri, bildiğimiz tüm matbaaları dolaşıyoruz. 50 bin tiraj iyi iş. İyi para. Ama hiç kimse yanaşmıyor basmaya. Matbaalarına el konulabilir diye korkuyorlar haklı olarak. Haftanın ilk üç günü matbaa bulamıyoruz. Dördüncü gün yani perşembe Ramazan Bayramı başlıyor. Bizim öğrenci editörlerin çoğu memleketine gidiyor. Büroda Diz Basın sorumlusu ile ben varız. Emin Karaca geliyor ve “ben bir matbaa biliyorum, belki basar” diyor. Onunla oraya gidiyoruz. Bingo! Gazeteyi basmayı kabul ediyorlar.

Matbaa çok büyük bir matbaa. Sahibi Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak’ın kardeşi. Sağcı biri yani. “Ben basarım” diyor. “Ama parayı peşin alırım.” Tamam, diyoruz. Peki ne kadar? Söylediği fiyat aslında çok pahalı. Kendi aramızda değerlendiriyoruz. Çıkacaksak başka çaremiz yok, deyip kabul ediyoruz. Parayı cebime koyup, aydıngerleri alıyorum. Matbaa, Cağaloğlu’ndan iki saat uzaklıkta bir yerde. Gürpınar köyündeki bu matbaada 50 bin gazete basılıyor ve çağrılan bir kamyonete yükleniyor. Parayı ödüyor ve Hürriyet’in yolunu tutuyorum. 50 bin gazeteyi tek başına indiriyorum. Gece olmuş ve ben evime nasıl döndüm; hiç hatırlamıyorum. Halkımız ise bayram günlerini yaşıyor…

Hürriyet’ten ertesi gün telefon ettiler. Dağıtım için aslında nereye ne kadar gideceğine dair listeler vermemiz gerekiyormuş. Onlar ilk sayıyı kendi bildikleri gibi dağıtıyorlar. Sonraki sayılarda nereye ne kadar gideceğini belirlemeye çalışıyoruz. Editörlerimiz memleketlerinden dönüyor ve büyük bir neşe içinde yeni sayıyı hazırlamaya başlıyoruz. İkinci sayıyı dağıtıma veriyoruz. Birkaç gün sonra da ilk sayının satış rakamı geliyor: 1500 adet! Yani 50 bin gazeteden sadece 1500 tanesi satılmış. Bu rakam daha sonraki sayılarımızda biraz yükseldi ama hiçbir sayıda 5 bine bile ulaşamadı. Hani şu tahmin edilen 100 bin satış potansiyelinin 5 binine bile ulaşamadık.

Halk Gerçeği 22 Nisan ile 24 Haziran 1990 günleri arasında 9 sayı yayımlandı. Dokuz sayıdan üçü (5, 6 ve 9. sayıları) hakkında toplatma kararı verildi. 10. sayının hazırlığını yaparken, yazı işleri müdürümüz İsmail Safter, 22 Haziran 1990 günü ifade vermek üzere gittiği Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından tutuklandı. Bu durum, editöryanın moralini bozsa da yeni sayı hazırlığımız hız kesmedi; çünkü hemen yeni bir yazı işleri müdürü bulduk: İzzet Aslanbay… Ancak gazetemizin basıldığı Ilıcak Matbaası’na giden polisler, Halk Gerçeği’nin kapatıldığını söyleyerek, baskı yapmamaları konusunda matbaa sahibini uyarmışlar. Gazetemizin süresiz olarak kapatıldığı kararı, matbaadan sonra bize de 28 Haziran 1990 günü tebliğ edildi.

Yeni Halk Gerçeği

Bunun üzerine, gazetemizin ismini değiştirerek yolumuza devam etme kararı aldık. Böylece Yeni Halk Gerçeği gazetesinin çıkarılması çalışmalarına başladık. Ancak Halk Gerçeği’nin DGM tarafından kapatılmasının verdiği korkuyla Hürriyet Holding’in dağıtım şirketi gazetemizi dağıtmayı reddediyor; Hürriyet’in dağıtmadığı bir gazeteyi Ilıcak Matbaası da basmayı kabul etmiyordu. Gazetenin teknik hazırlığı yine Diz Basın Yayın yapacaktı. Yazı işleri Müdürümüz vardı. Dağıtımı artık kendimiz yapacaktık. Tek eksiğimiz gazeteyi basacak bir matbaa idi. Uzun uğraşlar sonunda Çiftay isimli bir matbaa bulduk ve Yeni Halk Gerçeği’nin ilk sayısı 26 Ağustos 1990 günü yayınlandı.

Yeni Halk Gerçeği, Halk Gerçeği’nin devamı bir gazete olarak görünmesin diye künyesinden biz çıktık. Böylece Halk Gerçeği’nin editörleri yer almadı künyede. Künye son derece sade idi. Gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürü İzzet Aslanbay idi. Bunun için yeni bir şirket kurulmuştu. Bir de Genel Yayın Danışmanı olarak da Günay Aslan vardı künyede. Yeni Halk Gerçeği, elden dağıtıldığı için ciddi bir tiraj alamadı. Gazetenin 3. sayısı 16 Eylül 1990 günü yayınlandıktan sonra matbaa da gazeteyi basmaktan vazgeçti. Gazeteyi basacak başka bir matbaa da bulamadık ve 4. sayıyı fotokopi olarak basarak durumu protesto ettik ama gazetenin ‘arabası’ artık yürütülemiyordu.

Halkların birleşik mücadelesinin sesi olmak üzere, 12 hafta yayınladığımız Halk Gerçeği ve Yeni Halk Gerçeği gazetelerimiz, umduğumuz ilgiyi pek gördüğü söylenemese de, sadece devlet katında yarattığı korkuyla değil, daha sonraki yıllarda çıkaracağımız gazeteler için sağladığı büyük bir bilgi birikimiyle de tarihteki yerini almış bulunuyor…

Bundan sonra haftalık ve günlük gazeteler, ajanslar ve televizyon kanallarının nasıl kurulduğunu ve başlarına neler gelmesine rağmen, bugünkü devasa özgür medyaya nasıl ulaşıldığını Aram Yayınları’ndan çıkan “Özgür Basın Tarihi” isimli kitaptan okuyabilirsiniz…

Hüseyin Aykol