Seçim savaşları start aldı! (2) – Mehmet Güneş

II. BÖLÜM

Erdoğan, Türkiye’nin başına nasıl oturtuldu?

Seçimlerle girdiğimiz dönemi anlamak için bir parantez açarak, Erdoğan’ın Türkiye’nin başına nasıl oturtulduğuna bakabiliriz. Bugünkü koşullardan farklı yanlarını bilerek şunları söyleyebiliriz: O zaman AB, ABD ve NATO, her anlamda Erdoğan’ın iktidara oturtulması için bütün güçlerini kullandılar. Erdoğan, uyanık bir esnaf, Kasımpaşalı bir bitirim, siyasette pişmiş, inanan dindar değil, kurnaz bir dinbazdı. Bu söylenenler onun yeteneklerini küçümsemeyi gerektirmez. İBB başkanlığı döneminde siyasal bir figür olarak tanınmış ve kitlelerle ilişkilerini geliştirmişti ama daha ötesi değil, onu iç ve dış güçlü bir ittifak yetiştirdi ve Türkiye’nin başına oturttu.

Burada iç dinamiklere bakarsak; o dönemde Türkiye istikrarsız, koalisyonlar döneminden geçiyordu. Kürt savaşı, devlet kurumlarını alt üst etmişti. Finans dağıtımını neredeyse mafya denetliyor, peş peşe MİT raporları yayınlanıyordu. Susurluk skandalıyla düzenin bütün pislikleri sokağa saçıldı. 2001 krizi patladı ve bütün burjuva partileri, hatta sistemin tüm kurumları altında kaldı. Sistem, ekonomik ve siyasal bir kriz içinde ve çözümsüz bir durumdaydı, Erdoğan, iç ve dış egemenler tarafından sistemdeki krize çözüm olarak sahneye sürüldü. Elhak görevini başarıyla yerine getirdi.

Erdoğan, Türkiye’nin tepesine kendi yetenekleriyle gelmedi, o süreci hatırlarsak; İBB başkanlığından alınması ve cezaevine konulmasından itibaren belirli bir misyon için özel bir hazırlıktan geçirildi. Daha İBB başkanıyken hem İstanbul sermayesi hem ABD ve AB elçilikleriyle sıkı ilişkiler geliştirmişti. Milletvekili seçilme hakkı yokken, Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere AB ülkelerinde devlet başkanı protokolleriyle karşılandı. ABD Başkanı Bush tarafından eşi Emine Erdoğan’la iki gün Beyaz Saray’da ağırlandı. Bu seyahatten döndükten kısa zaman sonra, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve CHP içindeki MİT’çi kanat tarafından üzerindeki yasak kaldırılarak, Siirt seçimleri iptal edilip yenilenme kararı alınarak, hile-i şeriye ile milletvekili yapıldı, sonrasında başbakan ve cumhurbaşkanlığına oturtuldu. Uluslararası ve ulusal en büyük ittifak kuruldu ve AKP’nin arkasında yer aldı. Daha sonra bu büyük güçlerin Erdoğan’ın karşısında yer alan içerideki güçleri nasıl tuzla buz ettiğini yaşayarak gördük. Bugün İmamoğlu’na verilen cezaya karşı alınan tavırlar, aynı güçlerin İmamoğlu’nun arkasında toplandığını açık gösteriyor.

Erdoğan, cumhuriyet tarihi boyunca kenara itilmiş en yoksul kesimleri sistemin içine çekti, sitemin tabanını genişletti, sisteme taze kan aşıladı, düzenle barıştırdı. Bu, sonrasında uyguladığı emek ve özgürlük düşmanı politikaları için geniş bir kesimde yanılsamalı bir sahiplenme, rıza üretti. Sistem açısından onu uzun süre alternatifsiz hale getiren, bu toplumsal desteğidir. Toplum bugünlere benzer biçimde öfke içindeydi, her taratan muhalefet yükseliyordu, esnaflar onlarca şehirde devlet dairelerine saldırdı. Devlet kurumları dahil düzen partilerine güvensizlik tavan yapmıştı. Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla 2001 krizi patladı ve uluslararası güçler, Kemal Derviş’i göreve yolladı.

Sermaye ve sistem açısından Kemal Derviş’in neoliberal programının uygulanması, düzenin devamı için olmazsa olmaz düzeyinde önemliydi. Aynı program, daha önce 24 Ocak Kararları olarak Demirel tarafından getirildi, ama sivil hükümetler eliyle uygulanamadığı için 12 Eylül Faşist Darbesi gerçekleştirildi. 12 Eylül Faşist Darbesi, siyasal alanda istediği değişiklikleri kısa zamanda gerçekleştirdi ancak, ezici baskı ve teröre rağmen ekonomik programını tam olarak hayata geçiremedi. Özal döneminde neoliberalizme geçişin alt yapısı hazırlanarak önü açıldı ama daha sonra gelen koalisyon hükümetleri, kamuoyu endişesiyle, programı tavsatmak zorunda kaldılar. Erbakan başbakanlığında frene basarak ters yöne çevirmeye çalıştı ve 28 Şubat müdahalesiyle hükümetten düşürüldü. Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetleri de yavaş davrandı ve 2001 krizi sonucu uluslararası sermaye Kemal Derviş’le kontrolü kendi eline aldı ve 24 Ocak Kararlarından daha ağır bir yıkım programını uygulamaya soktu.

AKP dışında hiçbir iktidar, asla Kemal Derviş programını uygulayamazdı. AKP, daha derinleştirerek ve acımasızca uyguladı, uzun süre kimsenin gıkı çıkmadı. Türkiye işçi ve emekçilerinin yüz yıllık ekonomik ve toplumsal tüm kazanımlarını yok etti ve sermayeye eşik atlattı, devleti bölgede bir savaş gücü haline getirdi. Erdoğan, sadece Derviş programını uygulamadı. Türkiye sermayesi, tarihinin en büyük sıçramasını onun döneminde yaptı. Tekeller şişti, içeriye sığmaz hale geldi, dışarıya açıldı. Erdoğan, iktidarına karşı duran tüm güçleri, içeride TÜSİAD ve TSK Genel Kurmayı, dışarıda ABD ve NATO desteğiyle tasfiye etti. Kemal Derviş programını hiçbir sivil hükümet uygulayamazdı ve nitekim uygulayamadı. Ancak Erdoğan bunu başarabildi. Bütün bunları, uzun süre arkasındaki coşkulu kitle desteğiyle gerçekleştirdi. Ancak zamanla, dünya güçler dengesindeki değişiklikleri değerlendirerek, kendisini iktidar yapan iç ve dış güçlerle yollarını ayırdı.

İmamoğlu, hangi siyasetin figürüdür?

Bütün bu dönemler boyunca Kürt özgürlük mücadelesi dışında, iktidarını zorlayan başka bir muhalefet ortaya çıkamadı. Ne zamanki yıkım politikaları toplumun ezici çoğunluğunu açlık sınırına, hatta altına düşürdü; arkasındaki kitle desteği erimeye başladı, düzen içi muhalefet ancak o zaman, o da ‘altılı parça’ olarak görünür hale geldi. Toplumsal desteği zayıflayan Erdoğan, iç ve dış sermaye açısından, epey bir zamandır son kullanım tarihini doldurdu. Ama bu zor koşulları taşıyabilecek bir iktidar alternatifi ortaya çıkmadığından Erdoğan’la gitmek zorunda kaldılar. Artık isteseler de Erdoğan’la gidemezler, yerine yükselen öfkeyi bir dönem yumuşatacak alternatif arayışındaydılar, İmamoğlu ile bu alternatifi buldular. Erdoğan kadar olmasa da 20 yıldır birikmiş öfkeyi, İmamoğlu arkasında toplayarak bir dönem yumuşatabilirler.

Buradan İmamoğlu yasağını değerlendirebiliriz. İmamoğlu’na siyaset yasağını getirenler hangi amacı hedeflemiş olursa olsunlar, bu olayın sonucunda gördük ki, Erdoğan’ı iktidarın tepesine oturtan güçler, iç ve dış ittifaklar İmamoğlu’’nun arkasında toplandılar. ABD ve AB’nin makbul gazeteleri haberi manşetten gördüler ve ünlü kalemler sert eleştiriler yazdılar. Devletler, resmi kınama açıklamaları yaptılar. Benzer bir ağızla içeride TÜSİAD devreye girdi. Bunlar da gösteriyor ki, bu şahsı yeni bir Erdoğan, değişik, seküler bir Erdoğan olarak karşılıyorlar. İmamoğlu, sistemin Erdoğansız Erdoğanizm isteğinin, dış ve iç egemenler için aykırı yönleri törpülenmiş, geniş kitleleri rahatlatacak bazı değişikliklerle birlikte, 20 yıllık kurulan sistemin esnetilerek devam ettirme siyasetinin aktörüdür.

Mayın tarlasına dönmüş Türkiye

Türkiye egemen sınıflarının çelişkilerinden sonra devletin durumuna geçebiliriz. Devletin durumu da burjuva siyasetten farklı değil, Erdoğan kontrol ediyor ama devlet paramparçadır. Parçalı da olsa Türkiye’de bir devlet var, her ne kadar Erdoğan kontrol ediyor görünse de içinde farklı faşist klikler cirit atıyor. Türkiye’de mafya artık bir kısım suç örgütleri olarak anlaşılamaz. Mevcut durumda devletin tüm askeri karakolları, polis birimleri ve hemen tüm devlet daireleri mafya gibi çalışıyor, bütün mafya grupları da devlet daireleri gibi çalışıyor. Mafya çeteleri, faşist, dinci siyasi örgütler devlet içinde resmileşmiş ve yasallaşmıştır. Her gün bir serseri mayın mafya özentisi psikopat, dini ve milli sembollerle resim yayınlıyor. Mafyaların yaygınlığı ve devletleştiği, her gün basına düşen devletin en yetkili başlarıyla yan yana verdikleri resimlerle yansıyor. Her şey gibi mafya da uluslararasılaşmıştır, uzun dönemdir Türkiye dünya basınında en büyük narko merkezlerden biri olarak anılıyor. Resmi rakamlarla yakalandığı açıklanan uyuşturucu yekunu bile durumu anlatmaya yeter.

Gene bütün büyük şehirlerde, onlarca merkezi mafya grupları var. Bir örnek olarak, Antep onlarca büyük mafya gruplarınca, ilçe ve semtlerine kadar parsellenmiş durumda. Aynı durum devlet içinde de yaşanıyor ve devletin bütün birimleri, mafya ve faşist, dinci çetelerce kontrol ediliyor. Bunlar, mafya ve sivil paramiliter güçlerle iç içe milyonlara varan silahlı güçlere sahipler. Bunları, Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Suriye savaşlarına katılmış militan selefiliği ve bunun tarikatların tabanındaki örgütlülüklerini de düşündüğümüzde; Türkiye, hiç kimsenin kontrol edemeyeceği bir mayın tarlasıdır. Hiçbir devlet gücü, bunları tam olarak kontrol edemez, zaten kendileri kendilerini en has devlet olarak görüyor. Toplumsal gerginliğin yükseldiği süreçlerde, kitleler hak ve taleplerini sokaklardan savunmaya geçtiğinde, bütün bu antikomünist çetelerin nasıl davranacağı, yaşanmış birçok olaydaki ön görüntüler olarak ortadadır.

Devlet içinde veya sivil bütün bu irili ufaklı milyonlara varan mafya çeteleri ve dinci, faşist paramiliter, antikomünist çeteler, açların ülkesinde, mevcut iktidar nimetleriyle yaşayan vurup kırıp geçinen bu kesimler; alanları daraldığı, ulufeleri kesildiği koşullarda nasıl davranacak? Alanlarının daraldığını ve birbirlerine karşı cepheleştikleri Sedat Peker olayıyla açığa çıktı. Gene peş peşe yüzlerce elemanının yakalandığı haberlere yansıyan mafya operasyonları da daralan alanda devlet güçleriyle birlikte en büyüklerin rakiplerini tasfiye hamleleridir.

Bugünkü koşullar daha zor, hem kapitalizmin dünyasal krizi hem savaş, içeride 24 Ocak programından da, Kemal Derviş programından da daha ağır soygun ve baskı uygulanarak ancak hayata geçirilebilir. Seçimler için yapılan harcamalar ekonomiye karşılanamayacak yükler bindirdi. Erdoğan “benden sonra tufan” mantığıyla kesenin ağzını açtı, para saçıyor. Kim iktidara gelirse gelsin, bir burjuva iktidar, bu sorunlar karşısında toplumda yeni bir rıza üretecek adımlar atamazsa iktidarda kalamaz. İşte İmamoğlu burada devreye giriyor. Bu defa 20 yıllık AKP iktidarında öfkesi kabarmış toplumun çoğunluğunu oluşturan en çok rahatsız kesimin güvenini tazeleyecek, rıza üretebilecek heyecanı yaratacak figür, İmamoğlu’dur.

Seçimleri küçümsemek, seçim savaşlarından kaçışla sonuçlanır

Burjuva faşist kamptaki çelişki ve çatışmalar bizi ilgilendirmiyor, diyemeyiz. Böyle bir yaklaşım apolitizimdir ve solda birçok kesimde; burjuva güçlerin ehven-i şer olanını destekleyen kuyrukçu eğilimlere karşı keskin söylemler altında apolitizme düşülmektedir. Burjuva güçleri desteklemek oportünizmdir ama biz hiç bir gelişmede tarafsız olamayız, işçi sınıfı ve halk güçlerinin çıkarları doğrultusunda tarafız. Mevcut durumda AKP-MHP faşizminin yıkılması için mücadele ediyoruz. Bu seçimlerde, AKP-MHP faşizminin kaybetmesinin kitlelerin çıkarına olacağı açıktır. Açıktır, ama işçi ve emekçi kitlelere burjuva muhalefeti destekleme çağrısı yapamayız. Öte yandan gerici burjuva muhaleti desteklemeyiz ama onların tabanıyla birlikte mücadele etmekten de kaçınmayız. Gezi somut örnektir; Taksim’de ve diğer şehirlerdeki gösterilerde, Öcalan ve Mustafa Kemal posterleri yan yana duruyordu. Birçok yerde MHP tabanı dahil başka faşist eğilimler, gösterilere ve polise karşı direnişe katıldılar. Bu anlamda seçimleri önemsememek, seçimler savaşında yaşanacak gelişmeleri küçümsemek ve değişik kesimlerle yanyana gelmekten kaçınmak apolitizmdir.

Önümüzdeki dönem hiçbir bakımdan önceki dönemlere benzemez ve geçmişe bakarak yapılan değerlendirmeler, basiret bağlamaktan başka işe yaramaz. Bu durum belirsizdir ve önümüzdeki süreçte, karşı devrimin hamleleri düz çizgide devam etmeyecektir. Karşı devrim harekete geçerse bakalım ona göre davranırız denilemez, o zaman zaten geç kalınmış olacaktır. Devrimci güçler tarafından yapılan değerlendirmelerin çoğunluğu, an’a statik yaklaşan düz değerlendirmelerdir. Dünya bir önceki dünya olmadığı gibi Türkiye de bir yıl, bir ay hatta bir gün önceki Türkiye olarak kalmıyor. Biz şimdiye kadarki emperyalist saldırganlığın aynı biçimlerde gelişeceğini düşünüyoruz ve dışarıda süren savaşın içeride ne tür gelişmeler yaratacağını göz ardı ediyoruz.

Değişik çizgilerdeki sol muhalefet benzeri tespitler yapıyor. Bu tespitlere rağmen, genel eğilim Türkiye’nin seçime kilitlendiği yönünde ve bu durum, burjuva muhalefetin olduğu kadar faşist koalisyonun da işine geliyor. Burjuva muhalefet, yükselen öfkeyi kendi kanallarına akıtmak ve düzen içinde tutmak için seçimleri tek seçenek olarak görürken, Erdoğan şefliğindeki faşist koalisyon; herkes seçim oyunuyla meşgul olurken topyekun diktatörlüğünü pekiştirmek için hazırlanıyor. Tüm muhalif sol eğilimler ve devrimci güçler, her ne kadar, seçimlerin savaş ve OHAL koşullarında geçeceğini söyleseler de, pratikte seçim taktikleri belirlemekten öteye somut bir alternatif çıkaramıyorlar.

Devrimci güçler, sıçramak zorunda; zira faşist koalisyon, adım adım tırmanma olanaklarını tüketti, eşik atlamak zorunda. Biz, zaten şimdiye kadar atladığı hiçbir eşiği beklemedik ve hazırlıklı olamadık. Önümüzdeki süreci de seçimlere kadar mevcut durumun düz devamına göre düşünüyoruz, faşizmin sıçrama dinamiklerini ve ataklarının beklemediğimiz boyutlar kazanacağını hesaplamıyoruz. Aynı süreç devam edemez çünkü; süreç aynı minvalde devam ederse faşist koalisyonun kaybedeceği açıktır. Seçimlerin yapılmayacağı, savaş ve terör yöntemlerinin 7 Haziran sonrasında daha yüksek düzeyde ve kanlı provokasyonlarla erteleneceği dillendiriliyor. Genel eğilim seçimlerin ertelenemeyeceği, ama savaş koşullarında yapılmak zorunda kalacağı yönündedir. Bu koşullarda seçimlerin her durumda yapılabileceği kabulüyle hazırlanılırsa, beklenmedik provokasyonlar sonucu yılgınlık ve teslimiyet kaçınılmaz olur. Bunun için devrimci güçler, bütün bu ihtimaller içinde, en kötüsünü bekleyerek ve kitleleri bu yönde bilinçlendirerek, hazırlıklı olmalıdır.

Faşizm ve sermaye düzeni, saldırıya geçmiştir. Ancak 2015’ten beri katlanarak artan faşist baskılar, onun paramiliter aygıtlarını büyütse de kitle desteğini hızla eritiyor. İçinde debelendiği çok yönlü krizleri, çözmeye çalıştıkça ağırlaştırıyor. Bu kesintisiz faşist saldırılar, onun tek ve biricik savunma yöntemi, varoluş şartıdır. Başka türlü iktidarını devam ettiremez.

Buraya kadar söylenenlerin, seçimler süreci üzerinde çok yönlü etkileri olacağı açıktır. Aynı sürece içerideki rakip kamplar da kılıçlarını keskinleştirerek hazırlanıyor. Bu koşullarda, burjuva kampta hangi kliğin ağır basacağı, burjuva muhalefet içindeki başkanlık rekabetinin nasıl sonuçlanacağı şimdiden öngörülemez ama siyasal atmosferin beklenmedik toplumsal çatışmalara gebe olduğu açık.

Bir varsayım olarak; seçimler öncesi dış ve iç etkili güçler, Erdoğan’ı Suriye’de IŞİD ile ilişkileri, dışarıdaki banka hesapları vb. açıklarıyla tehdit ederek yumuşak bir geçişe, normal bir seçim yapılmasına ikna etse bile, bugünkü Türkiye’de bu ne kadar olanaklıdır? Bu sorunu tek başına Erdoğan olarak da anlamamak gerek, Erdoğan her şeyi kontrol edemiyor. MHP’den Ergenokon artıklarına, tarikatlardan, Doğu Perinçek’e, sivil ve devlet bürokrasisi içinde, büyük küçük onlarca, yüzlerce faşist, dinci ve mafya iltisaklı çetelere ve değişik sermaye gruplarının ve eklenecek diğer odakların ittifakını devam ettirebilmesiyle, onları temsil ettiği oranda Erdoğan bir güçtür. Şimdiden bu ittifakta hırlaşmalar başladı; zincir marketler, TOBB ve İTO seçimlerinde yaşanan rekabet, KOBİ’lerin rahatsızlığı buna işarettir. Zira bunların çoğunluğu Erdoğan’ı destekleyen sermaye kesimine mensup.

Seçimlerin nasıl sonuçlanacağı üzerine düşünebiliriz. Az konuşulan ve kimsenin ihtimal vermediği bir Türkiye gerçeğinden başlayalım. Darbe olabilir; seçimler içinden çıkılamaz hale gelir, bu seçimler öncesinde başlar ve seçimlerin yapılamayacağı bir ortam oluşur, çatışmalar yaygınlaşır, önüne geçilemez ve darbe kaçınılmaz hale gelir. Seçim savaşları dedik, seçim savaşları çok yönlü beklenmedik gelişmelere gebedir. Faşist AKP-MHP iktidarı ile gerici burjuva muhalefet arasında bile her iki kesimin hilafına beklemedikleri çatışmalar patlayabilir. Aralarındaki hırlaşma sertleşiyor, ortam bu tür patlamalara çok uygun. Faşist kanat çok pervasız saldırıyor ve burjuva muhalefetin geri kaçma alanları daralıyor. Ama mevcut durumu değiştiremezse, kaybedeceği kesinleşirse, faşist kanat için de göstermelik yasal, hukuksal sınırlar içinde yapacakları tükeniyor. Kaybetmeyi kabul etmeyen faşist iktidar, provokasyon ve açık şiddet metotlarını daha fazla devreye sokacaktır.

Bu koşullarda burjuva muhalefet, Saraçhane benzeri çıkışları daha fazla yapmak zorunda kalır ve bu tür eylemler bir aşamadan sonra, her iki kesimin düşmanlaşmış tabanları arasında çatışmalara yol açabilir. Her seçimde yerel ve tek tük görülen silahın da kullanıldığı çatışmalar, seçim sürecinin bir aşamasında başlayıp kontrol edilemeyecek düzeylere yükselebilir. Aynı süreçte seçimlerden bağımsız, yerel veya kesimsel kitle eylemleri başlayabilir. Açlığın pençesinde kıvranan öfkeli kalabalıklar, herhangi bir olay sonucu sokaklara akabilir. Faşist iktidarın bunları gülle karşılamayacağı açıktır. Bu koşullarda, bu ihtimallerin hepsi için, uygun ortam var. Bütün bunları düşünmemiz lazım.

Dünyadaki krizin de ağırlaştırdığı kış koşullarında, ekonomik krizin dayanılmaz sonuçlarıyla karşılaşacak kitlelerin kendiliğinden sokaklara çıkma olasılığının yanı sıra uzun bir dönemdir baskı ve aşağılamalara maruz kalan Kürt kitlelerinin pasif direnişten, 6-8 Ekim serhildanı benzeri ayağa kalkışı gerçekleşebilir. Bu iki kanaldaki dev muhalefet, kendiliğinden eş zamanlı harekete geçebilir. Seçimler sürecinde yaşanacaklarla, Gezi-Kobani ittifakı kendiliğinden doğabilir. Bu ihtimalleri, devrimci cenahın ne kadar düşündüğünü bilemeyiz; ama faşizmin, bütün bunları hesapladığını ise şovenizmi körüklemek için her olanağı kullanmasından ve Rojava’ya bir saldırıyı her ağzını açtığında tekrarlamasından biliyoruz.

Seçim savaşları sözü, anlık bir dönem olarak anlaşılmamalı; seçimler öncesi, bugünden başlayıp seçim anına ve seçim sonrasını da içine alan bir süreci anlatmaktadır. Seçimlerle barajlanan açların beklentisi, seçim sonrası hangi iktidar gelirse gelsin karşılanamayacak. Seçimler sonrası kurulan hükümet AKP’nin bulduğu olanakları bulamayacak; kim gelirse gelsin, iktidar ateşten gömlek olacaktır. Hem iktidarı destekleyen açlığın pençesindeki kitleler, yüksek beklentilerinin acil olarak karşılanmasını isteyecek, hem de iktidar nimetlerinden yoksun kalacak faşist ve gerici kesimler, devlet içindeki destekleriyle (MC dönemleri benzeri) şiddet yöntemlerini kullanarak sokaklara dökülecektir. Bu, cehenneme dönecek bir Türkiye manzarasıdır.

Bütün bunlar, düzenin ve faşizmin gücünün yanında çözümsüzlüğünü yanı sıra çöküşünün koşullarının olgunlaştığını gösteriyor. Bu aynı zamanda devrimin güncelliğini de gösteriyor. Tabii, devrimci güçler, bu zorlu dönemin görevlerini yapabilecek basireti gösterebilirse…

Seçimlerde gerçek anlamda muhalif bir güç var; 40 yıldır yenilmeyen bir savaş gücü ve milyonları harekete geçiren sivil bir Kürt gücü. Bu seçimlerde devrimci güçlerin mücadelesi; bu eksen üzerinden, diğer sol muhalif güçlerle de ittifak gerçekleştirerek, seçim sürecinde yaşanacak çatışma ortamına doğru ve zamanında ataklarla müdahale ederek, devrimci bir alternatifi görünür kılabilir. Bu koşullarda halk ve devrim güçlerinin yapması gereken, stratejik bir hücum hareketini başlatmak için hazırlanmaktır. Kitleler böylesi bir hücum için ısınmıştır; yoksullar kara açlığın pençesinde kıvranıyor, gün günden daha kötüleşiyor. Tek eksik olan, görünür ve güvendikleri bir kurtuluş umududur. Komünistler, devrim hedefinden kopmadan, seçim sürecinde gelişecek çatışmaları kitlelerin beklentilerini karşılayacak adımlarla yükselterek, bu enerjiyi, faşizmi yıkma perspektifiyle birleştirmeyi hedeflemektedir.

Rutin zamanlarda devrimcilerin gücü, kendi etki alanlarıyla sınırlıdır. Hatta etki alanındaki güçleri de tam olarak aktifleştirmeleri mümkün olmaz. Kitlelerin sokaklara aktığı dönemler ise çok farklıdır, bu dönemlerde devrimcilerin gücü milyonların yıkıcı gücü haline gelir. 2023 seçim süreci, bu anlamda olağanüstünün de üstünde, tahayyüllerimizi aşan gelişmelere gebedir. Seçim savaşlarına devrimci güçler, en zor koşulları düşünerek hazırlanmalı; kendi güç ve olanaklarıyla, ama milyonların hareketlenebileceği ihtimalini düşünerek hareket etmelidir. Aynı zamanda kitleleri, devletin ve faşist, dinci çetelerin silahlı saldırılarına karşı, öz savunma hazırlıkları doğrultusunda ve savunma tedbirleri için hazırlamalıdır.