“1968 yılından beri en büyük protestolar…”
“Sarı yelekliler, 8 Aralık gününden itibaren Macron rejimi devrilene kadar süresiz eylem kararı aldı.”
“Fransa İçişleri Bakanı Christophe Castaner Senatoda yaptığı açıklamada, sarı yeleklilere, cumartesi Paris’te eylem yapmamaları çağrısında bulundu.”
Haber başlıkları, belleğimizin çok da derinlerde olmayan bölgelerine hitap ediyor. Dejavu hissine sebep oluyor; ama öyle pek uzak geçmişe de götürmüyorlar insanı. Bu cümleleri yakın bir tarihten, 2013 Haziran’ından anımsıyoruz. Tanıdık gelmeleri bu yüzden. Taksim’den, Beşiktaş’tan ya da Kızılay’dan söylenmiş gibiler. Sarı Yelekliler, Gezi isyancılarına benziyor… Bizim bildiğimiz tarzda hareket ediyor; siyasi partilerle bağ kurmuyor, meydanlarda kendiliğinden toplanıyor, olsa olsa anlık liderler yaratıp belirli hedeflere yöneliyorlar. Hedef bazen meydanın kendisi bazen lüks bir araba bazen de idari binalar oluyor. Eylemlerin başlamasına neden olan akaryakıt zammının askıya alınması ve birtakım vergi düzenlemelerinin Sarı Yeleklileri ne kadar durduracağı muamma.
Sarı Yelekliler’in kim olduğu, neyi amaçladıkları, sınıfsal yapıları, demografik dağılımları da belirsiz. Zaten bu yüzden belli bir ideolojik formasyonu işaret etmeyen, fosforlu bir trafik yeleğini kendilerine simge seçmişler. Malum, post-truth yani gerçeklik sonrası bir çağdayız ya; düşünürlerimiz keskin olmayan sarımtırak renklere, hiyerarşi taşımayan kendiliğinden örgütlenmelere pek bayılıyorlar. Onara göre birey, tam da böyle fosforlu bir kıyafetle isyana giriştiğinde bireyleşebilir. Saman alevinin sıcaklığı sol liberallerin içini ısıtmaya yetiyor, parlaklığı da -ideolojilerinin bulanıklığından olsa gerek- yollarını aydınlatmaya kâfi geliyor. Onları, hülyalı rüyalarından uyandırmayalım!
Sosyalistler ise ciddiyeti haşa elden bırakmıyorlar; Macron’un Fransa’daki siyasi krizi patronlar lehine çözümlemek için iktidara geldiğini, neoliberal birikim rejiminin güvensiz çalışma yaşamı yarattığını, sağlık sisteminin emeklilik koşullarının ve yaşam standartlarının gittikçe felakete sürüklendiğini, böyle giderse yeni bir küresel ekonomik krizin çok yakın olduğunu söylüyorlar. Fransız halkının örgütlenme deneyimlerine, ferasetine ve dinamizmine çokça vurgu yapılıyor. Bastille Hapishanesi baskınını, Jakobenleri, Jirondenleri, Thermidor’u anımsamamak mümkün mü? 1871 Komünü hatırlanıyor ve başlık atılıyor: “Paris; ışıklar kenti, ihtilal şehri!”
17. yüzyılda İngiltere’de çiftçilerin topraklarından zorla çıkarıldığı zamandan beri, ilk meta biriktirme sürecinden itibaren kapitalizmin vahşeti apaçık. Sosyalizm; kapitalizmin içsel krizlerini, çürümüşlüğünü, asalaklığını üç yüz yıldır söylüyor, bu tespit aşaması çoktan geçildi. Sosyalizm, 18. ve 19. yüzyıllarda kapitalizmin nasıl yıkılacağı ile uğraştı, 20. yüzyıl ise yeni bir üretim tarzının sorunlarıyla geçti. Soğuk savaşın ahmak ideologları bile, Sovyetlerin üçayaklı bir masa bile yapamadığı, masanın ayaklarını bir türlü aynı boyda kesip tahta ile birleştiremediğini söylerken, yeni üretim tarzının inşa sorunlarıyla alay etmeye çalışıyordu. Eleştirilerde yeniden en başa dönüldü. Artık yıkıcılık, kuruculuk veya inşa sürecinin sorunları söz konusu edilmiyor, yeniden birikim rejiminin içsel sorunlarının tespitinden bahsediliyor.
Hala emperyalizm çağındayız ve dünyanın birçok yerinde kapitalizmin neoliberal ekonomik modeli hüküm sürüyor. Son 15 yılda neoliberal modele karşı çeşitli toplumsal kabarışlar ve direnişler oldu. Arap Baharı, Gezi, Occupy Wall Street, İndignados gibi hareketler öfke patlamasının halktaki karşılığı oldu. Bolivarcı Chavist seçenek, Syriza ve Nepal’deki sosyalist iktidar deneyimleri ise yeni arayışların parlamenter karşılığı oldu. Bütün alternatif seçenekler hem halk hareketleri hem de iktidar deneyimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Neoliberalizm bu krizi aştı ve birçok yerde faşist sağ yönetimler iktidara geldi.
Sarı Yelekliler; Gezi’ye, Wall Street’i İşgal Et eylemlerine benziyor. Bu tip gösteriler, neoliberalizmin faşist olmayan olsa olsa otoriter sayılabilecek iktidarlarına karşı büyüme imkânı buluyor. Faşizm, bu karakterdeki kalabalık gösterilere izin vermez. “İzin vermez” tamlaması rastgele kullanılmadı. Faşizm toplumsal rızaya dayanır, zor aygıtını tabana yaymayı başarır, demokratik girişimleri daha doğmadan engeller. Eğer bir aksilik olur, büyürlerse de kanlı biçimde bastırmaya girişir. Otoriter yönetimler ise tabana yayılmayı başaramadığı ve rıza devşiremediği için, demokratik eylemlere ya izin verirler ya da kalabalıklar arttığı zaman izin vermek zorunda kalırlar.
Sarı Yelekliler, şiddet dozu oldukça düşük ve kanlı bir hesaplaşmaya hazır olmayan naif bir kalkışmadır, zaten buna gerek de yoktur. Tabana zor aygıtını yayamayan; ama otoriterliği de elden bırakmayan neoliberal bir başkan olan Macron’a karşı olması da tesadüf sayılamaz. Fransa, neoliberalizmi sürdürmek için, hala faşist olmayan eski yöntemleri sürdürmeye çalışıyor. Örneğin Sarı Yelekliler tarzında bir eylem Filipinler’de olsaydı, “Komünist isyancıları öldürmek kuşları öldürmekten daha kolay; çünkü isyancıların daha büyük kafaları var” diyen devlet başkanı Duterte, Macron kadar sakin kalabilir miydi? Ya da Brezilya’da Bolsonaro ne yapardı? Daha üç ay önce “Bu kızıl haydutlar vatanımızdan kovulacak. Brezilya tarihinde hiç görülmemiş bir temizlik olacak” demişti. Tayyip Erdoğan’ın başına yeni bir Gezi gelse, ondan Fransa başbakanının yaptığı “Eylemcilerin taleplerini duymamak için sağır olmak gerekir” gibi bir açıklama beklemek naiflik olurdu.
Sarı Yelekliler’in eylemlerinin birine ait olan görüntü kaydı meramızı daha iyi ifade ediyor. Görüntülerde, Paris arka sokaklarında belinde tabancasıyla bir polis memuru göstericilerin arasında kalıyor. Polis olduğu eylemciler tarafından hemen fark ediliyor ve beş altı kişinin saldırısına uğruyor. İmkânı olduğu halde, eli silahına gitmiyor, fırsatını bulur bulmaz da göstericilerin arasından kaçıyor. Tam da bu aşamada ülkemize dönelim. Yemin töreninde “Ol deyince olduran, gönülleri iman ile dolduran, Allah’a, Kuran’a, Peygamberlere, Bayrağa ve Silaha yemin olsun! Şehitlerim Rahat Uyusun, Gazilerim Emin Olsun. İntikam! İntikam! İntikam Daim Olsun! Unutursak Kanımız Kurusun, Allah Türk’ü Korusun. Âmin!” diyen bir özel harekât polisi, Paris’teki gibi bir tabloda nasıl davranırdı? Faşist Tayyip Erdoğan yönetimi Gezi’den dersini almıştır. Tıpkı Putin, Modi, Trump ve Duterte gibi benzerlerinin kendi ülkelerinden edindikleri tecrübeler gibi.
Erdoğan rejimi, bir daha böyle kalkışmaların olmaması için elinden geleni yapıyor. Yüksel Caddesi’nde KHK’lara karşı direniş mi var, hemen oraya mobil bir karakol kuruyor. Üçüncü Havalimanı işçilerinin taleplerine destek artınca yüzlercesini gözaltına alıyor, şantiyeye giriş çıkışı yasaklıyor ve işçi önderlerini tutukluyor. Kadına Şiddete Karşı Mücadele günü bile, gaz bombalarına ve yol kesmelere sahne oluyor. AKP iktidarı karşı hamlelerini teorik gerekçelerle, yani patronculuk ya da erkeklik refleksiyle değil; kalabalıkların ne sebeple olursa olsun büyüme ihtimalini yok etmeyi hedefleyen ‘devlet’ refleksiyle yapıyor. Tüm bunlara rağmen demokratik muhalefet açığa çıkmayı başarıp büyüyüp serpilirse, siyasal tablo artık Gezi’deki gibi kalmayacaktır; kanlı çatışmalar gündemde olacaktır.
Sözün özü, Sarı Yelekliler veyahut Gezi tarzı eylem biçimlerinin vakti dolmuştur. Bu direniş tarzları yenilmiş ve onların ardından faşist yönetimler iktidara gelmiştir. Faşizm, bu tipte gösterilere hareket alanı tanımaz; ola ki kaçamak bir noktadan direniş patlak verse dahi onu kanlı şekilde bastırma yolunu tercih eder.
Fransa’da faşizm yok; neoliberalizmin çıkarlarına uygun, tepeden inme gelen teknokrat bir devlet başkanı var. Sarı Yelekliler eylemi, kendi karakteri itibarıyla, büyüse bile en fazla Fransa içi dengeleri değiştirebilir, faşizan sağ iktidarları sarsacak bir direniş halkasının başlangıcı olamaz. Fransız komünistlerinin, Sarı Yelekliler’in direnişine katılma ve müdahale biçimleri elbette çok önemli. Ne var ki, Türkiye’den Fransız komünistlerine akıl vermenin, onları eylemleri dönüştürmeye davet etmenin bir anlamı yok. Yine Türkiye’den eylemlere katılmalı mı katılmamalı mı sorusunu sormanın da bir anlamı yok. Bu eylemlilik biçimi vaktini doldurmuştur ve yapısal özellikleri nedeniyle TC gibi faşist iktidarların olduğu ülkelere sıçrama ihtimali gözükmemektedir.
Dünyanın başına bela olan şeyin simgesi Macron’lar değil; zor aygıtı tabana yaymayı başarmış ve kanlı hesaplaşmalardan hiç çekinmeyen faşist iktidarlardır. Sarı Yelekliler’in yöntemleri de bu belaya ilaç olmaz.