Rojava Sağlık Akademisi üyesi Xelil: “Biz ötekisi için varız” – Komün Röportaj

Rojava Sağlık Akademisi’nin yönetiminde yer alan Zeki Arkadaş ve akademinin Sağlık Politika Grubu’ndan Xezil Arkadaşla Rojava’daki sağlık çalışmaları üzerine konuştuk.
(Komün)

-Rojava’daki sağlık çalışmaları nasıl başladı? Bu konuda bir ön bilgi verebilir misiniz?

Zeki Arkadaş: Öncelikle bu çalışmaya şimdi başlanmadı. 2009’dan beri bunun alt zemini hazırlanıyor. 2009’da, biz Kuzey’de bir sağlık politika grubu oluşturduk. Dünya sağlık örgütlerine baktığınız zaman, mevcut sistem cevap olamıyordu. Uzmanlaşma ve teknolojiyle birlikte, yaşam koşulları tırnak içerisinde olumlu yönde seyrederken, diğer yandan sağlık konusundaki sorunlar gittikçe daha da büyüyordu. Tabi bunun çeşitli sebepleri vardı. Ekolojik dengenin bozulması, yeme içme konusundaki bozukluklar, doğal ürünlerden uzaklaşma gibi şeylerden dolayı sorunlar da gittikçe büyüyordu. Biz, bunun önüne geçmek için ne yapabiliriz noktasında, başlangıç noktamız; nasıl yaşamalıyız, sorusuyla birlikte oldu. Nasıl yaşamalıyız? Biz, sağlıklı bir toplum, sağlıklı bir birey, sağlıklı bir doğa üzerinden buna cevap bulmaya çalıştık. Çünkü sistem, birey ve toplumu doğadan koparan bir noktaya gelmişti. Biz de birey ve toplumun doğanın parçası olduğunu, onun da doğa tanımlamasının içerisine girdiğini söyledik. Fakat insanlar kendini öznelleştirerek doğayı ötekileştirmiş ve doğayı tahakkümü altına almış. Sorunun temelinin burada aranması gerektiğini savunuyoruz. Biz de buna paralel olarak, sağlık politikalarını nasıl geliştirebiliriz, nasıl bir rotada ilerletebiliriz, nasıl bir sağlık modeline ihtiyacımız var, diye düşündük. 

Tabi bir de paradigmamız var. Bu da demokratik özgür yaşam anlayışıdır. Bu anlayışla, bunu nasıl bütünleştirebiliriz diye başladık. Dünyada mevcut sistemlerden örnekler de oldu bize. Meksika ve Küba başta olmak üzere bunlar ne yapmışlar, şu ana kadar ne yapılmış, nerelerde eksik yapılmış. Bunun üzerine 2010 senesinde Amed’de Sağlık Kurultayı düzenledik. Sağlık politikaları üzerine Avrupa’dan, Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından, Kürdistan’ında dört parçasından insanların geldiği bir tartışma ortamı yarattık. Bir süre devam eden tartışmalar sonunda, karşımıza bir taslak çıkmış oldu.  

Mevcut sistem bize yetmiyor. Orada Dünya Sağlık Örgütü’nden de temsilciler vardı. Onların sağlık tanımı üzerine de bir tartışma yürüttük. Sağlık, biyolojik ve toplumsal iyilik halidir tanımı vardı. Bu tanım çok eksik bir tanımdı. Toplumsal iyiliklerden kasıt iletişimdi. Fakat siyasal özgürlüklerin olmadığı bir yerde sağlıklı bir toplum ve bireyden bahsetmemiz olanaklı değildir. Çünkü köle ve özgür olmayan bir insanın sağlıklı olmasından da bahsedemeyeceğimizi söyledik. Ve siyasal özgürlükler dediğimiz tanımlamayı ilave ettik. Bu hareketimize dönük büyük bir ses getirdi. Bolivya gibi birkaç yerden özellikle bazı uzman kişilerce, sağlığın özgürleşmesi fikri çok acayip geldi. Bir örnek vereyim. Bolivya’dan bir grup geldi ve dar bir pencereden bakarak, “baş ağrısının özgürlükle ne ilgisi var” dediler. Sağlığı hastane ve doktor ilişkisine indirgeyen bir yaklaşımdı. Tamam, dedik, diyelim ki birinin başı ağrıyor. Bu baş ağrısının kaynağına inmeliyiz. Şehirleşmeden tut da yaşamın her alanına kadar örgütlenme tarzı, aslında bir sağlık çalışmasıdır. Şantiyeler bile bir sağlık çalışması alanıdır, dedik. Bir ev inşası, evin dizaynı, güneş alması, sağlığa uygunluğu vesaire bile bir sağlık çalışmasıdır. Dolayısıyla yaşamın her alanı, aslında bir sağlık çalışmasıdır. Bunun için de sadece doktor ve hasta ilişkisine indirgenen bir sağlık anlayışı asla kabul edilemez.

Bizim uygulamalarımız, yüzde yüz başarılıdır da demiyoruz. Fakat bu yönde ilerliyoruz. Bunun için Sağlık Politika Grupları oluşturuyoruz. Daha sonra Amed’deki kurultay, konferanslar şeklinde devam etti. En son burada, Dirbesiye’de bir konferans yaptık. Bu konu üzerine kafa yoran gruplarla birlikte yaptık. Önümüze bir taslak çıktı. Ve biz bu taslağı, sağlık politikaları olarak, bir kitap halinde bastırdık da. Bu perspektifle birlikte bu çalışmalara başladık.

2009’daki tartışmaların oluşmasında şu da vardı; bu çalışmaları yürütebilecek, yeni uzman kadroların oluşturulması. Çünkü biliyoruz ki kapitalist sistemdeki algılarla bu çalışma asla yürütülemez. Tabi başta Kuzey’de bunlar düşünüldü, fakat Rojava’daki gelişmeler ve buradaki özgürlük hareketinin hamleleri, bizi Rojava’ya kanalize etti. Tabi bir de Kuzey’de böyle çalışmalar için önümüze bazı engeller çıkıyordu. Rojava’da bu engeller tamamen ortadan kaldırılmıştı. Biz de bunu, akademik bir boyuta ulaştırmayı hedefledik.

Savaş koşullarında, biliyorsunuz sadece yaralanmalar ve şehadetler değil, toplumsal travmalarda yaşanır. Hırsızlık, cinayet gibi vakalar, savaş koşullarında çok yaşanır. Bunların önlemleri nasıl alındı? Buradaki kurumlarımız çok aktif çalıştı. Dikkat ederseniz, savaşta bütün kurumlarımız kendine bir rol biçti. Burada sağlık kurumu olarak, biz de akademileşerek ve orada yetişen sağlık kadrolarını öncüleştirerek bu olumsuzlukların önüne geçebilmeyi hedefledik. Ve bu olumsuzlukların büyük oranda önüne geçmiş olmamız da Rojava Devrimi’nin doğru bir yolda olduğunun göstergesidir.

Bir örnek vereyim; Katar’da geçen sene bir ambargo uygulandı ve hastalıklar sonrasında ciddi ölçüde arttı. Bugün dünyada bir sel ya da deprem durumunda, çok ciddi salgın hastalıklara karşı karşıya kalınıyor. Peki, Rojava’da, sekiz yıldır çok şiddetli bir savaş var. Bir salgın hastalık dahi yaşanmadı. Ciddi boyutlarda toplumsal travmalar yaşanmadı. Bakın birçok kişi, dışarıdan geliyor; gözlemlerine çok şaşırıyor ve her fırsatta bunu dile getiriyorlar.

2017 Mayıs ayında, biz ilk akademimizi oluşturduk. Bunu oluştururken, iki hedefimiz vardı. Biri kısa vadeli ve diğeri uzun vadeli. Kısa vadeli dediğimiz; mevcut savaş koşullarından kaynaklı, sağlık ihtiyacını gideren, buna cevap olabilecek hemşire ve ebe dediğimiz insanları yetiştirdik ve sahada göreve başladılar. Aynı zamanda, doktor da çok gerekliydi. Doktorlarımız da ciddi bir yoğunlaşmayla, hem teorik çalışmalarını hem de sahada pratik görevlerini doğrudan savaşın içerisine dâhil olmak suretiyle, cephede gerçekleştirdiler. Bu misyonu üstlerinde taşıdılar. Biz bu topluma hizmet vermek için varız, demenin bilinciyle hareket ettiler. Kısa vadeli olarak bunlardır. Fakat uzun vadeli dediğimizde, ekolojisinden tutun da mali ekonomik koşullar ve siyasal özgürlüklere kadar bir bütün, ele aldık. Ve uzun vadeli bir planlama içerisine aldık.

– Bu çalışmanın devrimdeki rolünü nasıl değerlendirirsiniz?

Zeki Arkadaş: Yunan mitolojisinde Terzi Hermes vardır. Bu İslamiyet’te de Hz. İdris derler. Ona da terziler piri derler. Oradaki terzi, elbise diken anlamında değil, topluma yön veren ve onu şekillendiren anlamındadır. Burada toplumu şekillendirirken, toplum mühendisi rolünde değil. Toplumun öncü gücü olma anlamındadır. Bunlar da bize bazı yollar gösterdi. Mademki bir devrim yaratılıyor, devrim sadece askeri alanda yer alıp da orada kendini hâkim kılma meselesi değildir. Devrim evvela zihinlerde başlar. Salt kafa kol emek gücüne de indirgenemez. Zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmeliyiz. Gerçekten devrimci rolü inceleyen kadın özgürlük perspektifini de içine alan bir perspektifle hareket eden kadrolara ihtiyaç vardır. O yüzden, bu, devrimin birinci derecede sorumluluğudur. Bunu askeri alanı küçümsemek için söylemiyorum. Fakat bir alanı almak, devrim yapmaya yetmez. Mesele, zihniyet devrimidir.

Xezil Arkadaş: Zeki Arkadaş değerlendirdi. Uzun zamandır akademinin açılması tartışıldı; akademiye ihtiyaç var mı yok mu diye. O kadar tıbbi akademi var,  şehirde, burada ve dışarıda. Akademinin devrimdeki rolü nedir diye. Zeki Arkadaş politik yönünü de değerlendirdi. Halkımız, savaş döneminde sadece doktora ihtiyaç duymadı. Birçok şeye ihtiyaç vardı. Şimdi akademimiz, Rojava Sağlık Akademisidir. Rojava Tıp Akademisi demiyoruz. Sağlığın anlamında birçok şey görüyoruz. Sadece tıbbi pratiği değil, halkın ihtiyaçları, ihtiyacımız ne varsa bunu karşılayacak şekilde akademi oluşturuldu. Şimdi akademi devrimdeki rolünü tutuyor. En son ispatı, yaşanan savaş sürecinde akademi kendisini kanıtlamıştır. Bütün şehirlerden gelen öğrenci arkadaşlarımız, süreçte rollerini tutmuşlardır. Bu konuda sizlere yeni bir örnek vereyim. Şimdi akademinin ortalarındayız; hemşirelik ve tıp alanlarında eğitim yürüyor. Sadece hemşirelik ve tıp alanında çalışmalarımız yürümüyor. Örneğin sağlık nedir, anlamı nedir, sağlık politikası nedir, sağlık eğitimi sağlık politikasına nasıl öncülük edebilir? Tıp ve sağlığın birçok anlamı ve önemi vardır. Özünü ve anlamını nasıl çıkartabiliriz? Gerçekten bu ilk tecrübeydi ve üç yıldır rolünü oynadı. Arkadaşlar pratik süreçlerinde, eğitim süreçlerinde, hastanelerde hastalarına nasıl yaklaşıyorlarsa kamplarda ya da köylerde de öyle yaklaştılar. Zaten akademi eğitimi, bu yöntemi en başta esas almaktadır.

– Kapitalist sistemdeki algılarla bu çalışma yürütülemez, demiştiniz. Peki, sizin çalışmalarınızın kapitalist sistemdeki sağlık çalışmalarından temel olarak farkı nedir?

Zeki Arkadaş: Bizim akademimizin şöyle bir yönü vardır; biz teori ve pratiği bütünlüklü olarak yürütüyoruz. Sadece teknik anlamda yürütülen, bir doktorluk bilgisine dayanan, pratik anlayışı değil. Sağlık perspektifini toplumsallaştırmak gibi de bir zorunluluğu vardır. Zaten eğitimde ilk süreçteki ideolojik perspektif çalışmasından sonra, pratik çalışmalar da başlamış oluyor. Başta köyler, göçmen kampları, evlere gidilme vs… gibi pratikler uygulanıyor. Ayrıca kurum seminerleri, panel gibi çalışmalar sürekli yürütülüyor. Sağlık politikası nedir, katkımız ve rolümüz nedir, gibi konularla başlamak suretiyle, adını bizim koyduğumuz “Topluma dayalı sağlık uygulamaları” kapsamında teorik ve pratik düzeyde çalışmalar, eğitim aşamasında da yürütülüyor. Bunun yanında, Türkiye’nin işgal saldırısı dönemindeki rolü kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir roldür. Hem cephe gerisinde hem de cephede çalışmalar yürütüldü. Hatta birçok sağlıkçı arkadaşımız yaralandı. Kendileri için yaşamadılar, başkaları için yaşadılar. Hatta şunu söylüyoruz; birlikte yaşam değil, onun için yaşamak. Başkası için yaşamak. Ötekisi için var olmak, ötekiyle beraber değil. Perspektifimiz öteki için yaşamak olursa sen gerektiğinde ötekisi için ölümü dahi göze alırsın. Arkadaşlarımız bunu oturttular. Öteki için yaşadılar, öteki için hizmet ettiler, çalıştılar. Ötekiler halkıydı; ezilenler, sömürülenler, işgale karşı direnenlerdi. Onlar için var oldular, onlar için yaşadılar.

Sağlığın ulaşılabilir olması gerekir. Her kişiden şehre kadar. Bu, her köye sağlık ocağı açalım, tarzında güdülen sığ bir anlayışa tekabül etmiyor. Bilginin oraya ulaşması gerekir. Zihinsel anlayışın oraya nüfuz etmesi gerekir. Çevre anlayışı ve GDO’ya karşı duruş da bunun bir ayağıdır. Bilginin toplumsallaşması gerekir. Köy çalışmalarında, arkadaşlar gittikleri köylerde, çevre koşullarının nasıl olması gerektiğini hem anlatıyorlar ve gösteriyorlar hem de doğrudan bizzat kendileri de yapıyorlar.

Sağlığın demokratik olması gerekir. Her kurumun eş güdümlü çalışması gerekir. Özellikle odalar birliği ve belediye kurumlarının da sağlık politikaları olması gerekir. Toplumun sağlıklı olmasının koşulu, eş güdümlü bir faaliyetle toplumun sağlık politikalarını gerçekleştirmesi demektir. Bu sağlığın demokratik anlayışını tarif ediyor.

Bir diğeri eğitim ana dilde değilse sağlığı da uygulayamazsın demektir. Dolayısıyla anlatabilmek için o yörenin dilinin de bilinmesi gerekir. Yani ulaşılabilirlik içerisinde, dil ve kültürün de özellikle bu coğrafyada önemi büyüktür.

Bilimin herkese eşit olması gerekir. Bilginin metalaştığı anlayışlarla bu olamaz. Bir doktorun hastasını gördüğünde kafasında dolarların geçtiği bir anlayışa karşıyız. Sağlık konusunda, bu tür ilişkilerin arındırılması gerekir. Metalaşmış ve kronikleşmiş anlayışlarla da araya keskin bir çizgi çekiyoruz.

Yönetim anlayışında da araya tabaka koymuyoruz. Öğretmen-öğrenci ilişkileri bizde yoktur. Biri nesne diğeri özne değildir. Karar mekanizması, öğretmenler ve yetkililer, öğrencilerin ise edilgen durumda olduğu bir anlayışa sahip değiliz. Eğitimin her alanında; görev dağılımından yönetimine kadar eş güdümlü çalışıyorlar. Şu anda bütün öğrencilerimiz, hepsi bir meclisin bünyesindedir. Kendi içerisinde sekiz-on komite vardır. Bir akademide ne gerekiyor ise gerekli olan her şeyin bir meclisi vardır. Ve o çalışmayı, o meclis organize eder. Dönem temsilcileri ve akademisyenler, planlamayı birlikte yaparlar. Planlamada en önemli şey, toplum mühendisliğine soyunmaya çalışmamaktır. Dolayısıyla bizim işleyişimizde, öğrenci kendi kendisini yönetir. Kendi kendilerine komisyon olup kendilerine eğitim veriyorlar. Onun için katılımcı bir anlayışa sahibiz. Fakat biz, temsiliyet tipi bir anlayışa katılmıyoruz. Biz katılımcı bir anlayışla faaliyeti yürütüyoruz. Ben özgür üniversiteler çalışmalarına katılmıştım. Oradaki gibi bir anlayış, burada söz konusu değil. Her bir öğrencinin günlük ve haftalık tekmiller ve toplantılarla birlikte doğrudan yönetime dâhil olması söz konusudur. Belki bazen zorlanmalar yaşıyoruz. Sonuç olarak, bu arkadaşlarımız da mevcut sistemden geldiler ve bu anlayışı kırmak kolay olmayabiliyor. Fakat yol alındı mı? Gerçekten ciddi bir yol alındı. Onun için, bunu genişletip geliştiriyoruz. Örneğin biz, sınav sistemine de karşıyız. Bizde sınav yoktur. Değerlendirmeler, paneller ve öğrenim şeklinde ilerliyoruz. Zaten her saniyemizi bir sınav olarak anlıyoruz ve klasik anlamdaki sınav usulünü reddediyoruz.

Sayıya göre komünler oluşturuyoruz. Her komün sözcüsü, ders sonunda genel ders tekmillerini alır. Katılım nasıl oldu, yaşamdan tutalım müfredata kadar konuşulur. Belli aralıklarda aktarımlar da olur. Bugün daha bir saat önce yaptık, keşke biraz daha erken gelseydiniz aktarımı da görürdünüz. Burada olumluluklar, olumsuzluklar ve planlama aktarılır. Haftada bir de akademi yönetim toplantıları vardır. Öğrenciler de gelir bu toplantıda yer alırlar. Gelirler hem o tekmil ve pratikleri aktarırlar (lojistik, maliye, laboratuvar, sağlık politika grubu gibi gruplar da iki üç günde bir aktarımlar alırlar); yani bütün herkes toplanır,  tüm bunları yönetimde paylaşırlar. Orada da bir karar aşaması yaşanır. Pratikte bunu yürütüyoruz. Halka dönük uygulamalarımız da yine bahsettiğimiz gibi. Özellikle yılda iki-üç kez, genel bir dolaşırlar; her yeri, köylerden şehirlere kadar. Ama kurumlarımıza çok daha sık giderler. Kadın örgütlenmeleri ve halk meclisleriyle sıkı bir koordine vardır. Sağlık, ilk yardım gibi bilgilerle birlikte sağlığı nasıl ele almalıyız gibi konular, şu an daha başta geliyor tabi.

– Sağlık çalışmalarının işgal saldırısı sürecindeki rolüne dair neler söylemek istersiniz?

Xezil Arkadaş: Türk devleti ve çetelerinin, Rojava’ya özellikle Serekaniye ve Gre Sipi  şehirlerine saldırıları farklıydı. Vahşice saldırdılar. Yeni teknikler; top, tank, uçaklarla sivilleri vurdular. Biz, Şehit Legerin Hastanesi’nde çalışıyorduk. Hastane, Kızıl Hilal’e bağlıydı. Sivil hastaneyi vurdular, hastanenin yüzde doksan dokuzu sivildi. Daha önce ÖSO çeteleri, En Nusra ve DAİŞ karşısındaki savaşlarda, yaralıların çoğu mermiyle yaralanmıştı. Ama son savaşta gelenlerin yüzde doksan dokuzu top ve uçaklarla yaralanmıştı. Gördüklerimi akıl ifade edemiyor. Halkıma yönelen vahşice saldırıda, Birleşmiş Milletler’in  (BM’nin) yasakladığı silahları, fosfor ve kimyevi silahları kullandılar. Kimyasal saldırıyı uzmanlarla ve aletlerle kanıtlayıp dünyaya duyurmak istedim. Ben gördüm, biliyordum ki BM’nin yasakladığı kimyasal silahları kullanmışlardı; ama ispatımız yoktu. Kimyasal silahlarla yaralananlardan aldığımız örnekleri ve onların fotoğraflarını Avrupa’daki dostlarımıza ve arkadaşlarımıza gönderdim. Devlet, özel savaşı, vahşice  sivil halka karşı ve özellikle hastane üzerinde kullandı. Biz asker değiliz, ama biliyoruz ki vahşi savaşın amacı, hastaneyi boşaltmak, psikolojik etki yaratmaktı. Hastaneye kadar geldiklerini göstererek halkı korkutmaktı. Savaş; hem psikolojik özel savaş hem de askeriydi. Biz, Önder Apo’nun felsefesini benimsedik, bizi kandıramadılar. Sahte özel savaş yöntemleriyle kandıramadılar. Evet biz, iki şehir kaybettik ama düşmanı, siyasi ve askeri olarak kırdık.

– Sağlıkta, yaşamda bir bütün olarak neden kadının öncü olduğunu söylüyoruz? Başta sağlık alanında rolü ve misyonu nedir? Bunu biraz açabilir misiniz? 

Xezil Arkadaş: Kadın yaşamda gerçekten esastır. Sağlıkta, evde, bütün işlerde kadını esas alıyoruz. Sağlıkta kadının rolünü açayım. Tarihte sağlık, kadınla başlamıştır. Kadın, sağlığı oluşturmuştur. Kadın, çocuk büyütmede, yaşamda öncüdür. Baskıcı erkek dilinde kadının rolü azaltılmıştır. Biz, kadının varlığını, rolünü ileriye taşımak istiyoruz. Örnek olarak bölgemde kaybedilmişlikler var. bir şeyler kaybedildiğinde dışarıda aranıyor. Ben soruyorum, nerede kaybettik diye, bilmiyorum, deniliyor. Neden dışarıda arıyoruz, içeride kaybetmişiz. Şimdi de sorunumuzdur bu. Bir şeyleri kaybetmemizin kökeninde, kadının  varlığının kaybedilmesi vardır. Mesela akademimizde kadın kendini daha çok ifade edebilir. Ben demiyorum, erkek öne çıkmasın, bazı konularda erkek de öne çıkabilir. Ama kadın bazı konularda kendisini daha çok ifade edebilir. Kadın aklı, bazı alanlarda daha faydalıdır. Örneğin çocuklar hastalandığında, kadın bunu daha iyi anlayabilir, hisleri daha gelişkindir. Örneğin çocuk ağladığında, annesi hemen bilir çocuğunun hasta olduğunu, yani bazı sorunları kadın daha çok hissedebilir içinde. Kadın meselesi çok geniştir. Söyleyeceklerim kısaca bunlardır.

– Son olarak, Türkiye’deki sağlık öğrencilerine  ve emekçilerine söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Xezil Arkadaş:  Aslında söylenecek çok şey var. Ben, daha önce Kuzey’de özgür öğrenci çalışmalarında bulundum. Bir yerde, bir grup oluşturmuştuk, Özgür Sağlık Öğrencileri diye. O arkadaşlarımız sağlık politikalarını güçlendirsinler. Bir çok verimizi o arkadaşlarımızdan aldık. Orada hekimlerimiz, profosörlerimiz de var. Sağlık politika gruplarımız da var. Öğrenci arkadaşlarımız bu çalışmayı bırakmasın, sürdürsünler. Ben, tanktan toptan daha çok, bu sağlık çalışmalarının yaygınlaşmasını önemsiyorum. Bir söz var; sağlık o kadar kutsaldır ki doktorlara teslim edilemez. Sağlık, sadece doktorlara indirgenmeyecek kadar kutsaldır. Sağlık, bir bütünle, toplumsal olarak olur. Öğrenci ya da doktor arkadaşlar, hangi aşamada olursa olsunlar, topluma inmekten  korkmasınlar. Az önce bahsettiğim gibi, biz ötekisi için varız. Ötekisi için varız, zira ötekisi olmazsa ben kendim var olabilir miyim? Arkadaşlarımız da öteki için yaşasınlar; toplum için, doğa için, bir bütün olarak çevresi için yaşasınlar. Bu aynı zamanda kendisi içi yaşamaktır. Çünkü bunlardan bağımsız bir “ben” yoktur. 

Biz, Hipokrat sözü vermiyoruz. Belki Hipokrat tıbbi olarak çok gelişkindir ama zihniyet olarak çok erildir. Hipokrat yeminini hatırlarsak, der ki; hocalarımdan aldığımı öğrencilerime vereceğim. Hocaları kimdi, erkekti. Onun okullarında hep erkek öğrenciler vardı, kadın öğrenciler yoktu. Yani erkekten alıp erkeğe veriyordu. Bunun dışında bir şey yoktu, yani eril bir zihniyetti. Kadına bir misyon verilmemişti; sadece hemşirelik ve hizmetkarlık misyonu verilmişti. Biz, bu zihniyeti reddediyoruz. Bizde zihniyet hem hizmerkardır hem de karar sahibidir kadın. Ben kota sistemini de benimsemiyorum; yüzde yüzü kadın da olur erkek de olur. Bu anlamda erilleşmeyen, paylaşımcı,  etrafını gözeten, başkası için yaşamayı göze alan, yaşamı uğrunda ölecek kadar seven, hizmet anlayışında toplumu uğrunda ölecek kadar seven bir zihniyeti benimsemeliyiz. Bence arkadaşlarımız bu şekilde bakarlarsa yol alabilirler. Buna inanıyor ve arkadaşlara selamlarımı iletiyorum.

– Bu röportajı bizimle yaptığınız için çok teşekkür ediyoruz.