Yazıya başlarken, Gezi’den beridir, ciddi bir toplumsal muhalefetin varlığından ve bu varlığın yüksek politizasyonundan haberdarız. Buna mukabil olarak, bu politize toplumsal varlığı düzen dışı kanallara akıtacak bir öznenin yokluğundan da haberdarız. 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri itibariyle de bu toplumsal muhalefetin nicelik ve nitelik bakımından zirve yaptığını; fakat eş zamanlı olarak da düzen içileştiğini görmek durumundayız. Bu anlamıyla son seçimler, toplumsal muhalefeti yükseltmenin bir aracısı olduğu gibi, kitleleri düzen içileştirmenin de aracısı olmuştur. Bugün bu toplumsal muhalefetin örülmesinde katkısı olduğunu söyleyen sosyalistlerin tamamı gerçeklikle bağlarını koparmışlar, CHP’nin gölgesine sığınmanın yolunu yapmaktadırlar. Gerçekte toplumsal muhalefetin örülmesinde sosyalist solun katkısı yoktur, aksine sosyalist sol CHP marifetiyle kitlelerin düzen içileştirilmesinin müsebbibidir.
31 Mart seçimlerinin iptal edilmesi, AKP’nin sandığın meşruiyetine bugüne kadarki en açık ve en büyük darbesiydi. AKP iktidarının hala sandığa ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç ortada dururken sandığı bu kadar darbelemesi onun aleyhine olabilirdi ve nitekim oldu da. CHP için ise esas mesele, devletçiliğinin gereği olarak yiten bu meşruiyetin tekrar tesisi refleksiydi. Bu sebepledir ki; CHP seçimin iptalinin hemen ardından hiçbir şey olmamışçasına “Yine kazanacağız” seçime diyerek gireceğini ve AKP’nin provokasyonuna gelmeyerek sokaktan uzak duracağını beyan etti. Birinci devletçi refleks sandığa kitleler nezdinde yeniden itibar kazandırmak, ikinci devletçi refleks ise sokağı bir hak arama alanı değil provokasyon alanı olarak tarif etmek ve lanetlemek! Seçim sonuçları bakımından değerlendirecek olursak CHP iki konuda da ziyadesiyle başarılı oldu. Kitleleri sokaktan uzak tutmayı başardı ve yiten sandık meşruiyetini yeniden tesis etti. Bugün artık son sözü söyleyen sandık oldu. Öyle ki sandık hem AKP ye aldığı riskin bedelini ağır ödetti hem de kendi itibarını kurtardı. Sandığın itibarının kurtarılmasına ve AKP’nin kendi sandık darbesinin altında kalmasına ise hiç kimsenin beklemediği 9 puanlık keskin fark sebep oldu. Yani özetlersek, CHP ve düzen açısından bu biçimiyle, evet, “Her şey çok güzel oldu”.
Elbette sandığın itibarının kurtarılması tespiti gerçek bir anlam içermemektedir. Türkiye’de sandık hep tali olan olmuştur ve özellikle AKP iktidarı süresince de çöpe dönmüştür. Sandığın itibarının kurtarılması ancak onun çöpten çıkarılması biçimindedir, daha fazlası değildir. Sandığın bugün hatta bütün AKP iktidarı süresince (AKP iktidarı tarafından çöpe çevrilmesine rağmen) bu kadar kıymetli olması, AKP karşıtı kitlelerin seçeneksizliğinden kaynaklanmaktadır. O kitleler ki son derece örgütsüz ve öncüsüzdür, bu örgütsüzlüğünün ve öncüsüzlüğünün bir bedeli olarak sandığa mecbur kalmaktadır. Yoksa sandığın çöpe çevrildiği böylesi bir dönemde seçimlere katılımın 75 – 85 bandında seyretmesinin başkaca makul bir izahı yoktur. Bugün sandığın bu kadar kıymetli oluşu; AKP karşıtı kitlelerin AKP’nin sandık yoluyla devrilebileceğine olan sarsılmaz inancı sonucu değil; AKP karşıtı burjuva klikler tarafından sandığın tek seçenek olarak işaret edilmesinin ve buna paralel sosyalist soldaki politik ve örgütsel varlık yokluk probleminin sonucudur.
İmamoğlu ne yapar, ne yapmaz?
Genel olarak egemenlerin, daha özelde CHP’nin ve bir CHP’li olarak İmamoğlu’nun AKP’nin politika biçimiyle ilgili derin çelişkileri ve bu çelişkilere eşlik eden ciddiyetli itirazları bulunmamaktadır. Zira TÜSİAD’ın ve Kılıçdaroğlu’nun 31 Mart günü yaptığı değerlendirmeler hala sıcaklığını koruyorken, bunların üstüne İmamoğlu’nun 23 Haziran akşamındaki konuşması eklenmiştir. İmamoğlu konuşmasında merkezi hükümetle uyumlu ve eş güdümlü çalışmak niyetinde olduğunu, ilk fırsatta bir çalışma ortaklığı oluşturabilmek için Erdoğan ile görüşmek istediğini ve Erdoğan’a seslenerek kendisinden randevu beklediğini beyan etmişti. Mazbatasını aldıktan sonra makamına da dualar eşliğinde geçti. Hepimiz gördük!
Peki, bu konuşma ve dualı açılış neye hizmet etmektedir? Tabi bir bakımıyla, basit bir politik taktik, köşeye sıkıştırma hamlesi olarak da okunabilir. Ama Türkiye siyasetinin gerçekleri, yaşananları böyle okumamıza şiddetle karşı çıkıyor. İmamoğlu’nun ve CHP’nin son reflekslerini yalnızca taktik hamleler şeklinde okuyabilmemiz için Türkiye gerçeğini ve bu gerçekliğin ayrılmaz parçası olan CHP’nin devletçi reflekslerini unutmamız gerekecek. Biliyoruz ki biz unutmaya çalışsak dahi, CHP’nin kendisi buna asla izin vermeyecektir.
İşte AKP karşıtı olan, CHP’nin bu devletçi refleksidir. CHP için başat olan devlettir. Üniter devlet, devlette liyakat, temayüller, laiklik ve devletin asgari burjuva öğretilere uygun yönetilmesi… İmamoğlu’nun konuşması ve CHP’nin erken seçim istememesi tam da buna hizmet etmektedir. Devletin bekası ve AKP’nin aşırılıklarının bu bekaya denk düşecek biçimde törpülenmesi… Zaten tam da zamanıdır! AKP bu kadar sıkışmışken onu parti devleti heveslerinden vazgeçirip devletlû olmaya zorlamaktır. Özetle İmamoğlu’nun ve CHP’nin temel derdi bir düzen restorasyonu yapmak ve AKP’yi de buna ortak etmektir. Bu anlamıyla her şey devlet içindir.
Sonuca kim niye seviniyor?
31 Mart seçimlerine iki kampla girildi ve esasta bu iki kamp da sağcı ve Kürt düşmanı kamplardı. İkisi de solu ve HDP’yi tecrit etmek üzerine şekillenmişti. Ancak HDP, problemli bulduğumuz ve defalarca eleştirdiğimiz biçimde de olsa, bir kampa destek atarak hem kendi üzerindeki tecridi kırdı hem de varlığıyla güç dengelerini değiştirerek hesaba dâhil edilmek zorunda olunan bir aktör olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bunu yaparken bir partiye ya da adaya doğrudan oy çağrısı yapmaktan kaçındı. Devamında AKP’nin seçim darbesiyle birlikte de 23 Haziran seçimlerinin baş aktörü haline geldi. 23 Haziran seçimlerinde ise bu problemli tutumunu daha da ilerleterek, açıktan İmamoğlu’na oy çağrısı yaparak, CHP’nin ve İmamoğlu’nun günahlarına ortak oldu. Seçime üç gün kala kamuoyuna mektubu yansıyan Öcalan da bu problemi görmüş olacak ki HDP’ye iki burjuva kamptan birine yaslanmaması üçüncü yolu örmesi gerektiği uyarısında bulundu. (Mektubun seçim atmosferinde kamuoyuna sunulması başkaca bir dizi senaryonun konusu olduysa da bu durum yazının konusu değildir.) Sonuç olarak seçim neticesi bakımından değerlendirecek olursak, Kürtlerin bu ölçüde seviniyor olmalarını birkaç başlıkta şöyle sıralayabiliriz:
- Kürtler tartışılmaz olarak güçlü bir aktör olduklarını bir kere daha kanıtladılar.
- Kürtler tecelli eden sonucun mutlak mimarı oldular.
- Kürtler bu seçim vesilesi ile öz güçlerinin bir kere daha farkına vardılar.
Tabi bir de liberal Kürtlerin İmamoğlu’na oy verirken hiç de bağırlarına taş basmadığı, aksine düzen içi siyasete dâhil olma fırsatı yakalamanın sevincini yaşaması durumu söz konusudur!
Neredeyse bütün büyük şehir belediyelerinin CHP tarafından alınmasıyla birlikte, bir başka sosyolojik gurup olan seküler kentli orta sınıflar, yaşam biçimleri üzerindeki tehdidin kalkmasıyla epeyce rahatladılar ve ziyadesiyle mutlu oldular. Elbette önceliklerinin yaşam tarzı olması, mutluluklarının bir süre daha sürmesini sağlayacaktır. Ancak verili ekonomik kriz ve AKP’nin hala iktidarda duruyor olması gerçekleriyle yakın zamanda yüzleşeceklerdir. Tam da bu noktada sadece seçimlerin, hele hele yerel seçimlerin problemlerini çözmeye yeterli olmayacağını yeniden deneyimleyeceklerdir.
Diğer taraftan uzun zamandır bir kenardan olanı biteni seyreden, suya sabuna dokunmayan, sağa açılmayı kendisine hak gören, ancak sağında duran ve sağa açıla açıla yanına vardığı CHP’yi sağa açıldığı için iştahla eleştiren,“CHP’nin solda durması” durumunda kendisine yaşam alanı açacağına inandığı için onun gölgesine sığınan bazı sosyalist yapılar da sonuçlara fazlasıyla sevindiler. HDP’nin seçim tutumu da bu sevinçlerinin adeta sosu oldu. Niyetleri şöyledir: Onlar nasılsa CHP sayesinde açılan alanda burjuva düzenini ve onun seçimlerinin sahteliğini teşhir edeceklerdir. Dolayısıyla bugün için CHP ile birlikte seçime girmelerinde bir beis yoktur. Diğer yandan, CHP ile seçime girmese dahi güçlü şekilde CHP karşıtlığı yapmalarına da gerek yoktur. Ne yazık ki niyetler gerçeğe dönüşmeyecektir. Çünkü düzen siyasetiyle bütün köprüleri atma iradesi gösteremeyenler ne burjuva düzeni teşhir edebilirler ne seçimin sahteliğini teşhir edebilirler ne de seçimden başka bir seçenek sunabilirler.
Neden çok sevinemedik?
31 Mart seçiminde boykot diyen, 23 Haziran seçimlerinde de boykot kararını sürdüren ya da bir boykot çağrısı yapmamakla birlikte sandığa gitme çağrısı da yapmayan HDP bileşeni veya SMF, KÖZ, Kızıl Bayrak vb. çevrelerin siyasetsizlik, pratiksizlik ve marjinallikle itham edilmesi devrimci siyasetin yadsınmasıdır. Söz konusu çevreler, bir mücadele alanı olarak, genel hatlarıyla sandığa karşı değildir. Sandığa kiminle ve nasıl gidildiğine ve bunun nelere mal olacağına duyarlıdır. Tersinden CHP’ye yaslanarak ya da HDP’nin tutumunu ayakta alkışlayarak sandığa gidenlerin toplumsal muhalefetin oluşturulmasında ya da seçim sonuçlarında payı olduğu savı siyasetsizliğin, pratiksizliğin daniskasıdır.
Evet, başta da söylediğimiz gibi; seçim sonuçları AKP iktidarının sarsılmasına sebep olmuş ve son derece politikleşmiş bir toplumsal muhalefet şekillenmiştir. Ancak mevcut koşullar, bu toplumsal muhalefetin düzenin restorasyonuna enerji olarak akıtılacağı riskini beraberinde getirmektedir. En reformistinden en devrimcisine kadar bu riskin aksinin gerçekleşmesine gücü yetecek kimse hâlihazırda yoktur.
Marksist devrimci perspektiften bakanlar bütün bu olan bitenlere umutlanmışlar ama sevinememişlerdir.