Suat Derviş ve Atilla Dorsay’ın önsözü üzerine
Otuza yakın romanı, öyküleri, piyesleri, çocuk masalları, eleştiri yazıları, çevirileri olan Suat Derviş en baskıcı yıllarda siyasi yaşamın içinde gazeteci, yazar ve politik tavrıyla yer alırken neden bugün neredeyse tek bilinen “ Fosforlu Cevriye” romanıyla anılmaktadır?
Bunun nedenini anlamak için kısaca yaşam öyküsüne değinmek istiyorum.
Suat Derviş (Gerçek adı Hatice Saadet Baraner) (1905-1972)
Suat Derviş, modernleşme yanlısı Osmanlı aydını bir ailede yetişmiştir. Dönemi gereği, evde ders almış, Fransızca ve Almanca öğrenmiştir. Yaşadığı dönemin az sayıda iyi eğitim almış kadınlarındandır.
Osmanlı’nın son yıllarında gazetecilik mesleğine başlamıştır. Cumhuriyet döneminin önemli bir gazetecisidir. Necatigil’in istemi üzerine gönderdiği mektubunda, Avrupa’ya giden ilk kadın gazeteci olduğunu ve 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Paşa’yla, Alemdar gazetesi için ilk söyleşiyi kendisinin yaptığını söyler. Derviş çeşitli gazetelerde çalışırken, romanları da gazetelerde dizi olarak yayınlanır. İkdam gazetesinde, kadın sayfası hazırlayarak sayfa geleneğini başlatır.
Suat Derviş, yabancı dil bilen gazeteci olarak, Boğazlar sorununun görüşüldüğü “Uluslararası Montrö Konferansı’nda” bulunur, 1923 yılında Lozan Konferansı’nı izler. Derviş, 1927 de ablasıyla birlikte Berlin’e gider. Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Bölümü’nde eğitim alırken gazeteciliği de sürdürür. Yazıları, Almanya’da “Scherl, Mosse, Ullstein Querscnitt, Vossische Zeitung” gibi on beşe yakın dönemin en ciddi ve siyasal gazeteleri ve dergilerinde yayınlanır. Türkiye’de yazdığı kimi kitaplarını Almancaya çevirerek yayınlar. Hitlerin gelişiyle, yükselen faşizmi yerinde gözlemlemiş ve Marksist görüşünü pekiştirmiştir. Nazi yanlısı olmayan yayın kurumlarının kapatılması üzerine Türkiye’ye döner.
Derviş, 1932 yılında mesleğini Türkiye’de sürdürür. Son Posta, Resimli Ay, Tan Gazetesi gibi sol görüşlü gazete ve dergilerde çalışır. Almanca, Fransızca, İngilizce çeviriler yapar. 1934-1938 yılları arasında 5 romanı gazetede dizi olarak yayınlanır.
1937’de Tan Gazetesi, Derviş’i SSCB’ye gönderir. Bu inceleme, 1944’te “Neden Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?” adıyla yayınlanır. Derviş, bu dönemde üst tabakanın çalkantılı yaşamını değil, adaletsizliğe, nazizme ve yükselen faşizme karşı yazılar yazar. Yayınlanan incelemenin ardından da “kızıl” damgası vurulur bu tarihten sonra gazeteci olarak iş bulmakta zorlandığı gibi, yapıtlarını kendi adıyla yayımlatmak şansını da bulamaz ve takma isimlerle yazmak zorunda kalır.
Suat Derviş, gazetecilik mesleğinin kendine çok şey kazandırdığını, memleketini ve insanlarını gazetecilik yapmaya başladıktan sonra tanıdığını söyler. İstanbul’un en yoksul semtlerine, en ücra köşelerine, en lüks mekanlarına girip çıkar, sefaleti ve refahı birbirine uzak değil yan yana görür. Bu tanıklıklar onun yaşam görüşü üzerinde etkili olmuş ve siyasal olarak da tavrını oluşturmuştur.
1920’ler de ilk romanlarında, İstanbul’un üst tabakasından kadınların yaşamlarını konu edinirken, 1930’ların sonlarına doğru romanları toplumsal-ekonomik düzeni çözümlemesiyle, sınıfsallık bilinciyle yazmıştır.
Hiç adlı romanın yayımlandığı 1939 yılından itibaren yaklaşık otuz yıl hiçbir yayınevi Derviş’in romanlarını basmaz. 1940’lı yılların siyasal koşulları bile, Suat Derviş’i yazmaktan alıkoyamaz. 1939’da Neriman Hikmet’le “Yeni Edebiyat” dergisini kurarlar ancak dört sayı çıkarabilirler. 1940-1941 yılları arasında “Yeni Edebiyat” dergisini yeniden yayınlarlar. Yasal imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Neriman Hikmet, Suat Derviş’se yayın komitesindedir. Suat Derviş, Yeni Edebiyat’ı “Türkiye’de gerçekçi edebiyatın doğması ve gelişmesi için” yaptığı çalışmalarda önemli bir adım olarak nitelendirir. Derviş, burada önemli eleştiri yazıları yazar. Ama bu yazılar hiçbir ayrıntılı incelemeye konu edilmemiştir. Bu incelemeyi zorlaştıran en önemli etken, Fuat Baraner’in yazdığı siyasi içerikli yazıların Suat Derviş adıyla burada yayınlandığının savlanarak, Derviş’in görmemezlikten gelinmiş olmasıdır.
Suat Derviş 1953 yılında ablasının yanına İsveç’e gider. Derviş’in yazıları, Avrupa’da yayımlanan çeşitli gazete ve dergilerde görünmeye başlar. 1957’de Le prisioner d’Ankara (AnkaraMahpusu) Fransızca olarak yayınlanır. 1958’de, Les ombres du yalı (Yalının Gölgeleri) basılır. Fransa’da Les Lettres Français dergisinde “‘Fukara Ölüsü’ adlı uzun bir öyküsü yayınlanan Derviş’in, bu dönemde Horizon, Les Femmes d’Aujourdhui, Les Femmes Françaises, Eve ve Antoinette adlı dergilerde ve Parisien Libre gazetesinde öyküleri ve romanları yayınlanır. Batı Almanya’da Kölnischer Anzeiger, Morgenpost ve Bild gibi gazetelerde makaleleri, Avusturya’da Volksstimme gazetesinde öyküleri, çeşitli Avrupa dillerine çevrilen romanları da önde gelen dergilerde dizi olarak yayınlanır.
1963 yılında yurda dönen Derviş, takma adlarla roman, öykü, çocuk masalları ve tercümelerle yaşamını sürdürür. “Fosforlu Cevriye” ve “Ankara Mahpusu” romanlarını 1968’de May Yayıncılık basar. Yazarlığın yanı sıra, politik yaşamın içindedir. 1970’de Neriman Hikmet ve diğer arkadaşlarıyla ”Devrimci Kadınlar Birliği”’ni kurar. Yaşamının sonuna dek üretkenliğini ve mücadelesini sürdürür.
İlk çağdan itibaren farklı toplumsal-tarihsel koşullar olsa da değişmeyen, yaşamın içinde yer alıp yaratan, üreten kadına uygulanan sansür olmuştur. Dönemin de olduğu gibi bugün de, Derviş’in “toplumcu gerçekçi” yapıtları, eleştiri yazıları, feminizmin gelişmesine katkıları yeterince incelenmemiş, hiçbir antolojide yer verilmemiş, eleştirmenler adını anmamış adeta unutturulmak için elbirliği yapılmıştır.
Unutturulmak bir yana 67 yıllık mücadele dolu yaşantısı yalnızca siyasal kimliğinin gölgesinde bırakılarak, yaşamı bilinçli olarak magazinleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun bugün de sürdüğünü anlamak için Sayın Atilla Dorsay’ın “Fosforlu Cevriye” romanı için yazdığı önsöze bakmak yeterli olacaktır.
“Fosforlu Cevriye*” romanını İthaki Yayınları Eylül 2013’de yayımladı. Okuru bu romanla buluşturduğu için teşekkür ediyorum. İthaki yayınlarından beklentim, yıllardır unutturulmaya çalışılan bu önemli yazarın, romancı kimliğini temel alarak bir giriş yapmasıydı. İthaki bunun yerine, romanı senaryolaştırılarak birçok kez beyaz perdeye yansıtıldığı için olsa gerek, önsöze Atilla Dorsay’ı uygun görmüş.
Sayın Dorsay’da oldukça yüzeysel ve magazin yanı güçlü bir önsöz yazmaya çalışmış. Öyle ki, yaşamı mücadelelerle dolu Derviş’i; “Nazım Hikmet’i kendine aşık etmeyi başarmış bir gönül avcısı”, “kendince bir macera yaşayan kişilikli bir kadın” veya eserlerine kolayca erişilmese de adının bir tür söylence, efsane olduğunu anlatmış. Dorsay, bu efsane kadının eserlerine neden ulaşılamadığı konusunda elbette bir açıklamaya gereksinim duymuyor. Kaç kez evlendiğini, evlendiği adamların toplumca tanınmış olmalarından söz ediyor.
Derviş bu romanında; İnsanı koşulların nasıl biçimlendirdiğini gösterir. Cevriye sokakta aşağılanırken farklı, insan yerine konulduğunda çok farklıdır. Suçun bireysel değil, toplumsal olduğunu apaçık ortaya serer. Sınıf bilinciyle suç-suçlu, fahişe-azize, namus, toplumda kadının yeri ve suçun kaynağını irdeler, aşka bakışıysa oldukça ilerici ve devrimcidir. Toplumun ezilen, yok sayılan, sokaklarda yaşayıp suça itilen “küçük” insanlarını ve devletin onlara yaklaşımını karakollar aracılığıyla anlatır.
Dorsay’da romandan söz eder, sistemin doğası gereği toplum dışına itilen Cevriye’nin yalnızca yaşamak için yapmak zorunda olduğu seks işçiliğini; Beyoğlu ve Galata’nın en izbe sokaklarında erkeklerle yaşadığı macera olarak değerlendirir. Onun asıl merak ettiği Derviş’in seks işçilerini nereden, nasıl tanıdığıdır.
Bugüne kadar romancı kimliğini temel alan kapsamlı bir incelemeye konu olmamış Suat Derviş’e edebiyat dünyası bir gün hak ettiği yeri vermek zorunda kalacaktır.
Cumhuriyet yazarlarının ilk ve öncü kadınlarından Suat Derviş’in yabancılaşma üzerine kurduğu “Fosforlu Cevriye” romanı, kadın-erkek ilişkilerinin henüz ataerkil, tutucu olduğu, Batı’da faşizmin yükseldiği, II. Paylaşım savaş yıllarında yazılmıştır. Bu dönemde bir fahişeyi toplum içinde konumlandırması, ana karaktere taşıması, sınıf bilinciyle suç-suçlu, fahişe-azize, namus, toplumda kadının yeri ve suçun kaynağını irdelemesi, aşka bakışı oldukça ilerici ve devrimci bir tutumdur. Toplumsal değişim-dönüşümün, toplumun dışlanan bireylerinin bakış açısıyla anlatılması, devrimcinin örnek insan gösterilmesi de yine dönemine göre ilericidir.
Dil ve Anlatım
“Fosforlu Cevriye” 1944-1945’de gazetede dizi olarak yayımlanmış, roman olarak 1968’de May Yayıncılık basmıştır. Roman dört bölümden oluşur. Her bölümün adı, Fosforlu Cevriye türküsünün ilk dizeleridir.
“Karakolda ayna var!” – “Kız kolunda damga var!” – “Gözlerinden bellidir Cevriyem” -“Sende karasevda var”
Anlatım üçüncü tekildir. Yer yer eski Türkçe sözcükler olsa da yalın ve temiz Türkçeyle yazılmıştır. Romanın ilk ve son bölümleri hapisten çıkıp, sürgünden kaçtığı dönemi kapsar. II. ve III. bölümler Cevriye’nin bilincinde geriye dönüş yöntemiyle adamla ilişkisi üzerine kurulmuştur. Romanın iki anlatı zamanı vardır. Derviş, geriye dönüşlerle romanın anlatı zamanını, olayları ustalıkla kullanarak, birbirine karıştırmamıştır. Ayrıca, iç monolog yöntemi de kullanılmıştır. Cevriye’nin değişimini gelişimini bu yöntemle öğreniriz.
Dil ve sınıf ilişkisi iyi kurulmuş, azınlıkların yerel dilleri, İstanbul Türkçesi, argo ve adamın kullandığı “Siz”’li dil romanda başarıyla ilişkilendirilmiştir.
Karakterler tarihsel bireysellikleri içinde verilmiştir. Karakterlerin devinimi, itkilerle, canlandırmalarla, toplumsal bağlarıyla ve nedenleriyle gösterilmiştir.
Karakterler
Cevriye – Cevriye, ana-babasını hiç tanımamış, köprü altlarında büyümüş, sokakların gözdesi genç bir fahişedir. Yaşama ve doğaya tutkuyla bağlıdır. Dik başlı, onurlu, yardımsever, sokakta yaşamda kalmayı başaracak beceridedir. “Cevriye” karakterinde yer yer zıtlıklar bulunmasına karşın karakter bütünlüklüdür.
Adam – Devrimci kişiliğin ve devrimci ahlakın simgesi, idam cezasına çarptırılmış bir kaçaktır. Ateisttir. Cevriye aracılığıyla hakkında çok az bilgi ediniriz. Cevriye, adamı karşılaştığı hiç kimseye benzetemez, insan oldu mu böyle olmalı der. Suat Derviş devrimci gencin karakterini oluşturmadan, yalnızca idealleştirmiştir.
Yan karakterler:
Karakolda nöbetçi memur – Cevriye’nin sigara istemesi üzerine sigara ve çay verir. Onlara pek ilişmez. Memurlardan Cemil’se değil çay, odanın sıcaklığında yararlanmamaları için camları açacak karakterdedir. Derviş, memurları aynılaştırmamıştır.
Barba – Meyhanede çalışan Barba, kazandığını yoksullara veren, karşılık beklemeksizin düşküne yardım eden iyi ve ahlaklı biridir.
Meyhaneci Kosti – Netameli, polisle gizli işbirliği yapan, işini yürütebilmek için herkesi ele verebilecek biridir.
Sümbül Dudu (Asıl adı Dikranui) – Dümeni çıkarına göre kıran, düzene ayak uyduran, karşılıksız kimseye iyilik yapmayan biridir.
Örge
Yapıt tekil örgeden, genele gider. Örge karakolda başlar. Karakol yasağı, iktidarı simgeler. Karakol önemlidir çünkü erkin ve “suçluların” bir araya geldikleri devlet kurumudur. Derviş, bize toplumun ezilen, yok sayılan, sokaklarda yaşayıp suça itilen bu “küçük” insanları ve devletin onlara yaklaşımını karakollar aracılığıyla anlatacaktır. Örge Cevriye’nin, kendini ilk kez karakolda bulunan boy aynasında görmesi, bir bakıma varlığının bilincine varmasıyla başlar. Adama olan aşkı yabancılığı kırar, Cevriye’yi değiştirip, dönüştürür. Tüm yaşama tutkusuna karşın aşkı için sakınmasız tehlikeye atılır ve bu onun sonu olur.
Nedensel İlişkiler
Cevriye’nin adama aşık olması – Aşkın Cevriye’de yarattığı dönüşüm – Çopur Veli’nin sokakta Cevriye’nin eline ansızın eroin paketlerini tutuşturmasıyla yakalanarak bir yıl hapis, iki yıl sürgün cezası alarak adamla haberleşememesi – Adamı bulma umuduyla sürgünden kaçması – Kaçtığı gün yakalanması – Karakoldan kaçtığında adamın yakalandığını öğrenmesi – Adamın evinde gizlediği paketleri alıp, yok etmek için sözleştiği yere giderken, polisin peşine takılması – Sandalda paketleri atmaya çalışırken düşerek boğulması.
Güdücü Örge
Cevriye meyhanede içerken, “Karakolda ayna var” türküsü okununca, sürgünden kaçıp adamı görmeye gelip, yakalanarak karakola götürüldüğü ilk gece gözlerinin önüne gelir.
Cevriye Boğaz iskelesini görünce, çocukluğunda, orada bir dizi yeşil boncuk bulduğu gün gözlerinin önüne gelir..
Cevriye hapiste geçirdiği bir yıl sonunda adamla karşılaşacakları, sürekli düşlediği o anı gözlerinin önüne getirir.
Nedensellik ve Nesnelerin Birliği
Romanın ilk bölümünde, karakolda bulunan Cevriye’nin ilk kez gelmişçesine korktuğunu öğreniriz. Cevriye içerisi sıcak olduğu halde sürekli titrer. Daha önce böyle bir ayazda karakola gelince soğuktan kurtulduğu için sevinip, fırsat bilerek derin bir uyku çekerken, şimdi gözüne uyku girmez. Suat Derviş bunu boşuna anlatmaz. Nedenini ilerleyince anlarız. Adamı bulma umuduyla sürgünden kaçtığı ilk gün yakalanmıştır ve yeniden sürgüne gönderileceğini bilir. Adamı bulamamak, görememek düşüncesi bile onu perişan eder.
Cevriye adamdan önce kimilerine metreslik yapar. Azılı, belalı, sabıkalı birinin metresi olunca, kimse kendisine kolay kolay ilişemez, kızlar arasında saygınlığı olur. Şimdiyse Hacı Ağa’nın kendisine daire tutup, avuç dolusu para verip, altınlar alma önerisini bile kabul etmez. Oysa sokakta açlık ve soğuktan ölümün eşiğindedir. Tüm bu koşullara karşın adamı bir daha göremeyeceği için kabul etmez.
Suat Derviş hapishanede namusu için sevdiği adamı öldüren kadını özellikle, orta sınıftan, okur-yazar, nazlı, kibar, çıtı pıtı, yumuşak ve tatlı bir kadın karakter olarak çizer. Çünkü bekaretini alıp onu başkasıyla aldatma, (sokakta yaşayanlar için bir anlamı yoktur) orta sınıfta kabul görmez ve orta sınıfın namus anlayışıdır.
Güllü fahişedir. Bebeği doğduğunda sevdiği adam ölmüştür. Bebeği bir yere bırakacakken yakalanır. Devlet, Güllü’nün kimsesiz ve sokakta olduğunu bildiği halde bebeği zorla Güllü’nün kucağına verip, sokağa atar. Yine hapishanede bir ebe cezalandırılmıştır. Çünkü kürtaj yasaktır. Bu yan karakterleri boşuna anlatmaz Derviş, yalnızca yasa konularak sorun çözülmez. Sorunun asıl nedeninin sınıflı toplum olduğu ve bunun içindir ki ezilenlerin sorunlarının kaynağına ilişilmeyeceğini gösterir.
Nesnelerin Birliği İlerleten Nesneler
Cevriye bir yıl hapislikten sonra, iki yıl Bolu’ya sürgün cezası alır. Oysa Cevriye hapishanede kaldığı her gün adamı bulacağı anı düşlemiştir. Sürgünden kaçıp güçlükler sonrası İstanbul’a adamı bulmaya geldiği ilk gün ahlak zabıtasınca yakalanıp karakola getirilir. Karakoldan da güç bela kaçıp kurtulur. Adamı bulma mücadelesi başlar.
Gösteren Nesneler
-Karakolda kirli ve bulanık boy aynası: Suçun kaynağı olan, sınıflı toplumun yarattığı eşitsizlik ve adaletsizliği sıradan insanın görmesinin engellendiğini gösterir. Sıradan insanın zihni koşullarca, gerçekliğin kavranmaması için sürekli bulanık tutulur. Suçluyu yaratan devlet düzeni olmasına karşın, eşitsizliğin suça ittiği insanları cezalandırarak kaynağıyla değil, sonucuyla ilgilenir. Aynaya bakmaz. Aynaya bakan yalnızca orospulardır. Her koşulda tüm gerçekliğiyle kendine bakabilirler. Aynı zamanda insanın içgüdüsel yanını da gösterir. Kadınların kendilerini boydan ve bütünsel görebildikleri tek ayna budur. Karakola gelince hepsi kendine çeki düzen verip, kendilerini görmek için mutlaka bu aynaya bakarlar.
-Karakol; Varsıl Rum bir aileye ait olan terkedilmiş dört katlı bina karakol olarak kullanılmaktadır. Devletin azınlık politikasını gösteren nesnedir. Aynı zamanda, devletin toplumsal olan suçu bireyselleştirerek suç ve suçluya bakışını gösteren nesnedir.
– Devrimci karakterin Cevriye’ye “Siz” diye seslenmesi, bir devrimcinin insana bakışını, devrimci ahlakı ve dili simgeler.
– Utanmak: Cevriye yaşamında ilk kez, kendine kadın olduğu için yaklaşmayan bir erkekle karşılaşmıştır. Adamın evinde onun yatağına girdiği ilk gün, yer vermek için öteye çekildiğinde adam bu hareketini anlamaz görünür. Cevriye o an yaşamında ilk kez utanır. Utanma duygusundan bile utanır. Burada utanç, olumsuz yaşama koşulları değiştirildiğinde, kişinin insani duygularını, değeri simgeler.
-Yatak: Cevriye hastadır. Adam onu evine getirmiştir. Kendi yatağını Cevriye’ye verir. Rahatça soyunup yatağa girmesi için arkasını döner. Cevriye şaşkındır ve bunu anlayamaz. Adama yatakta yer açmak için kenara çekilir, adam yatmayacağını söyler sonra Cevriye’nin kaldığı yedi gün boyunca sedirde uyur. Burada yatak bir devrimcinin ahlakını ve kadına bakışını gösteren simgedir.
Adamın yemek yeme biçimi: Cevriye, adamın yemek yeme biçimini kimseye benzetemez. Onun bıçak tutuşunda, lokmaları çiğneyişinde bile olağanüstülük vardır. Kendileri gibi, eliyle peyniri alıp, yağa buladığı ekmeği ısıra ısıra yemez. Kültür farkını gösteren nesnedir.
– Yıldız: Cevriye’nin dünyaya bir yıldızdan denize düştüğüne inanması ve yine yaşamını denizde yıldızlaşarak yitirmesi, doğanın döngüselliğini simgeler. Cevriye doğanın sürekliliği içinde doğadan gelip, doğanın bir parçası olarak yaşamış ve yine doğaya karışmıştır. Ayrıca, yıldız; sınıflı toplumda yaşayanların eşitsizliği içselleştirişini de gösterir. Cevriye, büyük ve parlak olan yıldızın padişaha en küçük yıldızında kendine ait olduğunu düşünür. Düşünde bile beğendiği büyük ve parlak yıldızın kendine ait olabileceğini tasarlama cesaretini gösteremez.
– Beyoğlu’nun arka sokaklarında ki barlar, kahveler, meyhaneler Cumhuriyet İstanbul’un da yaşayan yerli ve azınlık insan tipleri, onların yaşayışları hakkında bilgi verir.
-Cevriye’nin gözleri: Aşkın dönüştüren gücünü gösteren nesne. Adama bakarken ki gözlerini hiç kimse, kendi bile tanıyamaz.
Canlandırma
Cevriye’nin karakolda canlandırılma sahnesi: Memurun verdiği sigarasını derin derin içine çekip, nikotini ciğerlerine doldurur. Gözleri kararır, başı döner. Etkili bir içki içmiş gibi duyumsar, ayaklarını altına toplayıp, sırtını duvara yaslar, gözlerini kapar. Kendini sigaranın zevkine bırakır.
Melahat’ın Cevriye’yi gördüğü anın canlandırması: Kolay kolay yakalanmayan Melahat o gece ahlak zabıtasınca yakalanmış ve çok kızgındır. Karakolda Cevriye’yi görür görmez, yüzünün öfkeli anlamı kaybolur, ansızın yüzünün tüm gergin çizgileri gevşer.
Cevriye’ye sokakta babalık yapmış olan adamın ölümünün canlandırması: Zayıf, incecik bacaklı adam, köprü dubalarının birinde üstünde sırt üstüdür. Açık kalmış ağzına sinekler doluşmuştur. Kim olduğunu bilmediği babası sandığı bu adamın çevresini sokak çocukları sarmıştır ama tek ağlayan Cevriye’dir.
Cevriye’nin ve Kös Ayten’in karakola götürülme anının canlandırması: Kös Ayten kollarını Cevriye’nin boynundan çözer, yıkılmamak için ona abanır. Bedeni ateşler içindedir. Havanın soğukluğunda, Ayten’in ateşi Cevriye’yi ısıtır. Cevriye’de Ayten’e sokulur.
Cevriye’nin uykudan uyanma sahnesinin canlandırması: Cevriye çay bardağını elinden bırakıp, kıvrılır, başını Ayten’in kalçalarına yaslar yaslamaz derin bir uykuya dalar. Bir sarsıntıyla gözlerini açar, nerede olduğunu anlayamaz, boş gözlerle çevresine bakınır. Yavaş yavaş karakolda olduğunu anlar. Terlemiş olmasına karşın titrer.
İtki
Devrimci adam, Cevriye üzerinde özne etkisi yapar. Sevmeye başlar, aşık olur ve değişir. Sorgulamaya başlar. Aşkı uğruna gözünü kırpmadan tehlikeye atılır ve yaşamının sonu olur.
Hapishanede yasak olan kürtaj nedeniyle mahkum olan ebeyle tanışması, çoğunlukça kutsal görülen “Meryem” yani azize – fahişe, sevap-günah, suç kavramlarını sorgulamasına yol açar.
Hapishanede, sevdiği erkeği “namusu” için öldüren orta sınıftan okur-yazar olan Edalı Şefika’yla tanışması, “namus” kavramını sorgulamasına yol açar.
Adamı görebilme itkisi, Bolu’da sürgünden kaçıp İstanbul’a gelmesine yol açar.
Zaman ve Uzam
Öznel Zaman – Cevriye, adamı bir daha bulamayacağı korkusuyla, kapısında beklerken zaman çok uzun, aylar gibi uzun gelir.
-Adamın yanına gideceği gün, genç bir delikanlıyla geçirdiği birkaç dakika yaşamının en azaplı olduğu anlardır ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelir.
Nesnel Zaman – Sınıflı toplumun emperyalist aşaması, II. Paylaşım savaşının sonlarıdır. Avrupa yenilmiştir. Yerini ileri ki yıllarda iki büyük güç olacak A.B.D ve Sovyetler Birliği’ne bırakmıştır. ABD emperyalizminin yükselişe geçtiği dönemlerdir. Türkiye artık Batı’nın değil A.B.D. etkisi altındadır. Tanzimat’ın alafranga züppe tipi, sömürücü burjuva sınıfına dönüşmüştür. Romanda, karakterler üzerinde, A.B.D.’nin dil, kültür, para ilişkilerinde v.b. A.B.D. emperyalizminin etkilerini görürüz. İki savaş sonrası genç Cumhuriyet’te düşüşe geçmiştir.
Öznel Uzam – Cevriye, Yıldız’ı anımsayınca ürperir. Biri, kendine hastalık aşıladın suçlamasıyla Yıldız’ı Mecidiyeköy’de kafasını taşla ezerek öldürmüştür. Bulduklarında melek yüzü tanınmayacak haldedir.
Cevriye dört duvar arasında yasaklarla geçen bir yıl boyunca İstanbul’da özgürce dolaşacağı günleri düşlemiştir. Ama şimdi sevgilisinin yakalandığını öğrenmiştir ve çömeldiği yerden kalkarken ona bütün İstanbul hapishane gibi dar ve kasvetli gelir.
Sevdiği adamın idam cezası olduğunu öğrendiğinden beri yaşamak Cevriye’ye işkence olmuştur. Nereye gideceğini bilemez, İstanbul sanki birden bire küçülmüştür. Her yanı daralmış gibidir. Sokaklar bunaltıcı ve kasvetlidir. Deniz koyu kurşuni rengindedir. Kurşundan kubbeye benzeyen gök kentin üstüne kapanmıştır.
Öznel Konum –Karakolun içi sıcaktır ama Cevriye bir türlü ısınamaz, titrer. Sürekli titremesinin nedeni iliklerine dek işleyen ayaz değildir. Onun içinde kopan bu titreyişin nedeni biraz da korkudur.
Korkulu ve gizli yaşayan adamın iki sır ortağı vardır. Biri zorunluluktan Kerim, diğeriyse Cevriye. Adam idam kaçağı olduğu için çok gizli yaşamasına karşın Cevriye’yi hasta olduğu için evine getirmiştir. Cevriye’yi ona bağlayan şeyse zorunluluk değildir. Şimdi Cevriye onun güvenine layık olmak için gerekli her özveriyi göstermek ister.
Adamı, Cevriye’ye çeken duygu, daha önce hoşlandığı erkeklere yaklaştıran duygu değildir. Bu duygunun içinde büyük bir hayranlık duygusu vardır. Onu kendinden yüksek görür, onun karşısında kendini küçük ve aciz duyumsar. Bu duyumsama bin bir farklı duyguyu içerir.
Cevriye birlikte olduğu erkeklerin sayısını, isimlerini bilmiyordu. Onların yanında ki duygu ve davranışlarıyla, adamın yanında ki davranışları çok farklıdır. Adamın karşısına ruhu bütün tortularından, kirli ve karışık hırslarından süzülüyor, içi bir kristal gibi, pırıl pırıl çıkıyordu. Onun yanında ne güzelliğiyle dikkat çekmek, ne şirret ağızla konuşmak ne de özensiz olmak istemiyordu. Olanak olsa bu hali, Cevriye’nin asıl varlığı olabilirdi.
Çatışma
Top Melahat’in sistemle çatışması – Karakolda memura, karnını doyurmak için namusuyla fahişelik yaptığını, alnının ak, yüzünün pak olduğunu söyler. Sokakların beylerin çiftliği olmadığını, herkesin özgürce dolaşabileceğini belirterek itiraz eder, hakkını arar. Devlet için bir işletmeyle kendi aralarında ki farkın vergi ödememeleri olduğunu bu nedenle cezalandırıldıklarını söyler. Memurları rüşvet aldıkları için tehdit eder.
Cevriye’nin iç çatışması – Adam Cevriye’ye hep saygılı davranmış bir kez olsun dişiliğini hatırlatmamış, orospu olmasıyla hiç ilgilenmemiş onunla hep siz diye konuşmuştur. Cevriye adamın kendisine böyle davranmasından, bir kez bile elini sürmemesinden hem büyük haz alır hem de adamın kayıtsızlığı, sevilip beğenilmediğini duyumsattığı için onurunu kırar.
Devlet ve ezilenler arasında ki çatışma – Ezilen, evsiz, kimsesiz bireylerin Darülaceze, Hastane, Hapishane, Karakol gibi modern devletin kurumlarıyla ilişkileri çatışmalıdır. Sokakta yaşayan kimsesiz çocuklar karakoldan korkmazlar aksine soğuktan kurtulabilecekleri bir yerdir. Onlar için en büyük tehlike sosyal devlet olma savıyla kurulan Darülaceze’dir. Cevriye çocuk aldırmak için Hastaneye yatmış ve henüz iyileşmeden kapı dışarı edilmiştir. Hastaneden çıkarıldığı gün ateşi yükselmiş, kışın ayazında sokakta ölmek üzereyken onu devrimci adam kurtarmıştır. Devletin eşitsizlikçi yapısının sonucu, çaresiz kalan insanlar, sokaklarda bırakılan çocuklar yaşamak için suç işlemek zorundadır. Devlet kendi eksikliği olan bu kusurları yine bu insanlara yükler. Ahlak ve toplumu onlardan koruma savıyla cezalandırır.
İzlek
İnsanı koşullar biçimlendirir. Cevriye sokakta aşağılanırken farklı, insan yerine konulduğunda çok farklıdır. Çünkü suç bireysel değil, toplumsaldır. Yabancılaşma ve aşk arasında ki gerilim temel izlektir. Metalaşan dünyada aşk, insani olan değeri simgeler ve yabancılığı kırabilecek güçtedir. Fahişe ve azize aynı karakterde birleştirilmiştir. Cevriye’yi azize diye yüceltmek veya fahişe olarak yermek aynı ataerkil bakışın sonucudur. Cevriye ne melek ne de şeytandır, insandır.
İzlekte Değer Yönlendirici Yan
Adam devrimcidir ona, değer verilip örnek gösterilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni türeyen, görgüsüz, ikiyüzlü, ahlaksız üst sınıfa ve eşitsizlikçi yapısıyla insanı suça zorunlu iten sisteme karşı nefret vardır. Eleştiriler suçun kaynağı olan sisteme yöneltilmiştir. Alt sınıftan olan “küçük insanlara” karşı acıdaşlık kurulmuştur. Suat Derviş tüm bunları örgeyle vermiştir. En önemli değer yönlendirici yan, insanı toplumun biçimlendirdiği, toplumsal koşullar düzeltildiğinde, insanında düzeleceğine olan inançtır. Suat Derviş, suçun bataklığında ki bu insanları yerip, dışlamaz. Çünkü o, insana inanır ve sever. Örnek gösterdiği devrimci daha iyi bir toplum için ölümüne mücadeleyi seçmiştir. Suça itilmiş olan alt sınıfın insanları kader kurbanı değildirler. Mücadeleci devrimci insanların bu eşitsizliği yok edip, insanca yaşayacak yeni bir toplumu ve düzeni kurabileceğini gösterir.
Derviş, mücadeleye inanır, umudu daima diri tutar. Cevriye aracılığıyla, yaşam umuttur, hiçbir şeyin kalmadığının sanıldığı zamanda bile umut hep vardır der.
Toplumsal Çözümleme
Suat Derviş, Türkiye’nin modernleşme sürecinden, Cumhuriyet devrimlerinden yararlanamamış en alt kesimini anlatır. Önemli olan tek başına bilimsel ilerleme değildir, ilerlemenin toplumun her bireyine yansımasıdır. Derviş, sınıflı toplumlarda bunun olası olmadığını gösterir bize. Suça mahkum edilmiş toplumun bu ayrıksı insanlarının yaşamlarını nedenleriyle, maddi ve sınıfsal bir temele otutturarak anlatır. Bu insanları iyiliğiyle-kötülüğüyle gerçekçi yansıtmıştır. Yan karakterlerle suçun kaynağını ve insanın yalnızca iyi ya da kötü olmadığını gösterir.
Babasıyla sınır yüzünden bozuşan komşuları, intikam için üç beş serseriye para vererek Güllü’yü henüz 15 yaşındayken dağa kaldırmıştır. Güllü bir daha baba evine dönememiş. Fahişelik yapmak zorunda kalmıştır.
Sele Şevki, demirci çırağıyken genelevde bir kadın onu esrara alıştırmıştır. O günden sonra esrar bağımlısı olmuş ve esrar kaçakçılığı yapar. Güllü kucağında bebekle kalınca, Sele Şevki ona yardım eder, o günden sonra ondan ayrılmaz.
Torpil Şeref, Galata’nın en iyi çocuğu olarak tanınır. Kimseyle kavga etmez, kimseye bıçak çekmez, herkesle iyi geçinir. Yankesicilikten 106 sabıkası vardır. Çocukluğundan beri sokaktadır.
Çatlak Marika her zaman sarhoştur, evi barkı, kimsesi yoktur. Gülnaz henüz 15 yaşında, Darülaceze’de büyümüş, dişleri çürük içinde, saçları oksijenlidir. Memur alay eder onunla, yaşı 15 olmaz 25 yazın der.
Bütün Galata’ya yaka silktiren, herkesi pes ettirmiş, en azgın haraççıyı, külhanbeyini bile sindirmiş olan Madrabaz Nuri, Cevriye’ye hayalini kurduğu ayakkabıyı karşılık beklemeksizin alır.
Hilebaz, zorba, kumar kavgasında adam şişleyen Kumarcı Fışfış, karşılıksız olarak, ayağı incinen Cevriye’ye taksi tutarak bir çıkıkçıya götürmüş ardından Sümbül Dudu’nun evinde bir hafta ona bakılmasını sağlamıştır.
Emperyalizmin Etkileri
ABD emperyalizminin yükselişe geçtiği dönemlerdir. Türkiye artık Batı’nın değil A.B.D. etkisi altındadır. Tanzimat’ın alafranga züppe tipi, sömürücü burjuva sınıfına dönüşmüştür. Değişimin yarattığı yeni tipler, girişimci, fırsatçı, çıkarcı, açıkgözlü, görgüsüzdür. Tüm değerlerin hızla metalaştığı bu yeni dünya düzeninin etkileri elbette yalnızca ekonomik değildir. İnsan ilişkilerini de kuşatır, yeniden düzenler, biçimlendirir. Kendine uygun ahlak anlayışı, yaşam pratikleri oluşturur. Suat Derviş, yaşam biçimi, dil, ilişkiler üzerinde A.B.D. etkisini gözler önüne serer. Her sınıf üzerinde farklı etkileri vardır. Cevriye bir yıl hapiste kaldıktan sonra döndüğünde çok şey değişmiştir. Sümbül Dudu, eskiden sözlerinde duranlar şimdilerde insana nasıl kazık atacaklarını arıyorlar diyerek değişimi gösterir. Örneğin, Celep Hacı Ağa kasabalıdır. Bir anda varsıllaşmış, sınıf atlamıştır, ailesini kasabada tutup, İstanbul’da metresiyle yaşamak ister. Celebin adı da değişip canlı hayvan taciri olmuştur. Rakı yerine Amerikan viskisi cinfis içer. Bahşiş olarak dolar verir. Şaşkaloz Sara saçlarını sarıya boyamış, Amerikan tarzı giyinmiş, Türkçe konuşmalarının arasına İngilizce sıkıştırmaktadır. Şişli’de lüks evlerde yaşayan yeni beyler, fahişeleri haftalığına kiralayarak evlerine alırlar. Toplum içindeyse duyulur korkusu yaşarlar. Apartman dairesi tutamayacak durumda olanlarsa otellere götürürler. Alt tabakaysa, mezarlığa, boş arazilere, inşaatlara, parklara, kırlara götürürler. İstanbul Ermeni’si Sümbül Dudu’da çıkarı gereğince zamana ayak uydurmuş, sonradan görmelerin doldurduğu evinde onlara Amerikanvari davranır.
Aşk Anlayışı
Suat Derviş, kapitalizmin egemenliğinde alabildiğine metalaşan dünyada aşkı bir başkaldırı olarak gösterir. Cevriye yaşamda kalabilmek için fahişelik yapar. Aşık olmadan önce varlığının bilincinde bile değildir. Geçmişini, yaşadıklarını bir kez bile düşünmemiş, sorgulamamış, sevmemiş, sevilmemiştir. Cevriye’nin dönüşümü kendi sınıfı dışında insanlarla tanışması ve adamla aralarında insani bir ilişki kurulmasıyla gerçekleşir. Cevriye aşık olduktan sonra, kendi varlığının bilincine varır, sorgular, değişir ve içinde bulunduğu dünyaya başkaldırır. Sevdiği adam için canını feda eder. Aşkı namusla, aileyle ilişkilendirmez. Hoşlandığı adamlarla parasız birleşir. Aşk yabancılaşmayı kırabilecek güçtedir ve aşık olduktan sonra bir daha eskisi gibi yaşaması, zevk alması olanaksızdır.
Evlilik Kurumu, Aile Anlayışı
Kadına, aileye bakışı sınıfsaldır. Kadına anne-eş üzerinden bakmaz. Kadının geleneksel rollerini pekiştirmez. Kadının kimliğini, toplumsal konumunu, toplumsal cinsiyeti sorunsallaştırır. Kadınlığın, annelik ve ev kadını rollerine sıkıştırılmasını eleştirir. Toplumun kendi yarattığı ve yine hor gördüğü fahişeler aracılığıyla, egemen ahlak anlayışı sorgular, eleştirir. Farklı kesimlerin aile yaşamlarına birkaç örnek: -Gazinonun önünde, yaşlı, varsıl, züppe bey, süslü, beyaz kürklü karısının arabadan inmesine yardım edecek kibarlıktadır. Daha önce Cevriye’yi yedi gün evinde para karşılığı tutmuştur. Cevriye ona yaklaşıp tokalaşınca karısının yanında ne yapacağını şaşırır. Onu tanımamazlıktan gelir.
-Taşralı Hacı Ağa henüz on beş yaşındayken, gelenek gereği abisi ölünce kendinden beş yaş büyük olan abisinin karısıyla evlenmek zorunda kalmıştır. Henüz kırklı yaşlarında olmasına karşın torunları vardır. Şimdilerde varsıllaşmış, Kurtuluş’ta bir daire tutmuş, metres aramaktadır. Cevriye’ye kesenin ağzını açar.
-Şişli’de, cadde üzerinde, saray gibi dairede yaşayan yaşlı, varsıl, züppe adam Cevriye’yi evine götürmüş, avuç dolusu para vermiştir. Cevriye bu namuslu! monşerler, yalnızken seni göklere çıkarır, taparlar ama sokakta ona rastlayınca tanıyacaksın diye ödleri kopar der.
Cevriye karı-koca yaşamını düşünürken: kocaların içinde ne sıkıntılı, uyumsuz, huysuz, görgüsüz, suratsız adamlar vardır. “Zavallı nikahlı karılar!” her gün bir arada sevmedikleri bu adamlarla burun buruna yaşamaları ne kadar zordur. Evlilik yaşamı hapse girmek! gibi bir şeydir diye düşünür. Sokakta açlıktan ölmemek için fahişelik yapmasına karşın kendisinin buna asla katlanamayacağını söyler. Oysa ömrünün sonuna dek adamla her gün aynı sofraya otursa bıkmayacağını anlar. Onunla evlenme düşüncesi bile heyecanlandırır.
Suat Derviş, ikiyüzlü ve çifte ahlak anlayışını açığa çıkarıp tersine çevirerek bir adım ileriye taşır. Fahişeliğin karşısına namuslu!, evliliği koymaz. Aksine yadsır, fahişelikten daha kötü bulur. Çıkar üzerine, ikiyüzlü, gönülsüzce, yürütülen ailenin karşısına aşk evliliğini koyar. Dönemine göre oldukça ilerici iletiler taşır.
Ahlak Anlayışı
Suat Derviş, namus ve ahlak anlayışının da sınıfsal olduğunu gösterir. Bu kavramları kendi gerçekliği içinde değerlendirir. Kadın ve ahlak arasında ki ilişkiyi sorgular. Edalı Şefika “namusu” için sevdiği adamı öldürürken, Cevriye yaşamı boyunca hiç namusunun olmadığını düşünür oysa ben namusluyum der. Namuslu olmayı kızlık zarıyla değil, “iyi” insan olmakla ilişkilendirir. Derviş’in, çoğunlukça kutsal sayılan “azize” simgesinin karşısına fahişeyi yerleştirip, “azize” simgesini alaysılaması bilinçli ve politik bir tutumdur. Yine karakolda yirmi yaşlarında bir genç kız nişanlısıyla Taşkışla sırtlarında gezinirken gözaltına alınmışlardır. Kızın babasını karakola çağırtacaklardır, genç kız yalvarır babasının buralarda gezmeyi bırak sinemaya gitmeye dahi izin vermeyeceğini ve olay duyulursa öldürüleceğini söyler. Devlet aynı zamanda ahlak zabıtasıdır. Memur, nişanlısını aşağılar, babası kızı sana güvenip vermiş, sen kızı nerelere götürüyorsun der. Babasını çağırıp, kızı ona teslim etmek de kararlıdır. Bu devletin kadına bakışını gösteren önemli bir saptamadır. Kadın, ya kocanın ya da babanın egemenliği altındadır bunun dışında kadına yaşam alanı yoktur.
Yabancılaşma
Cevriye, kendine, bedenine, topluma yabancılaşmıştır. Varlığının bilincinde değildir. Geçmişi, geleceği yoktur, yalnızca yaşadığı an vardır. Açlıktan ölmemek için fahişelik yapan Cevriye’nin bedenini erkeklere sunması, onun için yemek-,içmek-uyumak gibi sıradandır. Adamla tanışınca geçmişine ilk kez döner. Kendini, kavramları ilk kez sorgular. Adama kendi tarihini anlattıkça varlığının bilincine varır, özneleşir, yabancılaşmayı adamla ilişkisiyle kırar. . Cevriye kendi bilincine vardıkça, iyiye evrilmek için çaba harcar, “fahişe” olmaktan çıkarak insanlaşır. Değişim öncesinde sevdiği arkadaşı gözlerinin önünde ölürken, kaçabilmek için göze batmaktan çekinerek yanına bile yaklaşamazken, değişimden sonra sevdiği adam için canını bir saniye bile düşünmeden feda eder.
Suat Derviş’in önemli bir saptaması da, cariyeliğin, köleliğin yerini metresliğe bırakmış olmasıdır. Kadınların modernleşme karşısında ki yabancılaşmasına ayrı bir örnektir.
Doğayla İlişki
Cevriye’nin modern dünyanın iş bölümü ve mülkiyetle belirlenen ilişkiler yokmuşçasına doğayla bağı dolaysızdır. Meta ilişkilerine göre yaşamayan tek kişi Cevriye’dir. Hızla herşeyin herkesin metalaştığı, acımasız bir dünyada, toplumun en alt katmanında yaşadığı halde, Cevriye doğanın güzelliklerinden büyük haz alarak diğerlerinden farklılaşır. Özel mülkiyetle bağı yoktur, yer, gök, deniz, yıldızlar onun evidir. Bir şeyi benimsemesi, kendini ait duyumsaması için onu metalaştırması gerekmez. Kapitalist sistemin kuşatması altında yeniden biçimlenen insanla Cevriye arasında uyumsuzluk vardır. Cevriye için doğa metaların egemenliğindeki dünyaya ve onun değerlerine karşıt olarak konumlandırılan alternatif bir dünyadır. Doğaya sığınma, dış dünyadan kaçışın bir uzamı olarak görülüyor. Cevriye’nin öznel gerçekliğiyle dış gerçeklik karşıttır.
*Suat Derviş, Fosforlu Cevriye, İthaki Yayınları-İstanbul, 1.Baskı, Eylül 2013