Rojava Devrimi’nin 11. yıldönümündeyiz. Arap isyanıyla birlikte Suriye’de başlayan halk isyanı, emperyalistlerin ve bölge gerici güçlerinin müdahalesiyle rotasından saptırılmıştı. Kısa zamanda Suriye iç savaşı, halkların birbirine kırdırıldığı bir biçime evrildi. Tam da bu koşullarda örgütlülük düzeyi ve silahlı güçleriyle, sürece en hazırlıklı giren güç, Kürtlerdi. Ve Kürtler, 19 Temmuz 2012’de, Kobane’de Suriye rejim askerlerini teslim alıp tüm devlet kurumlarını işgal ederek devrimin sarı, kırmızı, yeşil bayrağını göndere çektiler. Peşi sıra Cizire ve Afrin de Kobane’nin yolundan gitti ve Rojava Devrimi başladı.
Üç kanton, çepeçevre emperyalistlerin ve başta Türkiye olmak üzere akbabalar gibi Suriye’ye gözünü diken bölge gerici devletlerinin beslediği çetelerle kuşatılmış durumdaydı. 2014’te DAİŞ’in saldırdığı Kobane’de, Rojava Devrimi’nin varlık yokluk savaşına tanık oluyorduk. Bugün Rojava Devrimi yaşıyor, hala dünya ve bölge halkları için yeni bir yaşamın esin kaynağı olarak ayakta duruyorsa, bu, 2014’de Kobane’yi çağın Stalingrad’ına dönüştürenler sayesindedir. Bu devrimin anlam ve önemini yazabilir, Türkiye ve bölge üzerindeki etkisini konuşabiliriz. Bu deneyimi, kendi öz deneyimimize dönüştürmek için bunları çokça konuşmaya ihtiyacımız var. Rojava Devrimi’ni savunmaya, devrimi içeriden solumaya geldik, bu devrimin içinde yoğrularak Komünarlaştık. Elbette devrimin hikayesine biz Komünarların hikayesi de karıştı. Ama bugün söz, Rojava Devrimi’nin içine doğan Rojavalı devrimcilerin olsun.
Dövüşenler anlatsın hikayelerini. Devrimi en iyi hangi kare, hangi hikaye anlatır diye düşündüm. Ve karar verdim; Rojava Devrimi’ni en iyi, onun içinde adım adım devrimcileşen ve birer devrim savaşçısına dönüşenler anlatır. O halde söz onların olsun. 2016’da, bir arkadaşın Kobane Savaşı’na dair kitap çalışmasına destek olmak için bulunduğum sahada, Kobaneli savaşçılarla röportaj yapmıştım. Bu röportajların ağırlıklı bölümünü şehir savaşı oluşturuyordu. Zaten çalışma için gerekli olan kısım da buydu. Ama ben bu ölüm-kalım savaşında, kimi zaman en sevdiklerini toprağa veren, kimi zaman bedenlerinin bir parçasını kaybeden, ama hiçbir koşulda devrime yüz çevirmeyen, ihanet etmeyen Kürt halkının yiğit evlatlarının hayat hikayelerini dinlemek istedim. Sohbete hep oradan başladım. Aşağıdaki hikaye değerli dostum, yoldaşım Ciwan’ın hikayesidir.
– Devrime ne zaman, nasıl katıldın? Devrim öncesi yaşamın nasıldı? Neler yapardın. Biraz kendini, aileni anlatır mısın? Sen nasıl bir toplumun, ailenin içinden çıktın?
1993’te Kobane’de dünyaya geldim. Biz 5 erkek, 7 kız olmak üzere 12 kardeşiz.
Ben küçükken babam siyasi nedenlerle tutuklandı, 6-7 ay hapis yattı. Bu durum nedeniyle biz Kobane’den Serekaniye’ye taşındık, 4 yıl orada oturduk, sonra tekrar Kobane’ye geldik. Maddi durumumuz iyi olmadığı için sürekli tüm aile Serekaniye’de pamuk tarlalarında çalışıyorduk.
Okulda anadilimle kendimi ifade edemiyordum, Arapça eğitim alıyorduk. Biz Kürdüz, ama okulda Arapça konuşmak zorundaydık, derslerimizi Arapça yapıyorduk. Bu hep üzerinde düşündüğüm bir şeydi. Öğretmenim bizim komşumuzdu, o da Kürttü. Evde birbirimizle Kürtçe konuşuyorduk. Ama okula girdiğimizde öğretmenimiz, “Kürtçe yasak” diyordu. Okulda dersi bırak, normal konuşmada bile onunla Kürtçe konuşamıyorduk. Bu beni etkiliyordu, ancak bu etki ulusal kimliğimi kavramama yol açacak kadar derin değildi. O zamanlar ülkemiz sömürge, ulusal haklarımız yok gibi bir bilincim tam yoktu. Ama niye biz Kürtçe konuşamıyoruz diye sorguluyordum.
2011’de Suriye’de halk ayaklanması başladı. Bu süreçte arkadaşlar evimize sık sık geliyor, toplantı örgütlüyorlardı. Elbette bu geliş gidişler, toplantılar illegaldi. Çünkü daha devrim gerçekleşmemişti. O dönem bir abim de arkadaşlara katılmış, onlarla beraber çalışma yürütüyordu. Arkadaşların bu toplantıları, büyük bir gizlilik içinde olurdu. Ben bu toplantılara katılmıyordum daha. Ama çok ilgimi çekiyordu.
Babam zaten arkadaşlara daha önce yardım ediyordu. 2012’de Rojava Devrimi olduğunda, devrimi korumak için o da arkadaşlara katıldı. Artık devrimin askeri gücünün bir parçasıydı. Bir bütün olarak ailem yurtseverdi. Arkadaşların sürekli eve gelmeleri, oturup kalkmaları bizim üzerimizde çok büyük etki yapıyordu. Bu süreçte bir kız kardeşim, 2012’de Parti’ye katıldı ve dağa gitti. Normalinde Kobane’de birçok aile yurtseverdir. Ama ne zaman ki bir çocukları dağa giderse, o aile zorlanırdı. Bazı aileler var ki çocukları dağa gittiğinde arkadaşlarla ilişkilerini kesiyordu. Benim ailem öyle yapmadı. Hatta ilişkisi daha da güçlendi. Kız kardeşimin gittiği, arkadaşlara katıldığı gün, babam kız kardeşimi bir daha göremeyecek olduğu için çok üzüldü, ama bu üzüntü onu arkadaşlardan uzaklaştırmadı. Akşam olduğunda, özsavunma için yine silahını aldı ve nöbete gitti, sabaha kadar devrim için nöbetini tuttu. Onun bu tutumu bana güç kattı. Evet kız kardeşim gitti, o en öne gitmiş oldu, en zor işi yüklendi, bizden koptu, ama biz biliyorduk ki o kötü bir şey yapmıyordu, yurdu için savaşıyordu. Doğrusu onun bu yolu seçmesi bizi onurlandırmış, mutlu etmişti. Babam şöyle diyordu; “biz öyle bir kültür ve ahlak vermişiz ki çocuklarımıza, onlar düşmana karşı yurtlarını savunuyorlar. Bir baba olarak daha ne isteyebilirim ki…”
Babam Parti’yi tanımamız için elinden geleni yapıyordu. Rojava Devrimi’nin bir parçasıydı. Bense devrimle birlikte, sadece Rojava için değil tıpkı kız kardeşim gibi bütün Kürdistan için arkadaşlara katılmak istiyordum. Aslında kız kardeşimden önce de bunu istiyordum, ama kız kardeşimin Kürdistan devrimi için dağa gitmesi beni daha da çok etkiledi, isteğimi körükledi. Ama henüz daha tam bir karar verememiştim, acaba yapabilir miyim diyordum, kendimi sorguluyordum. Ben bir kez karar verdiğimde, ne yaşarsam, hangi zorlukla karşılaşırsam karşılaşayım gerisin geri eve dönmemeliyim. Bu yüzden hep kendimi sorguluyordum. Bu süreç iki üç ay devam etti, tam karar verdiğimde amcamın kızı ile bu kararımı paylaştım. Amcamın kızı, emin olup olmadığımı sordu. Ailem, evde okuyan kimse olmadığı için hep beni okutmak için uğraşıyor, ellerinden geleni yapıyordu. Amcamın kızı bunu hatırlattı. 19 yaşıma kadar hiç ailemden kopmamıştım ve şimdi arkadaşlara katılmayı ve evden kopmayı düşünüyordum. O bunun için kararım kesin mi diye soruyordu. Ama ben artık tam netleşmiştim.
Çoğu zaman arkadaşların yanına gidiyordum. Katılmak istediğimi söylüyordum arkadaşlara. Ama arkadaşlar; baban, abilerin devrim savunmasında yer alıyor, bir kız kardeşin PKK’ye gitti, senin de katılman aile için ağır olur diyorlardı. 3-4 ay boyunca ben arkadaşların yanına hemen hemen her gün gidiyordum. 11. sınıftaydım, arkadaşlar, gençlik çalışmasında yer almamı istiyorlardı. Ama onların önerdikleri tam bir katılım değildi, hem okulumu okuyacak hem de gençlik çalışmalarında yer alacaktım. Ben ise bu çalışmalarda yer almak istemiyor, örgüte katılmada ısrar ediyordum.
Arkadaşlar, aileme gidip Ciwan 2-3 aydır ısrarla katılmak istediğini söylüyor, biz geri çeviriyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz diye sordular. Ailem, babam, benimle konuştu, ailenin bana ihtiyacı olduğunu söylediler. Ama ben ısrar ettim, kararımın net olduğunu, Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadeleye katılmanın bir onur olduğunu anlattım. Bu arada benim bir kız kardeşim daha arkadaşlara katılmak istiyordu, yaşı küçüktü, ailem o da katılmasın diye onu evlendirdi. Kızkardeşim küçük olmasına rağmen berdel yapıldı. Bu beni çok sarstı, canımı acıttı. Hala daha düşününce canım acıyor. Ben aileme dedim ki, onu berdel yaparken küçük değil de yurdunu özgürleştirmek için savaşmaya gelince mi küçük oluyor? Doğrusu ailemin bu tavrı beni çok üzdü. Hele de buna engel olamamak beni çok etkiledi.
Bu süreçten sonra ailem anladı ki ben kararlıyım, katılacağım, bunu engellemek için benden habersiz, teyzemin kızını benimle evlendirmek için başlık parası vermiş, düğün hazırlıklarını yapmışlar. Düğünden bir gün önce şakayla karışık düğünden bahsettiler ama açıkça söyledikleri bir şey yoktu. Yine de ben şüphelendim, arkadaşlara gittim, tam net değilim ama sanki böyle böyle bir şey var, dedim. Arkadaşlar, bu netse evlenmek istemiyorsan seni bir yere koyalım, ama katılım olmaz, ailenden çok katılan var, senin de katılman onları sarsar dediler. Ben gerisin geri döndüm.
Bizim bir bakkalımız vardı, ailenin geçimini o bakkalla sağlıyorduk ve ben çalıştırıyordum. Benim arkadaşlarla konuşmamdan bir gün sonra ben bakkaldeyken küçük kızkardeşim geldi, dedi annemler seni çağırıyor. Ben gittim; “bir eksiğin varsa, üst başını tamamla düğünün olacak” dediler. Sarsıldım, arkadaşların yanına gitmiş, bana yol göstermeleri için konuşmuştum. Ama onlar bana bir şey dememiş ve geri dönmüştüm. Şimdi de başıma bunlar geliyordu. İnsan devrimci olmadan, ailesi ile birlikte yaşarken sanki uyuyor gibi. Benim de belki gözlerim açıktı ama aklım uykudaydı. İstemediğim halde bu evlilik işine engel olamadım. Yaşamım hakkında karar veremedim. Böylece teyzemin kızı ile evlendim. O küçüktü, 17 yaşındaydı. O da evlenmek değil arkadaşlara katılmak istiyordu. Onun da daha önce bir kız kardeşi Parti’ye katılmıştı. O da aile sarsılmasın diye biraz zaman geçsin sonra Parti’ye katılayım diye düşünüyormuş. Evlendikten sonra da onunla arkadaş/yoldaş gibiydik, aramızda hep devrimi, özgürlük mücadelesini, dağı tartışıyorduk. Evlenmemizin üzerinden daha on gün geçmişti, ben ona Parti’ye, devrime katılma kararımı söyledim. “Sonra aramızda bir kırgınlık olmasın, seni kandırdığımı düşünme, Parti ne zaman beni kabul ederse, o zaman gideceğim” dedim. Bu zamana kadar hep Parti’ye katılmak istediğimi söylemiştim, ama Parti aileden kopmadan yerel çalışmalarda yer almamı, Kobane’de savaş başlarsa burada toprağımı savunmamı istemişti. Bense tam bir katılım istiyordum.
-Arkadaşlar neden böyle yaklaştılar, ailenden çok katılım olduğu için mi seni kabul etmediler. Öyle olsa bile, senin Kürdistan’ı özgürleştirmek için savaşma hakkın yok mu?
Bu konuda ben arkadaşları çok eleştirdim, hala daha eleştiriyorum. Evet ailemden çok katılım vardı, ailem bir bütün olarak devrimin içindeydi. Babam, iki erkek kardeşim savaşın içindeydiler, bir kız kardeşim harekete katılmış, dağa gitmişti. Bir kız kardeşim devrimin inşa çalışmaları için eğitimdeydi. Annemin yanında küçük kardeşlerim dışında kimse yoktu. Gerçekten bu dönem ben çok zorlandım, çünkü katılma konusunda büyük bir istek duyuyordum ve bu gerçekleşmiyordu. O dönem, bizimle Gri Spi’deki çeteler (ÖSO ve El Nusra) arasında savaş vardı. Her gün şehitlerimiz vardı. Ve ben şehit merasimlerine katılırken hep kendimi sorguluyordum, savaş var, o kadar şehit veriyoruz ve ben günlük hayatımı sürdürüyorum, ortalıkta dolaşıyorum, diye. Doğru, babam, kardeşlerim savaşın içinde. Ama ben yokum. Bu nasıl olur, ben bunu kabul etmiyorum diyordum. Arkadaşımla (eşini kastediyor nba) bu konuda üç dört konuşmamız oldu. Arkadaşım diyordu, “sen ne zaman ki katılırsın, ben evlenmeden önce zaten katılacaktım, bu isteiğim devam ediyor, ben de katılacağım, ya senden sonra ya da seninle.” Onunla biz sanki evli değil, kardeş gibiydik, arkadaş gibiydik. Çünkü ikimiz de devrime katılmaya odaklanmıştık, her şeyi bu belirliyordu.
Bir süre ailenin geçimini sağlamak için Türkiye’ye geçtim, orada 6-7 ay çalıştım ve Kobane’ye geri döndüm. Türkiye’ye geçtiğimde Ahrar ül Şam ve El Nusra’nın Kobane’ye saldıracağı kaygısını yaşadım. Çeteler saldırırsa ne yapacaktık? Kobane’ye döndükten sonra tekrar arkadaşların yanına gittim, yeniden katılmak istediğimi söyledim. Arkadaşlar, yine yerel çalışmalara katılmamı, zaten evli olduğumu, bir ailenin sorumluluğunu taşıdığımı söylediler.
Artık ben nasıl katılabileceğimi düşünüyordum, kararım kesindi. Ne yapabilirim diye düşündüm ve Newroz’da (2014) katılmaya karar verdim. Her Newroz’da birçok kişinin Parti’ye katıldığını duymuştum. Biliyordum, Newroz’da arkadaşlar toplu katılım alıyorlar. Ve ben Newroz’da artık eve dönmeyecek, mutlaka parti’ye katılacaktım. Newroz kutlaması için tüm aile Miştenur’a Newroz alanına gittik. Ben aileme “siz burda olun, bir işim var, iki saat sonra geleceğim” dedim. Gittim arkadaşları buldum, katılmak istediğimi söyledim ve ısrar ettim. Bunun üzerine arkadaşlar talebimi kabul ettiler. Oradan yeni savaşçı eğitimine götürüldüm. Ben oraya geleli daha iki saat olmuştu ki baktım arkadaşım da geldi. O da katılmış. Hareket içindeki adı Dicle.
– Siz beraber mi karar aldınız? Yoksa tesadüf müydü? Katıldıktan sonra hiç konuşabildiniz mi?
Evlendirildiğimizde sürekli kendi aramızda tartışıyorduk, ikimiz de katılmak istiyorduk. Ama o gün biz tartışıp beraber karar almadık. Ondan haberim yoktu. Onun da benim katıldığımdan haberi yoktu. İkimiz de kendi kararımızı vermiş ve katılmıştık. O da evlendikten sonra, tıpkı benim gibi arkadaşların yanına gitmiş, katılmak istediğini söylemiş, ama arkadaşlar ona da bana dediklerini söylemiş, kabul etmemişler. Bu yüzden o da planlamasını Newroz günü için yapmış. 4 gün aynı yerde kaldık. Sonra ikimiz farklı noktalara gönderildik ve 15 gün askeri eğitim aldık. Bu askeri eğitim çok kısaydı yeni bir savaşçı için. Ama savaş vardı ve uzun eğitim devreleri açmanın zamanı değildi.
Cepheye düzenlemem oldu. İki gün sonra babam geldi yanıma. Annen çok hasta, onu görmeye git, geri gel, dedi. Ben de akşam annemi görmeye eve gittim. Arabaya bindiğimde pişman oldum, neden gidiyorum diye. Buradaki arkadaşlarım ailelerini görmeye gitmiyor, bazıları çok uzaklardan gelmişlerdi devrimi savunmaya. Daha 15 gün arkadaşlarla kalmıştım, ama oradaki yoldaşlık, paylaşım beni o kadar çekmişti ki artık eski hayatımı istemiyordum, eve vardığımda orada geçirdiğim saatler bana zor geliyordu. Anneme yarın tekrar arkadaşların yanına döneceğim dediğimde inanamadı. Niye böyle yaptınız, bari sadece biriniz katılsaydınız, niye ikiniz birden gittiniz, diye sitem etti. Sonra sabah oldu, kalktım ve yerime döndüm. Zaten bu süreçte Kobane’ye dönük saldırılar yoğunlaşmış, doğu ve güney hattında çetelerle savaş kızışmıştı.
DAİŞ’in saldırıları 2014 yazı boyunca yoğunlaştı. Güney cephesindeydim. Önümüzdeki tepede çatışma vardı. Ben de gitmek istiyordum. Cephe komutanım, biliyordu ki Heval Dicle (eşi nba.) o tepede, savaşta, bu yüzden beni çatışmalara göndermek istemiyordu. Benim haberim yoktu tabi bundan. Fırat nehrine yakın bir tepedeydi çatışmalar ve arkadaşlar zor durumdaydı, takviye olarak gittik. Mevziye gittim ki, Heval Dicle de orada. Kısaca hal hatır sorduk birbirimize, ama yoğun çatışmaydı, öyle çok konuşamadık, katıldıktan sonra neler yaşadık birbirimize pek anlatamadık. Orada 1 saat kadar Heval Dicle ile aynı cephede savaştık, o ayağından yaralandı.
– Beraber savaşmanız nasıl bir duyguydu, neler yaşadın?
Doğrusu çok büyük bir moraldi benim için. Çok büyük bir heyecan yaşadım. Yeni savaşçı eğitiminden sonra düzenlemem olduğunda bir mektup yazmıştım, savaş vardı ve bir daha birbirimizi göreceğimizi düşünmüyordum. Ama mevzide karşılaştık. Çatışma bittiğinde ben yerime döndüm, o da yaralı olduğu için hastaneye götürüldü. Savaş yoğundu, Biz en ön hattaydık ve sayı sorunumuz da vardı. Bu yüzden yaralı arkadaşlarımızla hastaneye gidemiyorduk. Heval Dicle’den hastenedeyken haber alamadım. Ama amca oğlum şehit düştüğünde arkadaşlar beni merasim için eve yolladılar. Eve gittiğimde Batı cephesinde yaralanıp bir süre hastanede kalan abimi gördüm. Abim, hastanede Heval Dicle’yi görmüş. Durumunun iyi olduğunu, iki gün sonra onun da Batı cephesine gideceğini söyledi.
Artık Eylül ayındaydık ve DAİŞ’in saldırıları giderek artıyordu. Bu arada Şengal’de olduğu gibi sivil halk DAİŞ’in eline esir düşmesin, katledilmesin diye arkadaşlar halkın köyleri boşaltmasını ve şehre gitmesini söylüyordu. Bu arada savunma hattı oluşturmada her cephede zorlanıyor, geri çekiliyorduk. Bu benim zoruma gidiyordu. Özellikle şehit düşen arkadaşları düşününce daha da kötü oluyordum. Bazı arkadaşlarımız çemberde kalmış ve biz onları kurtaramamıştık. Arkadaşlarımızın cenazeleri DAİŞ’in elinde kalmıştı. O zamanları hatırlamayı hiç istemiyorum. Öte yandan biz televizyonda Şengal halkının nasıl yollara düştüğünü gördükçe kahroluyorduk. Şimdi de burada halkımız yollara düşmüştü. DAİŞ’e karşı Kobane’yi savunmak için seferberlik çağrısı ile Bakur’dan gelen Şehit Serxwebun, bu yaşananlardan dolayı ağlıyordu. O kadar ki etkilenmişti. Hepimiz geri çekilmeden dolayı üzgündük. Ama arkadaşlar mecburuz dediler.
Berkel tepesinin orada yeniden bir hat oluşturmaya çalıştık. Ancak DAİŞ öyle normal bir saldırı yapmıyordu. Hem teknik hem de sayı olarak çok üstündüler. Bazı yerlerde üç gün aralıksız arkadaşlar ölümüne savaşıyor, ağır kayıplar veriyorduk. Eylül ayı boyunca Kobane’nin köylerinden adım adım şehre doğru geri çekildik her cephede. En son Miştenur Tepesi’nde konumlandık. Orada babam ve iki abimi de gördüm. Kobane’nin köyleri bir bütün boşaltılmıştı, ama şehirde sivil halk vardı. Ancak her cepheden DAİŞ şehre yaklaşıyordu.
Ciwan, sohbetin bundan sonraki kısmında Miştenur’un hemen arkasında yer alan, neredeyse Kobane’nin dibi olan köylerde DAİŞ’le olan çatışmalarını anlatıyor. Yeri geliyor Kobane Direnişi’ne destek vermek için dağdan gelen ve Kobane’yi hiç bilmeyen gerillalara kılavuzluk yapıyor; yeri geliyor DAİŞ’in çembere aldığı 11 YPG ve YPJ savaşçısını kurtarmak için adeta çırpınıyor yanındaki yoldaşlarıyla; yeri geliyor düşmanı engelleyememenin çaresizliği ve ağır hüznü ile kaybettikleri yoldaşlarını, onlarla paylaşımlarını, onları nasıl özlediğini hatırlıyor. Hemen burunlarının dibine kadar gelmiş olan DAİŞ çetelerine rağmen, gündelik hayatı nasıl ördüklerini, nasıl birbirlerine moral verdiklerini de anlatıyor Ciwan.
Zaman, devrimin içinde daha bir başka akıyordu. Sadece bir gün birlikte olabildiğin bir insanla sanki senelerce bir aradaymışcasına yoğun paylaşımlarda bulunuyordun. Ölümün bu kadar yakın olduğu zamanlarda her şey, herkes perdelerinden soyunmuş, sadeleşmiş olarak var oluyordu. Bir insan için, ne zaman dupduru bir su gibiydi denir, diye sorsalar; ölümle yaşamın birbirine bu kadar yakın olduğu devrim zamanlarında, derim. İşte Ciwan, bu zamanları anlatıyor. Hangi köyde nasıl bir savunma almaya çalıştıklarını, hangi arkadaşın bir parça ekmek bulmak için köyü baştan sona taradığını, bir kavanoz incir reçeli ile geldiğinde nasıl bir mutluluk yaşadıklarını, o reçelin nasıl güzel olduğunu anlatıyor. Her bir an’ı ile aslında birlikte savaştığı ve ölümsüzlüğe uğurladığı yoldaşlarını anımsıyor, onları yad ediyor. Yolunun Arin Mirkan’la bir köyde nasıl kesiştiğini anlatıyor. O köyde beraber savaştığı her bir yoldaşı anıyor. Sanki birini unutsa, ona en büyük haksızlığı edecekmiş gibi. Birisinin ismini yanlış hatırlıyor, dönüp düzeltiyor. Sanki bu hatasını telafi etmek için o yoldaşını daha iyi tanıtması gerekiyormuş gibi ona has bir özelliği anlatmaya koyuluyor. Yoldaşlıksa sözkonusu olan, ölümsüzleşenleri anarken, insan adeta geride kalmanın mahcubiyetini yaşar. Ciwan, Arin Mirkan’ı anlatırken, o ilk ve son karşılaşmalarını anlatırken, adeta bunu yaşıyor. Arin Mirkan’la beraber oldukları köyde, on kadar savaşçılar. Bir yerden sonra DAİŞ de köye giriyor, ev ev çatışıyorlar. Ciwan, bu köyde yaralanıyor ve şehre gönderiliyor. O, arkadaşlarını çatışmanın içerisinde yalnız bırakmamak için adeta çırpınıyor. Ama nafile. Ciwan, Eylül sonu yaralanır. Yarası çok ağır değildir, ama artık çeteler Kobane’ye girmek üzeredir ve yaralılara bakabilecek koşullar yoktur. Onu ve diğer tüm yaralıları, Urfa’ya gönderir arkadaşlar. Ama aklı ve yüreği Kobane’dedir her gidenin. Urfa’da, yaralı DAİŞ çeteleri, rahat rahat tedavi olur, el üstünde tutulurken Rojavalı devrim savaşçıları köşe kapmaca oynar polisle. Bu yüzden birçok yaralı gibi, henüz yarası iyileşmeden sınır hattından kaçak yollarla arkadaşlar onu Cizire Kantonu’na geçirir.
Şehir savaşı bitene kadar hem yarası henüz tam iyileşmediği hem de ailenin birçok üyesi savaşta olduğu için arkadaşlar, Ciwan’ın düzenlemesini Kobane’ye yapmazlar. En son ısrarları sonuç verir ve tekrar Kobane’ye geçer Ciwan. Tam bu süreçte Heval Dicle ise şehir savaşı bittikten sonra artık yüzünü dağa çevirmiş, PKK’ye katılmak için yola koyulmuştur. Ciwan Kobane’ye dönerken Heval Dicle dağa gider, birbirlerini göremezler.
İşte benim yolum Ciwan’la, o Kobane’ye döndüğünde kesişti. Her adımına anlam katan, bir o kadar gösterişsiz bir yoldaş olarak tanıdım onu. Sonra tesadüfen, kaldığımız yere gelen cephe arkadaşım Xale Simo’nun (O, ileri yaşına rağmen savaşa katılan Simo Dayımızdı) oğlu olduğunu öğrendim. O da yetmedi; Ciwan bir de cephe arkadaşlarım Heval Sefkan ve Heval Zagros’un kardeşiymiş. Aile boyu devrim savunmasında yer alıyorlardı.
Xale Simo, bir hamlede taburu ile birlikte düşmanın çemberinde kaldı, yaralandı, ölümden döndü, tık demedi. Ona geçmiş olsun’a gittiğimizde, tek anlattığı, çembere alındıklarında yanındaki Arap savaşçıların DAİŞ’in eline sağ geçmesi ve katledilmesiydi. Onların intikamını almak için hemen cepheye dönmek istiyordu. Sonra Rakka savaşına, çoğu Arap savaşçılardan oluşan bir tugayın komutanı olarak katıldığını duydum Xale Simo’nun. 2017’de 12 çocuk babası ve bir o kadar da torunu olan Xale Simo, Rakka’yı DAİŞ’in elinden kurtarmak için savaşırken mayın patlaması sonucu ağır yaralandı. Bir bacağını oracıkta bıraktı, diğer bacağı ise kesildi kesilecek durumdaydı. Artık Xale Simo, devrimin gazisiydi. Uzun ve ağır tedaviler sonrası kesilmeyen ayağı kısmen iyileşti. O, bu sefer de kendisi de bir gazi olarak, yaralı ve gazi arkadaşların örgütlenmesinde (mevcut halleriyle, sınırlarını sonuna kadar zorlayarak devrimin inşasında yer almaları için) yer aldı. Kimbilir şimdi devrimin hangi işini yükleniyor, aynı azim ve kararlılıkla mücadele ediyordur.
Ciwan’ın 14 yaşındaki kız kardeşi Zozan 2018’de, Ciwan’ın yolunu takip etti. Ciwan gibi yuvadan uçmasın, Parti’ye katılmasın diye aile tarafından evlendirilmek istenirken, o, ardına bile bakmadan YPJ’ye katıldı. Rojava’da devrim düz bir yoldan ilerlemiyordu. Toplumsal yapının yıkılıp yeniden inşa edilmesi öyle kolay bir iş değildi. Bunun en çarpıcı örneğini, Rojava devrimi sanki aynı zamanda bir kadın devrimi değilmiş gibi toplumda hala inatla, sanki hiç devrim olmamışcasına sürdürülmek istenen erkek egemenlikçi dünyada gördüm.[1] Zozan’ın yaşadıkları da bu yaman çelişkinin bir başka ifadesiydi. Ama o, kendi kaderini eline alabileceği bir devrimin içinde büyümüştü. Kendi kaderini kendisi yazacaktı.
Heval Dicle mi, o Medya Savunma Alanları’ndan ses verdi. 2017 yılında, Avaşin’de sömürgeci faşist TC’nin hava saldırısında ölümsüzleşti. Onun haberini Ciwan, 2019 yılında aldı. Bedeni, Medya Savunma Alanları’nda Kürdistan devrimine harç olurken, Heval Dicle için aile evinde taziye çadırı kuruldu, şehitlikte onun gelmeyen cenazesi için merasim düzenlendi.
Ciwan ise bir devrim hamalı olarak, Rojava’da, Kürdistan’ın tüm parçalarını ve devrimlerini aklında ve yüreğinde taşıyarak yol alıyor. Devrimi savunmak ve büyütmek için tüm sınırlarını zorlayarak mücadele ediyor.
Ciwan ve Heval Dicle’nin hikayesi, Xale Simo’nun oğulları ve kızlarının devrimle buluşan hikayesi, Rojava Devrimi’nin de hikayesidir. Nice Ciwanların, Xale Simoların, Diclelerin hikayesi birbirine karışarak bir örgü misali bu devrimi oluşturdu, oluşturuyor. Rojava Devrimi’ni tüm emperyalist gerici kuşatmaya, sömürgeci faşist TC’nin işgal saldırılarına karşı yenilmez kılan da bu.
[1] “Kobané şehir savaşı henüz yeni bitmişti. Kobané kent merkezinden biraz uzakta, köylerin arasında bir yerde, bir askeri nokta vardı. Bir yandan köylerde DAİŞ’le savaş sürerken, bir yandan da insanlar yeniden yaşamlarını örmeye, topraklarını işlemeye başlamışlardı. Temmuz-Ağustos gibi, diyebiliriz ki halk kendi rutinine dönmüştü. Bu rutin, aynı zamanda, mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin yeni durum içerisinde tesisi anlamına da geliyordu. Ancak bir kez ışık sızmıştı içeri ve o ışık huzmesini yakalamıştı genç kadınlar. Hatta onları erken büyümeye, daha çocuk yaşta kucağında çocuk taşımaya zorlayan bu dünyaya başkaldıran kız çocukları da yakalamıştı onu. Artık her yer aydınlık olacaktı onlar için. Her hafta bir genç kadın kapımıza dayanıyordu, YPJ’ye katılmak için. Bir anlık bir coşkudur bu, bilinçli bir geliş değildir, diye düşündük ve sohbet edelim, durumu netleştirelim istedik. Yaşamlarını anlattırıyorduk gelen genç kadınlara; hepsinin aile içinde erkek egemen sistemin aynen korunmaya çalışılmasına itirazları vardı. Babaları, abileri, evli olanların eşleri yurtseverdi ve DAİŞ’e karşı savaşan da vardı içlerinde. Hatta ailelerinde şehitleri olanlar da… Yani, diyeceğim o ki, bu insanlar devrimin değdiği, devrimin inşasında ve korunmasında sorumluluk alan insanlardı. Ancak Rojava Devrimi’ni savunurken, özgür topraklarda yaşamak isterken, bir yandan da toplumsal cinsiyet rejimi aynen devam etsin istiyorlardı. YPJ vardı, kadın savaşçılar çok cesurdu, amenna. Ama o, başka bir dünyaydı. Kendi köylerine, evlerine uzaktı ya da uzak olsundu! Ama Rojava devrimi kadın devrimiydi. Hiçbir şey eskisi gibi sürdürülemezdi. İşte bu katılımlar, kadınların toplumsal cinsiyet rejimine başkaldırısıydı. 13-14 yaşında genç kızlar geliyordu. Babasından dayak yemeye itiraz edenler… Evde mal gibi görülmeye, itilip kakılmaya itiraz edenler… Ama en sarsıcı olan, noktaya kadar olan 2 kilometre yolu, Temmuz ayında yalınayak, asfaltın o kavurucu sıcağında tepip gelen bir kadın arkadaştı. Kendisini zorla evlendirmek isteyen babasından kaçmıştı. Bu devrim onların değil miydi? O özgür bir kadın değil miydi? Niye bizim gibi kendi hayatını belirlemesindi? Evet, kadınlar artık eskisi gibi yaşayamazdı. Böyle sayısız örnek vardı…” (21. Yüzyıla Rengimizi Vermek İçin Kestik Kara Saçlarımızı!* – Hevi Devrim https://komundergi11.com/21-yuzyila-rengimizi-vermek-icin-kestik-kara-saclarimizi-hevi-devrim/)