Teori ve Pratik
Bugün Türkiye sosyalizminin yaşadığı tıkanma ve krizin nedenleri tartışılırken kimi kesimler sorunu teori mi pratik mi biçiminde ortaya koyuyor. Aslında daha en başından sorunun ortaya konuluşunda bir problem olduğunu tespit etmek gerekiyor.Tıkanma ve krizden çıkış yolunun teori mi pratik mi biçimindeki bir soru üzerinden değil de, ne kadarı teorik ne kadarı pratik şeklindeki bir soru üzerinden tartışılması çok daha doğru ve gerçekçi biryöntem olurdu.
Bugün için sorun teoriktir deyip pratiği tali konuma itmek ne kadar yanlışsa, sorun salt pratiktir deyip teorinin yeniden üretilmesi görevini savsaklamak da bir o kadar yanlıştır.
Mevcut tıkanma ve krizin, -eşit ağırlıkta olduğunu iddia etmiyoruz elbette- hem teorik hemde pratikten kaynaklı nedenleri var.
Bunların ayrıntılarına girmeyeceğiz, ancak yapılacak genel bir değerlendirme sonucu bir tarafın diğerine ağır basacağı muhakkaktır.Ama böyle bile olsa içinden geçtiğimiz koşullarda bu durumun karşımıza bir öncelikler sorunu çıkardığını söyleyemeyiz.
Teori ile pratiğin bütünselliği nesnel bir durum, birbirleriyle olan ilişkileri ise sınıf mücadelelerinin seyri içinde belirlenir. Bu noktada dönemselleştirme yöntemi bize yardımcı olur. Hangi dönemde hangisi ön plandaydı ya da yetmezliğe düştü. Birbirlerinin yerine ikame edildikleri hiç oldu mu? Teori veya pratiğin özerk veya tek başlarına belirleyici olabildikleri dönem veya durumlarla ne kadar, hangi sıklıkla karşılaşıldı? vs.
Örneğin bugün teorinin nam-ı hesabına böylesi belirleyici bir süreçten geçildiğini iddia eden görüşlere rastlanmaktadır.Teorinin tek başına çözümün yolunu gösterdiği durum veya dönemlerle elbette karşılaşılmıştır. Marx ve Engels’in eserleri, Lenin’in kimi yapıtları (Ne Yapmalı, Emperyalizm) düğümü çözen kılıç düzeyine yükseltebilmiştir. Marx, Engels ve Lenin’de daha önce kimi yönleriyle öngörülmüş olsa bile hiç bir biçimde tamamına vardırılmamış yeni bir teorinin yaratıcılığıyla karşı karşıyayız. Platon’un ’Devlet’i, J.J.Rousseau’nun ‘Toplum Sözleşmesi1, Darvvin’in ‘Türlerin Kökeni’ ve Copernicus’un ‘Gezegenler Teorisi’ de kendi dönemleri için bu sınıfa dahildir.
Bugün toplumsal bilimlerde ve ekonomi politikte Marx ve Engelsin gerçekleştirdiği türden yeni bir teorinin yaratıcılığı ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir mi? insanlığın eldeki teoriyi aşacak yeni bir teoriye ihtiyacı var mıdır? Bugün elbette öngörülmemiş yeni bir teorinin ayak sesleri söz konusu değil. Bunu iddia edebilmek için öncelikle Marx, Engels ve Lenin’in görüşlerinin bugünkü dünyayı açıklayamadığını ispat etmek gerekir. Ancak komünizmin kurucularının fikirleri, çürütmek bir yana gün be gün daha fazla doğrulanmadadır. Ama tüm bunlar teoriyle ilgili hiç bir sorunumuz olmadığı anlamına gelmiyor.
Teorik sorunlarımız vardır ancak teorinin abartılı bir eşik noktasına dayandırılması doğru değildir.Teorisizm tıkanma ve krizden çıkışın ilacı olmadığı gibi yanlış bir tedavidir de. Bugün karşı karşıya olduğumuz temel problem, mevcut teorinin çağa, yerellere ve öncülüklere uygun şekilde yeniden üretimi için yeterli entelektüel çaba ve devrimci pratiğin olmamasıdır. Bugün teori ve pratiğin yeni bir senteze ihtiyacı vardır. Mücadeleyi ileriye doğru sıçratmanın yolu sınıf savaşımını yeni bir senteze ulaştırabilmekten geçmektedir.
Politika Çok Bileşenli Bir Sistemdir
Hamlesel önceliğin tek başına teoriye verilmesini iddia edenlerin düştüğü iki temel yanılgı vardır. İlki, teorik gelişimi politikanın kendisi ile onun araç ve yöntemlerinden fazlaca bağımsız ele almış olmaları; İkincisi ise ilkiyle bağlantılı olarak politikanın kendisini pratikle bire bir özdeşleştirmeleridir. Bu sonuncusuna ilişkin gözden kaçan önemli bir nokta vardır: Politikanın ikili karakteri! Kuramsal ve pratik politika… Politikanın hem soyut tasarım hem de somut üretim faaliyetini kendinde cisimleştirebilmiş olması onu pratiğin ötesine taşıyor ve bu anlamda pratikle özdeşleştirilmesi onun gerçek durumu ve değerinin indirgenmesi demek oluyor. Oysa politika çok bileşenli bir sistemdir. Onu salt pratik faaliyetler bütünü şeklinde sınırlamak ciddi bir hatadır. Aşağıda politikaya dair çıkardığımız farklı ama birbirleriyle bağlantılı disiplin ve alanlar onun ne denli kapsamlı olduğunu, dahası kendi içinde bağımsız bir sisteme sahip olduğunu ortaya sermektedir.
1)Politika zemini, araçlarla amaçların etkileşime girdiği sınıf savaşımının gerçekleştiği nesnel alanı içerir.Politik zemin sürekli hareket halinde olan ve farklı bir şekle bürünen bir alandır. Farklı sınıf çıkarlarına sahip kuvvetlerin mücadele ettiği bu alan kendini en somut olarak Devlet’te gösterir.
2)Politik çizgi, politik zeminde faaliyet yürüten farklı siyasi akımların dünya görüşleri ve siyasi programlarını içerir. Liberal, Kemalist, sosyalist, faşist, siyasal islam vb.
3)Politik mücadelede siyasi faaliyetin kendisi: Yürütülüş biçimi, eylemsel yönü, amaçlanan hedefe ulaşmak için kullanılan araç, yöntem ve eylem biçimlerinin tümünü barındırır. Silahlı mücadele, genel grev, sivil itaatsizlik, ateşkes, boykot ve işgaller, açlık grevleri, vb. Devletler düzeyinde ise savaş, güç gösterisi ve caydırıcılık, ekonomik yaptırımlar, diplomatik temas ve ilişkilerin kesilmesi, istikrarsızlaştırma girişimleri, ablukaya alma, hasım veya rakip güçlere karşı yapılan ittifaklar vb.
4)Politika üretimi, strateji ve taktiklerin planlanması ve koordine edilmesini; somut durumun tahlil edilmesini ve mevcut politik dönemin direktif, slogan ve şiarlarının tespit edilip örgütsel planda nasıl vücut bulacağını çözümleyen politika disiplinidir.
5)Politika sanatı, politika üretiminin en üst biçimidir. Sezgi gücüyle zekayı birleştiren yüksek düzeyde kurmaylık isteyen politik disiplindir. Özgül alanı, diplomasi ve iç savaş’tır. Devrimci iç savaş sürecinin en üst biçiminin ayaklanma ve bunun da bir sanat oduğunu söyler Marx.
6)Politik kurumsallaşma, örgütlenme modelleri ve siyasi organları kapsar. Ordu, parti, devlet, sendika, meclis, kongre, cephe, muhalefet, uluslararası birlikler… Bunların yanısıra devlet organlarının toplumsal ve ekonomik yapısının yansıması olan etkinliklerin her birinin – askeri politika, ekonomik politika, dış politika, eğitim ve kültür politikası, iç politika vb. – ayrı ayrı kurumsal yapısı vardır.
7)Politik iktidar, politik kurumsallaşmanın en üst biçimi, doruk noktasıdır. Politik mücadelenin stratejik hedefidir.Yöneten yönetilen, ezen ezilen çelişkisinin en somut ve keskin biçimde temsilini bulduğu iktidar biçimi kapitalist devlettir. Toplumsal ve ulusal kurtuluş savaşlarının denge dönemlerinde ortaya çıkan ikili iktidar olgusu da özgün bir iktidar biçimidir. Reel sosyalizm deneyiminde parti-devlet özdeşliğinin ortaya çıkardığı, merkezinde imtiyazlı askeri-siyasi bürokrasinin bulunduğu iktidar biçimi, devlet aygıtını hasmı kapitalizmden daha fazla büyütmesiyle tarihteki yerini aldı.
Politikaya dair yukarda sayılan alan ve disiplinleri,bunların tarihsel gelişimini ve güncel varoluş koşullarını sistematik biçimde inceleyen düşünce dizgesine politika teorisi denilebilir.
Politikaya Kimliğini Veren Sınıf Mücadelesi
Tıkanma ve krizden çıkışın odağına öncelikle teorinin yerleştirilmesi gerektiğini iddia edenlerin, bunu gerekçelendirirken kullandıkları bir yöntem var: ’80 öncesinin ve bugünün halk hareketinin kıyaslanması. Örneğin yapılan grevlerin sayısı, 1 Mayıs gibi önemli günlerdeki mitinglere katılım oranlan karşılaştırılıyor. Söylenmek istenen şu: Yüzbinlerce kişilik gösteri ve mitinglerden sadece onbinlerin katıldığı eylemlere düşülmesi, sorunun kullanılan mücadele araç ve yöntemlerde olmadığını göstermektedir.
Dünden bugüne kullanılmadık hiç bir mücadele yöntemi ve aracı bırakmadık, buna rağmen kayda değer bir gelişme sağlayamadıysak eğer, çözümü kullandığımız araç ve yöntemlerde değil başka bir yerde (teoride!) aramalıyız – deniliyor. Burada aslında yapısalcılık denilen bir durum sözkonusudur. ‘Sorun yok’ denilen araç ve yöntemler içinde yer almış olan insanlardan ve değişen tarihi şartlardan bağımsız olarak ele alınıyor. Dahası onların yeni biçimlere bürünebilimeleri niyetlerden bağımsız olarak yadsınıyor. Teori üzerinde aşırı yoğunlaşma hem onun politikayla bağını zayıflatmakta hem de teorinin gerçek sorunlarından uzaklaşmayı getirmektedir.
Politika ile onun araç ve yöntemlerini sorumsuz kılarak teoriyi bunların yerine ikame etmek doğru bîr tutum değildir.Kaldı ki ‘tüm mücadele yöntemleri denendi’ argümanı, politikanın onda mündemiç olan yaratıcı doğasına aykırı değil midir? Ayrıca bugün tüm dünyada geçmişte olmayan yeni politik mücadele, örgütlenme ve eylem biçimlerine tanıklık etmiyor muyuz?
‘Şunu hiç denemedik ya da kullanmadık’ diyeceğimiz bir politik mücadele, örgütlenme ve eylem biçiminin kalmamasının teorik olarak mümkün olması bir yana, hiç bir mücadele yöntemi ve aracı yoktur ki değişikliğe uğramaksızın olduğu gibi kalsın. Politika ile onun araç ve yöntemleri farklı tarihi koşullarda farklı öncülüklerle ya miadını doldurduğu için terkedilir ya kendini tekrar etme sürecine girerek tedrici olarak aşılır ya da daha üst yeni biçimler alarak yoluna devam eder. Politik mücadele, örgütlenme ve eyleme kimliğini veren sınıf mücadeleleridir. Sınıf mücadeleleri içinde doğarlar ve sınıf mücadelesi içinde biçim alırlar. Bu yüzden mücadele araç ve yöntemlerine sınıf mücadeleleri dışında kendinden menkul yapısal misyonlar atfetmek düşülen temel yanlışlardan biridir. Sınıf mücadelelerinin yükseliş, alçalış veya durgunluk dönemlerinin farklı koşullarına kendini uyarlama, bu dönemlerin gerektirdiği özgün biçimler yaratabilme gücünden yoksun siyasi öncülük ve örgütlenmeler sonuç olarak gelişmenin önündeki engellerden başka bir şey değildirler; geçmişte ne kadar devrimci işler yapmış olsalar bile! Örneğin RKP(B)’nin devrimden önce RSDİP sürecinde profesyonel devrimciler örgütü ekseninde yaşadığı ayrışmadan güçlenerek çıkması, devrimden sonra SBKP’ye dönüşerek tüm Sovyet halklarının ve cumhuriyetlerinin partisi olarak ileriye sıçraması ve ancak daha sonra parti-devlet özdeşliği yaratarak sosyalizmin önünde bizzat engel haline gelişi ya da 19.yüzyılın sonu ile 20.yüzyılın ilk çeyreğinde işçi sınıfının temel mücadele araçlarından olan sendikaların savaşçı özelliklerini yitirerek giderek salt ekonomik müzakere araçlarına dönüşümü ve bugün geldikleri nokta itibarıyla bu iktisadi pazarlık güçlerini dahi kaybetmeleriyle, proletaryanın özgürlük mücadelesinde adeta bir engel haline gelmeleri…
Araç-Amaç ilişkisi
Tarihi koşullar değişirken buna uygun teorik gelişimin sağlanamamasının nedenleri içinde araç-amaç ilişkisinin deformasyonu baş sıralarda gelmektedir. Bu durumu bugün teorinin ve politikanın temel sorunlarından biri yapmalıyız. Örneğin, ‘parti amaç değildir araçtır’ derken nasıl ki bundan onun salt pratik bir mesele olduğu anlamı çıkmaz ise, bu mantık diğer tüm politik mücadele organları için de -sendika, dkö, cephe, konsey vb.- geçerlidir. Söz konusu politika olduğunda ortaya iki yönlü bir dinamik çıkar; amaçlar ve araçlar. Politika hem amaç ve görevleri hem de araç ve yöntemleri kapsar.
Ayrıca araç-amaç ilişkisinde reel sosyalizmden çıkarılan ciddi dersler vardır. Reel sosyalizmde görülmüştür ki amaçlarda uğranılan başarısızlığın baş nedeni toplumsallaştırılmayan araçlar, sosyalistleştirilemeyen öznelerdir. Araçlara teknik-iktisadi misyon yüklenmiş, canlı birer siyasi organizmadan ziyade, bürokratik birer organizma gözüyle bakılmıştır. Araçlarda kitlelerin demokratik temsilinin sağlanamaması ve yine araçlarda idari birer düzenleyicilik ve denetleyiciliğin ötesine geçilememesi ve nihayetinde öznenin araca ruhunu vermek biryana ruhunu ona kaptırarak sosyalist sistem altında özgün bir yabancılaşma yaşar hale gelmesi reei sosyalizmin en canalıcı derslerinden biri olmuştur. Süreç politik araçların -parti, devlet, merkezi planlama vb.- demokratik katılımsızlık yüzünden zamanla teori ve amaçlarla -devletin sönümlenmesi, toplumsal mülkiyet, özgürlük- doku uyuşmazlığına girmeleri ve bunun sonucunda kendi başına buyruk, toplumun üzerinde, ondan bağımsız birer otorite -apparatchik- olmalarıyla sonuçlanıyor.
-Araçların da toplumsallaştırılması zorunluluğu,
-Politikanın, politika olarak yaşam bulması için içerdiği alan ve disiplinleri bütünsel olarak değerlendirebileceği bir sisteme ihtiyacının olması,
-Mücadele eden güçlerin farklı politik alan ve disiplinleri merkezi şekilde yönetmek ve koordine etmek için birleşik ve bütünsel bir sınıf siyasetine ihtiyaç duymaları,
-Politikanın hem tasarım ve üretimi, hem de araç ve amaçları kendinde cisimleştirmesi ve son olarak,
Tüm bunlar politikayı farklı bir düzleme taşıyor, onu kendi içinde bağımsız bir sistem düzeyinde yani politika teorisi biçiminde ele almayı gerektiriyor.
Burada artık belli bir amaç doğrultusunda belli bir hedefe yönelen politik faaliyetler bütünü olarak politikanın ötesine taşıyoruz. Politika olgusunu bilim ve felsefe ile olan organik bütünselliği içinde ama kendi bağımsız iç sistemine sahip bir yapı olarak ele alıyoruz. Politika teorisi, politika ile onun içerdiği disiplin ve alanların tarihsel gelişimini, birbirleriyle olan ilişkilerini ve güncel varoluş koşullarını bilimin ve felsefenin yöntemiyle inceleyen dizgenin adıdır. Savaşı politikanın, politikayı da ekonominin yoğunlaşmış biçimi olarak ele almak dünya komünist hareketini yıllar boyunca büyük bir kolaycılığa sevketmiştir. Son tahlilde doğru olan şeylerin nedensellikleri üzerinde düşünme zahmetinde bulunmamak, politikayı teorisizleştirmiştir! Marxist teorinin saçayaklarından biri olması bize politika için ‘daha ne olsun’ dedirtmemelidir, çünkü dahası vardır!
Kurumsal-Politik Açılım
Politika teorisinden salt geleceğe ilişkin öngörüleri, kestirimleri ya da eğilimlerin açığa çıkarılmasını anlamıyoruz. Bu olguların sınıf mücadelesi içinde maddi temsillerini yaratacakları sürece kadarki gelişimin tümünü anlıyoruz. Tam bu noktada karşımıza kurumsallaşma olgusu çıkar. Politik açılım tek başına hiç bir şey ifade etmez. Üzerinde yükseldiği maddi zemine ve içinde yol aldığı sınıf mücadelesine uygun bir kurumsal yapı onun olmazsa olmazıdır. İşte günümüzde yaşanan temel sorunlardan biri budur. Politik açılımların kurumsal yapıya kavuşturulamaması…
Kurumsal politik açılımı, üzerinde tartıştığımız politika teorisinin temel ve güncelleşen bir bileşeni olarak görüyoruz. Bu açılımı hem sosyalizmin yenilenmesinde hem de Türkiye Devrimci Hareketi’nin ülke ve bölge gerçekliğine özgü bir marxist politika teorisi yaratmasında temel bir gelişim dinamiği olarak görüyoruz. Bunu daha somut bir çerçeveye oturtmak için son sürecin bazı yönlerinin kısa bir incelemesi bize önemli veriler sağlayacaktır.
Son süreçte Türkiye Devrimi’nin temel meselelerinde mevcut geleneksel sol’dan kopuşu sağlayan önemli açılımlar yapılmasına karşın, oluşturulmaya çalışılan ideolojik- politik çizgi siyasal mücadele ve örgütlenme biçimi boyutunda hayata geçirilememiştir. Hayata geçirelemedi derken, basit biçimde ‘önüne koyduğu hedefi pratikleştiremedi’ anlamında söylemiyoruz. Sorun keşke bu düzeyde olsaydı. Dönemin gerektirdiği düzeyde bir kurumsal-politik açılımın asgari bir tasarımı dahi yapılamadı. Tasarım olmadan üretim de olamazdı. Söylemde olmasa da pratikte hakim olan anlayış, politikanın askeri doktrin diline çevrilmesi diyebileceğimiz bir tarza tekabül etmekteydi ve bu iki dinamik arasındaki denge giderek politika aleyhine açılmıştır. Kopuş’un önümüze koyduğu siyasal mücadele ve örgütlenme biçimleri üzerinde hakkını vererek düşündüğümüz söylenemez. Silahlara yön verenin siyaset olduğunu unutmamıştık ama asıl mesele bu siyasetin profesyonel devrimcilere içerilmesi ve halka taşınarak kurumsallaştırılmasıydı.
Kopuş, somut-maddi bir güce dönüştüğü oranda kopuştur. Anlaşılacağı üzere yük haline gelen kopuş denemesinin kendisi ya da kopuşu tarihsel bir ihtiyaç olarak tespit edip bu çabaya girişmemiz değildir kesinlikle. Ama bu çabada uğranılan başarısızlığın hesaplaşması yapılmadığı takdirde fikirsel planda dahi ciddi bir değere sahip olan bu denemenin kendisi de tartışmalı hale gelecektir ki, bu bizim izin vermememiz gereken bir durumdur. Demek ki önümüzde en iyimser tarifle hem düşünsel hem de daha fazla maddi planda yarım kalmış bir kopuş denemesi vardır. Bu mesele şundan dolayı önemli. Kopuşta nesnel olarak yeni bir tarihsel konağa doğru gidişat var ama bu tespiti yapanların kendi kopuş-süreklilik diyalektikleri problemli! İdeolojik-teorik doğruluğunu korumakla birlikte maddi bir güce dönüştürülememiş, moral bir yük bindiren ilk kopuş denemesiyle hesaplaşmadan, böylesi kollektif bir zemini yaratmadan, yeni tarihsel konağa öznel katkılarımızı sunmamız hiç gerçekçi olmayacaktır.
Bugün geldiğimiz aşamada halklarımız için yeni bir dönüm noktası teşkil edecek nitelikte bir bütünsel yapılanma temel gündemimizdir. Bunun bir ayağı teorik açılımsa, diğer ayağı kurumsal-politik açılımdır. Burada kritik nokta teorik gelişimin kurumsal-politik açılım eşliğinde, bunun üzerinden gerçekleştirilmesidir. Daha önce sözünü ettiğimiz sınıf savaşımının yeni bir senteze kavuşturulmasının düğüm noktası da burasıdır. Hemen belirtelim, burada önerilen yaklaşım ‘daha fazla pratik’ ya da ‘pratiğin hakkını vermek’ ile sınırlı bir şey değil. Hem pratiği önceleyen ve hem de onu aşan bir durum söz konusudur.
Marxist Siyaset Teorisi
Kendimizi en başa alarak söylüyoruz. TDH’nin teorik-programatik gelişimi ile politik-taktiksel gelişimi arasında ve yine politik-taktiksel gelişimi ile örgütsel gelişimi arasında büyük boşluklar oluşmuştur. Burada şu önemli: Biz artık bir dönemin programları, stratejileri, örgütlenme ve mücadele biçimleri tümüyle aşılmıştır demiyoruz. Ama yeni dönemde elimizdeki verili devrimci birikimin derinleştirilmesi ve güçlendirilmesi noktasında kayda değer bir çabanın olmadığı da burada önemle belirtilmelidir. Krizden çıkış için çabalarımızı yoğunlaştıracağımız noktaları çok iyi tespit etmemiz gerekmektedir, ilk olarak tarihsel hesaplaşma ile birlikte, özellikle 11 Eylül süreciyle dünyanın ve özelde bölgemizin değişen durumunu anlamak ve İkincisi teorik boşluklarımızı tamamlayarak sürekliliği olan kurumsal-politik bir güç yaratmak. Bizim şu anda incelediğimiz devrimci hareketin neden coğrafyaya özgü bir marxist politika teorisi geliştiremediğidir.
Marxist siyaset teorisi, devrimci iktidar teorisi ve güncel siyaset arasındaki bağların yetersiz kavranışı ya da aralarında bütünsellik kurulamaması devrimci hareketin siyasi mücadele, örgütlenme ve eylem biçimlerindeki başarısızlığının temel nedenleri arasında gösterilmelidir. Ulusal ve uluslararası tarihsel deneyimlerden kaynaklanan genellemelerin, güncel siyaset açısından belirleyici ilkeler ve yasallıklar olarak ele alınması, politik örgütlenme ve mücadele biçimlerinde doğru bir tarzın yakalanamamasını getirmiştir. Oysa güncel siyasetin önceden belirlenmiş bir kuramı ya da ilkeleri olamaz. Sadece temel kuralları olabilir. Bu anlamda güncel siyasette doğru tarzı yakalamanın yolu siyasete marxist politika teorisinin incelikleri ve devrimci iktidar teorisiyle birlikte yönelmektir. Devrimciler güncel siyasette içinde bulundukları ortamın bilimsel gerçeklerini edinirlerken çoğu zaman iki sapmayı yaşıyorlar: Ampirizm ve pragmatizm… Oysa pragmatik olmadan pratikle ilişkiyi sürdürmek ve ampirist olmadan bilimsel bilgi ile siyaset arasındaki bağı kurabilmek gerekiyor.
Günümüz koşulları ideolojik, teorik, politik, felsefi, kültürel ve örgütsel planda bu alanlardaki mevcut mücadele yöntem ve araçlarının muhtevada devrimcileştirilmesine paralel olarak yeni tip mücadele yöntem ve araçlarına gebedir. Keza mevcut parti, sendika, dernek, gazete vb. kurumlar sosyo¬ekonomik gelişmenin ve kendi cephelerinden sınıflar mücadelesinin çok gerisinde kalmışlardır. Emek ve özgürlük cephesinin talep ve ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdadırlar. Devrimci hareketin durumu ise kartopu etkisi altındadır. Durdurulamadığı için giderek büyüyen bir kar topuna benziyor bizim politika ile onun araç ve yöntemleri karşısındaki duruşumuz. Hangi birini sayalım ki! 12 Eylülle başlarsak, o dönem Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesini heba eden, Kürt yükselişi dorukta iken Türkiye tarafında barış talebini, dengede iken de ateşkes talebini reformizm diye reddeden, DKÖ’lerde küçük olsun benim olsun diyen, işçi sınıfı ve sendikalar içinde az da olsa bir güç ya da dönemsel taktikler oluşturamadığı halde ona devamlı genel grev çağrıları yapan, hemen her seçim sürecinde istisnasız ya boykotçu tutum alan ya da ‘işçi-köylü sovyetleri! gibi ayakları yere basmayan çağrılar yapan, devrimci gençlik mücadelesini üniversite kantinlerinde hapsolmaktan kurtaramayan, devrim- demokrasi ilişkisinde aldığı dogmatik tutum nedeniyle açık ve meşru politik açılımlar yapamayan, uluslararası ve bölgesel siyasi gelişmelerde egemen ulusalcı bakış açısının yarattığı ideolojik prizmadan kendini özgürleştirmeyen, mücadelede sürekliliği sağlayacak organlaşmayı yaşamsal bir mesele düzeyine çıkaramayan ve daha sayabileceğimiz bir çok politik hata, eksiklik ve zaafla muzdarip bir sol gerçeklik var karşımızda.
Geleceğimiz nokta şu; Marxist teorinin tekrar kendi ayakları üzerinde yükselmesinde doğru ve etkin politikalarla hayata müdahale etmek hiçbir dönemde bugünkü kadar önemli ve öncelikli hale gelmemişti. Bu asıl olarak karşımızdaki düşmanın bize ve halklarımıza yönelttiği karşıdevrimci şiddeti alabildiğine çeşitlendirmesinden kaynağını almaktadır. Devletin resmi politikalarını toplumun en ücra köşelerine götürmekle görevlendirilmiş paramiliter STÖ’leriyle, stratejik araştırma ve düşünce üretim merkezleriyle, özel vakıf üniversiteleriyle ve bunlara bağlı teknoparklarıyla, yayınevi-kültür merkezi sahibi bankalarıyla, şirket yönetim anlayışını düzen partilerine de adapte etmesiyle, “yönetişim” ile, risk ve kriz yönetimiyle, reklam endüstrisi ile, kredi kartlarıyla, F tipleriyle, andıçlarıyla, kızılelmacı psikolojik savaş konseptleriyle halklarımıza yönelmiş askeri- politik, ideo-kültürel ve ekonomik mızrakların alabildiğine çeşitlenerek şiddetlendiği koşullarda politik mücadeleye yeni bir anlam vermek gerektiği çok açıktır. Politikada geleneksel, durağan ve mevzici biçimlerden, hasmı ilerden karşılayan dinamik ve hareketli biçimlere ulaşmak gerekiyor. Metropol kapitalizminin ve onun içinde yaşayan insanın çelişkilerine daha fazla vakıf olan, hasım karşısında kendisini daha içerden ve içiçe mücadele yöntemleriyle konumlandıran bir tarzı yakalamak gerekiyor.
Marxistler yaklaşan buhranların şimdiden görülmeyen yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerini ortaya atacağını bilirler. Bu anlamda bugün devrimci mücadelemize zorunlu, tamamlayıcı nitelikler eklenmesi ve bu anlamda güçlendirilmesi, somut durum ve ihtiyaçlara çok daha iyi cevap verecek duruma getirilmesi hayatidir. Devrimci Hareketin iktidar stratejisi uzun yıllardır birbirini sabit konumlarda zayıflatmaya çalışan, fiziki olarak biri diğerinden çok üstün iki eşitsiz güç arasında uzun ve hareketsiz bir mevzi-konum savaşı biçimindedir. Bu durağan politik tarzdan kesinlikle kopuşmak gereklidir.
Bugün yeni tip mücadele ve örgütlenme biçimlerini içerecek tarzda bir kurumsal- politik açılım yapılmasının çok güçlü gerekçeleri vardır. Başta ABD emperyalizminin bölgemizde iyiden iyiye derinleşen mevcudiyeti; bunun yanısıra neo-liberal ideolojinin kamusal-sosyal alanları iyiden iyiye piyasa güçlerinin insafına terketmesi; insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi temel evrensel normların jeopolitik birer veçheye indirgenmesi; toplumsal yaşamın güvenlik temelli panoptikumlaştırılması ama aynı anda eğlence ideolojisi temelli insanın kendi çözündürülüşünün sürekli ona izlettirilmesi (yukardan panoptikum, aşağıdan sinoptikum ya da Orwel-Huxley sentezi!); bunların yanısıra doğuşundan günümüze dördüncü kuvvet olarak adlandırılan yazılı basının özerkliğini tümden yitirerek devletin ve sermayenin yürütme gücüne dönüşmesi; devletlerin paramiliter yapılanmaların alanını “özel güvenlik ve özel ordu” adı altında genişleterek tekelci oligarşileri savunma ve güvenliğin bizzat fiziki ortağı haline getirmesi; genel insanlık durumunun gelecek kaygısından iyice koparılmış olduğu gerçeği ve son olarak belki de en önemlisi bölgemize 100 yıl sonra geri dönen emperyalist güçlerin beraberinde harita değişikliklerini getirecek türden bir dizi bölgesel savaşı başlatabilecek istikrarsızlaştırma ve kışkırtma girişimleri içinde olmaları; tüm bunlar çok güçlü ve yaratıcı temellerde bölge eksenli bir kurumsal- politik açılım yapılması gerektiğinin göstergeleridir.
Mücadeleye Gelecekten Bakmak, Yeni Pencereler Açabilmek!
Bugün gelecek mefhumunu artık “belirsizlikler” olarak algılayan ve bu anlamda bulunduğu yer ya da konumda kendisini kesinlikle güvenlikte ve ehemniyette hissetmeyen ve dolayısıyla tek kaygısı günü kurtarmak olan bir insanlık profili ile karşı karşıyayız. Neoliberal ideoloji insanı gelecekten kurtarmıştır! ‘Dinle küçük adam’ demiştir; artık uzun vadeli hedefler yok, planlama yok, geleceğe dair düşler kurmak yok, sadece ve sadece gündelik hayat kavgası var demiştir. Geleceksizlik bugün halkların en büyük kabusudur. Marxist Sol’un da dünden bugüne en büyük kaybı, insanlara özgürlüğün, eşitliğin ve toplumsal adaletin varolacağı bir gelecek vaadi iddiasında inandırıcılığını yitirmiş olmasıdır. Burjuva-liberal bir köşe yazarı ilginç bir benzetme yaparak, “ruhsuz dünyaya ruh veren bir din gibiydi sol” demekten kendini alamazken, burada asıl itiraf edemediği şey, marxist-leninist solun geçmişte yarattığı mücadele birikiminin siyasi bir doktrinin çok ötesinde insanlığın umudu ve gerçekleşebilir bir düşü olabildiği gerçeği değil midir? İşte bugün en büyük yara bu noktada, ideolojik-moral boyutta alınmıştır. Sol, mücadeleye gelecekten bakabilme yeteneğini yitirmiştir. Kendisine yeni teorik, politik, felsefi, kültürel pencereler açamadığı için geleceğe ya hala geçmişin içinden ya da salt bulunduğu noktadan bakmaktadır.
Demek ki teorik yenilenme (teorinin yeniden bütünselleştirilmesi), kurumsal-politik açılım ve bunun içinde politik mücadele ile onun araç ve yöntemlerinin güçlendirilmesi ve yenilenmesi salt insanlık durumunun trajedisinden değil, M-L sol’un idealleriyle iddiaları arasında doğan büyük boşluğun doldurulması görevinden dolayı da şarttır, insanı, ruhunu felç eden kayıtsızlık halinin içinden çekip çıkarmak; insanlığın tahayyül ve tasavvur edebilme yeteneklerini tekrar açığa çıkarıp ona kazandırmak; yeni dönemin hareket noktası da, örgütleyici prensipi de bu olmalıdır diye düşünüyoruz.
İnsanlık durumundaki genel çözülüş, emperyalizmin bölgemizde yarattığı savaş ve işgaller ve ülkemizde geçmişte görülenden alabildiğine farklı güçlerin ittifakı ile yaratılan yeni türden ırkçı-şoven Türk milliyetçiliği karşısında nasıl bir kurumsal- politik açılım?Emperyalizm ve işbirlikçi rejimler, “yeni tehditler, yeni tehlikeler” kapsamının başına yerleştirip “küresel terörizm” olarak ele aldıkları ulusal kurtuluş hareketleri ve komünist partilerin öncülüğündeki toplumsal hareketleri daha “potansiyel” düzeydeyken bastırmayı; bu olmazsa bu hareketlerden devşirilen kadrolarla kontrol altında, denetimli bir kurumsal muhalefeti geliştirmeyi istemektedirler. Artık egemenlerde bize yönelik ortaya çıkan kriter, “dolaylı saldın” yerine tehlikeyi daha “potansiyel” düzeydeyken “doğrudan imha”yı amaçlayan açık saldırı aygıtlarının ideolojik-politik-fiziki düzlemlerde meşrulaştırıldığı bir hukuki yapıdır. Tüm muhalif güçlerin rafine çizgilerde küçültülerek ve tecrit edilerek hedef tahtasına oturtulduğu, olağanüstü güç kullanımının meşrulaştırıldığı bu süreç işletilmektedir. Ancak egemenler öncülükleri değişik derecelerde marjinalize etmiş olsalar da tüm dünyada bu öncülüklerin tarihsel birikimini sahiplenerek kendiliğinden yükselen kitle hareketlerini engelleyememişlerdir. Kendiliğinden gelişen kitle hareketleri, bugün en fazla yıpratılan stratejik bir bağı -parti ile devrimci iktidar arasında olanı- yeniden yapılandıracak güçtedir. Yeter ki mevcut devrimci yapılar kitle hareketlerini devrimci halk hareketlerine yükseltecek yol ve yöntemler üzerinde ciddi bir çabaya girişmiş olsunlar. Bu aynı zamanda devrimci parti’nin öncülük savaşımıdır. Bugün öncülük savaşımı devrimci halk hareketlerinin yaratılması savaşımıdır. Çünkü onun içinde gizlidir! Devrimci mücadele bize birçok şey öğretti ama bugün yüz yüze olduğumuz soru, bizim ona neleri öğretebileceğimizdir! Bugün durduğumuz nokta budur.Yeni bir başlangıç için ilk sözlerimiz bunlar olsun.
Mehmet Fırat