Niyetimiz bağcıyı dövmek değildir, üzüm yemektir, yiyeceğiz de.Aşağıda değinip eleştireceğimiz ve naçizane öneriler ile birlikte değerlendireceğimiz konuyu, niyetlerden bağımsız, önemli bir eksiklik olarak görmekteyiz. Analar gününü, kısa bir süre önce geride bıraktık. Ancak, bir türlü geride bırakamayacağımız, öteleyemeyeceğimiz, tarihsel olduğu kadar güncelliğini de koruyan şey analara yaklaşımımız üzerinedir.
Popülizm, halk kültürü, modern kültür ve popülist kültür üzerine, farklı pencerelerden oldukça farklı görüşler tasavvur edilebilir. Özellikle emperyalist-kapitalist, faşist, gerici ve feodal kültür cephesinden oldukça kapsamlı ideolojik politikalar gerçekleştirilmektedir. Fakat işleyeceğimiz halka şimdilik bu olmayacaktır. Tabi ki egemenlik odaklarının sınıfsal ve ideolojik kültür kuşatmasına kökten karşıyız. Burjuva tüketim ve haz kültürü bağlamında popüler kültür de almış başını gitmektedir. Aynı şekilde faşizmin yalan ve demagojileri eşliğinde, psikolojik savaşın özel-önemli bir parçası olarak tasfiye politikaları kapsamında, gerillaya katılan kadın ve erkeklerin çok az bir kısmının aileleri- annelerini de örgütleyerek, hem cefakar analarımıza hem de devrimci mücadelemize saldırılarına karşı, ideolojik mücadele göreviyle yüklü olduğumuzu belirtelim. Elbette ki devrimci savaşımız, esasta düşmana yani faşizme yöneliktir.
Ancak bizler bu yazımızda halk içerisinde ve bu bağlamda kendi içimizdeki burjuva ve gerici popülist kültürün ayrıştırıcı bir hususu üzerinde duracağız. Analar, özellikle özgürlük ve bağımsızlık, demokratik ve devrimci, sosyalizm ve komünizm mücadelesinde yaşamlarını yitiren, gözaltında kaybedilen, esir düşenler yani bizlerin anası, annelerimize yönelik yaklaşımdaki kimi sorunlu yanlarımızı ele alacağız. Burjuva tüketim toplumu kültürünün bizim mahallenin içerisinde zuhur ettiği önemli bir problemli noktamız üzerinde duracağız.
‘’Yoldaş duydun mu, Deniz’in annesi vefat etmiş, hemen açıklama yapalım ve Facebook’ta paylaşalım.’’, ‘’Arkadaşlar haberiniz var mı, Mazlum yoldaşın annesi ölmüş, basın açıklaması yapalım hemen…’’, ‘’Duydunuz mu, köylümün annesi ölmüş‘’, ‘’Haberiniz oldu mu, Hıdır’ın annesi vefat etmiş, hem de bizim aşirettendi’’, ‘’…yoldaşımızın annesi, daima bizimle yaşayacaksın, ölümsüzdür, yastayız…’’ gibi argümanları kullanarak özellikle internet, telefon vb. ile birlikte sosyal ortamlar ve medyada paylaşmaktayız. Gündeme alıp kamuoyu ile paylaştığımız analarımıza hak ettiği değerleri sıralayıp, genel olarak bütün analarımıza yönelik ne kadar da doğru bir yaklaşım ve önem pratiği içerisinde olduğumuz mesajını da vermeden duramıyoruz. İşte böyle algı yönetimi-denetimi yaratan bir manipülasyona doğru yol alarak sürgit devam ediyoruz. Örgütlü örgütsüz, hemen tüm kesimlerin, böyle bir ilişkilenme ve pratikten tamamen azade olduğumuzu söyleyemeyiz. Salt bu şekilde dar ve tekil olarak ele aldığımızda, ilk bakışta pek bir sorun yok gibi görülmektedir. Hatta, oldukça iyi ve ne kadar da duyarlı olduğumuzu, kapitalist piyasalaşma çerçevesinde servis bile edebilmekteyiz. Hiç kuşkusuz, yaşamında düşmanına bile rahat yüzü göstermeyen ve aramızdan ayrıldığında ise tanınmasından kaynaklı, toplumun çeşitli kesimlerince daha fazla gündem yapıp anılan analarımız da vardır. Ve bu durum gayet normaldir. Peki, kavga ve mücadele alanlarında yaşamını yitiren, yıllarca çeşitli şekillerde bedeller ödeyen, direnen ve yaşarken bir kapısı dahi doğru düzgün çalınmadığı gibi, kimsenin ruhunun dahi duymadığı yitirdiklerimiz, değerlerimiz ve gerçek emektarlar olan analarımıza ne diyeceğiz? Ne yazık ki burjuva gerici ve feodal kültürün, kendi meclisimizde oldukça yaygın ve popülist kültürünü dolaylı ve özellikle doğrudan yaşamaktayız. Nice anamızı, çoktan unutmuş ve tozlu raflarda bile adını bilmez hale gelmiş bulunuyoruz. İnsani kolektif akıl ve seküler vicdanımızdan uzaklaşma yolunda epey mesafe aldığımızı belirtelim.
Bununla birlikte bir diğer önemli mesele ise, bazılarımızın aile fertleri ya da konu özgülünde anası vefat ettikten itibaren ortaya çıkan durumdur. Günlerce, hatta aylarca(kimileyin yıllarca) yas tutma durumunda olunduğu gibi, kendi örgütü ve çevresindekileri de aynı yasa, niyetlerden bağımsız, kerhen zorlama yönelimidir. Öyle ki, adeta mecbur, yas halinde olacaksınız. Eğer böyle bir meyil-eğilimde olmazsanız, vay halinize. Küsmeler, tavır takınmalar, soğuk davranmalar, sitemkar havalar, çarpıtmalar, kendini merkeze katmalar, tecride kadar yeltenmeler. Küçük burjuva ben merkezciliğin, karakteristik özellikleri…
Bir başka önemli problem de, feodal, bölgeci ve kısımcı, tekil yaklaşım ve pratiklerdir. Aynı örgüt saflarında olunmasına rağmen, ne yazık ki yanı başımızdaki bazı yoldaşlarımızın ailelerine, konu özgülünde analarımıza yaklaşım sorunudur. Bölge, aşiret, dost, grup gibi feodal ve burjuva anlayış ve çizgi pratiklerini, pekala görebilmekteyiz. Hemşericilik, aşiretçilik, kafa kol ilişkilerinden olacak ki, hemen gündem yapılırken, başka bir bölge-şehir ve aşiretçiliğin esamesinin okunmadığı herhangi bir yoldaşımızın annelerine yönelik ise, oldukça ilgisiz ve duyarsız yaklaşımlarımız, hiç yok değildir.
Yukarıda önemle vurguladığımız durumlara ilişkin, sorun kesinlikle bir yarış, dar didişme ve kısır rekabetçilik değildir. Tam da problem, parçalı ve ayrıştırıcı yaklaşım ve çizgi pratikleridir. Unutulan, doğru düzgün gündem dahi yapılmayan ve çeşitli tarihsel süreçler ve mücadele alanlarında direnen ve kavgamızın önemli bileşenleri ve tamamlayıcıları olan, yaşayan ya da yaşamını yitiren nice analarımız vardır. Ali Haydar Yıldız’ın kardeşinin, yıllarca ailesi ve tabi ki annesinin uzun süre ziyaret edilmemesine sitemini herkese hatırlatmakta fayda vardır. Hiçbir ekonomik ve maddi çıkar beklemeden; bir merhaba, hal hatır sorma, ziyaret etme gibi manevi açıdan oldukça ihtiyacımız olanı dillendirmesi karşısında yüreğinde vicdan muhasebesi yapmayanın gerçekten aklından şaşmak gerekiyor. O cezaevleri kapılarında, insan hakları ve sivil toplum örgütlerinde, parklar ve meydanlarda, çeşitli kurumlarda, faşist devletin mahkemeleri ve hastane önlerinde, basın açıklamaları, açlık grevleri, mitingler, protestolar ve hemen bütün alanlarda direnen ve mücadele eden analarımızın çoğu gerçekten neredeler? İçli sızılarla içten içe göz yaşı dökerek ağlayan, her geçen gün daha da suskunlaşarak içine kapanan annelerimiz nerede? Kızlarını ve oğullarını yitirmiş, faşizmin zindanlarına kaptırmış, mücadelede bir organını kaybedenlerimizin anaları sahiden neredeler? Bir oğlu hapishanedeyken, bir oğlu kapitalist sermayenin kurbanı iş kazasıyla yaşamını yitirmiş, kendileriyle birlikte diğer çocuklarını da yanına alarak, farklı coğrafyalara zorunlu sürgün yemiş analarımız neredeler? 50-60-70-80-90’lı yaşlarına rağmen, hapishane kapılarında, günlerce çocuklarını bekleyen, açlık grevleriyle direnişlere can katan, faşizmin gözaltı, hapis, jop, gaz vb. bin bir türlü baskı ve şiddetine maruz kalan, ama yine de yılmayan analarımız, sahiden neredeler? İşte, birkaç ya da on, yüz kadar tanınmış anamızın yaşamını yitirmesi karşısında, duyuru, anma vb. aktiviteler ile yetinip, binler ve on binler ile ifade edilebilecek analarımızın unutulması, onların ruhuna Fatiha okumaktan, onlara sadece dilek temenni beyanında bulunmaktan başka bir halde olmadığımızı göstermektedir. O unutulan ve isimsiz kahraman ve yiğit analarımıza yönelik, tarihsel ve güncelliğini dipdiri koruyan pratik sorumluluktan kaçamayız. O halde, farklı tarihsel süreçlerde ve mücadelemizin çeşitli alanlarında yaşamını yitiren, tutsak düşen yada yaralananlar ve onların annelerine (konu özgülümüzde olduğu için böyle dile getiriyoruz, yoksa baba ve kardeşler vb. için de aynı durum geçerlidir) yönelik, yeterli duyarlılığı göstermek zorundayız. Bu parçalı ve eksik durum eleştirisi karşısında, ‘’yok öyle bir şey, hepsine duyarlıyız, uyduruyorsunuz’’ ve benzeri beyanların, ne kadar da boş ve yaşamda karşılığı olmadığını vurgulamadan geçemeyiz. Somut gerçek hayatta, bunun gereğini yerine getirdiğimizde ancak, gururla değerlerimize yeterince sahip çıktığımız propagandasını da yaparsak daha doğru ve uygun olacaktır.
Burada Cumartesi Anneleri’ne değinmeden geçmek olmaz. Taksim meydanında yıllarca analarımızın her hafta cumartesi eylemi, kesinlikle takdire şayan bir direniş ve mücadele mevziisidir. Yine Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki beyaz tülbentli yurtsever analarımızın direniş ve mücadelelerinden kesinlikle öğrenmek zorundayız. Ancak, hemen bir çok bölge ve şehirde bütün analarımızın, düzenli olarak böylesi eylemleri ve direnişlerinin, çok daha etkili ve istenilen düzeyde olacağını, bir düşünelim. Bunun için, düzenli ve titiz, arşiv çalışması ile hareket edip, en ücra yerlerde bile olsa, analarımız ile birleşme ve bütünleşme perspektifiyle çalışma yürütme görevinde olduğumuzu vurgulamalıyız. Merkezi kolektif bir planlama ile işbölümü temelinde görev dağılımıyla, bütün bölge ve yerellerdeki analarımızı tespit edip, onlar ile düzenli iletişim halinde olmalıyız. Analarımızın, kapılarını mutlaka çalmalıyız, onları düzenli olarak ziyaret etmeliyiz. Derinliklerinde yatan ruhuna ve özüne uygun, bir pratik çalışma düzeyine ulaşmak zorundayız. Bu temelde, oldukça önemli ve yerine getirmediğimiz ve hala devam ettiğimiz, oldukça sorumsuz yaklaşım ve pratiklerimiz(pratiksizlik yada duyarsızlık da diyebiliriz)var ki. Oysa, kesinlikle onlara da özel olarak zamanımızı ayırmalı, onları dinlemeli, onlar ile sohbet etmeli ve tartışarak, ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak birleşmeli ve bütünleşmeliyiz. Onların tecrübe ve birikimlerinden kesinlikle öğrenmeli ve yararlanmalıyız. Dinamizm ve enerjilerini merkezi direniş ve mücadelemize, coşkun bir ırmak seline mutlaka akıtabilmeliyiz.
Analarımız ve annelik hukuku, somut ve özgün bir örgütlenmeyi de gerektirmektedir. Bu noktada kurumsallaşma ve böyle bir mücadeleyi daha merkezi ve örgütlü hale getirme, her açıdan olumlu olacaktır. Zaman, şartlar, hazırlık, güç ve daha bir dizi nedenden kaynaklı, en azından şimdilik, böyle bir planlama ve politik perspektife sahip olmamız iyidir.
Faşizm, analarımızın eylemi ve direnişlerinden, oldukça tedirgin olmakta ve korkmaktadır. Bunun için baskı ve şiddetini eksik etmiyor. Onları örgütsüz ve dağınık, mecalsiz ve umutsuzluğa sürüklemek için, psikolojik ve fiziksel her türlü karşı-devrimci savaşı ve şiddeti kullanmaktan geri durmuyor. Yaşamını yitiren gerilla mezarlarına bile, faşizm tahammül edemiyor, saldırıyor. Mezarları vahşice tahrip ediyor. Devrimci sanat yapmak isteyen kültür emekçilerinin direnişini tasfiye için, şoven histeriler ile birlikte çetelerini devreye sokuyor. Cenaze ve törenlerimize bile, türlü faşist baskılar uyguluyor. Gerillanın bedenini vahşice parçalayarak, insanlıktan çıkmış en olmadık kirli faşist yöntemleri kullanarak parçalarını, anamıza posta ile gönderiyor. Cenazelerimize bile doğru düzgün sahip çıkmamamız ve tören yapmamamız için, her türlü faşist kuşatma ve operasyonu pervasızca sürdürüyor. Bütün bunlara rağmen, analarımızın cesaretle yükselttiği direniş ve mücadele bayrağını, yere düşüremiyor. Aç, susuz ve oldukça sınırlı koşullara rağmen analarımız, yoktan var edercesine faşizme karşı direniyor. Tekçi faşizmden hesap sormak için, düşmanın karşısına, onur ve gururla dikiliyor. Tasfiyenin bir parçası olmak yerine, düşmanın tasfiyesini paramparça etmek için, yüreğini ve bilincini kuşanıp elinden geleni yapıyor. Biz ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist devrimciler, analarımızla bağlarımızı daha fazla geliştirmeli ve güçlendirmeliyiz. Bunu yeterince başaramadığımızda, gerçekleştireceğimiz her türlü eylemin eksik ve yarım kalacağını bilmek ve kavramak zorundayız. Devrimci savaşımız ile düşmanı darbeler ve ondan hesap sorarken, elbette analarımızın yüreğine su serpiyor olurken, onlar ile birlikte haklı ve meşru isyanımızı körükleyen bir birleşme ve bütünleşme pratiğinden asla vazgeçmeden çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.