Sarı Yeleklilerin tarihsel ve siyasal özellikleri – Halil Yıldız

Sarı Yelekliler, Fransa topraklarında rüşeym halindeki protestocu enerjiyi açığa çıkardı. Gösteriler biraz hız kesse de, ülkedeki politik atmosferin halen en önemli konusu. Sarı Yelekliler’in dinamiklerini ayrıntılı olarak ele almak gerekiyor.

Macron iktidara geliyor

Bir buçuk yıl önceki seçimlerde genç bankacı Macron, dönemin sosyalist partili Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından deyim yerinde ise şapkadan çıkartılarak Maliye Bakanı olmuştu. Siyaset sahnesinde hiçbir deneyimi olmayan Macron, popülaritesi çok düşen ve artık seçim kazanamayacağı anlaşılan Hollande için bir sonraki seçimlerde aday olarak öne çıkarılabilecek iyi bir isim olarak görünmekteydi. Hollande, Macron’un Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda perde arkasından yönetebileceği bir figür olarak görüyordu. Kabinesinde Maliye Bakanı yaptığı Macron’un ismi Fransız kamuoyunda günden güne duyulur hale gelmeye başlamıştı.  Macron, Hollande tarafından Cumhurbaşkanı olarak piyasaya sürüldükten sonra, Hollande’ın yerlerde sürünen popülaritesinin kendisine zarar verdiğini görmekte gecikmedi.

Hollande’ın da içinde olduğu Sosyalist Parti, özellikle son yirmi yılda bir elitler örgütüne dönüştü ve halktan koptu. Bizdeki Mülkiye’nin karşılığı olan İdareler Yüksek Okulu’ndan çıkmış kadrolar, partinin başına geldi ve hemen hemen hepsi ülke yönetiminde görev aldı.

Hollande’ın gözden düşmesindeki ikinci neden ise uyguladığı kemer sıkma politikaları oldu. Örneğin şirketlere durmadan sübvansiyonlar ve yardımlar aktardı. Sözde bu şirketler yeni iş sahaları açacaktı; ancak hiç de öyle olmadı. Asgari ücret Hollande’ın iktidarda olduğu üç yıl boyunca arttırılmadı. Sadece enflasyon oranında artış yapıldı, sosyal haklarda kesintiler yapıldı. Halktan kopuş ve kemer sıkma politikaları Hollande’ın sonunu getiren iki temel neden oldu.

Hollande ile birlikte sahaya çıkıp Hollande’ın adamı etiketini yerse, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamayacağını anlayan Macron, En Marche (Yürüyüş Partisi) adlı bir hareket kurdu. Bugün parlamentoda belli başlı şahsiyetler dışında bu hareketten seçilen milletvekilleri çok genç isimlerden oluşmaktadır. 30-35 yaşlarında siyasi tecrübeleri olmayan gençlerden oluşan En Marche 1,5 yıldır iktidarda olmasına rağmen; parti teşkilatlarını örgütlemeyi başaramadı. Bu gençler üst yönetimi kurdular ama vilayetlerde bir türlü parti teşkilatlarını örgütlemeyi başaramadılar. Bu yüzden En Marche teşkilatının üst yönetimindeki isimler, Macron’u cumhurbaşkanı seçtiren Sosyalist Parti’nin merkez ve sağ kanatlarından gelen kişilerden oluştu.

Tekrar Macron’un iktidara geldiği bir buçuk yıl önceki seçimlere dönelim. O dönemde Sosyalist Parti, cumhurbaşkanı adayı olarak sol kanat temsilcisi Benoit Hamon’u göstermişti. Hamon adaylık önseçiminde partinin 30-35 bin civarında oyunu alarak birinci sıraya yerleşti. Sosyalist Parti’nin merkez ve sağ kanadı, önseçim sonuçlarını tanımadı ve Hamon’un arkasında durmayarak Macron ile hareket etmeyi tercih etti. Örneğin Sosyalist Parti’nin ağır topları Lyon Belediye Başkanı Gerard Colomb ve Batı Fransa milletvekillerinden Jean Yves Learian, tercihini Macron’dan yana koyan iki önemli isim oldu.

Learian, Hollande hükümetinin Savunma Bakanı’ydı. Macron hükümetinde ise Dışişleri Bakanı olarak görev aldı ve halen bu görevine devam ediyor. Bu isimler yalnızca kendileri Sosyalist Parti’den ayrılarak Macron saflarına geçmediler. Aynı zamanda Sosyalist partinin merkez ve sağ kanadının oylarını da Macron’a taşıyarak iktidara gelmesinde önemli bir rol oynadılar. Macron iktidara gelince bu iyiliğin altında kalmadı.  Learian Dışişleri Bakanı yapıldı demiştik. Dışişleri bakanlığı Learian’ın siyasi gücünü arttırmak üzere yeniden yapılandırıldı. Avrupa Bakanlığı ve 10’a yakın bakanlık birleştirilerek kurulan Dışişleri Bakanlığı çok geniş bir yetki alanı kazandı. Lyon Belediye Başkanı Colomb ise Learian gibi Ulusal Güvenlik Bakanlığı ve birkaç bakanlık birleştirildikten sonra yeniden yapılanan ve yetkileri arttırılan İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.

Ancak İçişleri Bakanı Colomb, Sarı Yelekliler hareketine evrilen gidişatın farkına vararak gemiyi ilk terk eden fare oldu ve isyan başlamadan üç ay önce İçişleri Bakanlığı’ndan istifa etti. Lyon Belediye Başkanı da istifa ederek (aslında Colomb tarafından istifa ettirildi) yerini tekrar Colomb’a bıraktı. Eski belediye başkanlığı koltuğuna oturdu. Learian ise hala görevine devam etmekte.

Sosyalist Parti’nin seçim hezimeti

Macron’u iktidara taşıyan seçim, Sosyalist Parti açısından tam bir hezimetle sonuçlandı. Sosyalist Partinin Merkez ve Sağ kanadı desteğini çekince Sosyalist Partinin cumhurbaşkanı adayı Benoit Hamon sadece Sosyalist Parti’nin sol kanadının oylarını alabildi ki, bu oy oranı %6’ya tekabül etti. Hollande’ın şaşaalı Sosyalist Parti’si, daha 2 yıl önce bütün Fransa’da, Mecliste, Senatoda, Cumhurbaşkanlığı makamında ezici çoğunlukla iktidardaydı. Yerel yönetimlerde belediyelerin hemen hemen hepsini elinde tutan Sosyalist Parti’nin adayı Hamon sadece  %6 oy alabildi ve meclise 38 milletvekili sokabildi. Hâlbuki bir önceki dönemde meclis çoğunluğu Sosyalist Parti’nin elindeydi. Yaşadığı seçim hezimetinden sonra Sosyalist Parti yalnızca siyasi krizle boğuşmakla kalmadı. Parti kendisini ekonomik bir krizin ortasında buldu. Parti genel merkezi olan Solferino Sarayı 60 milyon Euro’ya satılmak zorunda kalındı.

Macron nasıl cumhurbaşkanı seçildi

Macron Cumhurbaşkanı adayı olduğunda bir programı yoktu. Sonrasında da bir programı olmadığı görüldü. İlk tur seçimleri bittikten sonra ikinci tur seçimlerinin yapılacağı iki ay boyunca kendisinden 20 yaş büyük karısı tartışmaların merkezine oturdu. Hollande destekliyor mu desteklemiyor mu, bütün tartışma bu oldu.

Macron nasıl seçildi şimdi ona gelelim. Birinci turda Macron %24 oy aldı. Ardından gelen isim ise aşırı sağın adayı Le Pen oldu. Aşırı sağın adayı Le Pen %19 oy aldı.  Muhafazakâr Parti’nin cumhurbaşkanı adayı %18 oy alarak, sağın bir ittifak durumunda ciddi bir güç olabileceğini gösterdi.

Solun en yüksek oy alan adayı ise Melenchon oldu. Eski Sosyalist Partili senatör Melenchon Boyun Eğmeyenler Hareketi’nin lideri olarak aday olduğu ilk turda oylarını 2-3 puan daha arttırabilseydi Le Pen yerine ikinci aday olarak Macron’la beraber ikinci tura kalabilecekti.  %6 oy alabilen Hamon ise seçimlerde arkasında durmayan Sosyalist Parti’den istifa etti.

İkinci turda sağın Le Pen ve Muhafazakâr Parti’nin ittifakı durumunda olası bir sağ iktidar ihtimali seçmenleri refleks olarak Macron’a yaklaştırdı. Bu refleksin nedenini anlamak için Fransa’daki seçim sistemini kısaca anlatmakta fayda var. Fransa’da dar bölgeli iki turlu bir seçim sistemi uygulanıyor. 50 bölgede 500 milletvekili seçiliyor ve her seçim bölgesinden her parti bir aday gösteriyor. Birinci turda yüzde 50 alan aday seçiliyor. Birinci turda yüzde 50 oy alınamazsa en fazla oy alan iki aday ikinci tura kalıyor. Aslında kayıtlı seçmenin yüzde 30 unun oyunu alanlar ikinci tura kalıyor; ama bu teknik olarak mümkün değil. Çünkü katılım az olduğundan kayıtlı seçmenin yüzde 30’u oranı seçimlerde yakalanamıyor ve bu yüzden üçüncü bir aday çıkmıyor.

Sağın iktidara gelmemesi için seçmenlerin ehveni şer başka bir adaya oy verme refleksi Fransa yakın tarihinde daha önce de karşımıza çıkmıştı. Le Pen’in babası da seçimlerde ikinci tura kalmıştı. O günlerde Le Pen karşısındaki aday Jack Chirac, komünistlerden bile Le Pen seçilmesin diye oy almıştı. Macron da bu seçimlerde çocuk Le Pen karşısında aday olunca tüm antifaşist oyların çekim merkezi oldu ve bu atmosferde Macron Cumhurbaşkanı seçildi.

Ne menem bir kuştur Macron

Sarı Yelekliler eylemi bir yanıyla gecikti bile diye düşünülebilir. Fransız sosyalistleri Macron’a seçildikten sonra 6 ay ömür biçiyorlardı. Çünkü Macron’un nasıl bir politika izleyeceğini aşağı yukarı tahmin ediyorlardı. Macron hangi politikaları izleyeceğini,  neoliberal politikaları izlemekte ne kadar pervasız olabileceğini Maliye Bakanlığı yaptığı dönemde hissettirmişti. Ancak o dönemde Sosyalist Parti milletvekillerinin bariyeriyle karşılaşmıştı. Çünkü milletvekilleri Macron çizgisinin partiye çok oy kaybettireceğini düşünüyorlardı.

Örneğin meşhur sinema sanatçısı Gerard Depardieu o dönemde Fransa’yı terk ederek Rusya’ya yerleşmiş ve Rusya vatandaşı olmuştu. Fransa’da yaklaşık 20 yıl önce konulan servet vergisi son dönemde arttırılarak %1 e çıkarılmıştı. 1.3 milyon üzerinde serveti olanlardan toplam servetinin %1’i kadar yıllık vergi alınmaktaydı. Örneğin bir köşkünüz olduğunu düşünün değeri 1 milyon Euro olsun, bankada da 50 bin Euro paranız var; 250.000 Euro değerinde bir de yazlığa sahipsiniz. Bu durumda yıllık 13 bin Euro vergi ödemek zorundasınız; ama maaşınız 2000 Euro. Yani bu vergiyi ödeyebilecek durumda değilsiniz. Yani yıllık vergisini bile ödeyemediğiniz 1 milyon Euroluk bir villada yaşıyorsunuz.

Bu örnek çok spesifik gelebilir; ama bu örneğin Fransa’da özellikle büyük kentlerde toplumsal bir karşılığı var. Paris’te, Lyon’da bunun gibi çok örnek var. Bu verginin mantığı şu denklem üzerine kurulu. 1.3 milyon Euro’nun üzerinde serveti olan zengindir. Bu sosyal grubun geliri az olsa bile mülk anlamında servet sahipleridirler. Servet vergisi ile hem kamu için bir gelir etmek hem de rantçılığın önüne geçmek istendi. Fransa’da miras yoluyla rant elde eden, mülk devralan önemli bir kesim var. Bu kesimin geliri çok düşük ve son yıllarda sayısı bir hayli arttı. Çalışmayan, geliri düşük ancak milyonluk apartmanlarda, dairelerde, villalarda oturan sayıca azımsanmayacak bir kesim oluştu. Servet vergisi, elinde likiti olmayanların bu mülklerini satmasını ve rant üzerinden geçinmesini engellemeyi hedeflemekteydi.

Bu durumun Türkiye’den bakınca pek anlaşılmayan bir mantıki açıklaması var. Fransa tarihinde 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bir kesim büyük rantlara kondu ve rant üzerinden yaşamını idame ettirdi. Bu yasa Fransa’da devlet kasasına önemli bir vergi getirdi. Servet vergisine yalnızca Depardieu gibi zengin rantiyeci kesimler itiraz etti. Toplumda genel memnuniyet yaratan bu yasayı kendi dönemlerinde ne Chirac ne Sarkozy iptal etmeyi göze alabilmişti. Macron iktidara gelince servet vergisini kaldırdı ama bu kadarıyla da yetinmedi. Orta sınıfın gelir vergisi oranlarını yükseltti, KDV’yi ve dolaylı vergileri yükseltti. Servet vergisinin kaldırılması ile oluşan bütçe açığını orta sınıflara oranında yükledi. KDV yüzde 19’dan 20’ye çıktı. Tüm vergileri %1 arttırırken şirketlerin vergisini 3 puan düşürdü.

Fransa dünyada vergi oranı en yüksek ülkelerden biriydi. Çünkü halkın yaşadığı yüksek hayat standardı o yüksek vergilerle karşılanıyordu. Belçika, Hollanda, Fransa, Almanya gibi ülkelerde bir azınlık yüksek standarda sahip olacağına, vergiler toplanarak herkese yüksek standart sağlanıyordu. Fransa’da gayrisafi milli hasılanın %46’sı toplanan vergilerden oluşmaktadır ve bu oranın bugün itibarı ile sadece %4‘ünü şirketler ödüyor. %20 küsuratı KDV olarak yoksul ve orta sınıflardan yani tüketenlerden alınıyor. Yüzde 17’si gelir vergisinden geliyor. Bu gelir vergisi oranları içinde de yüksek gelir düzeyindekilerden toplanan vergi oranları çok düşük. Bu durum, Fransa halkında içten içe bir patlamanın dinamiklerini biriktirmekteydi.

Sarı Yelekliler

Yaklaşık 15 yıldır Fransa’da her araç şoförü, elinin altında bir sarı yelek bulundurmak zorundadır. Bu yelek torpido gözünde olmak zorundadır, herhangi bir kaza anında eğer yol üstündeyse sarı yelek giymek zorundadır. Sarı yeleğin bazılarının yorumladığı gibi revizyonizmle falan alakası yoktur.

Gelelim Sarı Yelekliler hareketinin kendiliğinden niteliği üzerine tartışmalara. İnternet üzerinden çağrıyla başladı dendi, arkasında Boyun Eğmeyenler var deniyor, sağ var deniliyor. Hiçbir örgüt bu eylemin örgütleyicisi olmadı. İnsanlar sokağa inince bu hareketler biz de destekliyoruz dediler. Sosyalist Parti bile eylemin ikinci haftasına kadar bir destek açıklaması yapmamıştı.

Sarı Yelekliler hareketi kendiliğinden niteliğine dair Polis Sendikası Başkanı’nın yapmış olduğu açıklama önemli bir emare olabilir.  “Fransa’da dönem dönem büyük eylemler olur ve eylemlerde şiddet de olur; ama partiler, sendikalar, dernekler, örgütler bizim muhataplarımızdır. Bu yapılar düzeni ve güvenliği sağlarlar. Sarı Yelekliler eyleminde muhatap bulamıyoruz. Eylemlerde bir düzen de yok. Bu yüzden büyük sıkıntı çekiyoruz, baş edemiyoruz.”

Eylemcilerin sarı yelek tercihinin nedeni şu: Petrol zammına tepki olarak sokağa çıkarken, güvenlik gerekçesiyle her arabada olan sarı yelekleri giyelim; böylece birbirimizi tanımış oluruz. Eylem bir süre sonra, sen başlattın ben başlattım tartışmalarına dönüştü. Hala bir hareket ve lider görünmüyor. Her yerde Sarı Yelekliler komitesi oluştu. Mahalle ve köy içlerinde bile, sen mi lider olacaksın ben mi kavgaları ve çekişmeleri başladı. Bırakalım ulusal çapta bir komiteyi, Gezi eyleminde olan komite ve platformlar benzeri örgütlenmeleri bile Fransa’da görmüyoruz.

Başlayışı ve organik yapısı itibarıyla, bu hareketin merkezileşmesi mümkün görünmüyor. Bunun için siyasi parti ve sendikalar işin içine girip bir şekilde liderliği ele almalı ve siyasal olarak şekil vermelidir. Hareket ancak böyle bir yöne doğru götürülebilir. Aksi takdirde bu eylemler eninde sonunda bastırılır ve kan da akabilir. Ya da bastıramazlar, bastırsalar da kesin olan şey ya bu hükümetin istifasına ya da erken seçime gitme zorunluluğudur.

Eylemin motivasyonlarından biri Avrupa Birliği’ne tepki mi?

Bilindiği gibi Fransa artık merkez Avrupa olarak anılmıyor. Almanya’nın başı çektiği ve merkezine oturduğu bir AB var. Her ne kadar Fransa’da 2004 referandumunda biraz oranlar düşük çıksa da, o referandumda tepki liberal bir AB anayasasına yönelikti, AB fikriyatına değil. Genel olarak Fransa halkı AB projesine bağlıdır denebilir.

Avrupa’da şöyle bir siyasi gelenek oluştuğunu gözlemlemek mümkün. Hükümetler ters giden ne varsa AB’yi sorumlu tutuyorlar. Aslında AB yetkileri kapsamında olmayan konularda bile ters giden bir şeyler varsa, AB suçlanıyor. Ancak Fransız halkı bu sorunların AB değil ulusal politikalardan kaynaklı yaşandığını bilecek kadar politik bir halktır.

Göçmenlerin eylemlere katılım oranı

Bu tür eylemlere göçmenlerin Avrupa’da daha doğrusu Fransa’da katılım oranı bir hayli yüksektir. Hatta ekranlarda liselerdeki görüntülere dikkat edilirse siyahların katılımının yoğun olduğu fark edilecektir. Siyahlar, Araplar, Türkler vb. göçmenlerin yoğun yaşadığı Mantes-La-Jolie mahallesinden bu görüntüler servis ediliyor. Bu mahalle Paris’in bir mahallesidir. Liselilerin sokağa çıktığı yerler büyükşehirlerde yabancıların yoğunlukta olduğu banliyölerin liseleridir. Üniversitelerde şimdilik bir hareketlilik yok, biraz izliyorlar; çünkü belli bir sistematiği olmayan bir hareketle karşı karşıyalar. Siyasi partiler ve sendikalar şu anda daha çok bu eylemleri kontrol altına almakla meşguller.

Sendikaların eylemlere katılımı

Kuzey ülkelerinde sendikalar güçlüdür; çünkü sendikal haklardan sadece sendika üyeleri yararlanır. Fransa’da ise sendikaların durumu tam tersinedir. Fransa’da sendikalar bir sektörde bir anlaşma imzaladığında sadece üyeleri değil sektörde çalışan tüm işçiler aynı haktan yararlanır. Bu yüzden sendikaların örgütlülük oranı işçiler arasında %10 bile değildir. İşçiler zaten sendikasız da olsa sendikalı işçilerle aynı haklardan yararlandığından maaşlarından kesinti yapılmaması için sendikalara üye olmayı tercih etmezler.

1946 yasasında işçilere temsil hakkı verilmiştir, bu nedenle hükümet iş kanunu ile ilgili bir yasa çıkarırken eninde sonunda sendikalar ile uzlaşmak zorundadır. Aksi takdirde hükümetin önerdiği hiçbir yasa onaylanamaz. Bu yasayı değiştiren de Macron oldu ve bu değişiklik de oldukça tepki çekti.

İşçiler niye greve gitmiyor

Esas itibarıyla vergi oranlarının artışı gibi saldırılar olsa da, Türkiye’deki gibi bir fakirlik yok. Asgari ücret 1600 Euro, en düşük emekli maaşı ise 853 Euro. Bu eylemlerin sosyal yapısı genel olarak siyasete karşı, dünyadaki sağ ve sol popülist hareketlerden etkilenen bir kesim.  Kirli siyaset söyleminden etkilenip, Macron’u başlarından atmak isteyen geniş bir kesimde, dünyada güçlü liderler var bizde de böyle liderler olsun düşüncesi oldukça hâkim. Mesela olumsuz bakılsa bile güçlü bir lider olarak Tayyip Erdoğan tanınan bir figür. Kullandığı One Minute ve kriz döneminde Putin’le dalaştığı sözler akılda kalmış. Bu güçlü lider arzusunun yaygınlığı uzun vadede faşist yükselişin zemini olabilir ki Le Pen bu imajla hızla yükseliyor.

Eylemler ve Fransız polisi

Fransa’da kendiliğinden bir hareket başlarsa kolay kolay durdurulamaz. Fransa bir polis devleti değildir. Fransa devletinin toplam polis kadrosu 89 bindir. Ve bunun ancak 60 bini aktif olabilir. Diğeri eğitim, izin, hastalık vb. nedenlerle aktif olamaz. Fransız polisi Türk polisinden farklı olarak oldukça eğitimlidir. Ayrıca sol Fransa’da polis içinde çok örgütlüdür. Sosyalist Partiye yakın polis sendikasının örgütlülük oranı %20 civarındadır.

Erken seçim ya da Macron’un istifası sonrası Fransa’nın siyasal yönelimi

Bu eylemlerle birlikte Macron’un ömrü tükenmiştir. İstifa etmezse erken seçimle birlikte Macron silinir. Yerine muhtemelen bu gidişatla Boyun Eğmeyenler hareketinin lideri Melenchon seçilecektir. Melenchon neoliberal politikaları devam ettirir mi bilemeyiz ama Melenchon AB’de vergi ve iş kanunlarını harmonize etmezsek AB’den çıkışı bile düşünmek lazım diyen bir liderdir. Dolayısıyla neoliberal politikaları devam ettirmeme ihtimali yüksek görünüyor. Başka bir endişe ise ikinci bir Syriza vakası yaşanır mı endişesidir. Fransa’da bu ihtimal de pek mümkün görünmüyor. Bütçe bakımından, ekonomik koşullar açısından Yunanistan’dan çok daha güçlü bir ülke Fransa.

Sosyalist Parti’nin şu an Meclis’te 38, Senato’da ise 80 milletvekili var. Sosyalist Parti 6 ay sonra yapılacak Avrupa Parlamentosu seçiminde eski oy oranını yakalamasa bile ciddi bir artış yakalayacaktır. En kötü ihtimalle oy oranı %15’leri bulacaktır.

Komünist Parti’nin 1980’de %20 oyu varken, bugün oyu % 3’lere düşmüş durumda. Ancak iki turlu dar seçim sisteminden kaynaklı Komünist Parti’nin güçlü olduğu yerler var. Bouohes-du-Rhone, Lyon Rhone nehri havzası ve Marsilya ve Kuzey Lille tarafında güçlüler. Bir de Paris’in etrafındaki Saint-Denis gibi doğu banliyöleri var. Bu yörelerde %3 ile 30 milletvekili ve 40 senatör çıkarıyor. Senatörler ve Milletvekilleri arasındaki farkı kısaca belirtmekte fayda var. Senatörler halk tarafından değil belediye başkanları, meclis üyeleri, muhtarlar, il meclis üyeleri yani seçilmişler tarafından seçilir. Senatör yerel yönetimleri temsil eder. Yasalar meclisten geçtikten sonra noktası virgülüne kadar Senato’dan onay almak zorundadır. Senato kanunu onaylamazsa Cumhurbaşkanı kararları veto edebilir. Senato’nun karşı çıktığı bir yasa 2 yıl sonra çıkabilir. Hollande döneminde Sosyalist Parti tarihte ilk kez Senato’da çoğunluktaydı. Hollande’ın nasıl bir güce sahip olduğunu ve Sosyalist Parti’yi nasıl pespaye ettiği buradan anlaşılabilir. Fransız Senatosu, Fransa cumhuriyet olduğundan bu yana beş cumhuriyet boyunca hiçbir zaman solda olmamıştır.

İkinci ihtimal ise, sağın güçlü olduğunu ve güçlü bir lider arzusunu düşünürsek, AKP’den beter Le Pen iktidara gelebilir. Bunun için insanlar biraz tedirgin. Çünkü Fransız siyaseti bir uçtan bir uca savrulabilir. Şimdiden hangi uca savrulacağını kestirmek çok zor.

Fransa sağı aslında global olarak artmadı. Le Pen oyları Ulusal Cephe oyları arttı ama merkez muhafazakâr sağın oranları aynı oranda düştü. Merkez muhafazakâr sağcılar da en az Le Pen kadar radikaller. Aslında sağ içinde oylar gidip geliyor. Le Pen merkeze oturdu. Sarkozy’in partisinin eski üyesi Nicolas Pupont Aignant aldığı tavırlarla yabancılara ve göçmenlere karşı Le Pen’den daha ırkçı bir söyleme sahip. Aignant da Sarı Yelekliler’in arkasındayım, destekleyeceğim, en önde yürüyeceğim diyor. Çıktı biz Elysee Sarayı’na kadar yürüyüp oraya da gireceğiz diye demeçler verdi. Bu aşırı sağcı adam, Muhafazakâr Parti’den istifa etti.

Sağ, kendi bayrakları ile olmasa da sarı yeleklerle sokağa çıkıyor. Onlar da bu hareketten faydalanmak istiyorlar. Çünkü bu eylemlerin sonunda erken seçim olacak ve Fransız sağı da bu sürecin dışında kalmak istemiyor.

Eylemler bir iç çatışmaya evrilebilir mi

Champ-Elysees’de mağazalara saldıran ve yağmalayanlara solcu diye sağcıların saldırdığını, başka yerlerde ise solcuların ırkçıların derneklerine saldırdığı lokal çatışmaları görüyoruz.  Siyasi partiler ve sendikalar tüm militanlarını sokağa döküp hareketi çevrelemezler ve kontrol etmezlerse bu eylemler ikinci bir Hitler yaratma potansiyelini içerisinde barındırıyor.

Fransa siyaseti bu günlere nasıl geldi

Fransa’da şu anda siyaset tamamen dağılmış vaziyette. Eskiden 4-5 partinin olduğu bir yerde şimdi 30-40 parti ve hareket var. Macron’un siyaset sahnesine çıkışı, AKP’nin siyaset sahnesine çıkışının temel nedeni olan 2001 krizine benziyor. 2001 krizinde Türkiye’deki gelenek partileri adeta tabela partisine dönmüştü.

Macron’un 1,5 yıllık döneminde uygulanan neoliberal politikaları sadece Macron’a mal etmek doğru değil. Hollande dönemini yukarıda anmıştık. Sarkozy’in neoliberal politikaları onun politik hattı ile uyumluydu ve halk bu yüzden Sarkozy politikalarına karşı büyük bir teveccüh göstererek Sosyalist Parti’yi iktidara taşımıştı. Yoksa tekrar Sarkozy’i seçerlerdi. Aslında kimse Macron’un seçileceğini beklemiyordu. Fransa’da merkez liberal kesim Avrupa yanlısı siyaseti çokça dile getirmektedir. Liberallerin ütopyası, Federal Avrupa’dır.  Bu kesim son anda kendi adaylarını çıkaracakken adaylarını çektiler ve Macron’a destek verdiler. Macron da liberallere 60 milletvekili vererek, onları kendi listesinden seçtirdi. Farkı kesimlerden liberaller ortaklaşarak Macron’u seçtirdiler.

Fransız Komünist Partisi’nin tabanı sağa kaydı

Fransa’da 1980’lere kadar Sosyalist ve Komünist Parti çok güçlüydü. Mitterand sosyalist ve komünist oylarla seçildi. Fransa’da maden ocakları ve ağır sanayi bölgesi olan Güney Marsilya, Lyon, Kuzey Lile ve doğuda Alman sınırında yer alan Alsas demir ocakları boyunca Komünist Parti oldukça etkindi. Mitterrand döneminde sol politikalar uygulandı. Üç haftalık yıllık tatil süresini dört hafta yapıldı. İşçi ücretlerinde büyük artışlar oldu. 1985 yılına gelindiğinde, bu uygulamaların devamı noktasında finansman sorunu ortaya çıktı ve sosyalistler seçimi kaybetti, kazanan Cricah oldu. 1986’da 2 sene boyunca hükümet ve meclis sağ görüşte iken, cumhurbaşkanı ise solda bir isim oldu. Bu tablo Fransa’da öngörülmemiş bir durumdu. Fransa’daki sistemde De Gualle’ün kurduğu sistemde cumhurbaşkanı seçilince otomatik olarak meclis de aynı partiden oluşuyordu. Tıpkı bizdeki başkanlık sisteminde oluşabilecek kriz gibi, Fransa’da da büyük bir kriz ortaya çıktı. Cricah politikaları da bu bütçe krizini aşamadı. Cricah 2 yıl iktidarda kaldı ve sonrasında Mitterrand, Meclisi fes etti. Yapılan seçimlerde tekrar sosyalistler iktidara geldi.

Ardından Michel Rocard dönemi başladı. Ama geçmişin belleği ile sosyal politikalardan bu dönemde de tavizler verilmeye devam edildi. Laurent Fabus da aynı politikaları devam ettirdi. Bu iki başbakan döneminde 1988’den itibaren geri adımlar atıldı. Şirketlere yardım politikası, Almanya üyeliğinin AB’ye kabulü gibi esnek adımlar atıldı. Böylece Sosyalist Parti liberalizmin batağına boğazına kadar batmıştı.

AB’nin kurulması ile Fransa’da ağır sanayi, kömür ocakları ve fabrikalar peş peşe kapanmaya başladı. Renault bu dönemde Türkiye’ye geldi. Fransa’da işçiler işlerini kaybetti. Birkaç yıl işsizlik maaşı aldılar ama bu palyatif uygulama, sorunu çözmedi bu dönemde çok sayıda intihar vakaları yaşandı. Zamanla bu kitle aşırı sağın tabanı oldu. Aşırı sağ parti olan Ulusal Cephe, bugün zamanında Komünist Parti’nin etkili olduğu yerlerde güçlü. Ama Komünist Parti ve Sosyalist Parti de hala güçlü. Bu bölgelerde sonuçlar Le Pen ile Komünist Parti arasında yarı yarıya oranında çıkıyor.

Fransızlar liberal zokayı nasıl yuttu

1946 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Komünist Parti %35 oy oranı ile en büyük partiydi. Ufak tefek sosyal demokrat partiler toplamda %15 gibi bir oy toplamına sahipti. Merkez partiler % 10-15 civarında iken, De Gaulle’ün etrafındaki sağ kesimin oyları  %30’lar civarındaydı. Bu dönemde De Gaulle siyasetten çekilmişti. De Gaulle, ben ülkeyi kurtardım, siyasetle uğraşmam diye düşünüyordu. O dönemde sosyal demokratlar iktidarı komünistlere teslim etmek istemediler. Seçimlerden Komünist Parti birinci parti çıkmış olsa da, koalisyon kurmadılar. Sosyal Demokratlar savaş sonrası ulusal bütünlük safsatasıyla sağ ile masaya oturdular. Ortak bir politika, ortak bir anayasa, ortak sosyal haklar üzerinden anlaşarak koalisyon oluşturdular. Burada dikkat çekilmesi gereken iki nokta Komünist Parti’nin iktidara gelememesi ve Avrupa’da ilk olan geniş sosyal hakların kazanımıdır. Bu haklar sağın da komünistlerin de rıza gösterdiği bir mutabakatla kazanıldı. Bu haklar anayasal garanti altına alındı.

Fransa’da şöyle bir hata yapıldı. Nasıl olsa ne kadar zorlansa da bu haklar anayasal garanti altındadır ve değiştirilemez sanıldı. Bu solun en büyük hatasıydı. Macron, anayasal çoğunluğa erişir şekilde seçilince bu hakları tek tek tasfiye etti.

Şunu unutmamalı ki, Fransa’da sosyal hakların korunması bilinci tarihsel gelenek ve birikim itibarıyla solun olduğu kadar sağın da içselleştirdiği bir olgudur. Sadece Sarı Yelekliler eyleminde değil; Fransa tarihindeki birçok eylemde sağ seçmenin sokak refleksi ile bu olgu kendisini ispatlamıştır.