Seçim sonuçlarına dair bir ön değerlendirme – Mehmet Turan

Son yılların sonuçları itibarıyla bölgemizde ciddi değişikliklere neden olabilecek seçimleri tüm dünyanın gözleri önünde iktidar partisinin sayısız itirazlar yaparak oy sayımını yavaşlatması, sayılan oyların seçim kurullarına gönderilmesinin ağırdan alınması ve veri girişlerinin geciktirilmesi ile psikolojik savaşa dönüştürülmüş, Anadolu Ajansı (AA) tarafından manipülasyonlara açık hale getirilmiş ve seçim AKP’nin ipi göğüslese de yüzde 14 oy kaybı ile barajı aşamamasıyla 2.tura kalmıştır. Yeşil Sol’un 320 bin oyunun geçersiz sayılması dışında başkaca maddi hileler yapıldığına dair bir açıklama henüz yoktur.. Dünya deneyimleri ilk turu kazananın, parlamento çoğunluğunu ele geçirdiği için ikinci turu yüzde 85 kazandığını söylemektedir.

Kaybetmeme üzerine, kaybetse bile iktidarı vermeme üzerine kendini hazırlayan faşist rejim, iç savaşın öncü adımlarını atmasına rağmen bilmediğimiz nedenlerle bunu daha ileriye taşımamış ve son 72 saatte ya seçimlerin olağan yöntemlerde kazanabileceğine kanaat getirmiş ya da gerek “devlet aklı” gerekse uluslararası bir ya da bir kaç gücün gerilimi tırmandırmama uyarısı doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmıştır. Ne seçimsiz faşizm ne de seçimli faşizm gerçekleşmiştir. Bu durum seçimin uluslararası boyutlarından dolayı böyle olmuştur. Görünen odur. Bizim eksikliğimiz sadece içe aşırı yoğunlaşarak emperyalizmin seçimler konusunda kendi arasındaki çelişiklerine gereken önemi vermemektir.

Bu noktada ister istemez uluslararası güçlerin müdahil olduğu karmaşık bir matrisin devreye girdiği düşünülebilir. Ortadoğu’da Rusya, Çin, İran’ın ağırlığını artırdığı, Suriye’nin Arap Birliğine geri döndüğü koşullarda AKP’nin iktidarda kalmasının bu güçler açısından daha elverişli olduğu kuşku götürmez. Ve bu durumda Türkiye’de bir belirsizlik ve ya kaos olmasını istemezler. Öte yandan başta İngiltere ve AB olmak üzere uluslararası mali güçlerin millet ittifakına güveninin tam oluşmadığı görülmektedir. Sonuçlara çok müdahil olmadan bekle ve gör politikası gütme taraftarıdırlar. Ve ABD, parlamento ve cumhurbaşkanlığının farklı güçlerin elinde olduğu kontrollü bir kaosun hamleleri peşinde olabilir. Kısaca emperyalistler arası güç mücadelesinin satranç tahtasına dönüşmüş bir seçim süreci içinde olduğumuzu varsaymak hiç yanlış olmayacaktır. Zaten en baştan beri böyleydi. Dış güçlerle ilgili durum budur, bunu iyice tartışmak gerekir. İçeriye baktığımızda ise…

Her şey bir yana 21 yıllık iktidar sonrasında normalde ciddi bir çöküşü yaşaması beklenen faşist iktidar din, terör, kutsal aile ve sözde batı karşıtı milliyetçilik sömürüsü üzerine kurduğu seçim kampanyasının meyvelerini toplamayı parlamento çoğunluğu ile kısmen başarmıştır. Türkiye halklarının yarısı son beş yılda yaşadığı ekonomik kriz, işsizlik, görülmemiş enflasyon, türedi zenginlerin, 5’li çete’lerin yolsuzlukları, aşağılamaları ve kahkahaları, doğal felaketler, emperyalist savaşlara müdahil olma ve sosyal yıkımlara rağmen hala mevcut faşist iktidardan vazgeçmediğini verdiği oylarla göstermiştir. Peki, neden böyle olmuştur?

Burada AKP’nin önemli sayılabilecek bir güç kaybetse de kendi tabanını konsolide ettiği söylenebilir. Ancak bu taban seçim sonuçlarına öfkelenen kimi sol liberal ve ulusalcı kesimlerin iddia ettiği gibi “halinden memnun köleler” değildir. AKP’ye asıl kazandıran halinden memnun köleler değil, halinden memnun kölelerin sahiplerinin onları terk etmeye zorlanması ihtimali idi. Sahiplerinden koparılma, sahiplerinin “yabancı güçler ”in desteği ile değiştirilme korkusu tabanı “diri” tutan asıl güç olmuştur. Bu durum sadakati artırmanın ötesinde kölelerin sahiplerine baskı yapmasına dahi neden olabilmektedir. AKP’nin tabanında orta sınıf kadınlar ile yoksul kadınlar arasında kurduğu manevi köprüler ve hiç küçümsenmeyecek maddi mükâfatlandırma sistemi ona yıllarca sadık bir kadın gücü sağlamıştır. Onun en stratejik kozlarından biri gerektiğinde sahibine ya da efendisine baskı yapmaya cüret eden bu ‘militan ’kadın gücüdür. AKP’nin deprem bölgelerinde oy kaybını önleyen faktörlerden biri budur. Müslüman kadının “bulunduğu mahalde” çekirdek örgütlenmesi. Bunun dışında AFAD’ın deprem bölgelerinde AKP’nin teşkilatı gibi çalışması, kamu hizmetlerinde sürekliliği sağlaması sıfırdan yeni bir hayata başlamak zorunda kalan depremzedelerde belli bir yumuşamayı beraberinde getirmiştir. Depremin ilk günlerindeki o haklı öfkelerinin yerini ayakta kalma ve yeni bir geleceği kurma gailesi almıştır.

Büyük felaketlerde toplumların ilk anda yeterince önlem almayan hükümetlere haklı bir öfke duyduğunu ancak zaman içinde olayı kanıksayarak çaresizlikten devletin kanatları altına sığınmayı yeğlediğini Pandemi döneminde yaşamıştık. Deprem döneminde olan da benzer bir durumdur ne yazık ki. Meseleyi deprem bölgesindeki şehirlerde AKP’ye oy verenlerin “kendi enkaz ve toplu mezarlarının üzerinde tepindikleri” şeklinde değerlendirmek doğru değildir. Bu küçük burjuva Kemalist sol kesimlerin seçim sonuçlarında yaşadıkları hayal kırıklığının ifadesidir. O yüzden çaresizlerle, halinden memnun olmakla kalmayıp sahibini ısırabilenleri aynı kefeye koymamak lazım. Zülfü Livaneli her iki kesimi AKP’nin militan lümpen proletaryası olarak değerlendirmiş son seçim yazısında.

Böylesi önemli eşiklerde otoriter figürlere daha fazla güvenen bir toplum yapımız vardır. Kaldı ki dünya ve bölgede esen savaş rüzgârları bunu daha da pekiştirmiştir. Kılıçdaroğlu’nun son 5-6 yıla dair söylediklerinin çoğunu içten içe onaylayan toplum bu krizden çıkış noktasında, onu zaman zaman hayal kırıklığına uğratsa da eskiden beri tanıdığı topa daha sert giren despotu tercih etmeyi yeğlemiştir.

Açıkçası en baştan beri CHP’nin gerçekçi olmayan “Yine Baharlar gelecek” sloganına kulaklarını tıkamıştı bu kesim. CHP, bunu görememiştir. Hali hazırda sağ muhafazakâr kesimin millet ittifakının önerdiği “demokrasi” seçeneğini umursadığını söyleyemeyiz. Önceliğini hala güvenlik ve geçim derdine vermektedir. Seçim öncesi sık sık TV’lerde gösterilen savunma sanayi reklamlarını TCG Anadolu, İHA, SİHA görüntülerini yabana atmamak lazımdı. Asgari ücrete, emeklilere ve memurlara yapılan zamlar ve zam sözlerini de küçümsememek gerekirdi. Bir diğer durum esen sert rüzgârlara rağmen kendi seçmen kitlesini sadece iş, aş, ekmek, soygun düzenine son, daha onurlu bir yaşam vb. şeklinde gerçeğin sadece yarısını gösteren bir perspektifle motive etmeye çalışmasıydı. Dış politika ve Kürt meselesinde sessiz kaldıkça tam da buralardan saldırılara uğradı, milliyetçilik demokrasiyi böyle alt etti. İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı ve demokrasi yoksunluğu üzerinden CHP tarafından beklenen “dip dalga” tersinden güvenlik kaygılarını ve emperyalist savaş koşullarında devletin bekasını ön planda tutan milliyetçi-şoven bir “dip dalga” ile karşılandı.

En önemli sonuçlardan birisi de bugüne kadar ulusalcılık, kızıl elmacılık, Avrasyacıılık, Aydınlık, Cumhuriyet ve Sözcü gazetesi gibi birçok çevre ve siyaseti paltosundan çıkaran Atatürkçülük ’ün bu seçimde bunlara bir yenisini daha eklemesidir. Hiç kimsenin beklemediği sürpriz bir sonuç olmuştur bu. Seküler, milliyetçi ve yabancı düşmanı farklı bir faşizm ülkede boy göstermiş ve yüzde 5 oy almıştır. 2 milyondan fazla oy ile Sinan Oğan’ın Ata ittifakı MHP’den de İYİP içindeki faşistlerden de CHP’ye oy veren eski ülkücülerden de farklı, Kürt düşmanı olmanın yansıra saf yabancı düşmanlığı üzerine kendini örgütlemiş, Avrupa’daki neo-Nazilere benzer bir faşizmdir. Bu seçimde ilk kez oy kullanan 18 yaş üstü 3 milyon gencin bu yüzde beş içinde azımsanmayacak bir oyu olduğunu varsaymalıyız. Yabancı düşmanlığı (Suriyeli, Afgan vb.) üzerinde yükselen bu ittifakın mevcut koşulların geçici bir olgusu olarak yitip gidecek mi yoksa kalıcı bir oluşum olarak siyasette kendine bir yer bulabilecek mi, şimdiden söylemek pek mümkün değil.

MHP’nin hilelerle birlikte beklenenin ötesinde oyunu artırmış olması estirilen milliyetçi şoven rüzgârın göründüğünden daha etkili olduğunu göstermiştir. Bunun dışında geleneksel oy tabanını koruduğunu ve ilk kez oy kullanan gençler ile polis-uzman erbaşlar ve ailelerinden ve AKP’den de oy aldığı görülebiliyor. İYİP’e, CHP’ye ve Ata ittifakına giden eski ülkücü oyların MHP’ye bir darbe vurmadığı, MHP’nin bu konuda kendine yeni kandaşlar bulduğu söylenebilir. Bu MHP’nin de çok beklediği bir gelişme değildi.

Son olarak seçimlerden önce çıkan son yazımızda “merkezkaç güçlerin” yeni bir olgu olduğu ve bu güçlerin ana akım partileri kendilerine muhtaç bırakacağı, bunun günümüz sınıf mücadelelerinin ayırt edici bir özelliği olduğu seçim sonuçlarıyla somut olarak ortaya çıkmıştır. Yeşil Sol bile bu merkezkaç güçlerden nasibini almıştır. Beklenenin altında oy alması düşündürücüdür. Seçim çalışmaları ve mitinglerdeki coşkuya rağmen bununla orantısız bir sonuçtur sandıklara yansıyan. Bunda elbette HDP’nin kapatılma ve Kobane kumpas davaları ile seçim öncesi yapılan gözaltı ve tutuklamaların etkisi vardır. Ancak başarısızlığın asıl nedeni bunlar değildir. İttifak politikasında taktik planda TİP’i ikna edememesi, 300 bin oyunun geçersiz sayılması bunlar da meseleyi yeterince aydınlatmıyor. Geriye kalan son ihtimal acaba sandığa gitmeyen ya da gitmesi engellenen bir seçmen kitlesi mi vardı? Bunun cevabı Yeşil Sol’dadır.

Karşımıza çıkan tablo emperyalistler arası çatışmaların doludizgin ilerlediği bir dönemde ve -hem de bu bölgede!- saf alışın demokrasi savaşı şeklinde olmasının artık pek mümkün olmadığıdır! İlk tur bunu iyice pekiştirmiştir. Toplumun yaklaşık yüzde 65 i aşırı sağa oy vermiştir! Memlekette Demirel ve Özalvari merkez-liberal sağ nerdeyse kalmamıştır. Sosyal demokrasinin ciddi bir programdan yoksun sadece “tek adamı alaşağı” etmekle sınırlı bir araya geldiği ılımlı İslamcı ve liberal siyasi karışım ile uzun soluklu bir yolculuğu olmayacağı da çok açıktır.

Saf tutmak top’a sert girenlerin dilinden İç Savaş’a göre konumlanmaktır. Saf tutmak bu seçimlerin aynı zamanda mevcut devlet partilerinin kendi halkına karşı emperyalist kamplardan birinin yanında yer aldığının gösterilmesidir. Bu emperyalizmin ne gizli ne de açık bir işgalidir. İçerdeki iktidarın ele geçirilmesi için cumhur ve millet ittifakının kendi taraftarlarının zımni onayından geçirdikleri, onların da görmezden geldikleri yeni tipte bir işgaldir. Bir tarafta onca gözü kara milliyetçiliğe diğer tarafta onca ‘demokrasi’ havariliğine rağmen emperyalizmi içerde kendisi için bir hakem, bir müdahil konumuna getirme gayretidir aslında yaşananın bir yönü.

Seçimler dünyadaki yeni emperyalist kamplaşmalarda Türkiye’nin yeri neresi olacak sorusunun da cevabı olacaktır. Bunu söylüyoruz. Seçimler artık sadece burjuva hizip ve klikler arasında bir iç çekişme ya da devlet kanatları arasında bir hesaplaşma değildir. NATO ve Avrasya güçleri arasındaki çekişme ile üst üste binmiştir.

Stratejik ülkelerde seçimlerin oy sandıklarının açılmasından önce ya da oylar sayılırken kazanılmasının emperyalizm açısından temel bir ilke düzeyine çıkarıldığını söylememiz mümkündür artık. Devrimcilerin ve emekten, özgürlükten, adaletten yana olanların geleceği yer “demokrasi savaşı ile olmadı, olması da mümkün değildi. “Peki ya o zaman?” sorusunun bilinen cevabı ile tüm antifaşist güçlerin bir araya gelmesidir.